29 Nisan 2025
21YYTE.ORG Fikir Tankı Türklerin Ve Farsların Ağırlığının Araplar Aleyhine Artması

Türklerin Ve Farsların Ağırlığının Araplar Aleyhine Artması

6 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Gelip geçici ittifaklar veya bölgesel nüfuz ile stratejik ortaklıklar için uydurulmuş araçlar neyi gerektirirse gerektirsin, İran’ın Suriye ve Irak’ta ne istediği açık. Tahran bugün, tıpkı planladığı gibi Amerika’nın önceliklerinin başında geliyor. Tahran, Washington’un geleneksel müttefikleriyle ilişkilerinde sarsıntılar yaratmayı ve Amerika’nın IŞİD ile savaşında alternatif olmayı başardı. Müphem olan Erdoğan’ın ne istediği; zira bugün uluslararası koalisyona katılarak, koalisyonda fahri üyeliğe sahip Tahran ile IŞİD üzerinden rekabet ediyor. Tahran’ın yanı sıra Washington’un Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı cephedeki müttefiki olan Kürtlerle de rekabet ediyor görünüyor. Türk Cumhurbaşkanı, bölgesel rollerini biçerken birden çok şapka giydi çıkardı ve arkasında düşmanlıklar, IŞİD’i yaratmış olmak gibi suçlamalar bıraktı -aynı suçlama İran’a, bazı Körfez ülkelerine, Suriye rejimine ve Maliki yönetimine de yöneltiliyor. Zira IŞİD, içinde ABD ile İsrail’in de elinin olduğu korkunç bir bölgesel ve küresel istihbarat kokteyli. Yüzü sargılı IŞİD, Arap bölgesini bölmek için gerekli görülen etnik ve mezhepsel temizlikte etkin bir temizlik aracı. Nitekim bu bölme, Araplar hariç, herkesin yararına görünüyor… Mısır, Türkiye’ye İhvan penceresinden bakıyor. Mısır, bölgesel güç dengelerinde bir Arap ağırlığının olması için gerekli ve de kuşkusuz Körfez’in desteğinin artırılmasına ihtiyacı var. Hatta Mısır’ın yeni ve uzun vadeli tezler üretmesi gerekiyor. Tahran, Irak’ı istiyor. Ankara Suriye üzerine pazarlık yapıyor. Amerika ise IŞİD’i ezmek adına rolleri dağıtmaya hazır görünüyor. Nitekim Washington, savaş ortağı olarak Araplardan çok Türk, İran, Kürt ve İsrail taraflarına güveniyor. Öncelikle Suriye. Yeni olan Obama-Erdoğan düzeyinde Amerikan-Türk uzlaşması. Bu uzlaşma, Suriye’nin kuzeyinde “tampon bölgeleri” ve “güvenli adaları” kutlu kıldı; İncirlik Üssü’nü aktive etti, Türkiye’yi uluslararası koalisyonda doğrudan taraf hâline getirdi ve Amerika tarafından eğitilmek üzere seçilecek Suriye muhalefetinin seçimine ortak etti. Ankara ve Washington, Pentagon’un onayladığı beş bin savaşçının silahlandırılıp eğitilmesi planını uygulama anlaşması için istihbarat çerçevesinde koordinasyon yapacak. Bu da Türkiye-Amerika uzlaşmasının içinde, Suriye rejiminde daha fazla delik açacak, ilk görevi IŞİD’i ezmek olan alternatif bir muhalefet oluşturmanın da bulunduğu anlamına geliyor. Yani ana fikir “Allah eskiyi affetsin” ilkesi üzerine kurulu olacak. Bu fikirde Ankara’nın, “güvenli bölgelerde iktidarı teslim alacak Suriyeli muhalif grupların kimliğini belirlemede, eğitme ve silahlandırmada temel bir rolü olacak. Washington’un zihninde, bu formülde Arapların da bir rol alması bulunabilir. Nitekim Suriye’de oldukça faal olan Arap devletleri, rejim kalsa bile Esad’ı uzaklaştırmaya yol açtığı sürece başkalarının sunduğu çözümlere hazır görünüyordu. Bir taraftan IŞİD’e karşı koalisyon çerçevesinde Türk-Amerikan ortaklığının sunduğu çözümleri kabul etmekte bir yanlışlık olmayabilir. Ama diğer tarafta Arapların Suriye’nin geleceğinin oluşturulmasında yer almamaları, haritayı Türkiye ile İran’ın eline bırakır. Bu ise bölgesel güç dengelerinde Türkiye ile İran’ın artan ağırlığı karşısında Arap ağırlığının zayıflaması anlamına gelir. Türkiye’nin Suriye’ye karşı tutumu İran’ınkinden farklı. Tahran, Suriye rejiminin müttefiki; Suriye’de Devrim Muhafızları ve Hizbullah aracılığıyla savaşa bile giriyor. Lübnan’daki Hizbullaha ulaşmak için Suriye’deki nüfuzuna sıkı sıkıya tutunuyor ve ancak stratejik çıkarlarındaki temel maddeleri temin edecek büyük bir anlaşma olursa buradan vazgeçer. Tahran, Suriye ve Irak’ta IŞİD’i ezmek için kendini Washington’un cephedeki ortağı olarak sundu. Tahran, Suriye meselesini -Esad’ın görevden alınması taleplerini duvara çalarak- “terörle savaşa” dönüştürmede köklü bir rol oynadı. Irak cephesinde Kürtlerle ittifak kurup onlara silah ve cephane sağladı; Suriye’de ise Kürtleri rejimle ittifaka ve birlikte IŞİD’i ezmeye teşvik etti. Bu, kendini, IŞİD’in ezilmesinden en fazla faydalanacak taraf olarak takdim eden Tahran’dan Washington’a sunulmuş önemli bir cephaneydi. Washington böylece Tahran’ın, müttefikleri Esad ve Maliki ile birlikte IŞİD’in yaratılmasına köklü katkılarda bulunduğu yönündeki suçlamaları görmezden geldi. Washington, Tahran ve Şam’ın Irak işgali sırasında yüzlerce Amerikalının ölümüne sebep olan el Kaide unsurlarını geçirmesini unutmaya karar verdi; zira çıkarlar hesap sormadan önce gelirdi. Türkiye-İran denkleminde Kürtler, incelenmesi gereken önemli bir mesele. Onlar dün de bugün de ABD ile tarihî ilişkiler içinde. Körfez devletleri ile Kürtler arasındaki ilişkiler, Kürtlerin Irak ve Suriye’deki dokunun bir parçası olduğu yönünde tam bir bilinç içinde gözden geçirilmeli. Türkiye, Kürtleri tehlike olarak görüyor çünkü hedeflerinin Irak’tan Türkiye’ye kadar uzanacak bir Kürdistan kurmak olduğundan emin. Fakat Türkiye’nin Kürtlere yönelik savaşı bir Arap savaşı değil. Üstelik ilgili Arap devletleri meydanı Tahran’a bırakmak yerine IŞİD’e karşı Irak Kürtlerine derhal yardım etseydi, bir Kürt-Arap ortaklığı çok daha faydalı olurdu. Yeni gelişmeler karşısında Türkiye’nin esasen PKK’yı ve bir o kadar da IŞİD’i hedef alan Suriye hamlesinin peşinden sürüklenmektense Kürt-Arap ilişkilerinde şu an için sunulmuş seçenekler üzerinde çalışmakta fayda var. Belki de ABD ile Rusya arasındaki uyumun ışığında, Güvenlik Konseyi toplantısı esnasında Staffan de Mistura’nın yeni yaklaşımını dinlerken Suriye hattında bir değişim olur. Yeni yaklaşım, siyasi çözüm arayışında terörle mücadeleyi ön sıraya koydu ve Suriye’nin çekişen tarafları arasında paralel çalışan “ortak çalışma komisyonları” kurma çağrısı yaptı. De Mistura ve Güvenlik Konseyi, İran ile nükleer bir anlaşmaya ulaşana kadar Suriyelilere çok bedel ödettiler. De Mistura, Kobani ile ilgili ilk açıklamasından itibaren IŞİD ile mücadeleye öncelik verdi. Şimdi ise terörle mücadeleyi resmen Suriye’nin geleceği ile ilgili müzakerelere dâhil ediyor ve böylece Kofi Annan’ın belirlediği biçimiyle Cenevre bildirisinden uzaklaşıyor. De Mistura, Annan ve El Ahdar el İbrahimi’nin ortak paydaları, Suriye’deki çözümde Tahran’ın başrolde olması. Bu, İran’ın Suriye’deki rolünü meşrulaştırması bakımından ele alınınca Arap devletlerinin itiraz ettiği bir şey. Yeni Zelanda ve İspanya gibi Güvenlik Konseyi üyeleri ise kapalı toplantıda Suriye krizinin çözümüne Türkiye, Suudi Arabistan ve İran gibi ana bölgesel devletlerin dâhil olması çağrısında bulundu. Öte yandan Mısır da bunun içinde olmak istiyor. Tahran ne istediğini biliyor ve planladığı şeyi uyguluyor. Ankara gizemli davranıyor ve kartlarını oynuyor. Bu durumda Arap başkentlerinin, kendi kaderlerini belirlemek adına sürüklenmeyi bırakıp seçeneklerin oluşturulmasına fiilen katılmaları gerekiyor.(Kaynak:Raghda Dergham,El Hayat,İngiltere,31 Temmuz 2015)
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *