11 Mart 2025

Kozmokrasi

Kozmokrasi kavramı anlaşılmadan günümüzdeki uluslararası ilişkileri çözümlemek zor olacaktır.

10 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

Kozmokrasi kavramı anlaşılmadan günümüzdeki uluslararası ilişkileri çözümlemek zor olacaktır.

‘Ritüel’ dinine mensup kozmokratlar dünyayı yönetiyor.

‘Ritüel’ terimi, Katolik toplu ayininden, Budist rahiplerinin Himalayalar’da şarkı söylemelerine, büyük ibikli dalgıç kuşunun çiftleşme seremonilerine kadar, olağanüstü derecede değişik davranışı tasvir etmek için çeşitli ortamlarda kullanılmıştır. Bu terim, taç giyme ve çay içme törenlerini, çocukların yetişkinlerin oluşturduğu çevreye kabul edilişlerini betimlemek için kullanılır; ya da, ister dini ister seküler isterse her ikisi olarak yorumlanan fiilleri tanımlayabilir. ‘Ritüel’, örneğin, hemşireler ve sporcu baylar ve bayanlar tarafından çalışma ortamlarında icra edilen belirli  faaliyetleri, okullardaki eğitim faaliyetlerini, dini amaçlı yolculukları (hac) ve tatilleri tasvir edebilir. ‘Ritüel’ genel veya özel olabilir. Ritüelin kapsamındaki bu genişlik, tanımlarının da kuşatıcılığına sebep olmuştur: (…) ‘ritüel’ genel olarak hem bilimsel hem de diğer sohbetlerde, belli bir faaliyet türü olarak algılanır; ‘ritüel’ kendini açıkça dile getirir, alışılmış, buyurgan, şakacı, basmakalıp, gizemlidir, nesneleri kullanmayı gerektirir, biçimlendirici düzenlidir; ezberden okuma, şarkı söyleme, grup törenleri, dans, kurban ve göreve başlangıç törenleri, kutsal nesneleri kendi lehine kullanma ve benzeri spesifik uygulamalar gibi önceden belirlenebilen, anlamsız, anlamlı, düzenli model nitelikli, ardışık, sembolik ve gelenekseldir. ‘Ritüel’le ilgili geçerli anlamlara ilişkin ikinci bir yan anlamlar grubu vardır, bunlar en belirgin şekilde sihir uygulamaları ve büyücülükle ilişkilidir, fakat aynı zamanda olağanüstü varlık veya alanla birleşmeye, (hava durumu gibi) öngörülemeyen olayları kontrol altına almaya, toplantıları açma ve kapama faaliyetlerine, yardımlarından dolayı olağanüstü varlıklara şükran sunmaya işaret eder.

Yeni küresel düzeni oluşturan, bunu devam ettirmek için aileden gelen zenginliği olan adeta oligark sınıfının içinde doğan ya da dünya zenginlerinin kurduğu gözde üniversitelerden derece ile mezun olmuş uluslararası şirketlerde çalışma fırsatı bulmuş üst düzey yöneticilerden kozmokrat olarak bahsedeceğimiz bu yazımızda ulus devlet ve küreselleşme çekişmesinin nasıl oluştuğunu inceleyerek devam edelim. 

Ulus-ötesi demokratik teorinin savunucusu vasfını taşıyan McGrew, belli başlı dört ulus-ötesi demokrasi modeli öngörmektedir. Bunlar liberal enternasyonalizm, radikal demokratik çoğulculuk, kozmopolit demokrasi ve müzakereci demokrasidir. Liberal enternasyonalizm, liberal devletlerin hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla başka devletlere müdahale edebileceğini, hatta yerine göre etmesi gerektiğini savunur. Radikal demokratik çoğulculuk, kimlik ve farklılık konularına makul bir açıklama getirmekle ilgilenir. Kozmopolit demokrasi kuramı, demokratik norm ve değerlerin küreselden yerele farklı düzeylerde uygulanmasını öngörmektedir. Müzakereci demokrasi kuramı ise temel belirleyici kolektif kararların siyasi bir tartışma sürecinin sonunda alındığı bir demokrasi modelidir. McGrew’a göre, bu modellerden son ikisi, ulus-ötesi demokrasi yaklaşımına diğerlerinden daha uygun düşmektedir. Çünkü bu modeller, ulusun sınırlarını aşan demokrasiye ilişkin en sistematik ve ikna edici açıklamayı sunmaktadır.

Toplumlar, kolektif ihtiyaçlarını normal olarak devlet aygıtı ve onun hukuk düzeni içinde karşılarlar. Rousseau’dan Locke’a bütün sözleşme teorisyenleri de zaten devletin varlık nedenini ve meşruluk temelini bu çerçevede açıklarlar. Onlara göre, düzenli ve istikrarlı bir var oluş için gereken egemen yapıyı oluşturmak amacıyla, insanlar hürriyetlerinin bir kısmından feragat ederek yaptıkları anlaşma sonucunda (Heywood, 2012: 31) üstün bir kolektif örgütlenme biçimi olarak devleti kurmuşlardır. Bu kolektif örgütlenme yapısı meşruiyetini o sözleşmeden alır; ancak eylem, işlem, karar ve siyasalarında adalet ilkelerine bağlı kaldığı ölçüde/oranda/takdirde/sürece bu meşruiyeti daim ve tahkim edebilir. Bu aynı zamanda devletin egemen bir güç olmasının da hem en önemli bir göstergesi hem de doğal bir sonucudur.

Geçen yüzyılın ikinci yarısında, bir dizi uluslararası organizasyonun kurulmasını, kendine özgü birtakım özel yönetim düzenlemeleri ve kamusal-özel ortaklığının doğuşu izlemiştir (Bexell, 2010: 81). Küresel siyasal arenadaki bu fiili durumun teorisini kurmak ve geliştirmek üzere, ulusötesi demokrasi hakkında yeni bir literatür oluşmaktadır. McGrew (2002b: 270)’a göre bu literatürün bağlamı, küreselleşmenin yoğunlaşması, küresel demokratikleşmenin üçüncü dalgası ve ulus-ötesi sosyal hareketlerin ortaya çıkışı gibi çağdaş gelişmelerdir. Yine bu literatürde ulus-ötesi demokrasinin potansiyel kurumsal formlarına ve normatif prensiplerine ilişkin akademik değerlendirmelerde mesnet ittihaz edilen ilkeler şeffaflık, hesap verilebilirlik ve temsildir.

Devlet ve küresel sistem arasında belirginleşen bu tanımlamalardan sonra bütün sınıfsal ayrımların son zamanlarda yerini bıraktığı kozmokratları tanıyalım.

The Economist’in Yazı İşleri Müdürü John Mickelthwait ve o zamanlar yine The Economist’in Washington bürosunda görev yapan köşe yazarı Adrian Wooldridge. Birlikte kaleme aldıkları “A Future Perfect: The Challenge & Hidden Promise of Globalisation”da yeni global dünya düzenini eleştirirken kozmokratlardan da söz ettiler. Ardından pek çok kozmokrat tanımı ve incelemesi gelmeye başladı. ABD’li siyaset bilimci Zbigniew Brzezinski’ye göre bu uluslar üstü elitler, ilk defa kendini göstermeye başlayan küresel bilincin temsilcileriydiler. Adrian Woolridge’e göre kozmokratlar yapılanmakta olan yeni bir sınıftı ve global olduklarını iddia eden ama düşünce sistemi olarak globalleşemeyen Batılı tarzdaki eğitim sistemleriyle şirketlerin ürünüydüler. 2010’lu yıllara gelindiğinde de sayıları iki misli artacaktı. John Prideux, bu kitleyi “gümrüksüz sınıf” olarak tarif ediyor; “Çoğu 35 yaşın altında. Yaşadıkları şehir bir başkentten diğerine değişir ve hiçbir yerde birkaç seneden fazla kalmazlar. Kendi ülkelerinin taşrasına gitmektense dünyanın öbür ucuna gitmeyi tercih ederler. Paralarını uluslararası kuruluşlarda değerlendirir ve ulusal ekonomileri umursamazlar” sözleriyle de genel bir portre çiziyordu. Clarkson Üniversitesi’nce çizilen çerçeve ise daha anlaşılırdı: Kozmokratların en belirgin özellikleri yüzeysellikti. Kendilerini çevreleyen dünyaya karşı yaklaşımlarında gözlemlenen ortak payda ise kayıtsızlık ve alaycılıktı. Sadakatleri sınırlıydı. Sadece kendilerine sadık kalabiliyorlardı. Bağlı oldukları şirketlere de sadakat duyuyorlardı ama elbette şirket o dolgun maaşları ödemeye devam ettikçe. Kozmokratların yaptıkları en önemli şey, ‘bağlantılar kurmak’tan ibaretti. İş dünyası ile siyasi yönetim kadroları arasında, siyasi kadrolarla sivil toplum örgütleri arasında ve sivil toplum örgütleri ile iş dünyası arasında bağlantı kuruyorlardı. Çalıştıkları şirketleri de huzursuz ediyordu. Çünkü belirledikleri hedeflere ulaşma adına kozmokratlara elleri mecburdu ama kozmokratların söz konusu hedeflere karşı kayıtsız tutumları da akıllarını karıştırıyordu. Uluslararası politika alanında uzman Owen Harries’e göre manzara son derece netti: Birbirinden farklı rollere ve kimliklere bürünen bu kitlenin ne yapacağını önceden tahmin etmek mümkün değildi. Amaçlarına uygunsa, uluslararası toplantıların birinde ABD’yi, diğerinde Rusya’yı ve işlerine gelen toplantıda ise kendilerini temsil edebilecek kadar aidiyet duygusundan uzaklardı.

 Çok uluslu bir kuruluş, herhangi bir girişimi için kozmokratlardan birini temsilci ve iş bağlantısını kuracak kilit isim olarak göreve getiriyordu. Bu temsilci kozmokrat, görevini nasıl yapması gerektiğiyle ilgili olarak eğitim görevlisi, aracı, memur, STÖ (Sivil Toplum Örgütü) yöneticisi, ekonomi ve siyaset uzmanı türdeşlerinden fikir alıyordu. Hep birlikte oluşturulan haritayla yola çıkılıyordu. Ücretleri astronomikti. Sağdan soldan söz konusu girişimle ilgili çatlak sesler yükseldiği anda, hakim oldukları internet medyası aracılığıyla bir dezenformasyon dalgası yaratıyorlardı. Kendileri gibi kozmokratların görevde olduğu üniversitelerde seminerler düzenleyip, çıktıkları yolun ‘gayet iyi bir yol’ olduğunu anlatmak için bile 1.5 saatlik katılım ücreti olarak 10 bin dolar talep edebiliyorlardı!

Daha net bir anlatımla kozmokratı tanımlayalım

İşin bir ülkede, müşterin ötekinde...Tedarikçin Uzakdoğu 'da, üretim merkezi Güney Yarıküre 'de...Çağrı merkezi dünyanın bir başka ucunda ve sen de ömrünü havaalanlarında geçiriyorsun.
Sovyet uzay insanlarına verilen " kozmonot "tan türetilmiş.
Kariyer basamağında tırmanmayı, tıpkı uzaya çıkma gibi algılayan, geleceğini küreselleşmenin dinamizmine bağlayan insan davranışına bu ad veriliyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin de sayesinde, zamanı ve mekânı " sıfırlayan " bu insanların herhangi bir ırka, dine, dile, ulusa veya geleneğe sadık kalma iddiaları yok. Güç nerede ise, o " yer ", kozmokratların " anavatanı " oluyor ve bu vatan, gelişen (çelişen) şartlar içinden kolayca değişebiliyor.
Kozmokratların en büyük özelliği, tıpkı uzayda tur atan kozmonotlar gibi, sürekli göç halinde olmaları. Ancak kozmokratlar buna " göç " değil, seyahat adını veriyor. Üretimin, paylaşımın, zenginliğin hızla yer değiştirdiği Küre'de, uluslararası şirketlerin tepe yöneticileri ve bu yönetime katılmayı kendilerine " kariyer modeli " yapanlar...
Eğer zenginlik, Silikon Vadisi'nde ise artık bir kozmokrat için Hindistan'da doğmanın bir anlamı kalmıyor. Veya doğup büyüdüğü Avrupa'dan, üretim merkezi Tayvan'a kaymışsa, kozmokrat, kendini " doğumundan beri " Tayvanlı hissedebiliyor. Derisinin renginden, dilindeki şive veya yetişme tarzından bağımsız olarak, kozmokratların giyimi, neredeyse birbirinin aynısı gibi. Dinledikleri müzikten yedikleri yemeğe dek, ortak bir " ritüelin " insanları gibi davranıyorlar.
2000'li yıllarda bilişim sektöründeki kozmokratların moda rengi turuncu, yemek alışkanlıkları suşi idi. Şimdilerde bunların yerini " moda olmaya başlayan etnik yemekler ve müzikler " aldı.
Küresel zenginliğin, " sahibi aynı kalsa da " dünya üzerinde, tıpkı bir kasırga bulutu gibi yer değiştirmesine paralel olarak, kozmokratların da " cazibe merkezleri " yer değiştirir duruma geldi.
Kozmokratları, " Küresel Elitler " olarak da tanımlayanlar var.
Öyle bir seçkincilik ki, İngilizceyi son derece iyi konuşacaksın, herhangi bir yöresel değere fazla takılıp kalmayacaksın, marka okulların birinden mezun olacaksın, hangi güce hizmet ettiğini sorgulamayacak ve " sabah, nerede uyandığına " fazla aldırmayacaksın.


Yeni Bir Yönetici Sınıf-Kozmokratlar

Küreselleşme son yıllarda üzerinde en fazla tartışılan ve hakkında en çok kitap yayınlanan konuların başında geliyor. Küreselleşmenin zararlarına dikkat çeken ve gerek ülkeler gerek bölgeler arasındaki esasen mevcut olan dengesizlikleri daha da artıran etkilerini vurgulayan yayınların yanısıra, özellikle son yıllarda, küreselleşmenin olumlu yönlerine dikkat çekilen eserler de yayınlanmış bulunuyor. Thomas Friedman’ın "The Lexus and the Olive Tree", John Micklethwait ve Adrian Wooldridge’in "A Future Perfect" ve Pascal Zachary’nin "The Global Me" adlı kitapları, artık herkes tarafından teslim edilen olumsuz yönlerine değinmekle birlikte, esas itibariyle küreselleşmenin savunmasını yapan ve olumlu yönlerini vurgulayan eserler olarak dikkat çekiyor. Bütün bu eserlerdeki ortak nokta, küreselleşmenin sanayi devriminden bu yana dünyayı değiştiren en büyük güç olduğu ve yeni bir uluslararası sistem olarak kendisini kabul ettirdiğidir.

John Micklethwaitt ve Adrian Wooldridge "A Future Perfect" adlı kitaplarında, küreselleşmenin yeni bir uluslararası sistem olduğuna işaret ederek, bu yeni dünya düzeninin yeni yönetici sınıfı için de bir terim ortaya attılar: "Kozmokratlar". Küresel ekonomiye siyasetçiler, iş adamları, akademisyenler ve diplomatlardan oluşan yeni bir elit sınıfın yön verdiğini savunan Micklethwait ve Wooldridge, çok seyahat eden ve başta internet olmak üzere bilgi iletişim teknolojilerini sıkça kullanan kozmokratların sayısının bütün dünyada 20 milyon civarında olduğunu öne sürüyorlar. Bu iki yazarın, bilgi iletişim teknolojilerindeki başdöndürücü ilerlemelerin, serbest ticaretin, verimliliğin ve saydamlığın belirleyici özellikler olarak ortaya çıktığı, küreselleşme olarak adlandırılan yeni uluslararası ilişkiler düzeninin yaratacıları ve yönlendiricileri olarak tanımladığı kozmotratların, küreselleşmenin olumsuz etkilerini giderme ve olumlu etkilerini artırma yönünde ne ölçüde başarılı olacaklarını kuşkusuz zaman gösterecek.

 

Tekrar ritüele dönelim ;

Bir kozmokratı ritüele din gibi bağlanmaya iten sebep yukarıda anlattığmız yaşam biçimidir.

Bir kozmokrat öğleden önce bir budistle öğleden sonra bir hıristiyan ya da müslümanla anlaşma masasına oturan kişidir.

Çoğu zaman anlaşma yaptığı kişinin de bir kozmokrat olduğunu varsaydığımızda bu dinler arası aşılması zor duvarlar dinler öncesine dayanan ritüellerin sohbet konusu yapılması ile aşılır.

Bir kozmokrat mitolojiyi çok iyi bilir, önünde engel olarak gördüğü dini muhafazakarlığı, milliyetçiliği, ulus devletçi anlayışı ritüellere sığınarak aşmaya çalışır.

Tıkandığı yerde aklın yolunun kendisi ile anlaşmaktan geçtiğini, dünyada sayısız girişim modelini, değişik ülkelerde uyguladıkları yöntemleri kıyas yapmanızı ister.

Temel hedef görüştüğü yetkiliden istediğini almaktır. Bu bazen bir altın madeni yatırımı, bazen petrol arama izni, bazen devletten yatırım desteği, bazen vergi indirimi isteği olabilir.

 

Sonuç

Gelişmiş ülkeler, ABD de dahil olmak üzere ulus devlet yapısının klasik organları, istihbarat teşkilatı ve diğer güvenlik kurumları kozmokrasi sınıfının daima gerisindedir. Bu nedenle bu sınıfın ritüellerini, amaçlarını ulus devletlerin yönetim kadrolarını, kurumlarını hatta ordularını kendi ekonomik menfaatleri için nasıl kullandıklarını çözümleme anlamında bir bilinç gelişmediği takdirde dünyada değer odaklı hiçbir sistemin yaşaması mümkün değildir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *