11 Mart 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Atatürk’ün Kurduğu Hukuk devletinden AKP’nin Yolsuzluk/Usulsüzlük Ekonomisine

Atatürk’ün Kurduğu Hukuk devletinden AKP’nin Yolsuzluk/Usulsüzlük Ekonomisine

22 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

GİRİŞ

Türk Devlet Geleneği adaletle yönetimi temel alan nizam üzerine inşa edilmiştir. Türk tarihinde devlet yönetiminde nizama uymayan işlemlerin cezalandırıldığına dair sayısız örnek vardır. Türklerin tarihte uzun süren devletler kurmasının inceliği buradadır.  Türk Devleti kültürü adaletsizliğin neden olduğu krizleri hukuku güçlendirerek aşmıştır. Buna en yakın örnek tarihin en uzun ömürlü devletlerinden biri olan Osmanlı devletidir. Hukuk sistemini çağın şartlarına uygun olarak yeniden yapılandırma iradesini göstermiştir. Osmanlı devleti 1839’da Ceza Hukukunu dönemin ileri ceza hukuku uygulamalarına sahip Fransız ceza hukukunu örnek alarak yeniden düzenlemiştir. Cumhuriyet bu süreci radikal dönüşümlerle ileri taşıdı

Türkiye Cumhuriyeti büyük ideallerle kurulmuş, 1923-1938 arasında ekonomi ve kültür sahasında en büyük değişim ve dönüşümünü yaşamıştı. Türk Devlet Kültürü ve geleneklerini çağdaş Avrupa normlarıyla harmanlayarak kurulan devletin temelleri cumhuriyetin hukuk devrimiyle tahkim edildi.

Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk genç cumhuriyeti hukuk inkılabıyla adalet temelinde inşa etmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyetin kuruluşunun ardından çok partili hayata geçiş sürecine kadar Türk devleti yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine ciddiyetle gitmiş, kamu yararı parti mensubiyetinin önüne geçmişti. 1946-1950 arasında gerek CHP gerekse Demokrat Parti rüşvet ve yolsuzluk olaylarına partilerin iç sorunundan ziyade “memleket meselesi” olarak yaklaşabiliyorlardı. Siyasetçilerin Yüce Divanda yargılanabilmesi için mutabakat oluşturmak zor değildi.  Cumhuriyet Dönemi Türk siyaset tarihinde siyaset kurumunun karıştığı rüşvet ve yolsuzlukların hesabının sorulduğu dönemler tek parti dönemi (1923-1945) tek parti hakimiyeti altında iki partinin etkin olduğu (1945-1950) ile askeri müdahale dönemleridir. Askeri müdahalelerin sivil siyasete müdahalesi çok eleştirilmekle beraber siyasetçilerin karıştıkları yolsuzluk suçlarının cezalandırılması hususunda sivil yönetimlerden daha hassas davrandıkları bir gerçektir. 1960- 1980’de gerçekleşen askeri müdahaleler yolsuzlukların üzerine sivil idarelerden daha fazla gitmişlerdir. 1950’den sonra çok partili hayata geçişle birlikte Kamu kaynaklarının partizanca kullanımı, bireysel yararın kamu yararının yerine geçmesi hızlanmıştır.

Türkiye 2002’ye geldiğinde iktidar partisi ve mensuplarının karıştığı yolsuzluk olayları içerik değiştirmiştir. 2002 sonrasını anlatmak için öncelikli ifade iktidar destekli kayırmacılıktır. Önceki hükümetlerden faklı olarak AKP hükümeti bunu alenen şeffaf olmayan Kamu İhale düzenlemesi üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu çalışma AKP’nin 22 yılda yerleştirmeye kayırmaya dayanan anlayışın Türk devlet kültürüyle bağdaşmadığını ve ülkemizi telafisi imkânsız bir çöküşe götürdüğünü izah etmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken Türk Cumhuriyetinde “Yapanın yanına kar kalmadığı” dönemler tarihsel sıralamaya göre anlatılmaktadır.

  • Yolsuzluk Rüşvet ve Kayırma fiilleri Karşısında Hukukun Etkin Olduğu Dönemler

Tek Parti Dönemi

Tek Parti dönemi cumhuriyetin kurulduğu 29 Ekim 1923 ile çok partili hayatın ilk seçimi olan 21 Temmuz 1946 tarihlerini kapsar. Bu tarihsel dönemin devrimci dönemi 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla başlar 5 Şubat 1937’de Atatürk ilkelerinin 5 Şubat 1937’de Anayasada yer almasıyla kapanır. Bu dönemde Atatürk sağlık sorunlarına rağmen devrimci reform sürecini bizzat kontrol etmişti.   Atatürk ölümünden 20 ay öncesine kadar modern Türk tarihinin radikal reformlarını hayata geçirerek ebediyete göçtü.

Lozan konferansı devam ederken 17 Şubat 2023’de İzmir İktisat kongresi toplanarak “Genç Cumhuriyet” in ekonomik hedefleri belirlendi. Atatürk askeri sahada gösterilen başarıların iktisadi başarılarla hedefine varacağını öngörüyordu. Atatürk iktisadi alanda gerçekleştirdiği dönüşümleri 1920’lerin Türkiye’nin bünyesini dikkate alarak gerçekleştirdi. 1920’lerin Türkiye’si esas itibarıyla bir tarım toplumudur. Bunun için tarım devrimi başlatılmıştı Çiftçinin özendirilmesi amacıyla 1925’de örnek çiftlikler kurulmuş, çifti tarım Kredi Kooperatifleri aracılığıyla pazara yönlendirilmişti. 1933 Toprak Reformu kırsal kalkınma ve kırdan kente göçü önlemek için tarım alanında yapılan radikal dönüşüm projelerinden biridir. Atatürk tarımı klasik usullerin dışına çıkarmak modernleştirmek için Ankara Ziraat Fakültesinin ilk çekirdeği olan Yüksek Ziraat Enstitüsünü kurdu. Böylelikle tarımsal üretimin bilimsel esaslara göre yapılması için ziraat mühendisleri yetiştirilmeye başlandı. Ancak Atatürk’ün ülkemiz için uzun dönemde öngördüğü sanayileşmeye dayalı bir kalkınma modeli idi.   Atatürk bugün yoğun olarak tartıştığımız gelişmiş ülkelerin kalkınma ve büyümesinin temelinde yer alan planlı ekonomik kalkınma uygulamalarını hayatta iken uygulamaya geçirdi. Bu kapsamda birinci kalkınma planı 1933-1938 yıllarını ikinci kalkınma planı 1938-1944 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlandı. Bu kalkınma planları kıt kaynaklarla toplumsal ihtiyaçlar arasında denge kurmayı hedeflemiştir. Atatürk’ün planlama hedefleri Türk toplumunu muasır medeniyetler seviyesine yükseltmekti

Türkiye Cumhuriyeti devleti idealler üzerine ve hukuk temelinde kuruldu. Bu yüzden devletin malı kamunun malı olarak görülmüş ve hassasiyetle korunmuştu.

Tek Parti dönemi esas itibarıyla CHP hakimiyeti altında gerçekleşen bir iktidar dönemidir. Genç Cumhuriyet devlette rüşvet ve kayırmacılığa göz yummayacağını 1924 Anayasasına rüşvet, yolsuzluk, kayırma ile suçlanan siyasetçilerin “Divan-Ali”’ye bugün kullanılan ifadesiyle “Yüce Divan”a gönderileceği hükmü konulmuştu.  Dolayısıyla Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde sırasıyla 1923’den önce Halk Fırkası 1924’de Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935’de Cumhuriyet Halk Partisine dönüşecek olan partide parti mensubiyetinin adaletin önüne geçmesine izin verilmemiştir. Bu dönemde siyasetçilerin sınırlı sayıda usulsüzlük ve yolsuzlukları tespit edilmiş ancak hükümet bunlar karşısında kayıtsız kalmamış, hızlı bir şekilde “Yüce Divan” mekanizması devreye girmiştir.

Tek Parti döneminde Siyasetçilerin karıştığı Yolsuzluklar ve Usulsüzlükler Karşısında Devlet Yöneticilerinin ve Hukukun Tavrı

        A-Tek Parti Döneminde Yapılan Yolsuzluklar ve Usulsüzlükler ve Yüce Divan Yargılamaları

  • Bahriye Vekili İhsan Eryavuz (Bey) Davası (1927-1928)

-Cumhuriyetin başlarında milletvekilinin karıştığı ilk yolsuzluk davası Bahriye Vekili olarak görev yapan milletvekilli İhsan Eryavuz ’un tarihe Yavuz-Havuz yolsuzluğu olarak geçen Yavuz Zırhlısının onarımı için havuz alımı sırasında bir Fransız şirketinden rüşvet aldığı iddiasıyla Yüce Divanda yargılanmasıdır. Eryavuz 1928’de hüküm giydi. İhsan Eryavuz’ hakkında verilen karar Yüce Divanın cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararıdır. Eryavuz ‘un milletvekilliği 26 Ocak 1928’de düşürüldü.

 Dönemin gazeteleri de davanın sonucunu “… Cumhuriyetin bir vekili ile bir çobanı aynı safta gören yüksek adaleti dün tecil etti” şeklinde vermişti.

İhsan Eryavuz Cumhuriyet inkılaplarının gerçekleştirilme sürecinde Atatürk’ün yakınında olan bir isimdir. Dolayısıyla Atatürk’ün çok değer verdiği bir şahsiyettir. Ancak Atatürk konu siyasetçinin karşılaştığı yolsuzluk ve usulsüzlük olunca asla taviz vermemiş İhsan Eryavuz’a “Yüce Divan’da aklan öyle gel” diyebilmiştir.

2-Ticaret Vekili Ali Cenani (Bey) Davası (1928) 

Ali Cenani Bey Kurtuluş savaşının Güney cephesini örgütleyen bir tarihi şahsiyet olarak tarihte yerini almıştır. Ali Cenani Bey 1918 yılı aralık ayından başlamak üzere 1920 yılı mayıs ayında Ermeniler konusunda kendisine isnat edilen suçlamalar dolayısıyla İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya gönderilene kadar bu yerel örgütlenme içerisinde yer aldı. Malta sürgünü sonrası üç dönem milletvekili iki yılda Ticaret vekilliği yapmıştı.

-Ali Cenani zahire yolsuzluğu sonucunda yüce divanda yargılanan ikinci siyasetçidir. Ticaret Bakanı Ali Cenani’nin yargılanma nedeni; memleketin zahire ve un ihtiyacını karşılamak ve ekmek fiyatlarını düşürmek için bakanlığa tahsis edilen 500 bin TL’nin bir kısmını amaç dışı kullanarak Adapazarı’nda vagon tamiri ile ilgili faaliyet gösteren fabrikadan hisse alınmasına ve Ankara’da inşa edilen un fabrikasına harcanmasıdır. Hazineye geri iade edilmesi gereken para iade edilmemiş üstüne üstlük kamu zarara uğratılmıştı.  İlgili komisyonların yaptığı tahkikat sonucunda Ali Cenani’nin yolsuzluk yaptığı kesinleşmiş ve yüce Yüce Divan’da yargılanmıştı. Ali Cenani Yüce Divan’ın 14 Mayıs 1928’de verdiği karara göre görevi suiistimalden dolayı bir ay hapis ile dört ay rütbe ve memuriyetten mahrumiyetine mahkûm oldu. Ancak sabıkasının bulunmaması nedeniyle cezası ertelendi. Ayrıca Adapazarı Fabrikası’yla kişilerin zimmetinde kalmasına sebebiyet verdiği 177.755.22 kuruşun 26 Nisan 1928’den itibaren kanuni faiziyle birlikte Ali Cenani’den alınmasına karar verildi.

Yüce Divan kararıyla ilgili olarak Siirt Mebusu Mahmut Soydan, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde, “Divan-ı Ali’nin Hükmü” başlıklı makalesinde: “Kişilere karşı işlenen suçlarda hoşgörü ve af ve merhamet gösterilebileceğini fakat aynı davranışın devlet işlerinde yapıldığı zaman hareket yetkimiz yoktur…Ali Cenani Bey hakkında Divan-ı Ali’nin vermiş olduğu kararın en ince adalet hislerini tatmin ettiğine şüphe yoktur.” ifadeleriyle kararın doğruluğuna dikkat çekmekteydi.

Ali Cenani örneği devlette yapılan yolsuzluğun kişinin konumu geçmişi ne olursa olsun affedilmeyeceğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu örnek cumhuriyeti kuran kadronun devlet yönetiminde ciddiyete, kurum ve kurallara verilen önemi bizlere hatırlatmaktadır.

3-Bahriye Nazırı Mahmut Muhtar Paşa Davası (1928-1929)

Tek Parti döneminin son davası Mahmut Muhtar Paşa’nın Bahriye Nazırı olduğu dönemde karıştığı yolsuzluk davasıdır. İlginç olan yolsuzluğun Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiş olmasıdır

Dava konusu Mahmut Muhtar Paşanın Bahriye nazırlığı döneminde Anadolu Demiryolu Kumpanyası adına İngiliz Times Iron Works adlı kuruluşa 25 Nisan 1911’de üç adet vapur alımı için sözleşme yaparak 20 bin İngiliz lirasını kefaletsiz ödeyerek hazineyi zarara uğratmak suçlamasıyla 30 Mayıs 1929'da Yüce Divan'a sevk edilmesidir. Yargılama 3 Kasım 1929 tarihinde sona ermiş, mahkeme, şirkete ödenen 22 bin Türk altınının yüzde 5 iskonto edilmesi suretiyle Mahmut Muhtar Paşa'dan tahsiline karar verdi. Bu dava Atatürk döneminde yolsuzlukların zaman aşımına uğramayacağının müstesna bir örneğidir. Şöyle ki mecelle hukukuna zaman aşımı 15 yıl olup 1926’da zaman aşımı tamamlanmıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk döneminde yolsuzluklara gösterilen sıfır tolerans Osmanlı döneminde işlenmiş yolsuzluk olayını geçmişe bırakmayıp Cumhuriyet döneminde çözümlemiştir. Gerekçesinde devlet hazinesinin dolayısıyla devletin hakkının zarara uğratılmasının zaman aşımı olamayacağı vurgulanmıştır.

Yukarıda Atatürk’ün sağlığında yaşanan siyasetçilerin karıştığı yolsuzluk olaylarının Yüce Divan’da yargılanması bugün için önemli referanstır. Genç cumhuriyetin temellerinin sağlam atıldığını göstermektedir.  Cumhuriyetin başlangıcında imparatorluğun çöküşüne neden olan yolsuzlukların cezalandırılmasına ayrıcalıklı bir önem verildiği görülmektedir.

Tek Parti döneminde sadece yolsuzluklar cezalandırılmamakla kalmamış yolsuzluk olmaması için önlemler alınmıştır. Bunun için vatandaşların hükümete yardım etmeleri halinde başta devlet kurumları olmak üzere yapılan yolsuzluk ve haksızlıkları ihbar edenlere ikramiye verilmesi hakkındaki kanun 5 Mayıs 1927’de İcra Vekilleri Heyetinde görüşerek kabul edildi. Aynı şekilde birçok gazetede rüşvet başta olmak üzere diğer yolsuzluklara karşı neler yapılması gerektiği konusundaki haberlere yer verilmeye başlandı. Hükümet, özellikle devlet kurumlarında meydana gelen yolsuzluklarda görevlerini suiistimal eden memurların olması halinde bunların emekli edilmeyeceklerini, emekli olsalar dahi maaşlarının kesileceğini de açıklamıştı.

Dönemin cari hukuk mevzuatına göre, Yüce Divan’ın vereceği kararın kesin olduğu, Yüce Divan’da hüküm giyen bakanlar hakkında Cumhurbaşkanının bile af yetkisi kullanamadığı bilinmekteydi.

B- 1946-50 arası için kısa değerlendirme

Yolsuzlukla mücadele bakımından çok partili sürecin ilk dönemi olan 1946-1950 arasında yaşanan basında ve mecliste uzun yıllar tartışılan iki dava dikkat çekmişti. Bunlar, dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü ile Ticaret Bakanı Atıf İnan’ın davaları idi.

Bu davalar karşısında CHP’nin tavrı ve Yüce Divan kararlarının sonuçlarının bize anlattığı Atatürk’ün sağlığında ki yaklaşımın 46 seçimleri sonrasında kısmen zayıflasa da 14 Mayıs 1950 yılına kadar devam ettiği yönündedir. 1946 seçimlerini kazanan   CHP’nin tek başına iktidar olduğu dönemde iki önemli yolsuzluk olayında genel itibarıyla hukuken tarafsızlığını koruyabilmiştir. Başta İsmet İnönü olmakla beraber CHP Meclis grubu “kol kırılır yen içinde kalır” gibi bir yaklaşımı benimsemediği gibi yolsuzlukların şiddetle karşısında durmuştur.  Dönemin CHP’si için yolsuzluklar “bir parti davası değil bir memleket davası” olarak kabul görmektedir. Yolsuzluk söylentileri karşısında CHP’nin parti yekpare hareket etmek yerine eleştiri/özeleştiri mekanizmasını işletebilmiştir. Bu eleştiriler Bucak teşkilatlarından partinin ana yönetimine kadar ulaştırılabilmiştir

En büyük eleştiriyi CHP’nin içinden çıkmış olan 1938-1950 yıllarında görev yapan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1 Kasım 1942’de meclisin açış konuşmasında: “…bütün sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve hangi yabancı devletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı, büyük bir milletin hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadır. Üç beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikâr olan zararlarını gidermek yolu elbette vardır.” demişti.

Eleştiri ve şikâyetleri dikkate alan CHP hükümeti, yolsuzluklarla mücadele konusunda bazı önlemler almaya çalışmışlardı. Bu önlemler hapis ve para cezalarını kapsıyordu.  Öyle ki Irak Hükümeti yolsuzluklarla ilgili hazırlamakta oldukları kanunla ilgili Türk hükümetinden yardım talep etmişti.  İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte “yolsuzluklarla mücadele” konusunda hükümet tarafından bazı önemli tedbirler alınması yönünde ciddi çalışmalar yapıldı. Bu konu önce CHP Meclis Grubu toplantılarında gizli olarak görüşülürken, daha sonra CHP Meclis Grubu ilk kez 1 Şubat 1949’da toplanarak, yolsuzluklara karşı alınacak tedbirleri herkese açık bir şekilde konuşmuşlardı. Grubun seçtiği komisyon yolsuzlukla ilgili bir rapor hazırladı. Raporu hazırlayan komisyonun başkanı Hulusi Oral: “Bu raporun hazırlanmasında tek emelimiz haklı veya haksız olarak idare edenlerle idare edilenler arasında açılmakta olan uçurumu kapamaktır” diyerek amaçlarını açıkladı.

CHP Meclis Grubunun hazırlamış olduğu raporun içeriğine bakıldığında;

- Memurların görev ve sorumluluklarının tespit edilmesi memuriyet suçlarının bir an önce cezalandırılması,

- Askerî ve adlî teminatın gerektiğinde daraltılabilmesi,

- Teftiş mekanizmasının işletilmesi,

- Başbakanlığa bağlı murakabe (denetim) organının kurulması,

- Memurin Muhakemat-ı Kanununun kaldırılması ve yeni bir kanunun yapılması,

- Rüşvet verenle alana aynı cezanın uygulanması,

- Bütün memurların mal beyanına davet edilmesi,

- Yeni memuriyete gireceklerin mal beyannamesine tabi tutularak her beş yıl da bir bu durumlarının incelenmesi gibi önlemler raporda ifade edildi.

14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte muhalefet konumuna düşen Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Partililerin kendileri hakkında dile getirttikleri yolsuzluk ve usulsüzlükler karşısında adeta hodri meydan okudu. CHP Meclis Grubu, bu konularla ilgili olarak bir tebliğ yayınlayarak, yirmi yedi yıllık Cumhuriyet döneminde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin sorumlu tutulduğu isnatlarının incelenmesini bunları yapanların da millete tanıtılmasını Demokrat Parti iktidarından talep etmekteydi.

Cumhuriyet Tarihinin 1923-1950 arasında Türk basını parlamento dışı muhalefet işlevini hakkıyla yerine getirmiştir denebilir. Basının kararlı tutumuyla yolsuzluk olaylarının üzerine gidilebilmiştir.

C- Askeri Müdahalelerin Yolsuzluklara Yaklaşımı

Türk ordusu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk modernleşmesinin tartışılmaz adresidir. Yenilikler önce ordu içinde başlamış daha sonra topluma yayılmıştı. Yeniliklerin öncüsü ordunun ilk siyasi örgütlenmelerinin   kaynağı Asker-i Tıbbiyedir.  Bu yüzden “Harbiye, Mülkiye, Türkiye” üçlemesi birbirini tamamlar. Dolayısıyla vatanla özdeşleşmiş Türk Ordusu askeri müdahaleler de yolsuzlukların üzerine sivil siyasi iktidarlardan daha kararlı ve tavizsiz bir şekilde gitmiştir. Ordunun yolsuzluklar/usulsüzlükler karşısındaki hassasiyetinin nedenleri arasında “güçlü devlet” “güçlü ordu” fikrini telkin eden   Harbiye kültürü ve askeri müdahaleye meşruiyet kazandırma, toplumun desteğini alma önceliği de yer almaktadır.

27 Mayıs 1960 İhtilali yolsuzluklar hususunda sadece siyasileri değil yolsuzluğa karışan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi mesleki teşekküllerin yönetimlerini yargılamaktan çekinmemiştir.

12 Eylül 1980 darbesinin uygulamaları/sonuçları itibarıyla eleştirilecek birçok yönü vardır. Türkiye demokrasisi ağır yara almıştı. Ancak bütün olumsuzluklarına rağmen Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi siyasetçilerin karıştığı yolsuzlukların üzerine kararlı olarak gitmişti. Bu kapsamda 42.Hükümetin Sosyal Güvenlik eski bakanı Hilmi İşgüzar; bakanlığı döneminde ""kayırma, yolsuzluk, nüfuz ticareti, vazifeyi suiistimal ve menfaat temini suretiyle Bağ̆-Kur ve SSK'yı zarara uğrattığı" iddialarıyla Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından 2 Şubat 1981 tarihinde Yüce Divana sevk edildi. İşgüzar ve 15 arkadaşının 26 Mart 1981 tarihinde başlayan yargılanmaları 12 Nisan 1982'de sonuçlandı. İşgüzar, 9 yıl 8 ay ağır hapis ve 5 milyon 251 bin lira para cezasına çarptırıldı. Sayıları yargılama aşamasında 18'e yükselen diğer sanıklara da 3 ay ile 4 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. (Yüce Divan; Esas Sayı 1981/1, Karar Sayısı 1982/2, Karar Tarihi 12.4.1982)[1]

12 Eylül Milli Güvenlik Konseyinin üzerine gittiği ikinci yolsuzluk olayı 42.Hükümetin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’nın karıştığı yolsuzluk olayıdır.

Gümrük ve Tekel eski Bakanı Tuncay Mataracı; bakanlığı döneminde "rüşvet almak" iddiasıyla Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından 23 Nisan 1981 tarihinde Yüce Divana sevk edildi. Mataracı ve 21 arkadaşının yargılanmalarına 15 Haziran 1981'de başlandı. Yargılananlar arasında, bayındırlık eski bakanı Şerafettin Elçi ile "yeraltı dünyasının babalarından olduğu" bildirilen Abuzer Uğurlu da yer aldı. Yargılama, 16 Mart 1982'de sonuçlandı ve Mataracı 36 yıl ağır hapis ve 787 milyon 386 lira para cezasına çarptırıldı. Davada, Şerafettin Elçi beraat etti, diğer sanıklara 10 ay ile 6 yıl arasında değişen hapis cezaları ile çeşitli miktarda para cezaları verildi. (Esas Sayısı 1981/2, Karar Sayısı 1982/1)

12 Eylül darbesi sonrasında önemli yolsuzluk yargılamalarından biride Bayındırlık eski bakanı Şerafettin Elçi’nin karıştığı yolsuzluk olayıdır. Bayındırlık Eski Bakanı Şerafettin Elçi; Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından "rüşvet almak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddialarıyla 17 Mart 1982 tarihinde Yüce Divana sevk edildi. Elçi ve 7 arkadaşının yargılanmalarına 26 Mayıs 1982'de başlandı. Karar 12 Nisan 1983’te açıklandı ve Elçi, rüşvet suçlamasından beraat ederken, görevini kötüye kullanmaktan 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Diğer 7 sanıktan 4’ü 3 yıla kadar hapis cezası aldı, 3 sanık beraat etti.

12 Eylül darbesinin yolsuzluktan yargıladığı son Bayındırlık eski Bakanı Selahattin Kılıç’tır, Selahattin Kılıç "görevini kötüye kullanmak" iddiasıyla Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından 17 Mart 1982 tarihinde Yüce Divana sevk edildi. Kılıç̧ ile beraber 10 kişinin yargılandığı dava, 2 Haziran 1982'de başladı, 9 Mart 1983’te sona erdi. Kılıç̧ ve 6 arkadaşı beraat etti. 3 sanık 8 ay ile 1 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.

Sivil siyasi iktidarların karıştığı yolsuzlukların askeri müdahale dönemlerinde yargılanması sivil iktidarların ve Türk seçmenin ders çıkarması gereken bir konudur.

D- 1. Özal Hükûmeti (13 Aralık 1983- 21 Aralık 1987) arasında yolsuzluk yargılamaları

1-Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın Yüce divanda yargılanması

Devlet eski Bakanı İsmail Özdağlar, "rüşvet almak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddiasıyla 15 Mayıs 1985 tarihinde Yüce Divana sevk edildi. 1 Temmuz 1985’te başlayan yargılama, 14 Şubat 1986'da sona erdi. Davada, dönemin Başbakanı Turgut Özal da tanık olarak dinlendi. Tanık ifadeleri ve dava kanıtlarını "rüşvet" suçlaması için yeterli görmeyen Yüce Divan, Özdağlar'ı "görevini kötüye kullanmaktan 2 yıl hapis ve 30 bin lira ağır para cezasına çarptırdı.

2-Bayındırlık Eski Bakanları Safa Giray ve Cengiz Altınkaya’nın Yüce Divanda yargılanması

Bayındırlık eski bakanları Safa Giray ile Cengiz Altınkaya, Otoyol ihaleleri sözleşmelerinde fiyat farkı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunmasına karşın, fiyat farkı ödedikleri iddiasıyla 20 Ocak 1993 tarihinde Yüce Divana sevk edildiler. Bu davaya 14 Eylül 1993 tarihinde Danıştay’ın kararı üzerine Karayolları eski Genel Müdürü̈ Atalay Coşkunoğlu da dahil edildi. Yüce Divandaki yargılama 13 Nisan 1995'de sonuçlandı; Giray, Altınkaya ve Coşkunoğlu suçsuz bulundu. [2]

E- AKP Dönemi

AKP Yönetim dönemi öncesi dönemle karşılaştırıldığında ülkemizin hukuktan ne kadar uzaklaştığı daha belirgin hale gelecektir.  Sorun AKP’nin devlete bakışında düğümlenmektedir. AKP devleti bir ganimet, siyasal vekaleti de talan yetkisi olarak görmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra kamu kaynakları üzerinde tek yetkili denetimsiz yetkili Cumhurbaşkanıdır.

AKP Türkiye tarihinde hesap vermeyen, yolsuzlukların üzerini kapatan hatta yolsuzluklara karışan parti mensuplarını kayırmaya devam eden yerine göre ödüllendiren tek iktidardır. AKP’nin 22 yılı aşkın dönemi finansal boyutları düşünüldüğünde cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarına sahne olmuştur. Cumhur ittifakının meclis çoğunluk mekanizması yolsuzlukların cezalandırılmasını engelleyerek adeta yolsuzlukları teşvik etmektedir. Oysa 1946 seçimlerinde CHP en yakın rakibi Demokrat Partiye 61/397 fark atmasına rağmen bakanlardan Suat Hayri Ürgüplü ile Atıf İnan’ın Yüce Divana gönderilmesi için çoğunluk avantajını asla kullanmadığı gibi ilgili bakanlar için Yüce Divan yolunu göstermişti. 1923- 1950 arasında yolsuzluklar kınanmış iddialar yükseldiğinde Suat Hayri Ürgüplü örneğinde olduğu gibi siyasetçinin kendisi Yüce Divan talebinde bulunabilmiştir. O dönemde bugünkü gibi parti mensupları korunmamış bizzat partinin kendisi mensupları için Yüce Divan’ın yolunu göstermiştir. O dönemde yolsuzluklar sonradan açığa çıkarken ve dönemin onurlu basını yolsuzluklar üzerine ciddiyetle giderken bugün medyanın görmezden gelmesiyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla yolsuzlukların en büyük destekçisi bir bakıma varlık nedeni AK medyadır. Yolsuzluklar açığa çıktığında tek yaptığı suskunluktur.

Bugün yolsuzluk açıkça alenen siyaset bilimi terimiyle ifade edersek nepotizm yani açıktan kayırma olarak gerçekleşmektedir. Nepotizmin en büyük aracı kamu ihaleleridir. Kamu ihaleleri şeffaflığa aykırı bir şekilde yapılmakta bu şekilde ihalelerden AKP mensubu olmayanların dışlanmasına kılıf uydurulmaktadır.

Yolsuzlukları yapan kişilerin iktidar kalkanına sığınmasını teşvik eden anlayış iktidarın devamını bu anlayışta görmektedir.   AKP ve   bakımından yolsuzluklar ve usulsüzlükler  ülke sorunu değil partinin iç sorunu olarak görülmektedir.

AKP yolsuzluklar konusunda Cumhuriyet tarihinde bir ilki başlatarak yolsuzlukları din istismarcılığıyla sürdürmenin kılıfını hazırlamıştır. Yolsuzluğa Diyanet İşleri aracılığıyla gerekçe bulmak AKP döneminde başladı.  Örneğin Fıkıh alimlerinin verdiği fetvalardan biri “Yolsuzlukla Hırsızlık aynı şey değildir”.  Bunun anlamı iktidar rahatlıkla yolsuzluk yapabilir. Her konuda fetvası olan Diyanet İşleri Başkanlığının ne hikmetse hükümetin yolsuzlukları konusunda hiçbir fikri yoktur.

AKP’nin 22 yılı aşkın iktidar süresi siyasete ilişkin birtakım algıların yerleşmesine neden olmuştur. Bunların başında hükümet kanadında yapılan yolsuzlukların cezasız kalacağı algısıdır. AKP hükümeti bu algıyı besleyen adeta kışkırtan birçok örneği hayata geçirdi. Bu süreçte en büyük desteği kontrolündeki konvansiyonel medya idi. Konvansiyonel medya üzerindeki mutlak hakimiyet Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından biri olarak görülen 17-25 Aralık 2013 sürecini Gülen Cemaati darbesi olarak taktim etme maharetini gösterdi.  Gülen Cemaatinin yargıdaki ve emniyetteki gücüne dayanarak AKP’ye gözdağı verdiği açıktı. Ancak ortada 61. Türkiye Hükûmeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiası yer almıştı.

15-17 Aralık süreci  yargının Gülen Cemaatinden alıp AKP’lileştirmesiyle yeni bir evreye vardı. Böylelikle yeni 15-17 Aralık benzeri süreçlerin yaşanmasının önüne geçilmiş oldu. Dolayısıyla yargı konusu olabilecek hükümet mensubu veya sempatizanlarının karıştığı yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, kayırma gibi potansiyel suç alanları yargının konusu olmaktan çıkarılırken yargının faaliyet alanına muhalefetin eleştiri ve eylemleri dahil edildi.

Bu sürecin iki sonucu oldu birincisi AKP mensuplarına hukukun işlemediği görülünce adalete güven kalmadı.

İkincisi “Yapanın Yanına Kar Kalır” anlayışı toplumda kök salmaya başladı. Asıl tehlikeli olan bu anlayışın hükümet maharetiyle topluma enjekte edilmesidir. Böylelikle hukuka riayet etmenin bir bedeli olduğunu gören yurttaş hukukun kenarından dolaşmayı tercih etmeye başladı. Gelinen aşama hükümet destekli çürümeye/yozlaşmadır. 

Hükümet hukuksuzluğu kural haline getirirken fiili durumu normalleştirmektedir. Buna konvansiyonel medya üzerindeki etkisi ve AKP yargısı üzerinden gerçekleştirmektedir.  Dolayısıyla Türk devleti 2002’den itibaren hukuktan uzaklaşmaya başladı.

Türkiye hukuksuzluğun bedelini yolsuzluk, yoksullaşma, içte ve dışta itibar kaybı   iç çatışma, gelecekten umudunu kesme, kuralsızlığın kural haline gelmesi olarak ödemektedir. Ancak bu bedel sürdürülebilir değildir. AKP 22 yıllık süreçte destekçilerine astronomik düzeyde kaynak transferleri yaparken ciddi bir gelir dağılımı uçurumu yaratmıştır.

Erdoğan Başta olmak üzere AKP hükümeti istediği kadar itibardan bahsetsin. Bu propaganda ancak hükümet kontrollü medya aracılığıyla içte karşılık bulabilmekte Türk’ün Türk’e propagandasına dönüşmektedir. Oysa Türk Devletinin dışarıdan görünümü itibardan bir hayli uzaktır. Yabancı yatırımcılar bakımından Türkiye’nin Güven Endeksi bir hayli düşüktür. Yüksek enflasyon, bağımsız olmayan yargı, yüksek düzeyde kara paranın aklanması, sık sık değişen mali yasalar Türk devletinin itibarında ölçüt olarak alınmaktadır.  Bu yüzden dış yatırımcı ülkemize gelmediği gibi iç yatırımcıda yabancı ülkeleri tercih etmektedir. Sorun yatırımları aşacak boyuttadır. AKP döneminde dünyaya gelen eğitimli nesil geleceğini batının gelişmiş metropollerinde aramaktadır. Bir ülkenin yıkımı beşerî sermayesini kaybetmekle başlamaktadır. Türkiye son 15 yılda dışarıdan sığınmacı adı altından milyonlarla ifade edilen niteliksiz göçü kabul ederken Yüzbinlerle ifade edilen eğitimli donanımlı nüfusunu kaybetmektedir. Dış göç sadece eğitimli göçten ibaret değildir. Bu ülkeden umudunu kesen girişimci sermayesi de göç etmektedir.

Erdoğan sığınmacıları İslam tarihinden referans alınan Ensar- muhacir sıfatlarıyla takdim ederken Batı dünyasında Türkiye sığınmacılara kucak açan ülke olmaktan ziyade sığınmacıları batıya karşı şantaj aracı olarak kullanan, sığınmacılar için batıdan finansal talepte bulunan ülke görünümündedir. 13 Milyon sığınmacıyı kabul etmek sanıldığı üzere ülkemize itibar kazandırmadığı gibi itibar kaybettirmiştir.

Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti en itibarsız dönemini yaşamaktadır.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti dış dünyanın gıpta ile baktığı itibarlı zamanlar yaşadı.

Sonuç 

Türkiye’nin son 22 yılda geldiği aşama yönetilememe krizidir. Yönetilememe bu ülkenin en büyük en temel sorunudur. Yönetilemeyen ülkelerin ortak yönü günü kurtarmaktır. Erdoğan’ın bugün yapmaya çalıştığı günü kurtarmaktır.

Türkiye Yönetilememenin sonuçlarını, 13 Milyonu aşan sığınmacı krizi, yolsuzluk ekonomisi, bozuk gelir dağılımı, enflasyon ve yoksullaşma olarak yaşamaktadır. Türkiye mevcut sorunlarını aşabilir ancak yönetilememe krizinin tek çözümü iktidar değişimidir. Türkiye mevcut sorunlarını bu hükümetle çözme imkân ve kabiliyetini kaybetmiştir.

KAYNAKÇA

 

1-Erhan Avşar, Yolsuzluk ve Usulsüzlük Olaylarının Türk Siyasetine Yansımaları (1923-1950), Hiperlink Yayınları, İstanbul 2021

 2- R. Bülent Tarhan,, Ömer Faruk Gençkaya, Ergin Ergil, Kemal Özsemerci,Hakan Özbaran, Bir Olgu Olarak Yolsuzluk:Nedenler Etkiler ve Çözüm Önerileri,  TEPAV  Yayınları, Ankara 2003

[1] R. Bülent Tarhan,, Ömer Faruk Gençkaya, Ergin Ergil, Kemal Özsemerci,Hakan Özbaran, Bir Olgu Olarak Yolsuzluk:Nedenler Etkiler ve Çözüm Önerileri,  TEPAV  Yayınları, Ankara 2003, s.46

[2] A.g.e.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *