11 Mart 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Bölünme Korkusu Bir Paranoya mıdır?

Bölünme Korkusu Bir Paranoya mıdır?

Türkiye’nin bölünmesi konusunda hassasiyet duyan kimseler siyasi, sosyolojik ve kültürel alanlardaki bir takım iç ve dış gelişmelere dayanarak bu yargıya varmaktadır

6 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Türkiye’nin bölünmesi konusunda hassasiyet duyan kimseler siyasi, sosyolojik ve kültürel alanlardaki bir takım iç ve dış gelişmelere dayanarak bu yargıya varmaktadır

"Türkiye bölünmez", "Türkiye'nin bölüneceği korkusundan artık kurtulmalıyız", "Bölünme paranoyası demokratikleşmemizi engellemektedir," söylemleri Türkiye'nin bölünme tehlikesi karşısında duyarlılık sergileyenlere karşı kullanılmaktadır. En son Başbakan Erdoğan AKP Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, atılan her adımda, "Cumhuriyet tehlike altına girer, bölünüp, parçalanıp, zayıflarız'' denildiğini ifade ederek, şunları söyledi: ''TRT Şeş... 'Bir kanalı tamamen oraya tahsis edeceğiz' dediğimiz zaman da bunu söylediler. Ne oldu, gitti mi elden? Bölündük mü, parçalandık mı? Biz evhamlara prim vermedik. Yasakları kaldırdık, kaldırıyoruz; reformlarımızı yaptık, yapıyoruz. Pompalanan korkuların ne kadar boş olduğunu milletçe hep beraber gördük. Bu Cumhuriyet, çıtkırıldım bir cumhuriyet değildir. Bu Cumhuriyet kökü mazide olan bir atidir. Bu Cumhuriyet kökü derinlerde olan, büyük ve güçlü bir milletin kurduğu ve yaşattığı bir cumhuriyettir," dedi.

Bu "bölünmeyiz" yargısı tarihsel tecrübeler sonucunda kazanılmış veya kendine büyük bir güven duygusunun verdiği rahatlığın sonucu gibi gösterilmektedir. Oysa bu yaklaşımda anakronik bir algılama söz konusudur. Tarihsel bir olgu olarak Türk Devleti 1923 yılına kadar yaklaşık 200 yıl boyunca sürekli toprak kaybetmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda son Türk devletinin de ordusu dahil bütün kurumları işgal güçleri tarafından tasfiye edilmiştir. Osmanlı Türk ordusunun bir subayı olarak Mustafa Kemal paşanın beşeri, ekonomik ve psikolojik olarak bitmiş Anadolu insanını örgütleyerek Milli Mücadeleyi başlamıştır. Milli Mücadele abartısız bir "varoluş-yokoluş" savaşıdır. Yani bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti "yıkılmıştır."

Osmanlı devleti gibi büyük bir imparatorluk parçalanmışken, en son SSCB ve Avrupa'da Yugoslavya gibi pek çok devlet bölünmüşken, hangi koşullara bağlı olarak bu alanda Türkiye bölünmez denmektedir? Türkiye'deki bütün somut gelişmeler bölünme noktasında bir sürece giderken durumu paranoya olarak nitelemek hangi karşıt verilere dayanılarak ifade edilmektedir? Varlığı üzerinde devletin zirvesinin mutabakat sağladığı "Kürt Sorunu" ekseninde gündeme gelen "özerklik", "IRA ve Katalonya örneği" tartışmaları önemlidir. Bir asra bile ulaşmadan başlayan bu tartışmaları bütünleşme modeli olarak değerlendirmek yanlış olabilir. "Türkiye bölünmez", "Cumhuriyet, çıtkırıldım bir cumhuriyet değildir" gibi iddia ve ithamların zihniyet arka planında, Türkiye'de Türk milliyetçileri gibi ülke, devlet ve millet bütünlüğü konusunda hassasiyet taşıyanlar üzerinde psikolojik baskı kurmak ve toplum hassasiyetlerini aşındırmak amacı olabilir. Bu zihniyettekilere göre Kürt açılımı sürecinde Türkiye federatif temelde yeniden dizayn edilmezse ülke bölünecektir.[1]

"Daha çok demokrasi ve özgürlük ile terörü yeneceğiz. Terör bir demokrasi sorunudur," söylemi somut nesnel gerçekliklerin karşısına hamasi içerikli soyut bir kavrayıştır. Örneğin, Diyarbakır Belediye Başkanı "Kürtçeyi kabul ettiler. Kürdistan'ı da edecekler" diyor. Bu sözü görmezden gelmek söz konusu söylemin sahipleri tarafından tercih edilmektedir. Böylece terörün amacını ve bu amaca ulaşmak için izlediği yöntem bu zihniyetin bilgi üretme sürecinin dışına itilmektedir.[2]

Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus hangi durumun bir "bölünme" olarak tanımlanabileceğidir. Türkiye'ye özerklik veya federasyon önerenlerin gerekçelerine baktığımızda genel olarak "üniter" devletin federasyonla çelişen bir yönünün olmadığı iddiası öne çıkmaktadır. Örnek olarak ise ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler verilmektedir. Bu örneklerde dikkat edilecek husus, bunların her biri üniter devlettir ama aynı zamanda federasyondur. Bu durumda Türkiye'nin çok kültürlü yurttaşlık ekseninde yeniden yapılandırılması demokratik gelişme açısından "zorunlu" olarak görülmektedir. Bu önermede göz ardı edilen nokta ise gerek Almanya ve gerekse ABD gibi ülkelerin Türkiye'ye önerildiği gibi etnik merkezli bir federasyon olmadığıdır. Özerkliği demokratikleşmenin zorunlu bir uygulaması olarak öne sürenlerin coğrafi olarak yedi bölgenin yerel yönetim adı altında yeniden yapılandırılması değil de "Kürt sorunu" çerçevesinde gündeme getirmeleri Türkiye'nin etnik merkezli olarak federatif bir düzenlemesidir.

Türkiye'nin bölünmesi konusunda hassasiyet duyan kimseler siyasi, sosyolojik ve kültürel alanlardaki bir takım iç ve dış gelişmelere dayanarak bu yargıya varmaktadır. Bu endişeyi "Sevr paranoyası" diyerek küçümsemek ve karikatürize etmek Türkiye'nin içersinde bulunduğu mevcut konjonktürü sağlıklı değerlendirememektir. Sanki Türkiye'nin özerkliğine karar verilmiştir de, hangi ülkenin özerklik modelinin Türkiye'ye daha uygun olacağı müzakere edilmektedir.




[1] Muhteva bozukluğunun görüldüğü bir yazar bölünme paranoyasını şöyle betimlemektedir: "Sorun bugün siyaset yoluyla çözülebilir. Ama üç-beş yıl sonra bu imkânı da kaçıracağız. Devletle Kürtler arasında olan gerginlik giderek Türklerle Kürtler arasında da oluşmaya başladı. Bunda kuşkusuz Türkiye'nin hızlı sosyo-ekonomik dönüşümünün de payı var. Sonuçta Kürt sorunu 'toplumsallaşıyor'. Türk-Kürt kardeşliği söylemi inandırıcılığını yitiriyor, önyargılar ve hatta düşmanlıklar topluma nüfuz ediyor. Bu 'çatlama' siyasal bir müdahale ile giderilmezse hem Kürtler hem de Türkler 'birlikte yaşama' iradelerini ve inançlarını kaybedecekler. Kürt sorununu 'siyaseten' çözebilmek için eldeki fırsatı değerlendirmek gerek. Çözümün toplumsal zemini hâlâ var ayrışmalar ve çatlamalara rağmen. Ama daha da geç kalırsak 'çözümünün toplumsal zemini'ni kaybedeceğiz. Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye ne demokrasisini kemale erdirebilir, ne ekonomik kalkınmasını sağlayabilir, ne de ulusal güvenliğini garantiye alabilir. Ayrıca Kürt sorununu bugün çözmeyen bir Türkiye bütünlüğünü de muhafaza edemez. Kısaca 'ülkesel bütünlük' çözümden geçiyor. Ya bugün çözeceğiz veya yavaş yavaş ayrılığa doğru yol alacağız. Seçim bizim; siyasi partileri, sivil toplumu, iş çevreleri ve kurumlarıyla bizim. Bugün çözüme taraf olmayanlar 'bölünmüş bir toplum' ve hatta 'bölünmüş bir ülke'nin temellerini atıyorlar." İhsan Dağı, "Ya Şimdi Çözüm veya Bölünmeye Hazır Olun" , Zaman, 14 Ağustos 2009.

[2] "DTP-PKK çizgisi, Kürtçenin günlük yaşamda kullanılması, öğrenilmesi, öğretilmesi, kültürün yaşanmasıyla tatmin olmayacaktır. Bu cephenin tatmin olması için Kürt kimliğine anayasa düzeyinde siyasi nitelik kazandırılması, Kürtçenin resmi eğitim dili olarak kabul edilmesi, Güneydoğu'nun ayrı bir siyasi ve idari yapıya kavuşturulması, bölgeye özerklik verilmesi talep edilmektedir." Fikret Bila, "Farklılıkların Kurumsallaşması", Milliyet, 9 Eylül 2009.


Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *