
Ahmet Davut oğlu 2009 yılında dönemin Başbakanı Recep Erdoğan tarafından dışarıdan Dışişleri Bakanlığına getirildi. Kamuoyu böylece Davutoğlu’nun kitaplarında yazdığı ama çoğu anlaşılamayan hedeflerini pratiğe geçireceğini düşündü. Bu durumdan uzmanların önemli bir kısmı rahatsızdı, zira Davutoğlu yeni-Osmanlıcı bir anlayışı benimsiyordu. Türkiye’nin nüfuzunu Osmanlı İmparatorluğu’nun jeopolitik hakimiyet alanına genişleterek eski coğrafyasında yeniden sözü dinlenir bir aktör haline getirmek. Asıl meramının Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmek mi yoksa küresel çıkarlara katkı sağlamak mı olduğu zamanla anlaşılacaktı. Davutoğlu ve arkadaşlarının ikincisini tercih ettikleri zamanla ortaya çıktı. Soğuk Savaş sonrası bünyesindeki 14 cumhuriyet bağımsızlık ilan eden Rusya, siyasi, ekonomik ve güvenlik zeminini birlikte geliştirdiği ortaklıklarla eski coğrafyasında yeniden söz sahibi olmuştu. Bağımsız Devletler Topluluğu, Ortak Güvenlik Anlaşması Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği, Şangay İşbirliği Örgütü gibi çeşitli bölgesel mekanizmalar ve bölge ülkeleriyle ikili işbirliği anlaşmaları, Moskova’nın Orta Asya ve Kafkasya’daki nüfuzunu yeniden sağlamasına destek olmuştu. Rus karara alıcılar, bu hedeflerine ulaşmak için devletin temel kodlarını, kurum ve kuruluşlarını, Rus halkının değerlerini değiştirme ihtiyacı hissetmemişti. Davutoğlu da tıpkı Rus liderler gibi davranarak, 21.yüzyılın gerektirdiği modern, bilim ve teknolojiye dayalı, ülkenin güvenliğini, toplumun refahını geliştirecek bir strateji izlemek yerine, Türk kimliğini, gelenek ve göreneklerini, yüksek ideallerini ortadan kaldırıp, toplumu geriye götüren, ülkeyi emperyalist çıkarların hizmetine sunan bir politikayı benimsedi. Sözkonusu politikasını realize ederken en fazla istifade edeceği kurumların başında Milli İstihbarat Teşkilatı gelmekteydi. Dolayısıyla MİT’in başına biyografisinde gri bölümler bulunan Hakan Fidan’ın atanmasını sağladı. Dış işlerine destek olacak birçok kurum ve kuruluşun başkanını değiştirdi. Hayalperest politikalarına iç meşruiyet kazandırmak için kamu diplomasisi yöntemine ağırlık verirken akademik camiada gece gündüz yılmadan politikalarını övecek akademisyenlerin elinden tuttu, onları maddi ve manevi olarak destekledi. Davutoğlu’nun gerek Dış politika başdanışmanı olarak gerekse Dışişleri Bakanı olarak dış politikaya yön verdiği 12 yıl içerisinde Türkiye, “güvenlik, refah ve değerlerin yayılması” gibi temel hedeflere ulaşılamadığı gibi, komşularıyla, bölge ülkeleriyle, kimi Batılı ülkelerle arasını bozdu. Atatürk’ün “Yurtta sulh, Cihan’da sulh” sözüyle özdeşleşen geleneksel barışçı dış politikanın köklerini dinamitledi, birçok ülkeden Büyükelçiler geri çekildi ve Türkiye uluslararası dinci terörü destekleyen bir ülke (aslında iktidar partisi ve onun yetkilileri) olarak içeride ve dışarıda damgalandı. AKP’nin Mısır, Libya ve Suriye politikaları, Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığına, Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’na getirildiği tarihlerden itibaren kapsam ve içerik değiştirdi. O zamana kadar eleştiri ve ikazlarla geçiştirilebilecek politikalar, AKP’li liderleri ve yandaş bürokratlarını uluslararası ceza mahkemelerinin önüne getirecek dava konularına evrildi…
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *