
Suriye’de Esad rejimini devirmeye yönelik savaş beşinci yılına girmekte. Sözde demokrasi arayışındaki kesimlerin masum talepleri olarak sunulan savaş aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgedeki uygulamasını temsil etmekte. 2002 yılında ABD’nin Long Island şehrinde temelleri atılan Büyük Ortadoğu Projesi (Bilahare genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika adını almıştır.) Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar yayılan coğrafyada ABD yanlısı rejimleri işbaşına getirmeyi hedeflemekteydi. Washington’un 1990’larda sürdürdüğü tek taraflı küresel politikaların olumsuzlukla sonuçlanması, Vladimir Putin’in 2000 yılında devlet başkanı seçilmesiyle Rusya’nın hızla iç istikrarı sağlayarak küresel aktör potansiyelini canlandırması ve Cumhuriyetçi Parti’ye dış politika yol haritası çizilmesi sözkonusu projenin başlıca dayanaklarını oluşturmaktaydı. Türkiye’de 2001 yılında yaşanan ekonomik ve siyasi krizin ardından işbaşına getirilen AKP hükümetinin öncelikli ödevi de sözkonusu projenin gerçekleştirilmesi olarak talimatlardaki yerini almıştı. Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da ve Suriye’de meydana gelen ayaklanmalar aslında 2000’li yılların hemen başlarında Sovyet sonrası coğrafyada yaşanan renkli devrimlerin bir uzantısıydı. Batı’nın Rusya’nın “Yakın Çevresi”nde demokratikleşme adı altında desteklediği muhalif kesimler kimi zaman barışçıl kimi zaman ise silah yoluyla bulundukları ülkede işbaşına gelmeye çalıştılar. Batı yanlısı renkli devrimler ilk etapta Ukrayna ve Gürcistan’da başarı sağlarken, Kırgızistan, Özbekistan ve Ermenistan’da hedefine ulaşamadı. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde Afganistan-Pakistan ekseninde tohumları ekilen dinci hareket istikrarı bozmaktaydı. Amaç bölgede Moskova yanlısı rejimleri devirerek, enerji kaynakları ve ulaştırma yollarının denetlenmesi dahil Batı’nın jeopolitik bir nüfuzunu tesis etmekti. Putin’in sekiz yıllık devlet başkanlığı boyunca ülkedeki ayrılıkçılara ve onların dış destekçilerine karşı elde ettiği başarı, artan petrol ve doğalgaz fiyatlarının gelirleri yükseltmesi, savunma sanayii alanında en büyük üç silah tedarikçisi arasına girilmesi, ve çeşitli ikili ve bölgesel işbirliği ve örgütlenmeler sayesinde Rusya uluslararası alanda yeniden sözü dinlenir bir aktör haline geldi. Bu süreçte Sovyetler Birliği’nin Afrika, Ortadoğu ve Asya’daki eski müttefikleri ve yeni dönemde Batı’dan beklediği desteği bulamayan rejimlerin tekrar Moskova’nın etkisine girmemesi ve/veya bu etkiden çıkarılması amacıyla projeye ağırlık verildi. Sözkonusu projenin Türkiye’de siyaset sahnesine soktuğu AKP kadroları ise “Ilımlı İslam” ve “Medeniyetler Arası Diyalog” söylemiyle bu coğrafyada uzun yıllar muhalefette kalmış dinci hareketlere, gruplara ve partilere destek vererek iktidara gelmelerine çalıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye’nin iç işlerine karışarak, Suriye krizinin çözümü için Suriyeli yetkililerden Sünni Müslüman kesimin temsilcilerini hükümete almaları çağrısında bulundu. Nitekim Türk vatandaşı bugüne kadar AKP’li yetkililerin Esat rejimini devirme yolundaki kararlılığının Türkiye’nin ulusal çıkarlarına nasıl ve ne kadar fayda sağlayacağını asla anlayamadılar. Tersine yanlış hesap Şam’dan döndü. Türkiye dört yılda başta Suriyeli muhalifler olmak üzere onlarla birlikte Esat’ı devirmeye çalışan uluslararası dinci terör unsurlarına silah, lojistik, eğitim, barınma, tedavi ve ulaşım desteği verdi. Bunları yaparken suçüstü yakalandı. Öte yandan ülkeye iki milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı geldi. Bunlar için bugüne kadar Türk halkının cebinden sekiz milyar doların üzerinde harcama yapıldı. Suriye krizinin uzaması, Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma sözü veren AKP liderlerini hayal kırıklığına uğrattı. Üstüne üstlük Washington ve Batılı müttefikleri Ankara’nın itirazlarına karşı Esadlı bir geçiş süreci üzerinde durmaya başladı. Ankara’nın asıl hayal kırıklığı ise Rusya’nın 29 Eylül’de Şam yönetimin çağrısı üzerine IŞİD ve Nusra Cephesi gibi terör unsurlarının karargahlarını ve muharebe altyapılarını vurmasıydı. Moskova, Suriye’nin kimyasal silahlarının imhası sürecinde devreye girerek usta bir diplomasi örneği göstererek Şam’a uluslararası koalisyonun olası saldırı gerekçesini ortadan kaldırmıştı. Bu kez da ABD önderliğindeki koalisyonun Ağustos 2014’den itibaren sürdürdüğü hava hareketları sonucu beş binin üzerinde sorti yapılmasına karşın etkisiz hale getirilemeyen muhalefeti hedef aldı. Moskova’nın Şam’ın kara desteği ve istihbari katkıları sonucunda hava operasyonlarında nispeten başarı sağlaması beklenmekte. Rusya, harekatı uluslararası hukuka uygun olarak, Suriye’nin meşru hükümetinin talebi doğrultusunda ve kendi ülkesine de tehdit saldıran IŞİD’e bir anlamda “önalıcı” müdahalede bulunmakta. Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmek için işbaşına gelmiş AKP hükümetinin liderleri ise Türk halkını hala Suriye’ye demokrasi getirme hedefi ile aldatmakta. İktidar partisinin son yıllarda muhalif kesime yönelik şiddet, baskı ve zulmü ise demokratik rejimlerden çok dikta rejimlerinde görülen boyutlara ulaştı. Kendi halkı için demokrasi istemeyen AKP’nin Suriye halkı için demokrasi talebi son derece şaşırtıcı gelmekte. Bu yüzden AKP’nin Suriye politikasının Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında okunması gerekmekte. Ayrıca 1983 yılından itibaren PKK terör örgütünün ayrılıkçı/bölücü tehdidine maruz kalan, bu süreçte 30 binin üzerine can kaybı ve yüzlerce milyar dolar kaybeden Türkiye’de AKP hükümetinin Esat rejimi için aynı anlamı ifade eden dinci terör unsurlarını “demokratik talepte bulunan muhalefet” olarak nitelendirme çabaları da son derece mesnetsiz. Suriye’de ABD ve Rusya’nın çıkarları çatışıyor, sonuçta Türkiye’nin milli menfaatleri zarar görüyor. AKP liderliği ise Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetmek yerine Washington’un küresel hakimiyetine gidecek yolda üzerine düşen görevleri icra ediyor.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *