11 Mart 2025

KÜRT AÇILIMINDA ZAFİYETLER-4

Kullanılan söylemlerin, gerekçelerin ve meşrulaştırıcı argümanların zayıflığı Kürt açılımındaki ikna ediciliği yok eden bir nitelik taşımaktadır.

5 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Kullanılan söylemlerin, gerekçelerin ve meşrulaştırıcı argümanların zayıflığı Kürt açılımındaki ikna ediciliği yok eden bir nitelik taşımaktadır.

Kürt açılımından sorumlu bakan, Açılımın birbiriyle bağlantılı iki temel hedefinden söz etmektedir: Birincisi, terörün sonlandırılması, ikincisi de demokrasi standardının yükseltilmesidir. Bakan, "biz ülkemizin bütün sorunlarının çözümünü tam demokraside görüyoruz" demektedir. Yani, "… demokratik açılımın sloganı 'herkes için daha fazla özgürlük'tür. Biz, herkes için daha fazla haklar, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Bu, Türkiye'yi zayıflatmaz, tersine güçlendirir." Kürt Açılımının gerçekte, Kürtçülüğün tezlerinin uygulanması olarak gördüğümüzü belirtmiştik. Söylem düzeyinde bir örtüşme ise doğal karşıladığımız bir durumdur. PKK-DTP, Batıcı Marksist liberallerin PKK terörü karşısındaki tek çözüm önerilerinin daha "çok demokrasi daha çok özgürlük" önermesi olduğu uzun yıllardır dillendirdikleri tek söylemdir. Bu söylem bugün resmi düzeyde aynen kabul edilmiş ve kullanılır olmuştur. Bu söylem terörün kaynağının demokrasinin ve özgürlüğün yokluğu olduğu ön kabulüne dayanır. Terörün varlık sebebinin etnik Kürt sorunu olarak tanımlanması ise demokrasi ve özgürlüğün etnik referanslara göre dağıtıldığı ve uygulama alanı bulduğu anlamına gelir. Başka bir deyişle, Türkiye'de Kürtler demokrasi ve özgürlükten yoksun bırakılmakta bu durum ise teröre kaynaklık etmektedir.

Demokrasi kavramının en büyük zafiyeti insanı kapsayan çeşitli boyutlardaki bütün sorunların çözümüne karşı mutlak yöntem olarak sunulmasıdır. Mutlak hakikat derecesinde dini inanç formunda bir bağlılık unsuru olarak bizatihi varoluşuna aykırı bir konumda bulunmaktadır. Türkiye'deki demokrasinin bu aşırı değer yüklü varlığı ayrıca, bireysel ve toplumsal ilişkilerin, davranışların, tanımlama ve anlamlandırmaların temel amacı olarak normatif bir karakter kazanmıştır. Ahlaki ve siyasal alandaki aşırı değer yüklü bu kullanımı paradoksal bir biçimde etkisizliğinin ve işlevsizleşmenin de sebebidir. Bu yapısı ile demokrasiyi söylem bazında hegemonyanın nesnesi haline getiren özneler, ötekileri bağımlı kılma, edilgen ve varoluş dinamiklerini de kullanma inhisarını ellerine almaktadır. Öznenin kendi varoluşunun temelini teşkil eden özgürlüğünün kısıtlanması demek olan bu simgesel prangalar demokrasinin varoluş nedenini tali konuma oturtan bir olgudur.

Demokrasinin ezeli ve ebedi bir Mutlak varlık olarak tözselleştirilmesi zamana ve mekandan bağımsız, tarih dışı bir olgu olarak anlam evrenini işgal eder. Onun bu pozisyonu, bütün Sosyo-politik, kültürel ve bilişsel sorunlara bir çözüm olarak uygulanabilirlik(!) kazanmasına da neden olur. Ayrıca öznenin yaşam dünyasındaki bütün belirleyici etkenlerin işlev, etki, anlam, forum ve tanımlama gücünün tek bir noktaya temerküzü de gerçekleşir. Öznenin yaşam alanındaki çeşitli algılamalara karşı tepki çeşitliliğinin kaynağı da böylece zayıflamıştır. Bu çeşitliliğin azalması öznenin varlığının korunmasındaki güç alanlarının da azalması ve zayıflamasını da beraberinde getirir ki varoluşunun başat zafiyetidir.

Demokrasinin kendini gerçekleştirmesinin koşulu olarak kimliklerin, farklılıkların görülmesi bu unsurların da tözselleştirilmesini beraberinde getirir ki, sonuçta ontolojik ırkçılık olarak tanımladığımız etkileşim, iletişim ve ilişkinin kaybolmasını, karşıt tözsel kimliklerin yaratılması veya belirginleşmesi sonucunu doğurur. Tözsel kimlikler aynı mekanı ve zamanı paylaşmasının getirdiği karşılaşmanın neticesinde ise kutsanan farklılıkların birbirilerine meydan okuması söz konusudur. Bu durum, toplumsal çatışmanın da başlangıcıdır.

"Daha çok demokrasi!" söylemi de bu zaviyeden daha çok özgürlük değil aksine öznenin özgürlük evreninin daraltılması, hareket ve düşünme imkanının sınırlandırılarak başka öznelerin hegemonik sahasına dahil olmak anlamını taşır. Demokrasinin özgürlüğün bir koşulu olması, tarihsel bir olgu olarak onanmasını zorunlu kılar. Bu da beraberinde zamana, mekana ve öznenin ve mensup olunan kültürün tekilliğine bağlıdır. Özne bu tekillikler içinde duygu, düşünce, eylem, davranış örüntülerini, anlamlandırma, bilme biçimlerini, ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik konumunu belirler. Çok çeşitli belirleyiciliklere içkin olan özne farklı tavır alışlar karşısında da özgün bir duruş belirler. Özgürlüğünün bu ontolojik temeli öznenin demokrasi gibi tarihsel olgulara aşırı ahlaki ve siyasi değer atfedilmesini engellediği gibi değişken bir unsur olarak gerçek işlev ve amacını da yerine getirir. Öznenin kendi varoluşunu gerçekleştirdiği evrende, özgürlüklerin hareket alanının kısıtlanmasında, öznenin tekilliklerini kazandıran özgeliklerin bir rolünün olması bu kısıtlamanın kaynağının da öznenin bizzat kendinde değil bir cüzünü oluşturan bu tekilliklerde aranmasını zorunlu kılar.

Kürt Açılımının gerekçelerine bakıldığında "Kürt" veya kimlikler sorununun halledilmesinin kendiliğinden bir demokratikleşmenin de gerçekleşeceği gibi bir beklenti söz konusudur. Oysa tarihsel olarak da gözlendiği gibi gerek demokrasi ve gerekse laiklik gibi olgular ontolojik ırkçılığın kaynağı olan farklıkların öncelenmesi, sınırların keskinleşmesine bağlı değil aksine bu farklılıklar arasında kurulacak diyalog ile ortak anlamlar evreninin inşası ve gelişmesinin garantisidir. Demokrasi ve laiklik gibi olgular bireyler ve etno-dini kümeler arasındaki karşılıklı ilişkinin ve algının yeniden düzenlenmesi işlevini haizdir. Böylece bu aktörler arasındaki çatışma, şiddet, yok etme gibi ilişki biçimleri bertaraf edilmiştir. Fakat Demokrasinin birey tarafından içselleştirilmesinin yani bilişsel ve kültürel bir yaşam formunun belirleyicilerinden olmasının bazı dışsal koşulları vardır. Demokrasinin nesnel koşullarının oluşması, sanayileşeme, kentleşme, bireyselleşme, rasyonalite vb. olgulardır. Bir Çingene vatandaşımızın "Roman Açılımı" başladı ne dersiniz, sorusuna " toplumdan biraz daha fazla saygı bekliyoruz" demiştir. Bu söz aslında her şeyi özetlemektedir. Demokratik düşünce, zihniyet ve dışşallaşmış göstergesi olan kurumlaşma toplumsal ve kültürel değişme ve gelişme düzeyine bağlıdır. Yasalarla zihniyet değişimi de içselleştirilemediği için nominalist bir karakter taşır.

*21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *