11 Mart 2025
21YYTE.ORG Terörizm Ve Terörizmle Mücadele Açlık Grevlerinin etkisi, PKK'nın silahından daha kuvvetli oldu

Açlık Grevlerinin etkisi, PKK'nın silahından daha kuvvetli oldu

7 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

Açlık Grevlerinin etkisi, PKK'nın silahından daha kuvvetli oldu

Bazı isteklerinin yerine getirilmesi maksadıyla, 12 Eylülde "açlık grevi"ne başlayan çeşitli cezaevlerinde yatan mahkûm ve tutuklular 18 Kasım günü itibarıyla eylemlerini bitirdiklerini açıkladılar. Kardeşi Mehmet Öcalan İmralı'ya ağabeyiyle yüz yüze görüşmek üzere gönderildi ve terörist başının talimatını getirdi. Bu talimatta Abdullah Öcalan "açlık grevini eylem tarzı olarak doğru bulmadığını ve bir an önce bitirilmesini, açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil, dışarısının yapması gerektiğini" söyledi.

Ben bu olayı, "devlet eliyle Öcalan'a güç kazandırılma" şeklinde okuyorum. Yani, Öcalan'a PKK sorununu bitirecek tek kişi olduğu imajını yükleyerek, Kürt açılımı adı altında onu cezaevinden çıkarmanın yolunu aralama olarak görüyorum. Problemi eğer çözüyorsa ben de giderim ama burada sorulması gereken soru, zaten kabul edilerek yasalaşma seviyesine gelen ana dilde savunma hakkının arkasından hangi tavizin verildiğidir.

İçlerinde eski Genelkurmay Başkanı'nın da bulunduğu bunca generali, milletvekilini, yazarı, gazetecisi ve akademisyenini cezaevinde niçin tuttuklarını sanıyorsunuz? Öcalan'a af çıkarabilmenin bir vesilesi yaratılmaktadır. Neticede herkes mutlu olacaktır, halk ve askerler sevinecek ve ses çıkarmayacak, çünkü tutuklu generaller, milletvekilleri kurtulacak; Kürtler sevinecek, çünkü Öcalan yeni bir hareketin lideri olacaktır. Ondan sonrası da Öcalan'nın parti başkanlığına getirilmesi ki onu da biz söyleyecek değiliz ya! Kalkıp da bir şehit anası veya babasının öldürmemesi için de devlet gerekli koruma ve kollama görevini yerine getirir elbet! Bütün bunlar dağdaki PKK'nın ne derece hoşuna gidecektir. Kendilerinin saf dışı edilişlerine göz yumacaklar mıdır, bunu göreceğiz.

Olayları daha net anlayabilmek için, PKK/KCK ve BDP'lilerin isteklerinin neler olduğuna bakalım.

1. Mahkemelerde ana dilde savunma yapabilme hakkı,

2. Anadilde eğitim hakkı,

3. Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması.

Açlık grevinin dinen doğru bir davranış olmadığını biliyoruz. Çünkü Allah'ın bize emaneten verdiği bu bedene zarar vermiş oluyoruz. Açlık grevlerinin modern demokrasilerde de yeri yoktur. Bakınız, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, "Demokrasilerde açlık grevlerine yer yok. Eğer bir amacınız varsa, girersiniz politikaya, insanları ikna etmeye çalışırsınız" dedi. Oomen-Ruijten, açlık grevine başlayan ve aralarında Leyla Zana'nın da bulunduğu milletvekilleri için ise "Açlık grevine girerek dikkat çekmeye çalışıyorlar" diyerek, BDP'lilerin açlık grevini bir baskı aracı olarak kullandıklarına değindi.

Bu arada başka bir gelişme yaşandı. Açlık grevine devam edenlerin sağlık durumlarını çok merak eden Almanya'nın Avrupa Parlamentosu'ndaki eski milletvekili Feleknas Uca, Atatürk Havalimanı'ndan Türkiye'ye girerken, polis tarafından valizinde yapılan aramada, 248 kutu B1 vitamini bulundu. Vitaminlere kaydı olmaması nedeniyle el konulurken, Feleknas Uca'nın vitaminleri cezaevinde açlık grevindeki KCK'lılar için getirdiğini söyledi. Biz açlık grevleri talimatının Kandil veya İmralı'dan geldiğini sanıyorduk, meğerse açlık grevlerinin Avrupa bağlantısı da varmış.

Aynı talimatla açlık grevine başlayan BDP'li milletvekilleri de eylemlerini bitirdiler. Sanki bir yerden mesaj gelse de bitirsek havasındaydılar. Açlık grevine giden cezaevlerindeki mahkûm ve tutuklular ile BDP'liler acaba gerçekten açlık grevi yaptılar mı? Cezaevlerindeki açlık grevinin 67. Gününde bitirildiğini ve şimdiye kadar yaşayabildiklerini, doktorların ifadesine göre hayati tehlike durumunun olmadığını biliyoruz. Bir insanın hiçbir şey yemeden iki hafta dayanabileceğini, su, çay, şeker ve tuz gibi temel gıdaları alarak da 25-30 gün dayanabileceğini göz önünde bulundurursak, cezaevlerinde gerçek bir açlık grevi yapılmadığını, 75 milyon insanın gözlerinin içine baka baka şov yapıldığını anlıyoruz.

Adalet Bakanlığı tarafından, talepler konusunda bir çalışma başlatılarak, mahkemelerde ana dilde savunma yapabilme hakkının yerine getirilmesi yönünde bir adım atıldı. Böylelikle PKK, Türkiye'nin bölünmesi yolunda çok önemli bir mevzi daha kazanmış oldu. Çünkü bir millet ve bir dile göre inşa edilen bu devlet çok ortaklı, çok dilli hale dönüştürülmeye kalkışılırsa, bu bir başka devlet kurmak için kapının aralanması demektir. İsviçre'de 3-4 ayrı dil konuşuluyor olabilir, orada devleti bölmek için dağa çıkmış silahlı bir örgüt yok, ama Türkiye'de müsaade edilecek her dilin ayrı bir devlet olması için zemin hazırlanmış olacaktır. Çünkü dil, bir milleti bir arada tutan en önemli tutkal malzemesidir. Dili koruyamazsanız, ülkeyi kendi elinizle bölmenin eşiğine getirmişiniz demektir. Hele bu iş milletin birer parçası olan etnik gruplarına göre yapılıyorsa, buna da devletin intiharı denir. Zira bağımsızlığın en önemli unsuru olan dil bir anlamda millet demektir.

Özellikle egemenliği temsil eden yasama, yürütme ve yargı organlarında her türlü işler devletin diliyle görülür. Bugün polis, savcılık ve sorgu hâkimliğinde Türkçe ile ifade veren bölücü-terörist unsurlar, sıra mahkemeye gelince "ana dille" ifadede direniyorsa, bu silahını eline alıp dağa çıkmak gibi egemenliğe isyandır. Devlet eğer gerçekten devletse, açlık grevi gibi bazı tehditlere pabuç bırakmaması gerekirdi. Hele hele devletin bütünlüğüne kasteden dil konusundaki istekleri kaale almaması gerekirdi.

Cezaevlerinde başlayan açlık grevlerinin 60. Gününe gelindiğinde, halktan " neden Öcalan, neden BDP'liler açlık grevine gitmiyorlar?" tepkileri üzerine BDP'li milletvekillerinin de açlık grevine başladıklarını görüyoruz. Çünkü görmüşlerdir ki, isteklerini aşama aşama elde ediyorlar. BDP'li milletvekillerinin başlattıkları bu eylemi elde ettikleri ile yetinmeyeceklerinin, yeni ufuklara yelken açacaklarının işareti olarak gördüm. Sırada, "ana dilde eğitim-öğretim" ve "Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması ve İmralı"dan çıkartılması var. Anadilde savunma adımından anlaşılıyor ki diğer tüm sorunlar kolaylıkla aşılabilir. Gerçekten de "açlık grevleri" ile sonuç alınıyorsa, bütün bunlar niçin olmasın? Anayasaya rağmen devleti çok dilli hale getirmenin son halkası olan "Anadilde kamu hizmetlerine erişim" ve diğer bölücü yasalar çıkacak demektir. Hem her Türk vatandaşına sağlanan şartlardan yararlanarak milletvekili olacaksınız hem de PKK ile kucaklaşacak 50 bin kişinin katiline destek için mücadele edecek, "Ölüm oruçlarına yatarız haa" diye devleti tehdit edeceksiniz. Buna hangi demokratik devlet müsaade edebilir. "Kürt Açılımı" işte böyle bir şey olsa gerek. Buna da katlanmasını öğrenmek gerek.

BDP'liler, açlık grevlerine devam edenlerin sağlık durumlarının iyileştirilmesi yönünde atılacak adımlara müsaade edilmeyeceğini açıklamış olmalarına rağmen yine hedeflerine ulaşamadılar. Onlar cezaevlerinden cesetler çıkmasını, asıl amaçladıkları ve şimdiye kadar başaramadıkları Güneydoğu Anadolu halkının ayaklanmasını, böylelikle Arap Baharı'nın Türkiye'ye sıçramasını beklemekte idiler. Şahsen ben cezaevlerinden cesetler çıkmış bile olsaydı, sağduyulu Kürt halkının, PKK'nın bu beklentisini de boşa çıkaracağından emindim.

Bu şunu gösteriyor ki, PKK yeni bir silah ele geçirmiştir. Ki bu silah, dağdaki teröristin öldürücü silahından daha etkilidir. PKK Türk Ordusuyla, dağlarda 30 yıldan beri mücadele etti, 50 binin üzerinde insan öldü, 1984'den bu yana devlete terörle mücadele için 370 milyar dolar para harcattı ama hedefine ulaşamadı. Şurada, 67 günlük açlık grevleri ile amacına ulaştı.

Mademki talepler, açlık grevleri ile elde ediliyor, o halde bundan sonraki istekler için başka başka açlık grevlerini göreceğiz demektir. Böyle olunca da 30 yılda 50 binin üzerinde insanımızın ölümüne ne anlam vereceğiz. Onca şehit ana, baba, eş ve yakınlarına nasıl hesap vereceğiz. Mademki Açlık Grevleri ile her şey elde edilebiliyor, o halde dağdaki bunca PKK'lı niye, silahlara ne hacet?

O halde, PKK'nın dağdan inip, açlık grevi silahını eline alıp, devlete karşı kullanması akıllıca bir davranış olacak diye düşünüyorum. Böylelikle teröristler dağlarda dolaşmak, mahrumiyet şartlarında yaşamak zorunda kalmayacak, ölümle karşı karşıya olmayacaktır.

Açlık grevleri en azından tek taraflıdır. Ayrıca, açlık grevine yatan teröriste devlet bakar. Gözünün içine bakar ölmesin diye… Suyunu, ilacını, çayını şekerini getirir. Doktoru başında bekler. Bu nedenle, ben olsam dağlarda olmaktansa sıcacık yatakta açlık grevine yatmayı yeğlerim. Sonunda nasıl olsa ölüm de yok…

Konuya bir de başka açıdan bakalım. Verilecek bu haklar acaba devlet tarafından, millet tarafından, çocuklarını terörle mücadelede kaybetmiş şehit aileleri tarafından ne derece haklı bulunabilir? Demezler mi o zaman, "bizim günahımız neydi, mademki sonunda her şey kabul edilecekti…" Ya bir de terörist başı Öcalan'ın öldürttüğü şehitlerimizin anaları, babaları ve akrabaları ölüm orucuna yatar da, "bize çocuklarımızı geri verin" derlerse, buna Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücü yetecek mi?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *