11 Mart 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Kürt Açılımı Türk’e, TSK’ya, Türkiye Devleti’ne Hakaret Etmeyi Meşrulaştırıyor mu?

Kürt Açılımı Türk’e, TSK’ya, Türkiye Devleti’ne Hakaret Etmeyi Meşrulaştırıyor mu?

Dağdaki silahlı teröristlerden ziyade onu dağa çıkaran kalemler bu ülkeye daha çok zarar vermektedir.

5 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Dağdaki silahlı teröristlerden ziyade onu dağa çıkaran kalemler bu ülkeye daha çok zarar vermektedir.

Kürt Açılımı Türk'e, TSK'ya, Türkiye Devleti'ne Hakaret Etmeyi Meşrulaştırıyor mu?

"İslami Kürtçü" vasfıyla öne çıkan, Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin 24–25 Temmuz 2010 tarihlerinde Diyarbakır'da gerçekleştirdiği "Kürt Sorunu Forumu"nda konuşan Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadri Yıldırım, Türk'e hakaret eden, TSK'ya terör örgütü ithamında bulunan, PKK'yı meşru gören bir konuşma yaptı.[1] Forumda Türk Devletine, Türk Milletine kelimenin tam anlamıyla kin ve nefretini kustu. PKK'nın olumlandığı, bölücülüğün pervasızca savunulduğu, Türk ordusuna "Ergenekon (!)" denilerek hakaret edildiği bu konuşma Özgür-Der'in kendi sitesinde haber olarak yer aldı. Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarının yeniden tartışılması gerektiğini ortaya koyan bu konuşmada Türk kimliğine hakaret etme özgürlüğünün sonuna kadar kullanıldığı görülmektedir.

Öncelikle Yıldırım'ın bir "aydın" ve devletin üniversitesinde hoca olarak görev yapan bir memur olduğu tespitinden hareketle, taşıması beklenen sorumlulukları açısından ciddi bir ahlaki zaafiyet içerisinde olduğu görülmektedir. Çünkü, Yıldırım, TRT 6'da yaptığı programdan aldığının dışında, 4-5 milyar maaş aldığını belirtmektedir. Elbette Avrupa'nın bir ülkesinden, Ermenistan'dan veya Yunanistan'dan değil Türkiye devletinden maaş almaktadır. Sonra o maaşların kaynağını oluşturan vergileri veren Türk milleti hakkında "özgürce düşüncelerini ifade ederken" "biraz" sorumluluk duygusu taşıması herhalde her ülkede (aslında bir zorunluluktur) asgari bir beklentidir.

"Kürt sorununun en temel sorumlusunun modern Ordu/militarizm" olduğunu kaydeden Yıldırım, "Modern ordu, modern Ergenekon'dur. Bunun iki namlusu var. Biri Kürtlere ve Kürt halkının haklarına çevrilecekse, ikinci namlu AKP'ye çevrilecek. Biri bize ise diğeri size. Modern ordu Kürtleri de AKP'yi de bitirir," demektedir. TSK'yı, "Silahlı bir terör örgütü olarak" hakkında açılan davası hâlâ süren bir örgütle özdeşleştirmektedir. TSK'ya Ergenekon demek TSK'ya terör örgütü demek değil midir? Ayrıca bu söz bir AKP vekiline karşı söylenmektedir. Misyonu belli bir toplantıya katılan AKP'li vekilin ne cevap verdiğini bilmiyoruz. Cevap verdiyse ne demiştir; cevap vermediyse niye vermemiştir?

Kürtçülük için İslam'ın bile kullanılabileceğinin bir örneğini sergileyen Yıldırım'ın, "Eğer İslami çevreler Kürt sorununu görmezden gelirse, hatta inkar ederse ve İslamiyet'in Kürt mücadelesini desteklediğini, zulme karşı çıktığını bilmezse, dinden çıkarlar," sözü ırkçılık ve bölücülüğün hangi boyutlara geldiği göstermesi açısından ibretliktir.

"Kürtler tanınmıyor, hakları tanınmıyor. Kürtler de özgür bir millet ve hak mücadelesi yürütüyor. Eğer bugün TRT 6 gibi adımlar atılmışsa, Dimdim Kalesi'ndeki Biradost'un da bunda katkısı var, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran'ın da, PKK'nin de katkısı var. Kimse bunları inkâr etmesin. Çünkü bu adımlar mecburiyetten dolayı atıldı; bu mücadelenin sonucu atıldı," dedikten sonra "PKK'nin taleplerini bağımsız Kürdistan'dan anadilde eğitime kadar düşürdüğünü ama buna rağmen devletin Kürtler için adım atmadığını" söyleyerek üstü kapalı bir tehdit savuruyor. Ayrıca, PKK'nın taleplerini aşağı çekerek nasıl bir iyi niyet taşıdığını ve barışçı olduğunu anlatmaya çalışarak sanki bir terör örgütünden değil de sivil toplum örgütünden bahsediyor. Bununla birlikte bir terör örgütü olan PKK'nın alenen meşrulaştırıldığı, "bu mücadelenin" öneminden ve işlevinden bahsedildiği konuşmanın pervasızca sergilenmesi ülkenin geldiği "demokratik düzeyi" göstermektedir!

Irkçılığın zirve yaptığı ve Türklerin "ötekileştirildiği" sözler ise "Kürtler'in, dinlerine bağlı olmalarından dolayı Türkler ile yaşamaya tahammül ettikleri" cümlesinden anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Yıldırım, aynı dinden olmamaları halinde Kürtler'in çoktan Türkler'den ayrılmış olabileceği ihtimalini dile getirmektedir. Burada Türklere kendice "ince" bir hakaret savurmaktadır. "Türkler o kadar tahammül edilemez insanlardır ki, ancak, İslam bize bu sabrı veriyor" demek istemektedir.

"Ben bir akademisyenim. Benim hiçbir ekonomik sorunum yok. Ayda 4-5 milyar maaş alıyorum. Anayasal düzlemde tanınma ve dil istiyorum. Dilimin ve milletimin özgürlüğünü istiyorum," diyen Yıldırım, maaş aldığı devlete karşı "dilimin ve milletimin özgürlüğünü istiyorum" diyerek bölücülükte coşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti savcılarının görevinin ne olduğunu da bu arada sormadan edemiyoruz. Türkiye'de artık bölücülüğün, terör örgütünü övmenin, Türklüğe hakaret etmenin pirim yaptığını, hatta ödüllendirildiğini; bu durumun ülke gerçeği haline geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şu soruların cevabı üzerinde sokaktaki adamdan meclisteki vekile, kışladaki askerden köydeki çiftçiye, milletin her bir ferdinin düşünmesi gerekmektedir. Bir devlet aylığını verdiği, bütün sosyal ve güvenlik konularında ihtiyaçlarını karşıladığı bir "memurundan" kendisine karşı ne gibi sorumluluklara sahip olmasını bekler? Bu memurunun kendi varlığına kasteden fiillerine karşı tedbir kullanır mı; kullanırsa ne gibi yöntemlerle bunu sağlar veya nasıl bir kontrol mekanizmasını devreye sokar? Bir devlet, toplumun siyasal varlığını, toplumsal değerlerini ve kültürünü korur mu; korursa nasıl korur? Bir devlet, hizmet etmesi için bünyesine kattığı memurunun hizmet edeceği topluma hakaret etmesi karşısında ne yapar? Ve en önemlisi bir memur, bağlı olduğu devletin kurumlarına saldırabilir mi? Her şeyden önemlisi de Türklüğe hakaret artık niye yadsınmamakta ve hatta pirim yapmaktadır? Bir terör örgütü olan PKK, niçin özgürlük mücadelesi veren siyasal bir örgüt olarak algılanmakta ve desteklenmektedir?

Sonuç olarak, dağdaki silahlı teröristlerden ziyade onu dağa çıkaran kalemler bu ülkeye daha çok zarar vermektedir. Başka bir deyişle, kaleminden "barış" formatında kan akan bir yazar dağda eli silahlı teröristten çok daha tehlikelidir. Çünkü dağdaki teröristin kendini gizleyeceği efsunlu kavramlara, sözlere, söylemlere ihtiyacı yoktur. Onun tek gerçeği elindeki silahıdır. Sonunda ölüm olduğunu bilse de... Peki, kentlerde sözde barış için insanların kafasını zehirleyen, gençleri milletine ve devletine karşı kin ve nefretle dolduran "aydınlar"…. Üstelik kin kustukları "devlet"ten para alıp rahat bir yaşam süren, kalemlerinden kan damlayan barış elçileri… Onlar ne olacak?



[1] http://www.aknews.com/tr/aknews/4/167081/?AKmobile=true ; daha geniş bir bilgi için bkz: http://www.ozgurder.org/v2/news_detail.php?id=1515

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *