30 Temmuz 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Kara Kalp (Kozmik Titreşimleri Yakalamak)

Kara Kalp (Kozmik Titreşimleri Yakalamak)

19 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

 “Günümüzde fizik, uzay, Evren ve varoluş felsefemiz, amacımız, 

son hedefimiz gibi konularda ne kadar ilgisiz olduğumuza şaşıyorum. 

Çılgın bir dünyada yaşıyoruz. Dikkatli olun.” 

Stephen W. Hawking

İlk filozoflar “Evrenin kaynağı ne?”, “İnsanın rolü ne?” gibi sorularla uğraştılar. Bu soruların cevabını bulmak hala insanlığın misyonu ve sanırım artık bir cevaba yaklaşıyoruz. Akıl sahibi insanların binlerce yıldır bilgiyi aktararak bugün ulaştığı noktayı ve ulaşacağı nihai sonucu öngörmek bu makalenin konusu. Dinler bu sorulara yaratılış hikâyesi ve cennetten kovulan insan ile cevap verdi. İncil’de, Kur’an’da, Vedalar’da veya Konfüçyüs klasiklerinde çok az formül, çizelge ve hesap vardır. Geleneksel mitoloji ve metinlerin genel yasaları matematiksel olarak değil öykü formatında sunulmuştur. Peygamberler iyi ve kötü gücün kuvvetlerini matematiğe dökerek insanların tercihlerini öngörmeye yardım edecek bir formül geliştirmeye çalışmadı. Bu, tam olarak bugünkü bilim insanlarının başarmaya çalıştığı şeydir. Galileo, “Matematik Tanrı’nın, Evreni yazdığı dildir” diyordu. Din adamlarına göre dünya evrenin merkezindedir, her şey insan merkezlidir. Dünyanın 6 bin yıl önce yaratıldığını düşünürler, Evrim Teorisi ile çelişirler, Büyük Patlama’dan hiç bahsetmezler. 
    Özellikle bu yüzyılda bilimin evren olaylarını gerçekçi bir şekilde açıklaması, daha önceki metafizik ya da spekülatif efsanevi açıklamaları birdenbire sarsmıştır. Teleskop, mikroskop gibi aletlerle daha derinlemesine nüfuz edilen doğadaki bütün olgu, obje ve olaylar bilimsel yasalarla açıklanır olmuştur. Artık hayat madde ve bilimle açıklanırken, Aydınlanma ile başlayan süreçten bugüne din tümüyle olmasa bile büyük ölçüde geriye çekilmiş durumdadır. Evrenin karmaşıklığına ve çok yönlülüğüne rağmen, öyle görünüyor ki evreni oluşturmak için üç şeye ihtiyacımız var; madde, enerji ve uzay (boşluk). Bunlar Büyük Patlama ile ortaya çıktı, içinde şiştiği büyük balon patladı. Bu teoriler son 30 yıldaki bilimsel keşiflerle büyük ölçüde kanıtlandı. Edwin Hubble teleskopu, evrenin genişlediğini keşfetti. Evren, sürekli genişliyor, yeni galaksiler ve gezegenler ortaya çıkıyor. Hubble uzay teleskopu sayesinde Büyük Patlama’nın (Big Bang) 13.7 milyar yıl önce meydana geldiği hesaplandı. Şimdi James Webb teleskopu ise ötegezegenlerde yaşanabilir bir dünya bulma peşinde. 
Geçmişte, farklı etkileşim alanları birleştirilmeye çalışıldı. James Clerk Maxwell, 1800’lerde elektrik ve magnetizmi “elektro-magnetizm” şeklinde birleştirmişti. 1940’larda kuantum elektrodinamiği alanında, Maxwell’in elektromagnetizmi kuantum mekaniği matematiğine çevrildi. 1960 ve 1970’lerde ise fizikçiler, kuvvetli nükleer etkileşim ve zayıf nükleer etkileşimleri kuantum elektrodinamiği ile birleştirerek, kuantum fiziğinin Standart Modeli’ni kurdular. Bugünün problemi ise tam bir Birleşik Alan Teorisi geliştirmek; (Einstein’in genel görecelilik teorisinde açıkladığı) kütlesel çekim ile (diğer üç temel kuvvetin etkileşimlerini kuantum mekaniği doğası içinde açıklayan) Standart Modeli birleştirmek. 
Evet, başlangıçta boşluk vardı ve sonsuz olasılıklarla dolup taşıyordu. Bunlardan birisi de Siz’siniz. Evrenin gerçekte ne kadar büyük olduğunu, şeklini, nereden geldiğini ve nereye gittiğini anlamaya çalışıyoruz. Evrende daha uzak noktalara varmayı başarırsak belki daha çok bilgi edinebiliriz. Evren yasalarını açıklamak için; mikro evren (kuantum fiziği) ile makro evreni (uzay modellemesi) birleştirecek bir birleşik teoriye, bunun için de yeni bir matematiğe ihtiyacımız var. Birleşik Alan Teorisi adını verdiğimiz bu çalışma X, Y, Z gibi üç boyutlu makro evren ile kuantum (atom altı) seviyesini birleştirecek yeni bir geometrik uzay anlayışı ortaya koymalıdır.
- Uzay düz ve zaman mutlaktır diyen Newton, Leibniz’in bulduğu diferansiyel matematiği (integral, türev) kullanmıştı.
- Einstein için uzayın yapısı eğri ve zaman göreceliydi yani zaman yavaşlayabilir ya da hızlanabilirdi. Makro düzeyde açıklamalar getirmiş ve zaman geometrisi ortaya koymuştu. Bu sayede uzaya yolculuk yapabildik.
- Kuantum fiziği ise mikro ölçekte (atom altı kuarklar; elektron, proton vb.) bir teori ortaya koyuyor.
Anlamadığımız şeylerden bir tanesi kuantum kütle-çekimdir. Ama asıl çözülmesi gereken problem şudur; Kuantum Dalgalanmaları. Kuantum Dolanıklığı Kuramına göre; iki parçanın kaderi birbirine bağlı, yani bir atomun iki parçası birbirinden 100 bin yıl uzak olsa da birbiri ile etkileşim içindedir. Bunun anlamı evrende yolculuk edebileceğimiz ve bizden evrende pek çok yerde aynı anda başka bir kopya olabileceği yani paralel evrenlerin varlığıdır. 
Burada dalga-parçacık ikilemi ortaya çıkıyor. Örneğin ışık, sadece dalga değil, aynı zamanda parçacıklardan (foton) oluşur. Işığın gücü taneciklerinden gelir. Her varlık aynı anda hem parçacık hem de dalga gibi davranabilir. Bu da henüz çözülemeyen en büyük gizemlerden biridir. Yani bedeniniz gibi evreni oluşturan her elektron ve proton hem parçacık hem dalgadır. Evrenin her yerinde olduğu gibi bulunduğumuz her yerde bir elektron alanı var. Bu elektron alanındaki dalgalarda kuantum mekaniğinin kurallarına göre, belli noktalarda paketlere dönüşüyor. Bu paketlere de ‘elektron’ diyoruz. Yani vücudunuzdaki elektron alanlar evrendeki aynı elektron alanının paketlere dönüştüğü yerlerdir. Sizdeki, başka bir insan ya da bir cisimdeki elektronlar, aynı dalganın farklı bir ifadesinden ibarettir. Tıpkı dev bir okyanustaki dalgalar gibiyiz, dalgalar farklı gözüküyor ama hep aynı okyanusun parçasıyız. Kuantum Dalgaları ile ilgili çözüme karanlık madde ve karanlık enerji yanında, kütle parçacık ilişkisini de ilave etmeli, bu dalgaların nasıl evrene şekil verdiğini, her şeyi yarattığını ortaya koymalıyız. Böylece kozmik titreşimleri de yakalayabilir, evrenin henüz bilmediğimiz boyutlarında yani gerçeklik algımızın ötesinde hareket edebilir ve nihayet Kara Kalp’e ulaşabiliriz. 
Derin Uzay Çalışmaları Neyin Peşinde?
Uzay, insanlar için pek dostça bir yer değildir çünkü evren; radyasyon, soğuk, boşluk ve mahrumiyet demektir. Ancak, uzay hakkında bildiğimiz her şey değişiyor. Uzay hakkında konuştuğumuzda, genel tanımlama ile normal olarak “derin (dış) uzay” için yeryüzünden 100 km. yukarıda başlayan ve tüm evrene yayılan bir boşluktan bahsediyoruzdur. Bu başlangıç çizgisi artık hava araçlarının çalışması için uygun değildir. Burada fizik (yörüngesel mekanik) devreye girer. Genel olarak, hava ve uzay birbirinin devamı olarak görülür ve çoğu stratejist analizlerinde bu anlamda “hava-uzay (aerospace)” terimini kullanır. “Dış uzay” veya kısaca “uzay” atmosferin ötesinde başlayan sonsuzluğa uzanan boşluktur. “Atmosferi oluşturan hava kütlesinin % 99’u bu irtifanın altındadır. Bir uydunun uçabileceği en alçak irtifa 150 km.dir. Bu uzayın başladığı en alçak irtifa olarak kabul edilmektedir. “İç uzay”, pratikte uydular için uzay alanı dünya yüzeyinden 90 mil ile 22.300 mil arasındaki irtifayı temsil etmektedir. 
1960’lı yıllardaki uzay çalışmaları yeni dünyalar bulmak gibi masalsı hedeflere yönelmiş ve “Uzay Yolu” gibi TV dizileri hepimizin ilgisini çekmişti. Ancak, uzay çalışmalarının çok pahalı olması ve ülke ekonomilerini sarsması Batılıları daha seçici ve ekonomik çalışmalara yöneltti. Uzaydan haberleşme, navigasyon alanında faydalanmak için uydular ve gözlem teleskopları gönderildi. 1990 yılında gönderilen Hubble teleskopu ile Büyük Patlama dâhil pek çok uzay teorisini kanıtladık ya da geliştirdik. Hubble’ın uzayın derinliklerini gözetleme işini 2009’da Keppler, 2021’de ise James Webb teleskopu aldı. 
Hubble’ın aynası insan gözünden 40.000 kat fazla ışık toplar, kâinatın büyüklüğü ve yaşını anlamamıza yardımcı oldu. Derinlik resimleri ise bize gezegenlerin ve galaksilerin nasıl oluştuğunu gösterdi. Hubble’ın bize öğrettiklerini özetleyelim;
- Kâinatın hızla genişlediğini kanıtladı ve karanlık enerjinin varlığını öğrendik.
- Bir milyondan fazla gözlem sonrasında; Hubble, kara delikleri tespit etti, gezegenlerin atmosferi hakkında bilgiler sağladı, gama-ışın patlamalarının detaylarını vererek kitlesel yıldız çökmeleri sonucu ortaya çıkan enerji patlamalarını tespit ettik.
Yeni bir dünya bulmaktan vazgeçmedik. 1990’lardan bu yana NASA, 5539 Dünya benzeri doğrulanmış gezegen keşfetti. Bazıları uygun atmosfer, basınç, yüzey sıcaklığı ve suyun oluşa bileceği koşullar ve imkânlara sahip olduğu ortaya çıktı. 
Dünyaya büyüklüğünde bir gezegene ev sahipliği yapan en yakın yıldız Proxima Sentuaris, 4.3 ışık yılı uzaklıkta, Mars’tan 170 bin kat daha uzak. Bir ışık yılı, 9.4 trilyon km. yani bize en yakın yıldız 40 trilyon km. uzakta. Buraya gidecek bir uzay aracı inşa etmek daha önce insanlığın hiç denemediği bir şeydi. İşte 2022’de gönderilen Minerva bu yolculuk için geliştirildi. Saniyede 51.000 km. hızla uçan Minerva, farklı yörüngelerden çıkmak için açısal düzeltmeler yaparak, 49 yılda hedefine ulaşacak; görevi ise yaşam bulmak.
Yakın tarihte Uluslararası Uzay Ajansı’nın yaptığı bir araştırmada yeni bir dünya benzeri gezegen bulundu. Dünya’ya uzaklığı 340 ışık yılı olan bu gezegenin adı K2-229b. Çalışmalar, K2-229b gezegeninin içyapısı ve yıldızına yakınlığı sebebi ile Merkür’e benzediğini ortaya koydu. 
Güneş dışı (öte) gezegenlerin keşfi dünya dışı yaşamla ilgili soruları şiddetlendirdi. Şu an için kırmızı cüce Gliese 581’in üçüncü gezegeni ve yörüngesi çevrelediği yıldızın yaşanabilir bir bölgesine yakın bulunan Gliese 581d (Dünya’dan yaklaşık olarak 20 ışık yılı uzaklıkta) henüz keşfedilen muhtemel karasal en iyi örneği olarak görünüyor. Bu katı koşullardan gidilirse gezegenin konumu yaşanabilir bölgenin dışında görünüyor, ancak sera etkisi gezegenin yüzey sıcaklığını yükselterek suyun varlığını destekleyebilir.
Bize en yakın Galaksi olan Andromedia’nın ışığı bize 2.3 milyon yılda gelmektedir. Güneşin ışığı ise bize 8 dakikada gelmektedir. Eğer zamanda yolculuğu başarabilirsek, 13 milyar yıl geriye gittiğimizde, Büyük Patlama’ya dönecek ve evren ile ilgili çok önemli sırları ortaya çıkaracağız. İşte, CERN’de yapılmaya çalışılan bu. Halen uzayda olan, James Webb teleskopu, galaksilerin nerede ve nasıl ortaya çıktığını keşfetmeye ayarlandı. 
Pek çok ülkede devlet, akademik dünya ve özel teşebbüs uzayda keşif ve madencilik için birlikte teknoloji geliştirmeye çalışıyor. Özel sektör, minyatür uydular gibi yeni teknolojilerle yeni bir uzay ekonomisi yaratıyor. Yeni Amerikan uzay stratejisi; Dünya etrafından Ay’a dünya ile Ay arasındaki yörüngeleri ticari olarak kullanmayı, resmi olmayan kullanımları ve uzay madenciliği gibi uzay kaynaklarından istifade edilmesini öngörüyor. Elon Musk, uzay atma aracı ve uydu haberleşmesi şirketi olan Space X ile Ay ve Mars’ta çoklu-gezegenli türler yetiştirmek için kolonileştirme hayali kuruyor ve bunu da insanlığın geleceği adına yapacağını söylüyor. 
NASA ise gelecek nesil insanlı uçuş vizyonu kapsamında, Artemis Ay keşif programı ve SpaceX ile işbirliği yaparak, çok yüksek performanslı bir uzay gemisi ile uzay merdiveni kurma çalışmalarına devam ediyor. NASA’nın beş yıllık planı içinde Ay’ın etrafında “Ay Kapısı” olarak yeni bir uzay istasyonu kurulması var. Bu kapı, mekik seyahatleri için uzun süreli kalma üssü olacak. NASA, ayrıca Ay’da sürekli kalabilmek amaçlı Ay’a inme sistemleri için ihaleler açıyor. 
İlk döneminde kendinin uzay uzmanı ilan eden Trump, ikinci döneminde NASA ve tüm uzay görevlerinin önceliklerinde keskin bir dönüş yaptı. NASA’nın başındaki eski astronot Jared Isaacman’ın yerine eski TV yıldızı ve ulaştırma bakanı olan Sean Duffy’yi getirince, Ocak 2025’den beri ABD’nin uzay politikalarında başıboşluk başladı. Bu tercihin arkasında Elon Musk’ın tavsiyesi vardı ama şimdi o da yok. Musk’ın niyeti Duffy ile hem ulaştırma bakanlığı hem de NASA’ya sızmaktı. Böylece SpaceX’in NASA ile anlaşmasını garantiye alabilirdi. SpaceX’in bütçesinin yaklaşık %25’i NASA ve Savunma Bakanlığı’ndan geliyor. 
SpaceX’in NASA’nın Artemis programı çerçevesinde Ay’a inen Starship gemilerinin nihai hedefi Mars’da bir Amerikan kolonisi kurmak. Starship gemileri, en büyük uzay araçları ancak düşük masraflı ve yeniden kullanılabilir özellikte. Tek bir askeri uydunun 15 yıllık atma ve işletme masrafı 300 milyon dolar ederken, SpaceX aynı uyduyu 60 milyon dolara inşa ediyor ve atıyor. Trafik düzenlemeleri için kullanılan gerçek zamanlı haritalar uzaydaki GPS uyduları ve akıllı telefon uyumu ile çalışıyor. Bankacılık işlemleri bile uyduların doğruluk, yönlendirme ve zamanlama özelliklerine tabi. Hayatımızdaki hemen her şey uydu ayarlarına bağlı. 
James Webb Uzay Teleskobu
    James Webb Uzay Teleskobu (JWST), bugüne kadar uzaya gönderilmiş en güçlü uzay teleskobu. Ömrü 20 yıl, planlanan görev süresi 10 yıl, ana görev 5.5 yıl ve yaklaşık 3 yıl 7 aydır görevde. 6.500 kg. ağırlığında ve boyutları 22 m x14 m. 25 Aralık 2021’de fırlatıldı ve 12 Temmuz 2022 hizmete girdi. Adını 2002’de NASA’nın Apollo programından sorumlu müdürü James E. Webb’ten alan JWST, 6,5 metre genişliğinde altın kaplama bir aynayla donatılan kızılaltı bir teleskop. Bu ayna, 13.5 milyar ışık yılı uzağı, yani evrenin ilk yıldızlarının oluştuğu zamanı görmesini olanaklı kılmaktadır. Her ne kadar gezegen bulmak için geliştirilmiş bir teleskop olmasa da gelişmiş yetenekleri bu teleskobun yeni gezegenleri inceleyen ve Güneş Sistemi’mizin nasıl oluştuğu ve nasıl evrim geçirdiği konularını araştıran gök bilimciler için önemli bir vasıta haline getirdi. JWST tasarımının ana odağı, yakın-kızılötesi astronomidir.
JWST, L2 (Lagrange Noktası 2) konumu etrafında, Güneş’ten uzak, Dünya’nın yörüngesinin 1,5 milyon kilometre ötesinde bir yerde sıkı bir yörüngeye oturtuldu. L2 konumu, uzayda Güneş’in ve Dünya’nın kütle-çekiminin birlikte çalışıp Güneş'in etrafında yörüngede dönen bir nesneyi Dünya’yla aynı oranda çektiği, yörünge dönüşünü bir yılda yapmasını sağladığı yerdir. Yani JWST, büyük ölçüde Dünya’nın gölgesindedir; bu durum Güneş’ten gelen ısı kirliliğini önler ve teleskobun derin uzayda çok soluk kızılaltı kaynakları saptamasını olanaklı kılıyor. Üzerinde yer alan hassas aygıtlar, dev gezegenlerin ve gezegen sistemlerinin kızıl ötesi görüntülerini çekme ve tayflarını ölçerek yaşlarını ve kütlelerini belirleme imkânına sahip. Son derece hassas aygıtları ve büyük aynasıyla, gezegenlerin doğduğu toz disklerini gözlemleyebilmenin yanında, kendi yıldızlarının önünden geçen gezegenlerin havaküre bileşenlerini de gözlemliyor. 
ABD eski Başkanı Joe Biden, teleskobun elde ettiği ilk görüntüyü 11 Temmuz 2022’de basın açıklamasında paylaştı. 12 Temmuz 2022 tarihinde ilk tam renkli görüntüler ve spektroskopik veriler NASA tarafından yayınlanmış, teleskobun genel bilim işlemleri resmen başlamıştır. Webb teleskobunun çektiği ilk fotoğrafta (Resim 2) SMACS 0723 galaksi kümesinin 4,6 milyar yıl önceki görüntüsü görülmektedir. 
JWST, kırmızı göremeye başladığı zaman bu çok eski zamanların galaksileri anlamına geliyor. JWST’nin yaptığı pek çok önemli iş arasında belki de en öne çıktı eski galaksileri bulmak ve onların hikâyesini açıklamak. 10 milyar dolar değerindeki bu teleskop, Büyük Patlama’dan sadece 280 milyon sonra oluşan bir galaksi buldu. Bu galaksi Samanyolu’nun en uzak ikizini temsil ediyor (Resim 3) ve aslında kozmik bir mucize.  Şu an bütün galaksilerin annesi olan bu en eski galaksiye “MoM z14” adı verildi. MoM z14’den önce bulunan en eski ve en uzak galaksi 13.5 milyar önce yaşanan Büyük Patlama’dan 300 milyon sonra oluşan JADES-GZ-z14-0 galaksisi idi. MoM z14, yaşadığımız Samanyolu’ndan yaklaşık 50 kat daha küçük bir galaksi. MoM-z14’ün hidrojen ve helyum ile dolu olması en eski galaksilerden biri olduğunu kanıtlıyor.
NASA’nın öncülüğünde işletilen ve gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu olarak bilinen James Webb, 26 Haziran 2025’de ilk kez bir ötegezegeni doğrudan görüntüledi ve bu uzayda bir devrim olarak tanımlanıyor. Astronomların 21. yüzyıldaki en büyük hedeflerinden biri olan ötegezegen arayışı, JWST sayesinde önemli bir dönüm noktasına ulaştı. TWA 7 b adı verilen bu gezegen (Resim 4), bir yıldızın enkaz diski içinde yer alıyor ve doğrudan görüntüleme yoluyla tespit edilen en düşük kütleli ötegezegen olma özelliğini taşıyor.
Johns Hopkins Üniversitesi ve Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nden Mathilde Malin, keşifle ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Bu teleskop, Güneş Sistemi’mizdekilere benzer kütleye sahip gezegenleri görüntülememizi sağlıyor. Bu da, gezegen sistemlerini ve dolayısıyla kendi sistemimizi anlamamızda heyecan verici bir adım.”
Gaz halindeki yeni gezegen TWA 7’nin Satürn’e yakın bir kütlesi var. Dünya'dan yaklaşık 110 ışık yılı uzakta, Antlia takımyıldızı civarında yer alan gezegen, yakındaki genç yıldız TWA 7’nin yörüngesinde dönüyor. Antlia takımyıldızı içindeki gezegen dünyadan 110 ışık yılı uzakta. Bir ışık yılı yaklaşık 9.5 trilyon km. uzağı temsil ediyor. 
Ötegezegenler, bizimki de dâhil gezegen sistemlerinin nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamıza katkı sağlıyor. Hâlihazırda Güneş Sistemi’nin dışında var olduğu teyit edilen en az 5 bin 900 ötegezegen (exoplanet) var. Bunların çoğu başka yıldızların yörüngesinde dönüyor ve keşfedilenlerin çoğu Samanyolu Galaksisi’nde yer alıyor. Ancak NASA milyarlarca ötegezegenin var olduğunu düşünüyor. Webb ile sadece görüntüleme değil, gezegenin nasıl oluştuğunu ve evrimleştiğini de belirleyebiliyoruz. Web, hâlihazırda dünya büyüklüğünde ötezegenleri doğrudan görüntüleme kabiliyetine sahip değil. JWST’nin daha fazla ötegezegen keşfetmesi ve bunların bileşimleri, çevresel koşulları ve yaşam potansiyelleri gibi özellikleri hakkında daha fazla fikir vermesi beklenmektedir. 
Şimdiye kadar tespit edilen hemen hemen tüm gezegenler Samanyolu içerisinde yer almaktadır. Bununla birlikte, diğer gökadalarda bulunan ötegezegenlerin, yani estra-galaktik gezegenlerin var olabileceğine dair kanıtlar da vardır. Dünya’ya en yakın ötegezegenler, Güneş’e en yakın yıldız olan Proxima Centauri yörüngesinde dönen ve 4,2 ışık yılı uzaklıkta bulunan gezegenlerdir.
Bir gezegen sistemi büyük bir gaz ve toz bulutu olarak doğar ve sonra kendi çekimi içine çökerek bir merkezi yıldız oluşturur. Dünya, Güneş etrafında dönerken diğer gezegenler kendi yıldızı etrafında dönerler bu gezegenlere de öte gezegenler denir. Ötegezegenlerin keşfi, dünya dışı yaşam arayışına olan ilgiyi artırmıştır. Özellikle bir yıldızın yaşanabilir bölgesinde yörüngede dolanan gezegenlere özel bir ilgi vardır ve burada bildiğimiz yaşam için bir ön koşul olan sıvı suyun yüzeyde var olması mümkündür. Bununla birlikte gezegensel yaşanabilirlik üzerine yapılan çalışmalar, bir gezegenin yaşamı barındırmaya uygunluğunu belirlemek için çok çeşitli diğer faktörleri de dikkate alır.
Dünyanın ve İnsanlığın Geleceği
Kutsal kitaplarda dünyanın sonu ile ilgili belirlenmiş pek çok tarihin zamanı gelip geçmiştir. Her geçen tarih için bir mazeret bulunmuş, yeni açıklamalar getirilmiştir. Hava tahminlerinde olduğu gibi bilimsel kestirimler de peygamberler ve kâhinlerden daha doğru olmayabilir. Dünya tarihi oldukça hızlandı. Dünyanın kendi kendini yok edeceği, en azından insan (Homo sapiens) olmanın ya da insanlığın biteceği bir sona doğru hızla gidiyoruz. Karadeliğin kaçamayacağınız girdabındasınız; bu, bir kendi kendini öldürme partisi. İki bin yıldır anlatılan semavi dinlerin sizin gibi konuşan Tanrısı yerine fiziğin tanrısına gidiyoruz.
Önümüzdeki 30 yılda din, aile, toplum, devlet vs. hepsi bu hızlı süreçte kaybolacak. Yeni bir aydınlanma ve kaos dönemine giriyoruz. Bu süreci hızlandıran katalizörler gene insanın güç arayışı, çıkarcılığı ve nefret duygusu. Bir yanda Trump gibi ahlaken düşük, güç sevdalısı, “Ben her şeyi biliyorum.” diyen otoriter liderler; diğer yandan kötü niyetlere hizmet eden teknolojik yarış ve özellikle yapay zekâ konusunda acımasız rekabet. Yapay zekâ, insan hatalarını elimine etmenin yanında, insan kapasitesinin üzerine çıkacak kabiliyetler potansiyelini de temsil ediyor. Daha önemlisi bunlar artık bir bilim kurgu ya da fantezi değil, gerçek; ilk modeller süratle daha gelişmişlerine evriliyor. Kısaca yapay zekâ devrimi ile insan olmanın ötesine geçeceğiz. Bizi bekleyen hayat ölüme oldukça açık, yaşamaya değer olmayan ama intiharın da çözüm olmadığı bir yaşam olacak. 
Bilim insanları için ölüm kaçınılmaz bir kader değil, sadece teknik bir problemdir. İnsanlar; Tanrı öyle buyurduğu için değil kalp krizi, kanser, enfeksiyon gibi pek çok teknik sebepten ölmektedir. Her teknik problemin de teknik bir çözümü vardır. Eğer kalp teklerse bir elektroşokla tekrar harekete geçirilebilir veya yeni bir kalple değiştirilebilir; kanser vücutta ilerlerse ilaçlar veya radyasyonla yok edilebilir. Bakteriler yayılırsa antibiyotikle kontrol altına alınabilir. Belki şu an tüm teknik sorunları çözemiyoruz ama çare bulmak amacıyla uğraşıyoruz. Bu çalışmalar, bugün biyoteknoloj alanında dev adamların eşiğini temsil ediyor. En zeki olanlarımız, bunun yerine hastalık ve yaşlılığa neden olan fizyolojik, hormonal ve genetik sistemleri inceliyor. Yeni ilaçlar, devrim niteliğinde yeni tedaviler ve yapay organlar üreterek yaşamımızı uzatmaya çalışıyoruz. Bunun adı “Transhümanizm (geçiş insanı)” olarak anılıyor. Bu akımın bir diğer hedefi İnsan’ı (Human), İnsan-Üstü (Post-Human) bir seviyeye yükseltmektir. Bu noktada Transhümanizm, Posthümanizme giden yolda bir köprü işlevi görür. 
2030’larda insan beynine çip yerleştirilmesi ile yeni bir insan türü (İnsan 2.0) ortaya çıkacak. Bu insanlar bir internet ağı üzerinden takip ve kontrol edilecek. Ne düşündükleri ve hangi hayalleri kurdukları kaydedilebilecek ve bu kayıtlardan yola çıkılarak insanlar yönlendirilebilecekler. 
    Tüm insanların beyinleri birbirine bağlandığında, yani tek bir enerji ağacı olup, avatar yaşama geçtiğimizde hâlen bulunduğunuz dört boyutlu yaşamdan daha fazlasına ve belki on birinci boyuta çıkacak, işte o zaman gerçekten, tanrılarınızın kimler olduğunu ortaya çıkaracaksınız. Yaratıcı kozmik ışınlardan gelen frekansları almayı öğrendikçe tanrılarla karşılaşmaya hazır hale geleceksiniz. Ancak, sıçramayı herkes gerçekleştiremeyecek çünkü herkes uyum içinde çalışmak isteyen frekansta titreşmiyor. 
Dijital çağda asıl soru şuradadır: İnsan, insan kalmakta ısrar edecek mi? İnsan-sonrasından bahsetmek böyle bir ısrarın göstergesidir. İnsan çağı artık geçip gitmiştir. Buna tanrı-insan, ölümsüz insan da dâhildir. İnsan; oluşa katılmayı, ağa bağlanmayı, şeylerle etkileşime girmeyi yani ‘olmayı’ seçecek. Büyük sırrı yaklaşık 2150’de tamamen keşfedeceğiz ve hâlâ özgür kalabilirsek, insan olarak kalıp kalmamaya da kendimiz karar vereceğiz. 
Bununla birlikte, insanlık erkenden kendi sonunu getirebilir. İnsanlığı yok etme olasılığı olan gelişmeler şunlar olabilir;
(1) Üçüncü Dünya Savaşı; 
Güney Çin Denizi etrafında başlaması ve önce Uzak Doğu’yu daha sonra Avrasya ve tüm dünyayı sarması beklenen bu savaşta, nükleer silahların da kullanılması ile birlikte dünya nüfusunun yok olma olasılığı var. 
(2) Küresel salgın hastalıklar ve GMO’lu ürünler;
Küresel Sermaye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası Yeşil Devrim ile kurgulamaya başladığı GMO’lu ürünlere, 1990’lı yıllar ile birlikte salgın hastalıklar ve aşı bağımlılığı üzerinden küresel nüfus kontrolü ile yeni dünya düzeni oluşturma projesi devam ediyor.
(3) İnsan 4.0;
Beynine çip takılmış (İnsan 2.0) ve organları değiştirilebilen (İnsan 3.0) makine insandan sonra ölümsüz insanın (İnsan 4.0) geliştirilmesi ile insanlık bambaşka bir yöne gidecek, suni (annesiz) doğum ile cinsiyet ayırımı ortadan kalkacak.
(4) Altıncı büyük yok olma;
Son 540 milyon yılda beş büyük yok olma (en son 65 yıl milyon önce) yaşandı yani tüm canlılar doğal bir felaket sonrası öldü. Küresel ısınma sonucu aşağıda hapsolan ısının neden olduğu aşırı sıcaklar zamanla her yeri kavurmaya başlayacaktır. Geriye kavrulmuş ve paslı bir dünya kalacaktır. Güneş %40 daha parlak hale gelecek, dünyada geride kalan her şey yanarak kül olacaktır. Bu yüzden gittikçe daha sıcak bir dünyada yaşam mücadelesi veriyoruz. 
Dünyanın yok olması ile ilgili senaryoları ise şu şekilde özetleyebiliriz;
(1) Meteor (Göktaşı) veya astreoid (kuyruklu yıldız parçası) çarpması.
(2) Okyanusların buharlaşması.
(3) Güneşin sönmesi.
(4) Dünyayı bir karadeliğin yutması.
Peki, dünya yok olsa da insanlığın yaşaması için ne yapılabilir? Bunun için yeni dünyaları şimdiden bulmak, hatta zamanda yolculuğu öğrenmek gerekiyor.
Uzayda yabancı bir uygarlık veya yeni bir dünya bulunması, gittikçe ölümsüz hâle gelecek insan hayatı demografisini kökten değiştirecek. Kendini yeniden yaratan ve pek çok yaratıcılık işine müdahil olmaya başlayan insan, yarı-tanrı olacaktır. Ölümsüzlüğü bulduğumuz da ise Tanrı ile buluşacağız. Ama ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
Üçüncü Bilimsel Devrim; Evrende Boyut Atlamak
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/143142832/Kara_Kalp_Kozmik_Titreşimleri_Yakalamak_

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *