Yerel seçimler siyasi partiler açısından genel seçimlerin habercisi niteliğinde algılanmakta, bu bağlamda sürdürülen siyasi çalışmaların da bu çerçevede şekillendirildiği görülmektedir. Söz konusu gelişmelere Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) cephesinden baktığımızda, 2005 yerel seçimlerinde belediye sayısı 57 olan partinin, 2009 seçimlerinde bu sayıyı 98’e çıkardığı görülmektedir. Bu yerel seçimlerdeki hedef ise 150 belediye olarak açıklanmıştır.
2009 Yerel Seçimlerinin Sonuçlarına Göre Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin Yüksek Oy Aldığı ve Birinci Parti Konumunda Olduğu İller[1]
BDP ve PKK açısından yerel seçimlerin önemi süreç içerisindeki gelişmeler nezdinde değerlendirildiği zaman, yerel seçimlerde kazanılması planlanan belediyelerin yerel yönetim anlayışının temelinin oluşturulması ve demokratik özerkliğe geçişin temel yapı taşı olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu bağlamda bu yazıda BDP’nin 30 Mart yerel seçimlerinde hedefine ulaşması ve ulaşmaması üzerine olası gelişmelerin neler olabileceği değerlendirilecektir. Bu noktada söz konusu senaryolar dâhilinde olabileceği öngörülen unsurların pratikte uygulanabilirliği değil en temelden en uç noktaya kadar olabilecekler üzerinde durulması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede yapılacak çalışma nezdinde senaryolar, analiz sürecinin sistematize edilmesi, düşüncelerin ilk aşamada parçalara ayrılarak yeniden birleştirilmesi çerçevesinde analitik düşünsel yapının temellerinden olan yapısal analitik tekniklerin kullanılması yoluyla gerçekleştirilecektir. Yapısal analitik tekniklerin çeşitlerinden karşıt tekniklerin, düşük etki yüksek olasılık metodu ile bir olayın gerçekleşmesi halinde ortaya çıkabilecek sonuçların analizi öznesinde söz konusu senaryolar yapılandırılacaktır. Ayrıca senaryoların oluşturulması aşamasında söz konusu hususların gerçekleşeceğine dair hangi emarelerin bu düşünceye bizi yönlendirdiği de önem arz ettiği için bu duruma bizi yönlendirilen somut veriler üzerinden senaryolar inşa edilecektir.
SENARYO-1: BDP’nin istediği belediye sayısına ulaşması ve hedeflediği yerleri kazanması.
Veriler:
BDP tarafından süreç içerisinde yapılan açıklamalar, aslında partinin yerel seçimlere yönelik algısını ve bu bağlamdaki amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu çerçevede BDP’nin resmi internet sayfasında yaptığı açıklamalarda yerel seçimlerin;
“-Kürt halkının kendi kendini yönetmesi konusunda önemli bir imkân,
-Yerelden demokrasinin gelişeceği ve demokratik özerklik anlayışının kurumsallaşacağı bir fırsat,
-Demokratik özerkliğe geçişin yerel yönetimler üzerinden gerçekleştirileceği bir ortam”[2]
olarak tanımlandığı görülmektedir.
Diğer bir husus, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 20/03/2014 tarihinde Şırnak’ta katıldığı Nevruz kutlamasında yaptığı konuşmada ortaya çıkmaktadır. Selahattin Demirtaş konuşmasında; “Üniversite sınavında bölgelerindeki öğrencilerin Türkiye sonuncusu olduklarını, bu sorunu kendi elleriyle çözecekleri, belediyelerinin ana dilde kitap basacaklarını, eğitim için bu şekilde altyapı hazırlayacaklarını, Kürt çocuklarının matematik kitabını Kürtçe okuyacağını ve öğreneceğini, Kürt çocukların uzun yıllarını Türkçe öğrenmekle geçirdikten sonra hiçbir dersi öğrenemeden üniversite sınavına girdiklerini, gençlerin anadilde eğitim alamadığı sürece eğitimde başarılı olmalarının asla mümkün olmayacağını, ucuz işçi yapmak için Kürt gencine anadilde eğitime izin vermediklerini, Kürtçe kitaplar basılarak Kürt sanatına ve edebiyatına sahip çıkılacağını, 1992 yılında diliyle, kültürüyle, kimliğiyle yaşamak istediklerini dile getiren Şırnak halkının bu alanda devletin asker ve polisi tarafından binalardan sıkılan kurşunla taranarak 84 yurttaşın katledildiğini, bedelleri çok ağır, sancıları çok fazla olan bir mücadelenin ardından Kürt halkının, Kürdistan ve Ortadoğu’nun en büyük gücü ve en büyük siyasi hareketlerinden birisi haline geldiğini, Kürt halkını kimsenin yok sayamayacağı ve yok edemeyeceğini, bir kesimin anadilde eğitim hakkını kullanırken, buradaki insanlara bu tarz bir asimilasyonun uygulanamayacağını,”[3] ifade etmiştir.
Ayrıca Selahattin Demirtaş’ın, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Utku Çakırözer ile yaptığı görüşmede yerel seçimlere ilişkin belediyecilik anlayışlarının; kooperatif tipi üretim, tüketim ve pazarlama aşamaları ile desteklenerek, Irak ve Suriye’deki Kürt bölgeleriyle ticaret ilişkilerinin geliştirilmesinin teşvik edilmesi üzerine kurulacağını vurgulaması da önemli bir veri olarak değerlendirilmektedir. [4]
Bu bağlamda BDP’nin hedeflediği belediye sayısına ulaşması, Güneydoğu Anadolu’da 2011’de % 51.4 olan oy oranını % 65 ve üzerine çıkarması halinde, BDP ve PKK’nın izleyeceği olası hareket tarzının:
-BDP tarafından kazanılan bütün belediyelerin önüne ilk günden itibaren Türk bayrağı yanında örgüt flaması asılması,
-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’ndeki örgütlenme yapılarını sağlamlaştırarak yerel yönetimler üzerinden demokratik özerkliğe geçiş için temel yapı taşlarının hayata geçirilmesi, yerel seçimlerde hedeflenen belediyelerin alınması akabinde belediyelerin kaynakları kullanılmak suretiyle özerk yönetim oluşturulması adına örgütlenme çalışmalarına başlanılması,
-Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bünyesinde özerklik ilan edilmesi planlanan bölgelerden geniş bir kitlenin katılımının amaçlanacağı bir halk kongresinin organize edilmesi,
-Kürtçe eğitim veren okulların kurulması ve bu okullarda eğitime başlanması, bu çerçevede eğitim çağındaki çocukların mevcut okullarına gönderilmemesi, sayı açısından temsili nitelikte de olsa bu okullarda eğitime yönlendirilmeleri,
-Örgütün silahlı güçlerinden şehirlerde “güvenlik birimi” adı altında yapılanmaya gidilmesi,
-“Kürdistan özerk bölgesi” olarak ifade edilecek alana, diğer şehirlerden karayolu ile ulaşım yapılan noktalarına, örgütün silahlı güçleri tarafından sözde sınır-gümrük kontrol noktaları kurulması ve bu bağlamda kimlik kontrolü yapılması, tespit edilen devlet görevlilerinin rehin alınması, bu durumun devlete karşı pazarlık malzemesi haline getirilmesi,
-Boşaltılan köylere geri dönüşlerin yapılmasının sağlanarak söz konusu alanlarda örgütün silahlı güçlerinin alan hâkimiyetinin sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılaması,
-Suriye’deki demokratik özerklik ilanı üzerinde yoğunlaşılarak, Suriye kuzeyindeki olası özerk yönetimin kurularak Türkiye’ye karşı güç kazanımı ve bunun bir baskı aracı olarak kullanılması,
-Adullah Öcalan ve AKP Hükümeti arasındaki görüşmelerin devam etmesi halinde, görüşmelerin sürdürülebilirliği ve elde edilen yerel yönetimsel imkân ve kabiliyet bağlamında 6. Demokratikleşme Paketi ile KCK tutuklularının bir kısmının serbest bırakılması,
-Bölgesel üretimlerini kendi bünyelerinde tekelleştirmek suretiyle merkezi yönetime bağlılığın ekonomik çerçevede azaltılması ve kaynak yaratılması, yaratılan kaynakların yerel bazda ticari ilişkilerin kurulması bağlamında kullanılması
şeklinde gerçekleşebileceği değerlendirilmektedir.
SENARYO-2: BDP’nin istediği belediye sayısına ulaşamaması ve hedeflediği yerleri kazanamaması.
Veriler:
BDP’nin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde etkin bir parti olmasının yanı sıra söz konusu alanda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)’nin de seviyeleri farklılık arz etmekle birlikte, belli bir mevcudiyeti ve etkinliğinin olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda BDP’nin istediği hedefe söz konusu dinamikler bağlamında ulaşamama durumu da ihtimaller dâhilinde bulunmaktadır. Bu durumun, PKK ve BDP’nin müzakere sürecini tekrar değerlendirmesine yol açarak Cemil Bayık’ın 21/03/2014 tarihinde Nevruz kutlamaları çerçevesinde gönderdiği mesajda da görülen, somutlaşan müzakere karşıtı tezlerin güçlenmesine neden olabileceği değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda PKK/KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ın, 21 Mart Nevruz mesajı hem sürdürülen diyalog sürecine hem de yerel seçimlere ilişkin olarak PKK’nın Kandil’deki kanadının önemli bir bölümünün bakış açısına dair önemli emareler taşımaktadır. Cemil Bayık’ın mesajında; “Bir kez daha Kürtleri kandırarak netice almak istediler. Ancak kabul etmeleri gerekir ki bu dönem bitti. Bugün Batı Kürdistan’da yaşananlar bunun kanıtıdır. Artık Kürtleri yok etme üzerine hesap yapılmamalı, birlikte kardeşçe yaşamayı kabul etmeliler. Eğer Önder Apo’nun başlattığı sürece çözüm yönünde yaklaşsalardı, netice alınırdı. Netice alınmadıysa, süreç tıkandıysa, devlette büyük bir kriz yaşanıyorsa o bu gerçeklikle bağlantılıdır. Eğer Türkiye’de demokratikleşme olmadıysa ve Kürt sorunu çözülmediyse, bunun sorumlusu AKP Hükümeti’dir. AKP yaratılan müzakere zeminini boşa çıkardı. 2014 Nevruz’una giriyoruz. Bu Nevruz’da da yine umutluyuz. Hiçbir zaman umudumuz tükenmedi. Ama Türkiye’de demokratikleşme gelişmedi ve Kürt sorunu çözülmedi, böyle Nevruz’a girdik. AKP’nin demokratik siyasetle çözümü istemediği de ortaya çıktı. AKP’nin çözüm önündeki en büyük engel olduğu ortaya çıktı. Bu engel ortadan kaldırılmadan çözüm gelişmez. Eğer Türkiye’de demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü isteniyorsa, bunun yolun Önder Apo’nun özgürlüğünden geçer. Önder Apo ve cezaevlerindeki siyasi tutsakların serbest bırakılması gerekiyor, bunun zamanı gelmiştir. Hatta geç kalınmıştır. Aksi halde sorunlar daha da ağırlaşacak. Eğer Kürtleri yok etmek isterlerse, Kürtler ve PKK’nin mücadelesi daha da büyüyecektir ve hatta Türkiye’nin parçalanmasına yol açabilir. Bunu istemeyenler yaklaşımlarını ve zihniyetlerini değiştirmeli, Kürt sorununu çözümüne gelmeli ve Önder Apo’yu serbest bırakmalı. Bu yerel seçimler Kürt sorununun çözümüne ve Öcalan’ın özgürlüğüne hizmet etmeli.” hususlarını ifade ettiği görülmektedir.
Tüm bu veriler ışığında BDP’nin hedeflediği belediye sayısına ulaşamaması ve istediği yerleri kazanamaması halinde, BDP ve PKK’nın izleyeceği olası hareket tarzının:
- Abdullah Öcalan ve PKK üst yönetimi tarafından BDP’ye yönelik eleştiriler yapılması ve sorumlu kişilerden özeleştiri alınması süreci,
- Bu durumla eş güdümlü olarak parti içerisinde anlaşmazlıkların ortaya çıkması, yetersiz bulunan kişilerin tasfiyesi,
- Söz konusu iki durumun kitleyi sokak eylemlerine yönlendirmede itici güç olarak kullanılması, örneğin seçimlerde hile yapıldığı gibi söylemlerle halkın hareketlendirilmeye çalışılması,
- Örgütlenme eksikliklerinin olduğu yerlerin tespit edilerek hâlihazırda PKK’nın kazandığı hareket serbestîsi bağlamında örgüt mensuplarının güvenlik birimlerine deşifre olmamış yapıları üzerinden örgütlenme çalışmalarına; il, ilçe, köy, mezra şeklinde yeniden yoğunlaşılması,
- Şehirlerdeki örgütsel yapıların temelini oluşturan KCK yapılanmalarının hapisten çıkartılması için yeniden gündem oluşturulması, “demokratik açılım” çerçevesinde ateşkes sürecinin devamı için bu konunun bir pazarlık malzemesi olarak yeniden gündeme getirilmesi,
- Güvenlik birimleri tarafından yapılacak olası müdahaleler neticesinde ‘serhildan’ olarak adlandırılan halk ayaklanmasının çıkartılması, bu çerçevede hâkimiyet kurabildikleri bölgelerdeki devlet dairelerinin işgal edilmesi, devlet dairelerine PKK bayraklarının asılması,
- Suriye’deki demokratik özerklik ilanı üzerinde yoğunlaşılarak, Suriye kuzeyindeki olası özerk yönetimin kurularak Türkiye’ye karşı güç kazanımı ve bunun bir baskı aracı olarak kullanılması,
- Kürt Ulusal Birliği üzerinde yoğunlaşılması,
- AKP Hükümeti ile Abdullah Öcalan arasındaki diyalog çerçevesinde şekillenecek durumlar bağlamında;
* Diyalogun olumlu devam etmesi halinde örgütün sürecin gidişatına göre eylemsellikten uzak durması, ancak PKK’nın diyaloga yönelik olumsuz mesajlarının da göz önünde bulundurulması çerçevesinde gerekli gördüğü hallerde çatışma sürecini başlatması ve yine sürecin gidişatına göre dönemsel olarak durdurması,
* Diyalog sürecinin PKK açısından olumsuz seyri halinde ise örgütün silahlı eylemlerine başlaması, ayrıca taşeron örgütler veya şahıslar üzerinden eylemsellik sürecinin başlatılarak, örneğin Suriye’den gelen bir grup veya şahıs üzerine herhangi bir eylemin atılarak tepkilerin ölçülmesi ve bu çerçevede eylemsel stratejinin belirlenmesi
şeklinde gerçekleşebileceği değerlendirilmektedir.
SONUÇ
Bu iki senaryo ışığında sürecin sabit dinamiklerinin yanı sıra değişken dinamiklerinin de gelişmeleri yönlendirecek unsurlardan olduğu aşikârdır. Bu bağlamda örgütün hareket tarzını belirleyecek en önemli unsur, AKP Hükümeti ve Abdullah Öcalan arasında süregelen diyalog sürecinin nasıl şekilleneceğidir.
Nevruz’a ilişkin mektubunda yapıcı bir dil kullansa da Abdullah Öcalan’ın İmralı görüşmeleri bağlamında kullandığı söylem tarzının aslında mektuptaki vurgularıyla paralellik arz etmediği görülmektedir. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart Nevruzu’na ilişkin gönderdiği mektupta kullandığı söylem tarzının, aslında PKK ve uzantılarına seçime kadar beklenilmesi, seçimlerde kazanılması planlan güç ve sürdürülen diyalog kapsamında beklentilerinin karşılanmasının garanti altına alınması yönünde inşa edildiği görülmektedir.
Abdullah Öcalan’ın söylemleri ile eş güdümlü olarak PKK üst yönetiminden Cemil Bayık’ın yaptığı açıklama bağlamında sürece ilişkin örgütün bakış açısı değerlendirildiği zaman, aslında PKK’nın bu sürece yönelik çok da ılımlı bir yaklaşım sergilemediği görülmektedir. Bu bağlamda PKK/KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık’ın Nevruz açıklamasında; “AKP’nin müzakere zeminini boşa çıkardığı, AKP’nin demokratik siyasetle çözüm istemediğinin ortaya çıktığı, Kürt sorununun çözümünün önder Apo’nun serbest bırakılmasından geçtiği” yönündeki vurguları örgütün gerek yerel seçimleri gerekse diyalog sürecini nasıl algıladığına dair önemli emareler taşımaktadır.
BDP ve PKK nezdinde diyalog sürecine bakıldığı zaman diyalog ve çözüm sürecinin temelde bir kişiye indirgenerek yürütülmeye çalışıldığı görülmektedir. Abdullah Öcalan’ın da söz konusu diyalog sürecinde Kürt halkının kazanımlarından ziyade kendisinin cezaevi şartlarının iyileştirilmesine ya da serbest bırakılmasına daha çok odaklandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca barış talebinde bulunan bir grubun seçilmiş travma ve zaferlerini yıkıcı söylem tarzıyla gündemde tutarak kendilerine bağlı olan gruba yönelik sürekli tehdit algısını beslemesinin ne kadar sağlıklı olduğunun da gerek diyalog gerekse seçimler bağlamında gözlemlenmesi ve incelenmesi gereken unsurlardan olduğu değerlendirilmektedir. Ayrıca İstanbul/Kazlıçeşme’de yapılan Nevruz kutlamaları sırasında herhangi bir müdahalede bulunulmayan, kendilerini istedikleri şekilde ifade eden bir kitlenin içerisinden etrafa zarar veren ve taşkınlık yapan genç bir grubun, göstermeye ve yansıtmaya çalıştığı görüntünün de ne olduğunun gerekçelendirdikleri niyet temelinde anlaşılması önem arz etmektedir. Bu öfke patlamaları, aslında yeni Kürt neslinin kimlik inşasında otoriter bir figür olarak örnek aldığı PKK’nın izlerini taşımaktadır. Şiddet kullanımıyla haklarını elde edebildikleri öğretilen ve bu yolla kendi varlıklarını muhafaza edebilecekleri tekrarlanan bir nesil söz konusudur.
Bu bağlamda imha ve inkâr siyasetine maruz kaldığı algısına sahip bir kitlenin, öfke patlaması ve gerçeklikten öte yaratılan duygular ışığında kendi sürreal gerçekliğini yaşamaya, yaşatmaya ve kanıtlamaya çalıştığı söylenebilecektir. Bu açıdan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın; “Ana dilde eğitim yapılması engellenerek Kürt gençlerinin ucuz işçi yapılmak istendiği ve asimile edilmeye çalışıldıkları” söylemi de bahsettiği sistemden yüksek öğrenimini tamamlamış ve avukat olarak çıkan bir kişinin, kendisinden sonra gelen yeni nesile hangi yoksunluğu üzerinden mesaj vermeye çalıştığı sorusunu akıllara getirmektedir. Devletin eğitim politikasında herhangi bir etnik grubun eğitim alması engellenerek nasıl bir yöntem izlenmiştir ki bu sistemden Selahattin Demirtaş bir avukat olarak çıkabilmiştir?
Geçmişte Kürt halkına yönelik gerçekleştirilen yanlış siyasi yaklaşımların olduğu yadsınamayacak bir gerçektir. Ancak devlet mekanizmasının kalıcı, bu mekanizmayı ise dönemsel yönetimlerle elinde bulunduran hükümetlerin geçici olduğu unutulmamalıdır. Yani seçimle gelen herhangi bir hükümet, bu coğrafyada birlikte yaşamayı her türlü içten ve dıştan gelen yıkıcı etkenlere rağmen devam ettiren halkların birlikteliğini göz ardı etmemeli ve küçümsememelidir.
Sonuç olarak, iki senaryonun da temelinde BDP ve PKK tarafından yerel yönetim üzerinden demokratik özerkliğin kurulması amacının gerçekleştirilmesi adına çalışmaların devam edeceği, sadece sonuca ulaşmada yöntemlerin farklılık arz edeceği değerlendirilmektedir.