
Bana şunu sordular: On yıllardır Türkiye siyasetinin içinde ve yıllardır karar alma mercilerinin yakınındasın; Türk iç ve dış politikasının neyi izlemesi gerektiğini düşünüyorsun?
Tereddütsüz şöyle yanıt verdim: Ahlaki Pragmatizm. Burada herhangi bir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için de Pragmatizm ile ilgili söylenenleri dile getirmeliyim. Zira birçok kişi Pragmatizm’i çıkarların -her ne pahasına olursa olsun- üstün tutulması olarak nitelendirmektedir. Hakikatin, fikirlerin eşyalarla uyumundan değil, eşyaların sağladıklara yararlarla uyumundan ibaret olduğu defalarca söylendi. Buna göre eskiden beri öne sürülen sabitlerin, mutlak gerçeklerden ibaret olmadığı, hatta yanlış olarak nitelendirilebilecek şeyler de olabileceği söylenebilir.
Öte yandan bizler, her daim sabitlerimizin mutlak olduğuna ve bunların -dini ve ideolojik yönlerimizin her ne kadar ayrışsa da- çıkarların üstünde tutulması gerektiğine yönelik inancımızı dile getirmekteyiz. Ancak biz, aynı zamanda memleketlerimiz için çıkar ve gücü sağlayacak kararları alacak şekilde de gerçekçi olmalıyız. Bu durum bireysel bağlamda da geçerli ki hayallerin gerçeğin üstüne çıkmasına izin verilmemelidir.
İfade etmek istediğim husus şu ki, yolunuzu bir nehir keserse, sizin kenarda bekleyip suyun durmasını beklemeniz değil, nehri geçmek için gerekli çözümleri bulmanızdır doğal olan. Öyleyse, biz suyun durmayacağını bilirken; bazı siyasetçilerin suyun durmasını beklemesine ne demeli?
Ülkeler ve bireyler bağlamında ise, sağlıklı ve doğru olduklarına inandığımız müddetçe ilke ve sabitlerimize muhafaza etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında ülkelerimizin güvenlik ve huzurunu koruyan gerçekçi siyaset ilkelerinin ihmal edilmemesi gerektiğini de düşünmekteyim.
Suriye bağlamında, örneğin, çok sayıda kişi, Türkiye’nin çok konuşup az çalıştığını ifade edip onu ayıplıyordu. Meseleler netleşmeye başlayınca da başkaları, Türkiye’nin müdahalesinin tehlikesinden söz etmeye başladı. Bu iki durum arasında bir karşılaştırmaya gitmemiz halinde ise herkesin inandığı veya çıkarına uygun düşen şeyden söz ettiğini görürüz.
Ben her zaman Dera, Şam, Humus gibi şehirlerin sokaklarındaki göstericinin kanıyla bu göstericiye zorla ve zalim emirler doğrultusunda karşı duran güvenlik personelinin kanının aynı olduğunu söyledim. Zira bunlar sonuçta Suriyeli, kardeş ve akrabadırlar ki akan kan maalesef Suriyeli kanıdır. Buradan hareketle, çıkarcıların oyununa hizmet etmeyecek keza tıpkı Cenevre’de iki kez söz konusu olduğu gibi “sorumluluğu üstünden atma” çerçevesinde olmayacak bir siyasi çözümün sağlanması gerekir. Zira Suriye’deki zulüm gerçektir. Aynı şekilde kimsenin razı olduğunu düşünmediğim bir baskı ve cezalandırma durumu da söz konusudur. Burada birileri bu durum karşısında yenilmiş olsa da bunlar, ele geçirdikleri ilk fırsatta bu duruma muhalefet edeceklerdir.
Buna karşılık, Mısır’da ne olduğuna bakalım. Burada, her ne kadar seçilme şekli tartışma konusu oluştursa da seçilmiş bir Cumhurbaşkanı vardı o da Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek idi. 20 milyon vatandaş ise sokaklara inip Mübarek’in gitmesini istedi ve Mübarek gitti. Sonrasında ise Askerî Konsey yönetime geldi ki biz, Mısır’a gidip gençlerin iradesinin zaferi bağlamındaki tebriklerimizi sunarak Tantavi, Anan, el Fenceri ve diğerleri ile görüştük.
Sonrasında ise demokratik yollarla yeni bir Cumhurbaşkanı seçildi, o da Cumhurbaşkanı Mursi idi. Bu sonuç, çoğu kişinin az sayıda seçmenin seçime katıldığını ve Mursi’nin oyların yarısını düşük bir oranla geçtiğini ifade etmesine rağmen söz konusu oldu. Ancak demokrasi bilinen bir oyundan ibarettir ki cumhurbaşkanı seçildi ve nokta kondu. Daha sonra ise 20 milyon kişi sokağa inip Mursi’nin gitmesini istedi ve Mursi gitti. Burada ise askerin etkili nüfuzu söz konusu oldu ki bizler bunun doğru olmadığını ifade ettik. Hal böyleyken, buradaki çelişki nedir ve ne zaman ortaya çıkmaktadır? Eğer tutumumuz demokratik ilkelere davet etmekten ibaretse ve söz konusu halk buna razıysa bu iyi bir durumdan ibarettir. Ancak biz, nehrin akışının durmasını beklersek, uzun bekleyeceğiz. Böylece istediğimizi de başkalarının istediğini de elde edemeyeceğiz ki bu durumu ahlaki pragmatizmimiz asla kabul etmez.
Yönetim şeklinin belirlenmesinde halkların rızasının en önemli husus olduğunu düşünüyorum. Zira biz, demokrasiye, insan haklarına ve seçim sandıklarına yönelik çağrılarda bulunmaktayız; ancak burada biz, bütün devlet ve kesimlerin bizi dinlemeye ve doğru bulduğumuz hususları uygulamaya mecbur olmadığını unutmamalıyız. Çünkü burada tek bir doğru yoktur. Dolayısıyla, burada tıpkı irademizin saygı ile karşılanmasını istediğimiz gibi bu iradelere de saygı göstermemiz gerekmez mi?
Bu hususu, son olarak bir araya geldiğim devlet liderlerinden birine söyledim. Zira “Arap Baharı” olarak adlandırılan şeyin yansımaları ve demokrasinin bizim için ne anlama geldiği ile ilgili konuştuğum sırada bu devlet başkanı gülümseyerek dönüp bana şöyle dedi: “dostum, demokratik bir ülke olmadığımızı ve kendimize has yöntemlerimizin olduğunu unutma.”
Ben de dönüp ona, bizim ve dünyanın önemsediği hususun halkların rızası olduğunu; buna göre eğer halk veya halkın büyük bir kısmı durumdan memnunsa, bizim, halkın samimi ve tartışma kabul etmeyen iradesine rağmen vaiz veya nasihatçi konumunda olmadığımızı söyledim. Burada ise aslında, her doğrunun yanında olmamız ve yanlışları birbiri ile çarpıştırma işini üstlenmememiz gerektiğini kastediyordum. Zira bu, bizim değil, o halkın ya da kitlenin -kararlaştırdığı zamanda yerine getireceği- şahsi görevidir.
Özetle, talep edilen şey, sabitlerin ve ilkelerin göz ardı edilmeksizin gerçekçi siyasetin uygulanmasıdır. Bu husus, bize, farklı oluşumlarımız arasında dostluk ve samimiyetle dolu bir atmosfer yaratır ki burada her halkın ve kesimin kararına saygı duyulması gerekir. Zira biz, bölgemizdeki coğrafi sınırların tanınmış ve kutsal olduğunu; ancak anlayışlarımız, fikirlerimiz ve ortak hislerimiz arasındaki sınır ve engellerin ortadan kaldırılması gerektiğini defalarca söyledik. (Kaynak:Erşat Hürmüzlü,El Hayat,İngiltere,08 Ağustos 2015)
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *