ABD’nin Kürt Projesi, Amerikan “daha derin devleti” olan küresel sermayenin bölgesel çıkar çekişmesi dahilinde, “derin devleti”nin (Pentagon ve CIA) kurguladığı ve 1970’lerden beri devam eden bir program. Konjonktürel olarak bazı gelişmeler ötelense de ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının amaçları şu şekilde sıralanabilir: Bölgede İsrail’e rakip olabilecek devlet ya da güç merkezlerinin daha küçük parçalara ayrılması, laik ulus devletlerin ortadan kaldırılarak ABD’nin çıkarlarına en iyi hizmet edeceği düşünülen otoriter İslamcı devletlerin kurulması, bölgede zayıf ve hassas federal devlet yönetimleri kurarak istismara açık hale getirmek. Nihayetinde ise bölgedeki enerji ve diğer zenginliklere ABD’nin garantili ve sınırsız erişimin sağlanması var. Kürtlerin bu projedeki yeri, gerektiğinde terörle mücadele gerektiğinde Kürt halklarının tanınmayan hakları bahanesi ile vekil güç olarak ABD çıkarları için paralı asker olmak, ülkelerin içini oymak ve Amerikan üslerine yer açmaktır. Bulundukları bütün ülkeleri arkadan vuran Kürtler; ABD, Suriye ve Irak’tan çıkacak diye hep korku ile yaşayacaklardır.
ABD’nin Kürtlere ilgisi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlamış olsa da onlardan vekil güç olarak faydalanma projeleri 1950’lerin sonunda Irak’ta başladı. Genel bir çerçeve ile ABD’nin Kürtlerle ilgili projelerinin altı ayrı döneme ayrıldığını söyleyebiliriz:
1) Birinci Dünya Savaşı döneminde Wilson Prensipleri çerçevesinde Osmanlı’nın parçalanması planı kapsamında bağımsız bir “Ermenistan” ve “Kürdistan” kurulması gayreti.
2) 1960’lı yıllardan itibaren Irak-İran arasındaki sorunlarda ideolojik olarak Irak aleyhine, kuzeydeki Kürt grupların ayaklanmaları için destek sağlanması.
3) 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile Irak’ın kuzeyinde insani yardım görüntüsü ile başlayan Kürt koruma bölgesinin “de facto” bir özerk bölgeye dönüştürülmesi.
4) 2003 yılındaki Irak Savaşı sonrası Amerikalı ülke inşacısı askerler tarafından yazılan Anayasa ile Kürt Özerk Bölgesi’nin Irak federal yapısı içinde meşru hale getirilmesi.
5) 2006 yılından itibaren sözde “Demokratik Çözüm” adı altında ülkemizin güneydoğusunda güçlü yerel yönetim söylemi ile Kürt özerk bölgesi kurulması gayreti.
6) 2014 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde “de facto” Kürt özerk bölgesi kurulması ve bu yapının Irak’ın kuzeyindeki oluşum ile birleştirilmeye çalışılması.
Soğuk Savaş döneminde ABD’nin dört ayrı ülkede yaşamaları nedeni ile Kürtlerle ilgili büyük bir dış politikası ve stratejisi olmadı. Bunun nedeni, ABD için Kürtlerin yaşadığı ülkelerin Kürtlerden daha önemli olmasıydı. Zamanla Ortadoğu’daki çıkarları, Washington’u Kürtlere daha çok ilgi duymaya ve korumaya itti. Bu düşünce, özellikle 2003 yılında Irak’ta Saddam’a karşı kullandıkları Kürtlerin desteklenmesinde ortaya çıktı.
ABD’nin Ortadoğu’da güç merkezlerini ufalamak ve bölgeyi zayıf federasyonlara dönüştürme stratejisi dört ülke için farklı stratejiler gerektirmiştir:
1) Irak’ta işgali müteakip, Kürtler için önce koruma bölgeleri oluşturmak ve sonra yeni anayasayı yazarak, bu bölgeye özerklik vermek.
2) Suriye’de iç savaş ile devletin kontrolü olmayan kuzey bölgede Kürt nüfusu toparlayarak, YPG/PKK’yı ordu haline getirerek, özerk bölge oluşturmak.
3) İran’da da Irak benzeri bir senaryo uygulanacak.
4) NATO üyesi Türkiye’ye doğrudan askeri müdahale olmayacağı için ülkenin köşeye sıkışmış rejimlerini iç ve dış baskılarla ikna ederek federasyona ve bölünmeye götürmek.
Amerikalılara göre ABD’nin dış politikası hâlâ Ortadoğu’da bölgesel statüko politikası ile Kürtleri kullanma ve devlet kurma arasında çelişki içindedir. ABD, bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyor gözükse de politikası bulanık ve şaşırtıcıdır. Irak’a müdahale ederken Kürtler, ülkenin bütünlüğüne tehdit olarak görülürken istikrarsızlığı ve bölünme olasılığını kolaylaştıracak federal sistem kuruldu ve tanınan haklarla özerk Kürtlere bağımsızlığa giden yolda çok fazla iş kalmadı. Suriye’de de ABD, PYD/YPG-PKK ile ilişkisini bu sefer IŞİD ile savaş gibi taktiksel nedenlere bağlasa da korumakta olduğu “de facto” özerk bölgeyi Irak’ın kuzeyi ile birleştirmeye çalışıyor.
Amerikalılar da büyük bir Kürdistan kurmanın zorluğunu bilmekle birlikte Kürtleri Ortadoğu’daki rakiplerini yok etmek veya zayıflatmak için bir araç olarak görmektedir. Kürt projesi dört ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit ederken geniş bir kontrollü kaos ortamı sağlamaktadır.
ABD’nin Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler ile ilgili planlarını geçen yıl yayımladığım “ABD’nin Kürt Projesi” başlıklı kitabımda detayları ile açıklamıştım. Kitabın yayınından bugüne bazı radikal gelişmeler oldu:
- ABD’de ne zaman, ne yapacağı belli olmayan biri başkan seçildi: Donald Trump.
- Aralık 2024’te İdlib’teki cihatçı terör örgütü HTŞ, aniden Şam’ı ele geçirdi ve kendini yeni Suriye yönetimi olarak ilan etti.
- Türkiye’de on dört ayda eşkıya başı Öcalan ve bölücü örgütün siyasi cephesi DEM arasında yapılan görüşmeler sonucu yeni bir süreç başladı.
- Geçtiğimiz hafta içinde HTŞ’nin lideri yeni ismi ile Ahmet el-Şara, Suriye’deki YPG/PKK’nın askeri komutanı Mazlum Abdi ile bir anlaşma yaptı.
Bu makalede bütün bu gelişmelerin ABD’nin Kürt Projesi içindeki yeri, Ankara’nın ne yapmak istediği, bu gelişmelerin Suriye ve Irak için ne anlama geldiği, nihayet diğer ülkelerin konuyu nasıl izledikleri konusunda bir durum tespiti yapmak istiyoruz.
ABD’nin Federal Türkiye Planı
ABD’nin el koyduğu ülkeler için siyasi vizyonu orada federal bir yönetim kurmaktır. Böylece yönetimi oluşturan parçalar içinde bir güç dengesi ve kendi vasalını yaratırken ülke içi istikrarsızlığı ve müdahale ortamını canlı tutar. Kürtlerin anlayamadığı bu noktadır; yani ABD federalizminde ayrılık, bağımsızlık bir seçenek değildir. ABD’nin çıkarlarına hizmet ettikçe vasal olmaya devam edersiniz, daha büyük çıkarlar söz konusu olduğunda ise göz ardı edilirsiniz. Esas olan ve sizin ortaklığınızı belirleyen Amerikan çıkarlarıdır ve size gelen destek de zaten bu beklentiler üzerinden Kongre’den onay almıştır. Federalizm, ABD’nin sadece Irak değil, Suriye, Türkiye ve İran’daki hedefidir; bölmek değil istikrarsızlaştırmak ve kendi dengelerini kurmak, gerekirse yeniden ayarlamak veya değiştirmek.
ABD, bölgesel savaş planının işaretini Ortadoğu için “uzun savaş” açıklaması ile dile getirdi. ABD’nin “yaratıcı kaos” projesi Ortadoğu haritasının yırtılmasını öngörüyor ve bunun için de vekil devletlere ve PKK gibi vekil güçlere ihtiyaç var. Bu projenin uygulanmasında en büyük tehdit ise Ortadoğu’daki en büyük askeri güç olan Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleriydi.
Türkiye’nin ne Irak ve Suriye ne de İran’daki senaryoyu etkilemesi, kendi başına bağımsız politikalar izlemesi isteniyor. Türkiye’nin ABD uçaklarına karşı koyabilir diye hava savunma sistemlerine sahip olmamızı istemediler. Suriye’de PYD bölgesi üzerinde devam eden uçuşa yasak bölgenin amacı Türk uçaklarını önlemektir.
Açık olan ABD’nin yakın zamanda Kürtlerden vazgeçmeyeceğidir. IŞİD ve ondan sonra üretilecek terör örgütleri sadece konu mankenidir; bu örgütler yok olsa bile bu destek değişmeyecek. Irak’ta zayıf bir federal devlet düzeni kuran ABD, Kürtlere kendi kendini yönetecek özerklik vererek, ülke içinde İran etkisindeki merkezi yönetime karşı kendi dengesini kurmuştu. Şimdi aynı oyun Suriye’de Türklere karşı oynanacak.
Ancak, ABD bürokrasisi içinde Suriyeli Kürtlere uzun süreli destek ve daha fazla özerklik konusunda çok fazla destek yok. Genel kanı, ABD çekildiğinde Kürtlerin özerklik konusunu istişare edebileceği bir ortam bırakmak. Şu an dağıtılmış gözüken HTŞ’nin Suriye’nin tamamında tekrar toprak bütünlüğünü sağlayacak gücünün olmadığı hesaplanıyor. ABD’nin hesabı bu durumun Kürtlere özerklik için uygun istişare ortamı sağlıyor.
ABD, 1980’lerden itibaren Sovyet coğrafyasını çevrelemek için Yeşil Kuşak Projesi’ne geçerken, Orta Doğu’da laik ulusalcılar yerine İslamcı akımları kullanmasının çıkarına daha uygun olacağına karar vermişti. Nasır, Saddam ve Esat bunun için hedef alınmıştı. Çünkü laik devletler, Nasır ya da Saddam gibi milliyetçi oluyor, Batının işaretine uymaları zorlaşıyordu. İslamcı dönüşüm Türkiye de olmadan olmazdı. 1980’lerde Paul Henze ve Graham Fuller gibi CIA’nın Türkiye ve Kürt uzmanları önce İslamlaştırma, daha sonra ise Cemaat yapılanması ve AKP’nin kurulmasına öncü oldular.
Türkiye’yi laiklikten alıp, Orta Doğu’ya model olacak “Ilımlı İslam” ülkesine dönüşmesinde önemli bir rol üstlenen Fuller daha 1989 yılında Pentagon için hazırladığı raporda projesini şöyle gerekçelendirmekteydi:
“Eğer Türkiye deneyi başarıya ulaşır ve İslamcılar siyasi iktidarı kuvvet kullanarak ele geçirmeyi hedeflemek yerine demokratik hükümet şeklinin bir parçası olursa o zaman Türkiye bölgede İran örneğine alternatif bir model olarak ortaya çıkar. Bunun başarısızlığa uğraması, ılımlı İslamcı güçleri parlamento ve seçimler yoluyla siyasete dâhil etmeye çalışan Mısır gibi diğer İslam ülkelerinin çabalarını da olumsuz etkileyecektir.”
ABD Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman, “Amerika’nın 21. yüzyıla yönelik en büyük projesi İslam dünyasını dönüştürme projesidir.” diyordu. Edelman’a göre İslam dünyasında reform, ABD’nin en büyük stratejik girişimi idi ve Türkiye’nin başarısı da bunda büyük rol oynayabilirdi.
Ilımlı İslam projesinde ABD için sadece AKP, İslamcı siyasi bir parti olarak yeterli değildi. İslami bir kanaat önderi ya da etkili bir tarikat liderinin de katkısı ve desteği ile teolojik bir gerekçe zorunlu idi. Bu isim, geniş bir örgütsel ağa, mali ve yaygın bir erişim alanına sahip olan Fethullah Gülen idi. Kısaca, Gülen ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin teolojik ve felsefi arka planını oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir tarikat lideri idi. ABD’nin Gülen ile ilişkisi Komünizmle Mücadele Derneği’nin (KMD) kurulması ile başlamıştı.
2001 yılında hayata geçen Ilımlı İslam Projesi ile tüm Ortadoğu coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de seküler ulusalcılık, onu düşman gören ABD tarafından zayıflatılmıştır. Türkiye’de Atatürkçülük ve milliyetçilik tasfiye edilirken Ilımlı İslam Projesi, Büyük Orta Doğu hayalinin en başarılı parçası olarak bugün artık bir sona yaklaşmaktadır.
Türkiye’nin federasyona dönüştürülmesi projesi, etrafında Irak ve Suriye’deki diğer senaryolara entegre edilirken, ülke liderliği bunun kendileri için iyi olacağına inandırıldı ya da onlara başka vaatlerde bulunuldu. Irak sınırlarımızın hemen ötesinde Kürt devletçiğinin temelleri atıldı ve bu yapının desteklenmesinde İncirlik’teki üs kullanıldı. Bu devletçik hâlâ Türkiye’ye emanet edilmiş bir şekilde yaşamaya devam ediyor.
Türkiye’deki Amerikan yanlılarının, Soroscuların, Kürtçülerin de amacı bağımsız bir Kürt devleti değil, bunu sık sık vurgulayarak, Kürtçülüklerini mazur göstermeye çalışıyorlar. Ama amaç, Federal Türkiye yani azınlıklar, etnik ve dini gruplar ile paralize edilmiş bir ülke.
Açılımın Saklı Yüzü
ABD’nin Türkiye’ye dayattığı masal şu şekildedir: Biz de PKK’ya karşıyız, sizin terörle mücadelenizi destekliyoruz ama Kürtlere karşı değiliz. PKK, Suriye ve Türkiye’de elimine edilirse Kürtlerin hakları verilmelidir. Özetle, 40 yıldır ülkemiz bölünmesin diye verdiğimiz mücadeleyi, PKK silah bırakacak kandırmacası ile boşa çıkarmak istiyorlar. PKK’nın silah bırakacağını ve ortadan kalkacağını ummak, içinde küçük hesaplar yoksa büyük bir saflık çünkü PKK, terör örgütü siyasi uzantılarına hep lazım olacak.
(1) PKK terör örgütü, ülkemizi bölmek ve baskı altında tutmak için ellerindeki en önemli vasıta, masada kalmak ve amaçlarına ulaşana kadar bu örgütü kullanmak için asla vazgeçmezler.
(2) Silahlı terör örgütü, kurulacak önce özerk yönetim, sonra bağımsız devletin ordusu ve polisi olacak, kendi yönetimlerini kurarken, PKK’nın hayali de bu. Bu Suriye’deki PYD/YPG için geçerli. Varlıklarını sürdürebilmek için PKK ya da başka isimle bir silahlı güce hep ihtiyaç duyacaklar.
(3) PKK aynı zamanda (ABD, Rusya, Almanya, Fransa başta olmak üzere) arkasındaki devletlerin uluslararası operasyon gücü olan bir terör örgütü. PKK istese bile bu devletler silah bırakmasını istemezler.
Şu anda ABD ve diğer Batılı devletlerin Türkiye’ye süreç ile ilgili methiye düzmelerinin arkasında verilecek tavizlerin bölünme süreci için geri dönülmez bir başlangıç olması.
PKK Terör Örgütü başı Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yurt dışındakilerden bahsetmiyor. Suriye’dekiler bu çağrıyı zaten hiç üzerlerine almadı. PYD/YPG, PKK’lıları göndereceğiz deseler de silahlı kalacaklar. YPG/PKK başı Abdi’ye göre, Öcalan’ın çağrısı Suriye’yi içermiyor Ama Ankara’nın beklentisi Irak ve Suriye’deki teröristleri de kapsaması. Öcalan’ın çağrısına uyacağını açıklayan PKK’nın Kongre’de örgütü feshetme yönünde karar alması ve bunun Irak’ın kuzeyini de kapsaması bekleniyor. Öcalan’ın çağrısına Kandil’in sevinçle olumlu cevap vermesinin arkasında Anayasa’da yapılacak bir iki değişiklikle razı olduğunu düşünmek ancak romantizmle açıklanabilir. Şüphesiz DEM, Kandil ve PYD/YPG’ye açılımın arkasında neler olduğu ile ilgili pek çok fısıldandı ve bunu “100 yılın en büyük kazanımı” diye adlandırıyorlar.
Bundan sonra DEM ve bölücü diğer siyasi uzantılar özerklik yolunda yeni zorlamalar peşinde olacaklar; onlar devlet kurma peşinde olsalar da Türkiye; PKK terör örgütü ile mücadeleye (!) devam edecek. Nitekim Öcalan’ın silah bırakma ve ateşkes çağrısına rağmen Türk polisinin bölücü örgüt üyesi oldukları şüphesi ile tutuklamaları devam ediyor. Özetle, oyun şu şekilde; onlar devlet kursun, siz PKK ile mücadele edin.
2015 yılı öncesinde silah bırakma ve ateşkes vardı ama sonrasında çok yoğun çatışmalara hazırlandıkları da ortaya çıkmıştı. Bugün çatışma alanları daralsa da yeni fırsatlar peşindeler.
Ankara’nın İmralı ve DEM üzerinden tanıyacağı sözde haklar bölücüler için arkasında ABD’nin olduğu ve kurguladığı yeni bir yolun başlangıcı. Kürt kimliğinin tanınmasının yanında bilindik bölünme stratejisine geçiş yapılacak. Bu dört aşamanın ne olduğunu “ABD’nin Kürt Projesi” başlıklı kitabımda açıklamıştım:
1) Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.
2) Özerk yönetim.
3) Bağımsız devlet.
4) Büyük Kürdistan (KCK).
Özetle, anayasa değişiklikleri sonrası Türkiye’ye 2015 öncesinde olduğu gibi “Yerel yönetimleri güçlendirin.” baskısı gelecek. Önce mali ve kültürel özerklik, sonra kendi valisini seçen bir siyasi özerklik. Bunu da kendi ordusu ve polisi olan bir özerk yapı izleyecek. İşte bu dönemde PKK, yeni özerk yapının ordusu olacak. Tıpkı Suriye’de şimdi yapılmaya çalışıldığı gibi. Bunların hepsi KCK yani Büyük Kürdistan yapılanmasının bir parçası. Ankara’nın PKK çözülecek beklentisi hayalden öte bir şey değil. Bunu kendileri de biliyor ama sadece kendi siyasi gelecekleri için göz yumacaklar.
Irak’ın kuzeyinde PKK’sız Kürtler diye Barzani’ye tanınan özerkliğin bir benzeri şimdi Suriye’de PYD’ye sağlanacak. Yetmedi, PKK kendini tasfiye etti diye Türkiye içinde de Kürt özerkliğinin önü açılacak. PKK olsun ya da olmasın ülkemizin dışında hiçbir zaman dost olmayacak ve Büyük Kürdistan’ı kurma peşindeki bu oluşumlarla kendimizi kandıracak mıyız? Atatürk’ün şehit kanlarıyla çizdiği bu sınırların içinde bir Kürt oluşumuna, ülkemizin toprak bütünlüğü ve egemenliği aleyhine düne kadar terör örgütü ile iç içe olmuş birileri ile anlaşmak kimin haddine? Öte yandan, PKK asla dağılmayacak, belki silahlarını saklayacak.
Türkiye’de iktidarda kalabilme ve Suriye’de yaşanan çıkmazı aşmak için yapılan yeni açılım ile 45 yıldır süren terörle mücadeleye büyük zarar verdik. PKK, artık Türkiye’de siyasi güç ve uluslararası bir sorun haline geldi. Yakında Diyarbakır’da Kürt parlamentosu, kendi Kürt valileri ile özerkliğe doğru yeni talepler ile gelecekler.
Açılım Türkiye’yi Kritik Eşiğe Getiriyor
4) Merkez Bankası faizleri indiriyor gibi gözükse de ekonomi çökme aşamasını çoktan geçti. Enflasyon %39 olarak ilan edildi oysa gerçek oran %80. Bütçe sürekli açık veriyor. Uzun zamandır baskılanan dövizde dışa bağımlıyız. Yarısı devlete ait olmak üzere dış borç 800 milyar dolar civarında. Üstelik ülke içi ve dışında tehlikeler arttıkça silaha daha çok para ayırmak zorundayız. Dış politika maddi çıkarlar için yapılır. Başka ülkeler yaptıkları askeri müdahalelerden gelir elde ederken, biz hep cepten yedik. Suriye’de elimizde sadece zeytinlikler var ve oralardan da çekileceğiz.
Atatürk bu ülkeyi Türk kimliğine dayalı modern bir ulus devlet olarak kurdu. Bunu yaparken de bağımsızlık savaşında dış güçlere karşı zafer kazanırken, içeride Cumhuriyet rejimine giden yolda hâlâ Osmanlı saltanatı ve şeriat hayali içinde olanlara mücadele etti. Karşısında iki Cumhuriyet düşmanı vardı: İslamcılar ve Osmanlı dönemindeki başıbozukluğu devam ettirmek isteyen Kürtler. Atatürk’ün en çok önem verdiği konu tam bağımsızlık ve homojen bir ulus devlet yapısı idi. Bu yüzden Türk kimliğini temel aldı ama diğerlerine de ülkenin siyasi birliği çerçevesinde saygılı oldu. Bugün gelinen noktada İslamcı olduğunu gizlemeyen iktidar, söylemlerinde insanları “Din kardeşi ve yaratılıştan kardeş” diye ikiye ayırırken Türk kimliğini saklamak istiyor.
Türk Safevi devletine karşı ittifak için Osmanlı’nın Kürtlere 1515’de verilen özerklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ağalık düzenlerinin bozulmaması isteyenlerin ayaklanmalarına yol açmıştı. Osmanlı, Zağros Dağlarından getirdiği Kürt aşiretleri Kars Digor’dan başlayarak doğu sınırlarına karakol yapmaya başlayınca Anadolu’nun da Kürtleşmesinin önünü açtılar. Zamanla Kürtçe baskın dil olunca buradaki Türkler de kendilerini Kürt sanmaya başladılar. Cumhuriyeti homojen bir ulus-devlet olarak kuran Atatürk, bu başıbozuklara gerekli cevabı vermiş, 1930’dan sonra isyanlar durmuştur.
Osmanlı döneminde olduğu gibi Türklük gene horlanıyor, dahası hedef alınıyor. Osmanlının son döneminden beri İslamcılar ve Kürtçüler, ortak düşman gördükleri Türk milliyetçilerine ve Atatürkçülüğe karşı her fırsatta iş birliği yaptılar.
Irak’ta 3.5 milyon Türkmen’in Barzani’ye yem olmasına ve Irak içinde dağıtılarak Türkmen bölgesinin yok olmasına ses çıkarmayan iktidar, bugün de Suriye’de oradan buradan toplama 2 milyon Kürt’e devlet kurulurken, 3.5 milyon Türkmen’i yok sayıyor. Ülkeye doldurdukları sığınmacılarla Türk kimliği ve ülke demografisine büyük zarar verdiler. Araplara ve Kürtlere kimlik temelli bakan iktidar, konu Türkler olduğu zaman hemen “ırkçılık” suçlaması yapıyor.
Harita 1: Irak Demografisi Türkmenler (2001 ve 2024)
Not: Soldaki haritada 2001 yılında Irak’ın kuzeyindeki Mavi Bölge Türkmen bölgesi iken sağdaki haritada ise bugün sadece Kırmızı bölgelerde Türkmen nüfus yoğunluğu kalmıştır.
Irak’ın kuzeyinde kurulan Kürt yönetim bölgesinin kendi parlamentosu ve başbakanı var. Kürtler kadar nüfusu olan Irak Türkmenlerin ise ne diğer azınlıklar gibi parlamentoda sandalye hakları var ne de Irak yönetiminde bir konuma sahipler. Harita 1’de görüldüğü gibi Türkmen bölgesinin yok olmasına göz yumuldu. Türkmen bölgesi Barzani’ye altın tabakta sunuldu ama doymadı.
Bugünlerde, PKK sorununu çözersek Irak ile de sorunlarımız çözülür yalanı söyleniyor. Irak diye kastettikleri de aslında ülkenin petrolünü ve parasını çalan ve elimizle beslediğimiz kuzeydeki Barzani eşkıyası.
Benzer şekilde İdlib ve Afrin ile Fırat Kalkanı bölgesi de Araplaştırılırken Türkmenler Suriye genelinde buharlaştırıldı. Türkmen nüfusu % 90 azaldı veya kayboldu (Harita 2). Bugün Suriye’deki Türkmen mevcudu yaklaşık 350 bin kişi civarındadır. Sadece 10 bin Türkmen Avrupa’ya gitti.
Harita 2: Suriye’de Etnik durum (2011)
Suriye’de toprak bütünlüğü olsa nihayetinde Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin kendi özerk bölgeleri olacak ama nüfusun %15’ini temsil eden Türkmenlerin olmayacak çünkü sırf “Türk” kimliği var diye onlara sahip çıkılmadı. Cihatçıların içine karıştırılarak kullanıldılar.
Son 20 yılda FETÖ ile iktidar olup askerleri hedef alan; kontrollü sivil darbe ile rejimi parti devleti haline getiren; ülkedeki yolsuzluk ve hukuksuzlukların hesabının sorulmasını istemeyen; Suriye başta olmak üzere ülke dışında işlediği suçların, terör örgütleri ile işbirliğinin gizli kalmasına çalışan; iktidarı devrettiği takdirde aynı sınırsız yetkileri kullanacak bir iktidar karşısında kendini savunmayacak olmaları nedeni ile iktidarı bırakmamak, sakladıklarını kaybetmemek için her türlü Anayasa ve hukuk dışı yolu deniyorlar. Hiçbir adaletli yanı ve etik tarafı kalmamış, kadroları ve ideolojisi çürümüş bu iktidarın güvendiği en önemli dayanak ise muhalefet içindeki kriptolar oldu.
Bunların hesabını kim verecek? Bugün olduğu gibi yarın da ağzını açacak herkesi sustururum, yeni Anayasa ile ölene kadar iktidar kalırım, hesap sorulmasını önlerim diyen bir zihniyet ile karşı karşıyayız.
Suriye’deki Anlaşma
HTŞ ile YPG/PKK arasında yapılan anlaşma, Öcalan’ın 1 Mart 2025 tarihindeki çağrısından 10 gün sonra yapıldı. Esat devrildiğinde Kürtler yeni yönetimle görüşmek istemiş ama silah bırakmayı reddedince Ulusal Diyalog Konferansı’na davet edilmemişlerdi. Anlaşma HTŞ’nin 1000 kadar Alevi’yi öldürdüğü sıkışık bir dönemde yapıldı. HTŞ’nin derdi otoritesini tüm ülkeye yayabilmek. Anlaşmayı imzalayan taraflardan biri terör örgütü liderliğinden siyasi liderliği soyunmuş HTŞ’nin başındaki Ahmet el-Şaraa, diğeri de kendini komutan diye tanınan YPG/PKK terör örgütünün başı. Şaraa’nın asıl amacı bu zor durumda Kürtlerle bir anlaşma yaparak doğu cephesinin sorun çıkarmasını şimdilik önlemek.
Sekiz maddelik anlaşma sadece tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına almıyor, Kürtlerin dönüşünün ve “yerli bir toplum” olarak tanınmasını içeriyor. Ancak tüm ifadeler muğlak. Özünde Kürt yönetiminin Suriye’nin yeni yönetimine entegre edilmesi karşılığında, Kürt yönetiminin tanınması var. Anlaşmaya göre, Suriye’nin kuzeyindeki sivil ve askeri yapılar Suriye devleti yönetimi altına girecek. Ama bunun statüsü belli değil, yani Barzani’nin özerk yönetiminin Irak hükümetinin kontrolünde olması gibi olabilir. Ortada bir Anayasa yok, rejimin geleceği de garanti değil. Sınır geçişleri, havaalanı, petrol ve doğal gaz alanları Suriye yönetiminin kontrolünde olacak, bunun karşılığında Kürtler tanınacak, vatandaşlık ve anayasal hakları garanti edilecek.
Peki, YPG/PKK’nın özerkliği nasıl olacak? Öncelikle Kürtler kendi askeri yapılanmalarını koruyacaklar. Bu yüzden, Türkiye’den gelen silah bırakma çağrısının kendilerini ilgilendirmediğini söylüyorlar. Anlaşmayı övenler artık yeni Suriye ordusunun güçlü ve organize bir Kürt kolu olacağını söylüyorlar. Açıkça YPG/PKK’nın HTŞ içinde yer almayacağını söylüyorlar.
Anlaşmaya göre, (HTŞ ve YPG) birlikte güvenlik konularını organize edecek, iç ve dış tehditlere müdahale edecekler. Şimdilik çakma tehdit IŞİD olsa da akıllarından asıl tehlike olarak Türkiye’nin geçtiğini anlamak zor değildir. Şimdi Türkiye’nin kontrolündeki bölge ve güçler ortak sorunları oldu. HTŞ’ye Türkiye’nin desteği konjonktürel idi. Örgüt sık sık Ankara destekli grupların saldırısına uğradı ve bu yüzden pek çok göçler oldu.
Ancak, Ahmet el-Şaraa, bir yandan Türkiye’nin özerkliğe karşı baskısı, diğer yandan kendi adamlarının şeriat yönetimi isteği karşısında yalpalıyor. Nitekim anlaşmadan sonra Şaraa’nın açıkladığı İslamcı geçici Anayasa taslağı, PYD/YPG tarafından hemen reddedildi. Türkiye, hem özerkliğe hem de YPG’nin silahlı güç olarak kalmasına karşı duruşu aşılamaz bir çelişki. Bu esnada Suriye'nin güneyinde kurulan Süveyda Askeri Konseyi de bu anayasayı reddetti. Dürzi militanlar aktif oldukları şehirlerde Yeni Suriye bayraklarını indirerek Dürzi bayraklarını çekti.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü, “Bu önemli bir gelişme. Türk müttefiklerimizin, ABD’nin IŞİD karşıtı ortakları konusunda rahatlamasına yardımcı olacağını umuyoruz” dedi. Bunun politik tercümesi şu: ‘‘PKK kendini kapattığına göre Türkiye için tehdit ortadan kalkmış, Suriye’ye müdahale gerekçesi kalmamış, ABD de SDG’yi desteklerken NATO müttefiki ile düştüğü çelişkiden kurtulmuştur.”
Ankara’nın vermek istediği mesaj ise şuydu: ‘Türkiye Kürtlerle barışıyor hatta Suriye’de Kürtlere hamilik yapabilir; IŞİD’e karşı da bölgesel ortaklarla birlikte Türkiye gerekeni yapar; ABD’nin artık bölgede kalmasına gerek yok.’
Mart ayının başında Türkiye; Irak, Suriye ve Ürdün Amman’da bir araya gelerek IŞİD ile mücadele için bir harekât merkezi kurmayı görüştüler. Bilinen tek IŞİD varlığı Kürt bölgesinde hapiste olanlar.
Ankara, IŞİD ile mücadele sorumluluğunu alarak ABD askerlerinin Suriye’den çıkacağını umuyor. Nitekim Ankara, IŞİD ile mücadele için Lübnan, Ürdün ve Irak’la yeni bir platform kurma görüşmeleri yapıyor. Şam da hapisteki IŞİD’lilerin sorumluluğunu alacak. Sahadaki yüklerini dağıtan ABD’nin yeni başkanı Trump, bir iş anlaşması ile Suriye’nin kuzeyindeki petrol yataklarına el koymak istiyor.
Haseke'nin kuzeyindeki Rimelan, güneyindeki Cabsa; Deyr el Zor kırsalındaki El Ömer, Tanak, Cafra ve Koniko karbonhidrat sahaları SDG’nin kontrolünde. Süveydiye, Cabsa ve Koniko gaz sahaları elektrik santrallerini de besliyor. SDG’nin kontrolündeki Fırat, Tabka ve Tişrin barajları Suriye'nin dörtte birinden fazlasına içme suyu, sulama ve elektrik enerjisi sağlıyor. Fırat’ın doğusu buğday, arpa ve pamuk üretiminde yüzde 80’lik payla Suriye’nin ambarıdır. Yani ülkenin gıda, su ve enerji güvenliği PYD/YPG’nin kontrolünde.
Özetle HTŞ/YPG anlaşması, Suriye’yi federalizme götürmek için ABD tarafından kurgulanmıştır. YPG/PKK, ABD’nin Suriye’deki asıl müttefiki. HTŞ’nin YPG/PKK yakınlaşması aslında ABD’nin hoşuna gitsin diye kurgulandı. İşin içine IŞİD ile mücadele katılınca çok kullanışlı sahte gerekçe de tamamlanmış oldu.
YPG’nin silahlı gücünü koruması ise “birleşik ordu” tanımlaması ile aşılıyor. Yani kendi ordusu olan Kürt yönetimi tıpkı Irak’ta olduğu gibi bir siyasi statüde edinecek, yetmedi ülke yönetimi ve kadrolarında da söz sahibi olacak. Üstelik elindeki silahlı örgüt ile istediği zaman şantaj yapabilecek. Irak hükümetinin arkasında İran var ama HTŞ’nin arkası hiç sağlam değil.
Yapılan anlaşmanın dili oldukça esnek ve her taraf kendi istediği gibi anlayabilir. Komiteler teşkil etmek kolay olmayacak ve zaman alacak. HTŞ-YPG/PKK Anlaşmasının gerekleri 2025 yılı sonuna kadar yerine getirilecek. Yol haritasına göre, 2025 yılı sonuna kadar tüm Suriyelilerin siyasi hayata ve devlet kurumlarına temsil ve katılma hakkı verilecek. Lübnan’da Suriye’den kaçan 755.000 yerinden edilmiş kişi ülkelerine dönmeye başladı.
Fransa dışişleri bakanı Jean-Noël Barrot, “Anlaşma, IŞİD ile savaşa devam eden Kürtlerin haklarını ve güvenliğini garanti etmelidir... İstikrar ve temsil isteyen Kürt halkın yanındayız.” Derken Alman dışişleri bakanı Annalena Baerbock ise basın açıklamasında “Kürt kuvvetlerinin Suriye devlet kurumları ile birleşmesinin Suriye’nin egemenlik ve güvenliğini kuvvetlendireceğini” söyledi.
DEM Parti ise Suriye’de Kürtlere anayasal güvence içeren anlaşmayı, Kürtler açısından “son 100 yılın en önemli kazanımı” olarak nitelendiriyor. DEM Parti yöneticileri, “Türkiye’nin artık YPG, PYD bizim için tehdit oluşturuyor, gerekçesi kalmadı. Bundan sonra güvenlik tehdidi gördüğü konularda muhatabı Suriye yönetimi olacak. O nedenle Türkiye’nin Suriye'de askeri operasyon yaptığı bölgelerde bulunma gerekçesi de kalmayacak” değerlendirmesi yaptı.
DEM Partiye göre “Geriye Türkiye'de Kürt sorununun çözülmesi ve Kürt realitesinin kabul edilmesi kalıyor. O açıdan bu varılan anlaşma önemli bir eşik. Aslında Suriye'de bizim yıllardır söylediğimiz oldu. Kürtlerin talebi ayrı devlet kurmak değildi. Anayasal güvence, eşit yurttaşlık, kültürel hakların tanınması. Suriye'de ilk kez Kürt kimliği tanınmış oldu. Siyasi bir çözüm ortaya çıktı. Bu Türkiye’yi de etkileyecektir.”
Suriye’de İç Savaş Yeniden Başlayabilir
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/128253734/ABDnin_Kürt_Projesinde_Son_Gelişmeler