“Türkleri silinmekten kurtaracak olan ‘milliyet’ fikridir.
Türk, Türkleştikçe kuvvetlenir.”
Ziya Gökalp
ABD’nin Kürt Projesi, Amerikan “daha derin devleti” olan küresel sermayenin bölgesel çıkar çekişmesi dâhilinde “derin devleti”nin (Pentagon ve CIA) kurguladığı ve 1970’lerden beri devam eden bir program. Kürtlerin bu projedeki yeri, gerektiğinde terörle mücadele gerektiğinde Kürt halklarının tanınmayan hakları bahanesi ile vekil güç olarak ABD çıkarları için paralı asker olmak, ülkelerin içini oymak ve Amerikan üslerine yer açmaktır.
1990’ların başında önce Irak’ın kuzeyinde sözde masum Kürtler için koruma bölgesi oluşturma bahanesi ile oluşturulan Kürt devletçiği embriyosu, sonrasında 2003’teki Irak Savaşı sonrası Amerikan askerlerinin yazdığı 2005 Anayasası ile özerk bölgeye dönüştürüldü. Yani federal Irak içinde kendi hükümeti, parlamentosu ve ordusu olan bir devletçik. Irak’ın kuzeyindeki bu yapı ile Erbil’de büyük bir Amerikan üssü ve İran’a yönelik operasyonların merkezi haline geldi.
ABD’nin Irak’ın kuzeyinde oluşturduğu sözde koruma bölgesi aynı zamanda bitmek üzere olan PKK terör örgütü için yeniden canlanma imkânı sağladı. 1993 yılında Cudi Dağı’nda ABD terör örgütüne ikmal yaparken suçüstü yakalandı. Saddam’dan ele geçen silahlar PKK terör örgütüne de verildi. 1998 yılında Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesinin arkasında başka bölgesel hesaplar vardı. Bu tarihten sonra PKK faaliyetleri siyasallaştırıldı ve Türkiye için federasyon stratejisine geçildi.
ABD ve AB’nin içimizdeki Sorosçuları ve PKK’nın siyasi uzantısı Kürt partilerini öne sürerek uygulanmaya çalışılan bu strateji ile 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin uyutulması için terörle silahlı mücadele yerine bölücü örgüt ile görüşmeler yapılması ve Türkiye’nin terörle mücadelede başarısız olduğu ya da “analar ağlamasın” gibi psikolojik savaş temaları kullanıldı. 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde tekrar canlandırılan PKK ile Türkiye sürece zorlandı.
Süreç içinde ABD’nin Kürt devleti kurma niyeti olmadığı yalanı ile Ankara sanki PKK ile mücadele kaybetmiş gibi masaya oturtuldu. Sözde demokratik sürece, Öcalan ve Barzani gibi aktörler dâhil edildi. AKP iktidarı bu sürece 2015 yılına kadar üç kez yeniden sarıldı. Bunlar yapılırken, özellikle 2011 yılından itibaren kendisine Büyük Orta Doğu Projesi içinde Orta Doğu Konfederasyonu’na lider olma havucu uzatıldı.
2015 yılında PKK ile barış olmayacağını anlayan iktidar, hatalarına devam etti ama bu sefer önüne Suriye’nin kuzeyindeki IŞİD ve YPG/PKK sürüldü. Ankara yeni oluşan PKK özerk bölgesi ile mücadele ederken asıl İslamcı planlarından ve Esat’ı devirmekten asla vazgeçmedi. Kasım 2024’te İdlib’teki El Kaide uzantısı HTŞ’nin Esat rejimini devirmesi, Suriye’de meydanın İsrail ve ABD’ye kalması, içeride köşeye sıkışmış olan iktidarı şimdi tekrar masaya oturttu.
Ankara, bir yandan ABD ambargolarından ve baskılarından kurtulmak bir yandan Suriye’de kontrol ettiği Sünni Arap bölgesini korumak ve İsrail ile başa çıkabilmek için ABD ile anlaşmak zorunda. ABD ise “Suriye, Irak ve İran’daki Kürtlerin durumunun Türkiye’deki Kürtler ile birlikte çözülebileceğini” uzun zamandır Ankara’ya dayatıyor. Bu dayatma, 2024 yılı başlarında karar verilen yeni Suriye haritası ile birlikte Ankara’nın önüne konuldu.
İç politikada çok sıkışan iktidar, dayatılan Kürt açılımını fırsata çevirerek yani Cumhurbaşkanı’nın görev süresini 2028 ötesine taşıyarak öncelikle içeride kendini bekleyen kötü günleri ötelemek istiyor. Nisan 2024’ten itibaren, İmralı ile görüşmelerin yeniden başladığı ile ilgili gayriresmi haberler gelmeye başlamıştı. MHP lideri Devlet Bahçeli; kamuoyuna “Vakit geldi!” açıklamasında bulunduğuna, Suriye ile ilgili Ankara bürokrasisi HTŞ’nin harekâtı ile ilgili hazırlıkları sahada yapıyordu.
Özetle, bugünkü yeni Kürt açılımı da öncekiler gibi ABD’nin dayatmasıdır. ABD’nin Biden dönemindeki Suriye temsilcileri James Jeffrey, Bret McGurk gibi Kürt uzmanlarının sahada çalıştığı ve Suriye için öngörülen plana göre yeniden kurguladığı bir proje. Şimdi Federalciler hem Suriye hem Türkiye’de iş başında. Tarihe not düşebilmek için “nerede ne oldu, ne olacak?” gibi bilinmeyenleri bu makalede sorgulamaya çalışacağız.
Neden Yeniden Terörle Müzakere Süreci?
Ankara’nın yeni Kürt açılımı; ABD ile ilişkilerde iyice köşeye sıkışmış, Suriye’de çıkmaza girmiş, ekonomisi batmak üzere olan ve hesap vermemek için iktidarda kalmaktan başka şansı olmayan bir rejimin kendini kurtarma mücadelesidir. Diğer yönü ile İmralı’daki görüşmeler Suriye’deki gelişmelerin yarattığı korkulardan kurtulmak için başlatıldı.
Aslında AKP, sözde Kürt sorununu çözmek için 2015 yılına kadar üç kez girişimde bulundu.
İlki 2009 yazında parlamentoda bir Kürt grubu oluşunca Ahmet Türk’ü resmen davet ederek “demokratik açılım” adı verilen süreci başlattı. Sürecin amacı belirsizdi ama parlamento içinde belirli reformlar yapmayı öngörüyordu. Ancak, iki konu süreci etkiledi. İlki bazı PKK militanlarının Irak’tan dönüşü ile ilgili medyada yer alan görüntülerin kamuoyunda yarattığı tepkiler. İkincisi parlamentoda AKP’nin yeterli çoğunluğa sahip olmaması. Bu başarısızlık AKP’yi yolundan döndürmedi ve 2010-2011 yıllarında gizli Oslo görüşmeleri yapıldı. Ancak, bu dönemde FETÖ ile AKP ayrışması başlamıştı ve görüşmeler skandal olarak medyaya yansıdı.
Daha büyük bir süreç (Çözüm Süreci) 2012’de başladı. Hükümet, Öcalan ve HDP arasında aracılar vasıtası ile dolaylı görüşmeler yapıldı. Alınan ilk karar, PKK militanlarının Türkiye’den Irak’taki üslerine çekilmesi idi. Ancak, Mayıs 2013’teki Gezi Olayları ve 2013-2014’te Gülencilerin ifşaatları, iç ortamda başlayan polis ve yargı operasyonları, Suriye’deki gelişmeler süreci tekrar yavaşlattı. Gülenciler, 17-25 Aralık yolsuzluk skandalını ve hükümet tarafından 2010 yılından beri gizlenen KCK varlığını ve içindeki MİT elemanlarını ifşa ettiler.
Parlamento seçimlerinden sonra Şubat 2015’te hükümet Çözüm Süreci’ni yeniden canlandırdı ve İmralı’ya ziyaretler yeniden başladı. Ancak, artık eski ortam kalmamış Öcalan yeni talepler ile gelmişti. Yarı başkanlık için seçim kampanyası esnasında çözüm sürecine uzak duran Başbakan Ahmet Davutoğlu ile de araları bozulmuştu. Erdoğan, sürecin kendisine de zarar verdiğini görünce Haziran 2015’teki seçimler öncesinde tavrını değiştirdi. Böylece Suriye’deki çatışmalar yanında PKK terör örgütü ile de yoğun çatışma ortamına girildi. Başkanlık sistemine geçebilmek için PKK ile herhangi bir görüşmeye karşı çıkan MHP’nin desteğine ihtiyacı vardı.
Ankara’nın 2015’te masadan kalkması; Kürt siyasi özerklik, kültürel haklar ve (siyasi) güç paylaşımı konularında anlaşmazlıkla sonuçlanmıştı ama bir yere kadar taviz verilmişti. PKK terör örgütü ile yapılan sözde demokratik çözüm görüşmelerinde üzerinde anlaşılan ve seçimlerin etkisi ile vazgeçilen barış planının maddeleri aşağıdaki şekildeydi;
(1) Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (özerklik alt yapısının hayata geçirilmesi).
(2) Demokratik çözüm; Özerk yönetimin kendi öz yönetimini meşru hale getirmesi.
(3) Özerk yönetiminin kendi güvenliğini sağlaması. (PKK’nın bu yönetimin asker ve polis gücü olması ve BM gibi bir dış güce koruma garantisi verilmesi).
(4) Bağımsız devletin ilanı (gerekirse kendi kaderini tayin hakkı verilmesi).
Özetle geçmişte PKK terör örgütü ile 2009-2015 arasında yapılan görüşmeler başarısız oldu. Ancak bu sefer görüşmelere Erdoğan başkanlık etmiyor. Yeni görüşmelerin ilk işareti Ekim 2024 sonunda AKP ile koalisyonu paylaşan MHP liderinin Öcalan’a Meclis’te konuşma izni verilebileceği ve İmralı’dan bir eve geçebileceği açıklaması ile başladı. 1 Mart 2025’te PKK terör örgütü tek taraflı ateşkes ilan etti. Erdoğan’ın ana motivasyonu 60’dan fazla Kürt milletvekilinin desteğini alarak Anayasa değişiklikleri ile birlikte görev süresini 2028 sonrasına da uzatmak.
Bundan 10 yıl sonra başlayan bugünkü süreçte İmralı ziyaretleri, 2013-2015 döneminden kalma yöntemi temsil ediyor. PKK terör örgütünün siyasi sözcülüğünü bugün DEM yapıyor. Sıtkı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, 10 yıl önce de medyaya lanse edilmişti.
Yeni açılım ise Kürtlerle barış yapmaktan çok siyasi gerekliliklere dayanıyor. AKP-MHP ittifakı iki taraf için de gittikçe artan bir bağımlılık haline gelirken, 2024 belediye seçimlerinde yaşanan hezimet ittifakta kırılmaları başlattı. Muhalefetin Kürtçü DEM partisinin sessiz desteği ile seçimleri önde tamamlaması AKP’yi harekete geçirdi. İlk hesap muhalefetin DEM ile zımni ittifakını bozmak ve sonra DEM ’in 57 milletvekilinin desteği ile Parlamento’da Anayasa değişikliği için çoğunluğu sağlamak.
Ankara’nın Öcalan ile görüşmelerinin merkezinde Parlamentodaki Kürt oyları ile Cumhurbaşkanın görev süresinin uzatılması var. Karşılığında Öcalan’ın Kürtlere siyasi ve kültürel haklar verilmesi ve Suriye’deki YPG/PKK’ya operasyon yapılmaması talebi ile gelebileceği söyleniyor.
Müzakere Süreci Mantıklı mı?
Bir ülkede icranın başında olan devlet adamının temel görevi, uluslararası gelişmeleri izleyerek, tarihin kırılma noktalarında ülkesini bekleyen tehditleri ve fırsatları öngörerek, buna uygun olarak ulusal gücü hazırlamak ve gerektiğinde tereddüt etmeden kullanmaktır. Bu, bizim derslerde öğrencilerimize öğrettiğimiz en temel konudur. Ülkenizin çıkarlarını korumak ve kollamak için ulusal gücü hazırlamak ve gerektiğinde kullanmak.
Ülkemizin en önemli çıkarı ise bekası yani varlığını ve toprak bütünlüğünü korumaktır. Hiçbir ülke egemenliğini ve toprak bütünlüğünü masaya yatırmaz. Bu yüzden, Ege’de ya da Kıbrıs’ta sorun egemenlik konusu olduğu için masada sonuç alınamıyor, kimse taviz vermeye yanaşmıyor yani egemenlik sorunları kuvvet tehdidi veya savaşla çözülebilir.
Terör örgütünün stratejisi hedef devleti bıkkınlığa sevk ederek, masaya oturtmaktır. Bunun içinde siyasi kanadı ile masayı oturmaya aracılık ve baskı yapmaya çalışır. DEM ve sözde barış elçileri PKK terör örgütünün masadaki uzantılarıdır. Ve hükümet hiç gereği yokken masaya oturmuştur. Oysa savaşta ancak yenilgiyi kabul edenler masaya oturur.
Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesi de bir egemenlik ve toprak bütünlüğü mücadelesidir. Bölücü örgüt siyasi uzantısı (DEM) vasıtası ile egemenliğimizi ve topraklarımızı paylaşmak için yeni bir aşamaya geçmek istemektedir. Ama bunu silahlı yoldan yapması mümkün olmadığı için büyük güçlerin siyasi tuzağı ile masada amacına ulaşmak istemektedir.
Türkiye ne savaş ne de iç savaş halindedir. Devletimiz terörü zaten bitirmiştir. Bu yüzden zaten “Terörsüz Türkiye”de yaşıyoruz. TSK, PKK’yı yenmişti ve bölücü örgüt, Türkiye’de eylem yapamaz hale gelmişken neden “Terörsüz Türkiye” diye yeni açılım başlatıldı?
Ankara’nın bu kadar büyük oynamasının ve Türkiye’yi parçalanma sürecine götürmesinin arkasında temel olarak üç neden var:
(1) Çöken ekonomiye para bulmak, özellikle askeri alandaki örtülü ambargoları kırmak, başta Orta Doğu ve Doğu Akdeniz olmak üzere uluslararası izolasyonu aşmak, ABD’nin ve AB’nin kendi bölgesel projeksiyonlarına uyum sağlamak için 2015 yılında yarım kalan Kürt projesine sarılmak.
(2) Normal olarak bir daha seçimleri kazanamayacak olan Erdoğan’ın iktidarı bıraktığı anda hesap sorulacak olmasından dolayı duyduğu korku, Cumhurbaşkanlığı süresini yaşadığı sürece devam ettirmek istemesi ve bunun içinde Anayasa değişikliği ile bunu garanti altına almak istemesi.
(3) Ankara’nın İslamcı ideolojisi ile Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ilga edecek bir karşı devrim üzerinde 20 yıldır devam eden çalışmalarının bir sonuca ulaştırmak, ümmet esasına dayalı bir saltanat ve Büyük Orta Doğu’da geniş bir etki bölgesi olan Sünni bir halifelik kurmak.
İktidar bu süreci gerçekten bir demokratikleşme için değil, muhalefeti bölüp baskı altına almak ve anayasa değişikliği ile baskı rejimini kalıcı hale getirmek ve nihayetinde Atatürk’ün Türk kimliğine dayalı ulus-devlet projesini tersine çevirmek, saltanat ve ümmet düzenine dönme hesabı ile yürütüyor.
Kürtlerle çözüm süreci, Orta Doğu’daki yeni koşulların yol açtığı korkularla başladı. Bunun öteki yüzünde iktidarın iç cepheyi tahkim etme hedefi yatıyor.
Yeni Osmanlıcılık, kişisel ve bölgesel ihtiraslarla iyi düşünülmemiş, irrasyonel projeler ve saf İslam anlayışı ile yürütülen politikalar şimdi Kürtlerle kendini güncellemek istiyor. Bu sürece karşı çıkacak milliyetçiler “ırkçılık” ve “halkı düşmanlığa tahrik etmek” suçlaması ile hapse atılırken, ülkeyi bölme projesinde on binlerce insanımızın ölümüne neden olanlarla pazarlık “demokratikleşme” ve “normalleşme” yalanı ile açıklanıyor.
“Demokratikleşme” adı altında gündeme getirilen yeni anayasa süreci, iktidarın geçmiş politikalarını meşrulaştırma ve seçimleri garanti altına alma çabasıdır. Bölücü örgütle pazarlığa dayalı yeni anayasa sürecinde, ülkemizde eşitlik, özgürlük, laiklik, bağımsızlık, Cumhuriyet kavgası yeni bir evreye girmiştir. İktidar kendi bekasını bölücü örgüt ile tahkim etmek peşindedir.
Konfederasyon ve Misak-ı Milli Yalanı
Terörle müzakere süreci PKK’nın Türkiye’de uzun zamandır işlevsiz kaldığı, gücünü topladığı Suriye’de ise YPG/PKK’nın en hassas konumda olduğu, Irak’ta ise çok zayıfladığı bir dönemde başlatılıyor. Çünkü PKK’nın imdadına yetişen Amerikan derin devleti 40 yıllık projesinin boşa gitmesini istemiyor, vekil gücünü yeni sahneye hazırlarken, Türkiye’yi de oyuna dâhil etmek istiyor. Bu oyun tıpkı 1990’lar ve 2011’de olduğu gibi Türkiye’yi Ortadoğu Konfederasyonu lideri yapma, Misak-ı Milli ile büyüme hayalinin parçası olarak sunuluyor. Ülke içinde ise şimdi “analar ağlamasın” yerine “terörsüz Türkiye” masalı ile açıklanıyor.
Irak’ta en başından beri, sırf Sünni oldukları için Barzani ve orta kesimdeki Sünni Arap grubu kendine müttefik seçen ve Türkmenleri yok sayan Erdoğan’ın büyük oyununda Misak-ı Milli maskesi ile Kürtlerle genişleme beklentisi olabilir. Ancak, bu genişleme senaryosu tam aksine Türkiye’den daha büyük bir parçanın kopmasına ve Büyük Kürdistan’a yol açacaktır. Nitekim öteden beri Irak’taki Şii Dava Partisi lideri ve başbakanlık yapmış olan Maliki, sık sık Türkiye hakkında şöyle söylemektedir; “Irak ve Suriye’yi dönüştürmeye çalışan Erdoğan, Türkiye’yi de parçalayacak ve bölgenin güvenliği açısından zararlı bir hale gelecek.”
Büyük Orta Doğu Projesi ile AKP’ye bir Ortadoğu Konfederasyonu vaat edilmişti. Ama proje iflas etti, geriye Suriye’de yeni bir Kürt devletçiği kaldı. Amerikan derin devleti, Suriye ve Irak’tan sonra şimdi BOP’un Türkiye ayağını başlatmak istiyor. ABD halen Irak’ın kuzeyi ile yeni devletçiği birleştirmeye çalışırken, AKP’nin hayali hala Sünni eksen kurmak. ABD’nin ülkenizde etkin olmasını önlemek istiyorsanız, ilk olarak mevcut Kürt hareketlerinin birleşmelerini engellemelisiniz. Farklı grupların birleşerek bulundukları bölgeye egemen olma çabaları ve bunu ABD desteğini alarak gerçekleştirmeleri, çok büyük bir tehdittir.
Orta Doğu satrancında piyonlar yeniden yerleştiriliyor, yeni oyun başlıyor. Genel gidişata bakınca, belirsizliğin, kuralsızlığın, melez (devlet destekli terör) ve sağlıksız ilişkilerin uzun bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Türkiye’nin ne Irak ve Suriye, ne de İran’daki senaryoları etkilemesi, kendi başına bağımsız politikalar izlemesi istenmiyor.
Trump’ın Erdoğan hakkında söylediği övgü dolu sözlerin arka planında iki hesap var;
- İsrail’in Suriye’de devam ettirdiği işgali perdelemek ve onun güvenliği aleyhinde Türkiye’nin herhangi bir girişimini önlemek,
- Suriye’deki SDG-YPG/PKK organizasyonunun ve bu kapsamdaki Kürt yapısının, ülkenin yeni şekillenmesinde de yer almasını sağlamak ve bunun Türkiye tarafından bir şekilde kabullenilmesi için zemin oluşturmak.
Ne ABD ve İsrail, ne de Körfez ülkeleri Ortadoğu’da meydanı Türkiye’ye bırakmak niyetinde çünkü gelinen aşama büyük planın sadece bir parçası. İsrail Suriye ordusunu yok ederek, İran’a kadar uzanan bölgeyi kontrolüne almak, bölgeyi şekillendirmek istiyor. Bunlar olurken, kimse Türkiye’nin bölgede inisiyatif almasını, müdahalede bulunmasını istemiyor. Türkiye’den istenen olan-bitene (Kürt Projesi ile) ikna olmak. Bölgede rejim değişiklikleri önce istihbarat savaşları ile şekilleniyor ve İran senaryosundan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini öngörmek zor değil.
Erdoğan’ın saklı gündeminin Osmanlı İmparatorluğu’nun modern versiyonunu kurmak olduğu pek gizli değil ve Orta Doğu ülkeleri bunu çok yakından izliyor. Erdoğan’ın içeride her türlü muhalefeti bastırmak için acımasız ve baskıcı tedbirler uyguladığı da takip altında. Aslında Erdoğan iç politika nedeni ile ABD ve AB olmak üzere Batılı ülkeler ile karşı cephede görünmeyi tercih etse de her zaman arka planda işbirliğine devam etti.
Bununla beraber, Doğu Akdeniz, Orta Doğu’da çatışmaların içinde yalnız, İslamcı ideolojisine rağmen İslam ülkeleri içinde de Katar hariç kimse yanında değil hatta düşmanlık için fırsat kolluyorlar. Rusya ile flörtü nedeni ile NATO içinde de sorunlu hale geldi ama Suriye’deki son gelişmeler ile Moskova onun ne kadar güvenilmez olduğunu bir kez daha test etmiş oldu.
Bütün bunların nedeni jeopolitik körlük. Erdoğan, İran’ın Şii Hilali kurmak için kurguladığı Direniş Ekseni’nin bir benzerini kendi Sünni etki bölgesi için Müslüman Kardeşler (İhvan) ile birlikte oluşturmaya çalıştı. Erdoğan’ın dış politikası şu şekilde özetlenebilir; “Yurtta savaş, dünyada savaş”. Şu ana kadar bu dış politika pahalı askeri maceralara neden oldu ve hiçbir şey kazandırmadı.
Amerikan hegemonyasının kendini yeniden kurmaya dönük savaşların ölümcül sonuçları hâlâ kucağımızdayken 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı’nı fırsata çeviren İsrail’in, Washington’ın garantörlüğünde güç denklemini tamamen değiştirmeye dönük saldırganlığı devam ediyor. İsrail, Suriye’nin güneyini tampon bölgeye dönüştürme, bu ülkeyi zayıf ve savunmasız bırakma, idareten federal bölgelere bölme ya da parçalama yönündeki değişken planlarına Türkiye’nin tepki vermesi istenmiyor.
Türkiye’ye Batılıların uzattığı havuç; Kürt sorununu çözerseniz, ABD, AB ve NATO ile ilişkileriniz düzelir, artık askeri operasyonlara gerek kalmaz. Ankara ise PKK ile barış yoluyla son on yılda Suriye’de sağladığı kazanımlarını (Arap kontrol bölgelerini) korumak istiyor. Türkiye, PKK ve SDF ile anlaşarak, Suriye’de İsrail ve İran’ı ekarte etmeyi hesaplıyor. Irak’ta da hem Kandil ve Sincar gibi bölgelerdeki PKK varlıklarının yok olmasını hem de Barzani ile birlikte İran’ın bölgesel etkisini ve militan bağlarını kırmayı amaçlıyor.
Bugün Türkiye'nin önündeki plan aynı plandır! Büyük Osmanlı haritası çizilerek yine Türkiye’ye Kerkük-Musul hedefi gösteriliyor. Bunun için Türkiye’nin üniter yapısının bozulması halinde Irak’ın kuzeyindeki Kürt devletinin Türkiye'ye katılması öngörülüyor. Zaman içinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile birleşerek, eski Amerikan Büyükelçisi Pearson'ın söylediği gibi Erzurum'dan Bağdat’a kadar uzanan bölge tek bir ekonomik bölge hâline gelecekmiş. Ardından Barzani’nin yazdığı gibi, bu bölge ‘tek bir siyasi bölge’ hâline gelecek ve ‘Kuzey Kürdistan'daki işgalci (!) Türk Ordusu’ buradan çekilecekmiş.
Müzakere Süreci
Türkiye’deki açılım, Öcalan’ın çağrısı öncesi 4 ay süren görüşmeler sonrası geldi. Nisan 2024: Türk hükümeti ile Öcalan arasında görüşmeler yapıldığı söylentileri çıkmaya başladı. Ancak, açılımın öncesinde Suriye’de ki gelişmeler ile ilgili bir takvim işliyordu. Ankara’nın en başından beri önceliği Esat rejimini devirmekti. Bu nedenle Fırat’ın doğusunda ABD’nin desteklediği YPG/PKK’ya karşı harekatı engellenirken, Fırat’ın batısında ise Esat’a karşı ABD ile işbirliği yapıyor, CIA ve Pentagon’un desteklediği cihatçılar ile HTŞ ve ÖSO aynı cephede buluşuyordu.
Kasım 2024’te HTŞ’nin İdlib’ten çıkarak Şam’ı birkaç gün içinde ele geçirmesinden önce Türkiye’nin Suriye bürokrasisi sahada yerini almış, bu saldırı planı ve Kürt projesi ile uyumu konusunda ABD ile ön çalışmalar bir yıldan fazla bir süredir yapılmaktaydı. Ankara, Suriye’deki kazanımlarını korumak ve İsrail’e meydanı tamamen kaptırmamak için Kürtleri kendi oyununa çekmekten geçiyordu.
AKP, yeni süreç için MHP lideri Bahçeli’ye özel bir rol biçmişti. MHP ile AKP 2009-2015 arasındaki PKK ile müzakere sürecinde taban tabana zıt gözükmüş olsa da aslında pek çok konuda işbirliği yapmışlardı. Örneğin 2007-2010’de TSK’yı hedef alan Balyoz ve Ergenekon operasyonlarına sessiz kalan MHP, Ocak 2008’de başörtüsü yasağının kaldırılmasını, 2017 yılında AKP’nin Türkiye’yi başkanlık sistemi ile dönüştürme planının parçası olan anayasa değişikliklerini desteklemişti. Bahçeli, şimdi de Erdoğan’ın görev süresini tekrar uzatarak kendisinin ve partisinin varlığını sürdürürken, karanlık işlerini örtmeye devam etmek istiyor.
Bahçeli, 22 Ekim 2024’de en az 50 bin kişinin katili olan PKK terör örgütünün hapisteki elebaşısı Öcalan’ı Parlamento’da konuşmaya davet etti. Öcalan’a 2021 yılından beri ailesinden kimse ziyaret edememişti. 2015 yılında müzakere süreci başarısız olunca “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur” diyen Erdoğan, İmralı’ya parti ziyaretlerini de yasaklamıştı.
01 Ekim 2024 tarihinde ise Bahçeli, Parlamento’nun açılışında DEM Parti eş-başkanı Tuncer Bakırhan’ın elini sıkarak, süreç ile ilk işareti verdi ve “vakit tamam” açıklaması ile dışarıdan da bir sinyal alındığı anlaşıldı. 28 Kasım 2024 tarihinde DEM Parti heyeti İmralı’daki Öcalan ile ilk defa bir araya geldi.
DEM’in stratejisi ise öncelikle Öcalan’ı masadaki asıl görüşmeci olarak kabul ettirmek. Ancak, ortada bir anlaşma yok, süreç belirsiz, sadece kapalı kapılar arkasında konuşulanlar var. Önceki süreçlerde de bu böyle olmuştu.
Hükümet tarafının politikası daha çok taktiksel beklentiler içinde. Erdoğan ve Bahçeli’nin önceliği iktidarlarının 2028 sonrasına taşınacağı düzenlemeleri, kozmetik tavizlerle kabul ettirmek. Nitekim şu ana kadar AKP hiçbir şeyin yükümlülüğünü almadı. CHP’nin ana endişesi Kürt oylarını kaybetmek. İyi Parti ve Zafer Partisi ise milliyetçi bir yaklaşımla sürecin durması için etki etmeye çalışıyor.
Erdoğan ve ekibi tüm bunları hayata geçirebilmek için yedi aydır adım adım yürütülen bir plan çerçevesinde önce süreci başlattı, kamuoyunu hazırladı ve karşı çıkabilecek hemen herkesi bir şekilde ya hapse attı ya da susturdu.
Terör örgütü ve siyasi uzantısı ile müzakereler yapan iktidar, CHP’yi hala PKK ile iş birliği yapmakla suçluyor. CHP de İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun hapse atılmasının ardından gösteri ve protestolar düzenlemesine rağmen, bu sürece karşı çıkmadı. Partisinin Van’da düzenlediği gösteride, CHP lideri Özgür Özel, örgütün yakında silah bıraktığını açıklaması yönündeki umudunu dile getirdi.
İslamcı iktidarın Atatürk Cumhuriyetine karşı devrim, saltanatı ve hilafeti geri getirmek için Kürtleri kullanma projesi, CHP’yi ele geçirmiş ve Kürt Projesini sahiplenmiş Soroscu tayfası ile Kürtçülükte yarış halinde. Ülkede “milli” denebilecek yani dışarıdan talimat almayan parti ve kişiler ise susturulmuş durumda.
Hükümetin propaganda makinesi süreç ile ilgili hâkim olan anlatıyı kontrol etmeyi başardı. Türk milliyetçilerinin potansiyel muhalefeti kontrol altında tutuluyor, hatta doğrudan bastırılıyor. Zafer Partisi lideri ve AKP-MHP ittifakının açıkça muhalifi olan Prof.Dr. Ümit Özdağ, Ocak ayında tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Açılımın Saklı Yüzü
Atatürk, Anadolu’da Türkleri Ankara çevresini hapsederek, doğuda Ermenistan ve Kürdistan kurulmasını öngören Wilson prensiplerini ve Sevr antlaşmasını tarihin çöplüğüne atmıştı ama açılım siyaseti takip eden iktidar ve ana muhalefet, Türkiye’ye bu şartları dayatan PKK’ya ülkenin bütün kapılarını açmış oldu.
PKK’nın silah bırakacağını ve ortadan kalkacağını ummak, içinde küçük hesaplar yoksa büyük bir saflık çünkü dış güçlerin terör örgütüne olan ihtiyacı yeni bir safhaya girmiştir ve amaçları Türkiye’yi yeni planlara ikna etmek ve örgütle mücadeleden vazgeçirmektir. Ankara’nın içeride ve dışarıda siyasi ve ekonomik olarak köşeye sıkışmış olmasından istifade edilmektedir.
2015 yılı öncesinde silah bırakma ve ateşkes vardı ama sonrasında çok yoğun çatışmalara hazırlandıkları da ortaya çıkmıştı. Bugün çatışma alanları daralsa da yeni fırsatlar peşindeler.
Ankara’nın İmralı ve DEM üzerinden tanıyacağı sözde haklar bölücüler için arkasında ABD’nin olduğu ve kurguladığı yeni bir yolun başlangıcı. Kürt kimliğinin tanınmasının yanında bilindik bölünme stratejisine geçiş yapılacak. Bu dört aşamanın ne olduğunu “ABD’nin Kürt Projesi” başlıklı kitabımda açıklamıştım:
1) Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.
2) Özerk yönetim.
3) Bağımsız devlet.
4) Büyük Kürdistan (KCK).
Özetle, anayasa değişiklikleri sonrası Türkiye’ye 2015 öncesinde olduğu gibi “Yerel yönetimleri güçlendirin.” baskısı gelecek. Önce mali ve kültürel özerklik, sonra kendi valisini seçen bir siyasi özerklik. Bunu da kendi ordusu ve polisi olan bir özerk yapı izleyecek. İşte bu dönemde PKK, yeni özerk yapının ordusu olacak. Tıpkı Suriye’de şimdi yapılmaya çalışıldığı gibi. Bunların hepsi KCK yani Büyük Kürdistan yapılanmasının bir parçasıdır. Ankara’nın PKK çözülecek beklentisi hayalden öte bir şey değil. Bunu kendileri de biliyor ama sadece kendi siyasi gelecekleri için göz yumacaklar.
Silahlı terör örgütü, kurulacak önce özerk yönetim, sonra bağımsız devletin ordusu ve polisi olacak; kendi yönetimlerini kurarken, PKK’nın kendine biçtiği hayali rol de bu. Bu talep Suriye’deki PYD/YPG için de geçerli. Varlıklarını sürdürebilmek için PKK ya da başka isimle bir silahlı güce hep ihtiyaç duyacaklar.
Şu anda ABD ve diğer Batılı devletlerin Türkiye’ye süreç ile ilgili methiye düzmelerinin arkasında verilecek tavizlerin bölünme süreci için geri dönülmez bir başlangıç olmasıdır. Yakında Diyarbakır’da Kürt parlamentosu, kendi Kürt valileri ile özerkliğe doğru yeni talepler ile gelecekler.
Irak’ın kuzeyinde PKK’sız Kürtler diye Barzani’ye tanınan özerkliğin bir benzeri şimdi Suriye’de PYD’ye sağlanacak. Yetmedi, PKK kendini tasfiye etti diye Türkiye içinde de Kürt özerkliğinin önü açılacak. Öte yandan, PKK asla dağılmayacak, belki silahlarını saklayacak.
Türkiye’de iktidarda kalabilme ve Suriye’de yaşanan çıkmazı aşmak için yapılan yeni açılım ile 45 yıldır süren terörle mücadeleye büyük zarar vermekteyiz PKK ve ülke içindeki siyasi sözcüleri (DEM Parti) artık masada pazarlık aktörü haline gelirken, örgütün uluslararası bir operasyon vasıtası olduğu iyice belirginleşti.
Yeni açılım Türkiye’yi Kritik Eşiğe Getiriyor. Atatürk bu ülkeyi Türk kimliğine dayalı modern bir ulus devlet olarak kurdu. Bunu yaparken de bağımsızlık savaşında dış güçlere karşı zafer kazanırken, içeride Cumhuriyet rejimine giden yolda hâlâ Osmanlı saltanatı ve şeriat hayali içinde olanlara mücadele etti. Karşısında iki Cumhuriyet düşmanı vardı: İslamcılar ve Osmanlı dönemindeki başıbozukluğu devam ettirmek isteyen Kürtler.
Atatürk’ün en çok önem verdiği konu tam bağımsızlık ve homojen bir ulus devlet yapısı idi. Bu yüzden Türk kimliğini temel aldı ama diğerlerine de ülkenin siyasi birliği çerçevesinde saygılı oldu. Ama Osmanlı döneminde olduğu gibi Türklük gene horlanıyor, dahası hedef alınıyor. Osmanlının son döneminden beri İslamcılar ve Kürtçüler, ortak düşman gördükleri Türk milliyetçilerine ve Atatürkçülüğe karşı her fırsatta iş birliği yaptılar.
Son 23 yılda FETÖ ile iktidar olup askerleri hedef alan; kontrollü sivil darbe ile rejimi parti devleti haline getiren; ülkedeki yolsuzluk ve hukuksuzlukların hesabının sorulmasını istemeyen bugünkü yönetimimiz; iktidarı bırakmamak, sakladıklarını kaybetmemek için her türlü Anayasa ve hukuk dışı yolu deniyor. Suriye başta olmak üzere ülke içinde ve dışında işlediği suçların, terör örgütleri ile bağlantılarının gizli kalmasına çalışan iktidar, hesap vermemek için ne olursa olsun konumunu sürdürmek peşindedir. Hiçbir adaletli yanı ve etik tarafı kalmamış, kadroları ve ideolojisi çürümüş bu iktidar partisinin güvendiği en önemli dayanak ise muhalefet içindeki kriptolardır.
Orta Doğu’da Emperyalist Plan ve Açılım
Irak’ın kuzeyinde 1990’lar ve 2003’te Kürt oluşumuna sadece seyirci kalmaya zorlanmadık, Türkmenleri yok sayma pahasına Barzani’yi desteklemeye hala devam ediyor. Suriye’de de aynı oyun devam ediyor. Irak’tan sonra Suriye’nin de sözde toprak bütünlüğü içinde federal bir sistem kurulacak ama Kürt bölgeleri birleşecek ve aynı oyuna İran’daki Kürtlerin katılımı senaryosu ise beklemede. Türkiye üzerinde devam eden oyun ise bir NATO müttefiki olduğu için dışarıdan ikna’ya ve içeride kurulan Soros tipi örümcek ağına dayanıyor.
1980’lerden itibaren hazırlanan Ilımlı İslam projesi ile 2003 yılından sonraki kurgu sağlandı. Avrupa Birliği ile işbirliği içinde ulus-devlet yapımızın temelleri olan Cumhuriyet değerleri, güvenlik organlarımız, ülke içi güçler dengesi erozyona uğratıldı, komplolar düzenlendi. Türkiye’nin AB üyelik süreci ile birlikte silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolü ile ilgili baskılar özellikle MGK yapısında bazı değişikliklerin yapılmasına yol açtı, TSK üzerinde oynanan oyunlarla terörle mücadelede yerine müzakere sürecine geçildi.
2013’te de benzer bir oyun sahneye konulmuştu, oyunun o zamanki adı “Analar ağlamasın” idi, başarısız oldu, şimdi aynı oyun “Terörsüz Türkiye” adı altında sahneleniyor.
Emperyalizmin hedefi bölmektir. Cumhuriyet önce 1925 Şeyh Sait isyanı ile ayrılıkçı ve silahlı Kürt sorunu ile tanıştı. O dönem İngiliz emperyalizminin vizyonu olan
bölücülük daha sonra ABD, İsrail ve AB’nin ortak vizyonuna dönüştü. Binlerce masum insan ve devlet görevlileri katledildi.
Ortada emperyalizmin “devletimizin ve milletimizin bekası” üzerine oynadığı bir oyun var ve biz bu oyunu görmüyoruz. Perdeliyorlar, bu oyunu tam olarak bize göstermiyorlar. “Terörsüz Türkiye” masalıyla bizi uyutuyorlar. Basit ve kurnazca “köşeye sıkıştırıp savuşturma” yöntemi.
PKK, “bir etnik grubun silahlı gücü” değildir. PKK, başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin emrindeki bir terör örgütüdür. Görevi, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’da huzursuzluk yaratmaktır.
Türkiye iki yayılmacılık arasında sıkışmıştır: Ege ve Doğu Akdeniz’de Yunan yayılmacılığı ile Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de İsrail yayılmacılığı. Bu iki yayılmacılık ile kıskaca alınmıştır. Orta Doğu’daki kıskaç Suriye-Irak ve İran içinde kurulan devletçiklerle Kürt koridorudur. Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki bütün kaoslardan İsrail yararlanıyor, karlı çıkıyor.
Orta Doğu coğrafyasında oynanan oyun, Türkiye’nin öncelikli çıkarlarını aşan oldukça büyük bir sahada oynanmaktadır. Türkiye, oyunu Misak-ı Milli sınırları içerisinde tutarak, terörle mücadele ve Türkmenlerin güvenliği dışına taşan bataklık sahaya geçmemelidir. ABD ve İsrail’in İran ile girişeceği bilek güreşinde Türkiye’nin rolü, sadece kendisi için değil dünyanın geri kalanı için de önemli sonuçlar doğurabilir.
Ankara, yapılan görüşmelerde dış güçlerin varlığını inkâr etse de arkasında ABD var. ABD, Türk tarafına bunu tarihi bir fırsat gibi göstererek sorunu çözme yönünde baskı yaparken, PKK liderliğinden de taleplerini düşük seviyede tutmasını istiyor.
Bütün bu gelişmeler ABD’nin oyun planı içinde gerçekleşiyor. Türkiye’de taraflar ikna edilirken, Suriye’de ise ABD, doğrudan rol oynuyor yani inisiyatif Washington’un bölgedeki uzantılarında. ABD, Suriye’de SDF’nin ana destekçisi ve yeni Suriye hükümeti ile arasını bulmaya çalışırken, Kürtleri de birleştirmeye çalışıyor.
11 Mart 2025’te ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Suriye’de Kürt haklarına verdiği önemi açıkladı. Sözde SDF’nin entegrasyonundan bahsediliyor ama hükümetin tam kontrolü de istenmiyor. ABD, Suriye’den askerlerini çekse bile geride kendine ait bir güç olarak SDF’yi bırakmak istiyor. Bu durum Washington ve Ankara arasındaki en büyük çatlak ama eğer Türkiye’deki görüşmeler başarısız olursa, Suriye’de SDF’nin zayıf durumda kalmasını istemiyorlar ve Şam ile barıştırmak peşindeler.
Irak’ta ise ABD, Türkiye’nin Irak’taki askeri oprasyonlarına son vermek istiyor. 2020 yılındaki Sincar Anlaşması’nı tam olarak hayata geçirerek hem İran ile işbirliği yapan PKK ve bağlılarını elimine etmek hem de IKB’nin konumunu güçlendirmek istiyor.
28 Nisan 2025 günü Ankara’da “Türkiye Cumhuriyeti-Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Düzeyli Savunma Grubu Toplantısı” yapıldı. Toplantının en önemli sonucu Türkiye ile İsrail arasında ABD’nin eşgüdümünde adı konulmayan bir bölgesel stratejik ittifakın kurulması. Bu bağlamda Türkiye, ABD-İsrail’in Gazze girişimine sessiz kalacak, Filistinli mülteci sorununun çözümü Ürdün’ün yanı sıra Türkiye’ye bırakılacak.
Trump ve Erdoğan arasındaki en son telefon konuşması 04 Mayıs 2025 tarihinde gerçekleşti. Bugünlerde Ukrayna konusu ile ilgili Türkiye’ye gelmesi ise iptal edildi. Dış İşleri Bakanı Rubio ise Antalya’daki NATO toplantısına katıldı. Trump, ülkesi için Orta Doğu ülkelerinden haraç toplayarak ülkesine döndü. Hiçbir ülkenin egemenliğine ve uluslararası hukuka saygısı yok. Kürt Projesi zaten Trump’ın değil, arkasındaki derin-devletin takip ettiği bir konu ve şimdi Büyük İsrail Projesi yanında Orta Doğu ile ilgili İran’a yönelik diğer planların parçası olduğu için Türkiye’nin uyutulmasında Erdoğan’a yönelik iltifatlar öne çıkarılıyor.
Yeni Suriye ile güneyimizde oluşan Kürt Koridoru bizi büyük ölçüde Orta Doğu’dan yalıtacak. İsrail’in Suriye’nin güneyine yerleşmesi ile bu koridor İsrail’in oyun sahası olacak. Filistin devleti ve Kudüs hayalleri de bitecek. Suriye’de İslamcı devlet kuralım derken, ABD ve İsrail’e bedava üs ve oyun sahası sağladık, denge unsuru Rusları da elimine ettik.
Suriye’de kazanan ABD ve İsrail’dir. Kaybedenler ise en çok Türkiye, sonra Rusya ve İran’dır. Rusya ve İran, egemenliklerinden kaybetmedikleri için başka bir bölgede durumu telafi edebilirler. Ama biz ABD ve İsrail’in oyun sahasında bundan sonra onların çıkarlarına göre hareket etmek zorunda kalacağız.
ABD emperyalizminin bölgemizdeki çıkarı ve hedefi; Irak, Suriye, İran, Türkiye’den belirli toprak parçalarını koparmak, bu topraklar üzerinde “Kürdistan”ı kurdurmak ve bu devleti İsrail’in emrine vermektir. Adına BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) dediler, çıktıkları yolda yürümeye devam ediyorlar.
Bugün vitrin süsü olarak sunulan “barış” söylemleri esas planı perdelemek içindir. Esas plan bölge ülkelerini bölen “Büyük Kürdistan Projesi” ve Amerika-İsrail destekli terör unsurlarının devletleşmesi tehdididir. PKK terörün kaynağı değil taşeronudur. Ülkemizde ve bölgemizde terörün kaynağı ABD, AB emperyalistleri ve Siyonist İsrail’dir. Çokuluslu sermayedir.
Kürt sorunu, bugün emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir. ABD emperyalizmi, Irak ve Suriye’de kurduğu kukla yapılarla, askeri üsleriyle, her yıl PKK’ya tahsis ettiği 100 milyonlarca dolar parasıyla ve maaşını ödediği PKK militanlarıyla, Irak’taki üslerinden Suriye’ye taşıdığı binlerce tır dolusu silahıyla “Kürt sorunu”nun doğrudan tarafıdır. Onun için günümüzde Kürt sorunu, başında ABD’nin olduğu emperyalist cepheye karşı mücadelenin bir parçasıdır.
PKK adı altında baş gösteren proje, IŞİD ile esasen Orta Doğu ve Orta Asya'yı kapsayan bir siyasi projenin bölge kaynaklı uygulama programıdır. PKK terörü olarak ifade ettiğimiz şey; büyük güçlerin Orta Doğu'yu siyasi-etnik ve kültürel olarak parçalamayı, bu bağlamda bölge dengelerini yeniden oluşturmayı hedefledikleri geniş çaplı bir planın parçasıdır.
Nitekim PKK terör örgütünün tasfiye kararının siyasal gerekçesi, “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak nitelenen emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinin keskinleşmesi ve bunun Orta Doğu’ya yansımaları ile bu gelişmelerin Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılması biçiminde açıklanıyor.
Türkiye’ye biçilen yeni rol sıra kendisine gelene kadar Orta Doğu’nun dönüşümüne vasıta (asset) olmaktır. AKP, son 20 yıldır Türkiye’de laik askerlerin by-pass edilmesi sonrası içeride ve dışarıda acımasız bir İslamcı proje yürütmektedir. İçinde olduğumuz proje İslam’ı yeniden tanımlama ve coğrafyayı Batının çıkarlarına entegre etmek için dönüşüm projesidir. 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrası dönemde Ortadoğu’nun dönüşümü ile Büyük İsrail projesi de ivme kazanmış ve sıra İran ve Kürt projesine gelmiştir. İran’a yönelik harekât, Irak ve Suriye’nin üç veya beşe bölünmesi Türkiye’ye rağmen zor olur.
Rusya ve İran kozunu kaybetmiş Türkiye için artık tek seçenek ABD ile barışmaktır. Ancak, ABD başkanı kim olursa olsun, bu iktidar olduğu sürece iki ülke ilişkileri hiçbir zaman normalleşmeyecek. NATO müttefikliği ABD için zaten bir kriter değil. Yaklaşık 10 yıldır örtülü ekonomik ve askeri yaptırımlara maruz Türkiye’nin ekonomisi çökme aşmasında. Her türlü sıcak paraya ihtiyacı var, AB’den gelen sığınmacı fonları en önemli gelir kaynağı oldu. Ülke savunması ise ambargolar nedeni ile önemli sorunlar yaşıyor. F-16’ları bile yenileyemiyor.
Federal Türkiye
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/129437080/Federal_Türkiye