“Demokratikleşme Paketi”nin Seçim Sistemi Üzerinden Bir Değerlendirmesi: “Türkiye Cumhuriyeti’nin Zaman Ayarları”yla Oynamak

Yazan  02 Ekim 2013

Giriş

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 30 Eylül 2013 günü “Demokratikleşme Paketi” adını verdiği seçim paketini açıklayarak 2014 ve 2015 yapılacak olan yerel ve genel seçimler için partisinin oylarını konsolide etme ve Türk siyasetini AKP lehine tahkim etme çabasına yeni bir yön vermiş bulunmaktadır. Bu bağlamda bir “ileri demokrasi” (!?) hamlesi olduğu iddia edilen ve “Demokratikleşme “Paketi” adıyla açıklanan paketten demokratik gelişmeye seçim sistemi bağlamında ters düşecek sürpriz bir unsurun çıkması AKP pratiği açısından normal olsa da, bu durum gerçekten de siyasi etikle bağdaşmayan bir aldatmacadır.

Öncelikle Erdoğan’ın paket kapsamında açıkladığı yeni seçim sistemi önerisini kendi sözleri üzerinden ele alalım:

“…Bazı kanunlarda yapacağımız değişikliklerle, çıkaracağımız bazı kanunlarla, siyasi hakları daha da genişletiyor; on yıllardır devam eden tartışmalara artık son veriyoruz.

Bu kapsamda, öncelikle, seçim sistemini değiştirmek için önemli bir adım atıyor; seçim sistemini tartışmaya açıyoruz Türkiye’deki mevcut Seçim Sistemi, özellikle 12 Eylül müdahalesinin ardından her zaman tartışma konusu oldu, her zaman eleştiri konusu oldu. Hemen tüm siyasi partiler de, seçim sisteminin değişmesi gerektiğini ifade ettiler ve ediyorlar. Şunu altını çizerek ifade etmek istiyorum: Mevcut seçim sistemi, yüzde 10 barajı, AK Parti’nin getirdiği bir sistem değildir. Biz, 2002 seçimlerine girerken bu sistem uygulanıyordu, yüzde 10 barajı vardı. Daha Partimizi kurarken, mevcut seçim sisteminin katılımcılıktan uzak olduğunu, değişmesi gerektiğini güçlü şekilde ifade etmiştik. Geçen yıl, 30 Eylül’deki 4’üncü Büyük Kongremizde yayınladığımız 63 maddelik Siyasi Vizyon belgemizde de, 2023 Vizyonumuz çerçevesinde seçim sistemini değiştireceğimizi bir hedef olarak ortaya koymuştuk. Gerek ‘Akil İnsanlar Heyeti’ raporlarında, gerek Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, gerekse bugüne kadar hazırlanmış birçok raporda, seçim sistemindeki sorunlar dile getirilmişti.

Tüm öneri, tavsiye, eleştirileri gözden geçirdik ve bu sorunu çözmek için artık adım atıyoruz. Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda biz bir tek seçenek sunmuyor, 3 farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz.

 Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz…

Barajı yüzde 5’e çekip, 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemini uygulayabiliriz.

 Üçüncü seçenek olarak da, ülke barajını tamamen kaldırarak, Dar Bölge Seçim Sistemini getirebiliriz…

Bu 3 seçeneği önümüzdeki günlerde tartışacak, Türkiye için en doğrusu, en isabetlisi hangisiyse, o yönde düzenlemeyi Meclis’e getirecek, yolumuza o şekilde devam edeceğiz.”[1]

 

“Temsilde Adalet” İlkesinin Aldatmacası: Çoğunluk Sistemi ve “Dar(altılmış) Bölge”

Görüldüğü üzere, Erdoğan ve partisi AKP, anayasa değişikliğiyle getirmek istedikleri “Başkanlık sistemi”yle ilgili önümüzdeki yıllarda siyasette fiili bir durum oluşturabilmek için Seçim Kanunu’nu değiştirmek yoluyla bir zemin oluşturma çabası içerisindedir. Erdoğan’ın önerdiği %5 ülke barajlı 5’li gruplandırmalı “Daraltılmış Bölge Seçim Sistemi” ile ülke barajsız “Dar Bölge Seçim Sistemi”, temsilde adalet ilkesini zedeleyen ve “çoğunluk” ilkesine dayanan bir seçim sistemidir. Bu seçim sistemini meşru göstermek içinse ülke barajının düşürülmesi ve ya da kaldırılması yolu seçilmektedir ki pratikte bu hiçbir işe yaramamaktadır.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için söz konusu seçim sistemlerine ilişkin bazı açıklamalar yararlı olacaktır. Seçim sistemleri “temsilde adalet” ilkesi bağlamında genel olarak üçe ayrılır: 1) Çoğunluk temsil sistemi, 2) Nispi temsil sistemi, 3) Karma temsil sistemi.

Erdoğan’ın önerdiği %5 ülke barajlı 5’li gruplandırmalı “Daraltılmış Bölge” Seçim ile ülke barajsız “Dar Bölge” seçim sistemleri “Çoğunluk temsil sistemi”nin iki versiyonudur.

“Çoğunluk temsil sistemi” temelde seçmenlerin oyunun en az yarısından bir fazlasını (salt çoğunluk) ya da diğer adaylardan daha fazla oy alan (basit çoğunluk) adayın kazandığı bir sistemdir. Bu haliyle salt çoğunluk, basit çoğunluğa göre uygulanması daha zor bir yöntemdir. Zira, bir seçim bölgesinde ikiden fazla aday varsa, bir adayın oyların yarısından en az bir fazlasını alması kolay değildir. Diğer taraftan, “Çoğunluk temsil sistemi” “dar bölge” ve “geniş bölge” olarak ikiye ayrılmaktadır. Erdoğan’ın önerdiği “Dar bölge” çoğunluk sisteminde her seçim bölgesi kendisi için belirlenen sayı kadar milletvekili seçer (Erdoğan’ın önerisinde bu 5’tir) ve en çok oyu alan parti o seçim bölgesindeki bütün milletvekillerini almış olur. Ülke barajının kaldırıldığı “daraltılmış bölge” çoğunluk sisteminde ise her seçim bölgesinin 3 milletvekili (nüfusu az olan yerlerin ise 2) çıkarması öngörülmektedir Erdoğan’ın önerisinde. Her iki sistemde de Türkiye’nin sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik yapısı dikkate alınırsa “basit çoğunluk”la milletvekili seçileceği aşikârdır.

Bu haliyle çoğunluk esasına –diğer bir deyişle sıfır toplamlı bir oyun modeline (kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin ise her şeyi kaybettiği)– dayanan her iki sistem de, ister %5 ülke barajlı isterse ülke barajsız olsun, seçmenlerin verdikleri oyların karşılığını parlamentoda çoğu zaman göremedikleri seçim sistemleridir. Örneğin, “basit çoğunluk” esasıyla 5 milletvekilinin çıkarıldığı bir seçim bölgesinde A, B ve C partilerinin oy dağılımları sırasıyla %35, %34, %31 olduğunda A partisi o seçim bölgesindeki 5 milletvekilliğini de kazanmış olacaktır. Dolayısıyla, her durumda en fazla oyu alan parti bir seçim bölgesindeki bütün milletvekilliklerini almış olacaktır. Durum böyle olunca, o seçim bölgesindeki diğer oylar parlamentoda temsil edilmemiş olur ki bu oran bazen %70-80’lere kadar varabilir. Bu da temsilde adalet ilkesini zedeleyen bir durumdur. Türkiye’de ister asker olsun ister sivil olsun öteden beri temsilde “adalet” değil, yönetimde “istikrar” hedeflendiği için bu seçim sistemleri ve şu anki %10 ülke barajlı seçim sistemi her zaman “temsilde adalet” ilkesini zedelemeye devam edecektir. Nitekim, AKP Kasım 2002 genel seçimlerinde %10 ülke barajı sayesinde %34,4 oy alarak parlamentodaki milletvekilliklerinin %66.4’üne sahip olmuştur. Bu seçimlerde, Bu seçimlerde, oyların çok sayıda partilere dağılması ve sadece iki partinin barajı aşabilmesi (AKP ve Cumhuriyet Halk Partisi) nedeniyle, barajı aşamayan partilerin aldığı %45 oy parlamentoda temsil edilmediği için, AKP ve CHP’nin parlamentoda temsil oranlarında oldukça adaletsiz sonuçlar ortaya çıkmıştır.

 

 

“Dar Bölge” Seçim Sisteminin Vahim Sonuçları: DP Dönemi (1950-1960)

“Temsilde adalet” ilkesi bakımından daha vahim seçim sonuçları için “Dar bölge” seçim sisteminin uygulandığı Demokrat Parti (DP) döneminin 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerine bakmak yeterlidir. Aşağıdaki tablo, 27 Mayıs 1960 müdahalesine giden sürecin siyasi boyutunun/”temsilde adalet” boyutunun anlaşılması açısından oldukça manidardır.

 

Tablo 1: DP Dönemi Genel Seçim Sonuçları[2]

(“Dar Bölge” Seçim Sistemi Uygulaması)


Görüldüğü gibi “Dar bölge” seçim sisteminin uygulandığı 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerinde oylar, “nisbi çoğunluk” sistemiyle dağıtılsa da seçim bölgeleri “dar bölgeye” göre belirlendiğinden, DP, TBMM’de “temsilde adalet” ilkesine oldukça ters düşen bir şekilde tek başına çoğunluk sağlamıştır. AKP’nin 5 milletvekilli “daraltılmış bölge” sistemine ya da 3 milletvekilli “dar bölge” sistemine yasa değişikliği yaparak geçmesi durumunda, Türkiye’ye yeniden 1950-1960 dönemine dönmüş olacaktır. DP’nin özellikle 1954 seçimlerinde elde ettiği son derece orantısız çoğunlukla “otoriterlik” denemesine girişmesinin acı sonuçları (gazete kapatmalar, basına sansür, muhalefete baskı, tahkikat komisyonu, Kırşehir Kanunu vs.) hala hafızalarda tazeyken, bu sistemlerden birine geçilmesi durumunda AKP taşıdığı genetik kodların yardımıyla da (Neo-[siyasal] İslamcılık, Neo-Osmanlıcılık, otoriterlik, muhafazakârlık) Türkiye’de otoriter bir “Başkanlık Sistemi”ne gidişte fiili bir durum yaratılmış olacak ve anayasayı tek başına değiştirebilmek ve bu sayede “Başkanlık Sistemi”ni getirebilmek için AKP istediği çoğunluğu elde etmiş olacaktır.[3] Bu ise Türk siyasal sisteminde daha önce hiç görülmedik toplumsal ve siyasal krizlerin ve yapısal kırılmaların önünün açılması demek olacaktır.

 

Sonuç Yerine

2002 Kasım’ından bu yana Recep Tayyip Erdoğan ve AKP eliyle meydana getirilen siyasal ve sosyolojik manada Türkiye tablosuyla düşünüldüğünde, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve sosyolojik gerçeklik daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan, söylemleri ve eylemleriyle uzun zamandan beri “Türkiye Cumhuriyeti’nin zaman ayarları”yla tehlikeli bir şekilde oynamaktadır.

Bugün Erdoğan’ın “Catonist” siyaseti[4], hem Eylül 2010’da gerçekleştirilen “Anayasa Değişikliği Referandumu”nda hem de Haziran 2011 seçimlerinde ortaya koyduğu sözler, eylemler ve elde ettiği sonuçlar itibariyle değerlendirildiğinde, “Neo-Osmanlıcı” ve “Neo-[siyasal] İslamcı” otoriter ya da totaliter bir devlet ve toplum yapılanmasına gidiş yolunda “son viraj”a girmiş durumdadır. Türkiye’nin 2014 ve 2015 yıllarında yaşayacağı seçim süreçleri sonucunda büyük ihtimalle bu “son viraj” da tamamlanmış olacaktır. Diğer bir deyişle “Neo-Osmanlıcılık” ve “Neo-[siyasal] İslamcılık”tan beslenen otoriter –hatta totaliter– bir “Başkanlık Sistemi”ni ve ona uygun toplumsal yapıyı Cumhuriyet’in 100. yılında onun alternatifi olarak hayata geçirmek/geçirmiş olmak Başbakan Erdoğan’ın yegâne siyasal hedefidir. Dolayısıyla Erdoğan tarafından 30 Eylül 2013’te açıklanan “Demokratikleşme Paketi” de taşıdığı unsurlar açısından (özellikle de seçim sistemi bağlamında) “ilkesel” değil, “araçsal”dır. Bu paketle birlikte toplumu germeye ve kutuplaştırmaya devam edecek olan Erdoğan’ın yegane hedefi Türk siyaset tarihinde varılabilecek en geniş milliyetçi-muhafazakar-[siyasal] İslamcı “sağ seçmen bloku”nu hem kendisi için hem de AKP için elde etmeye çalışarak, 2023’e gidişte otoriter –hatta totaliter– “Başkanlık Sistemi”ni fiili ve eğer mümkünse “hukuki” manada da kurarak Türkiye’de ikinci tek parti dönemi başlatmaktır. Bu hedefe varmak, AKP siyasal iktidarını mutlaklaştırmak ve ona mutlak bir meşruiyet sağlamak için Recep Tayyip Erdoğan, “Cumhuriyet’in zaman ayarlarını” bozmak pahasına gerektiğinde eski-yeni, açılmış-kapatılmış ulusal, siyasal hukuksal (uluslararası hukuk da dahil) ne kadar mesele varsa hepsini tekrar tekrar gündeme getirip, kimin desteğine ihtiyaç duyuluyorsa (bu Kürt siyasal hareketi de olabilir) onlara istedikleri söylenecek, istedikleri yapılacak hatta gerekiyorsa bu konularda maceralara bile yelken açılacaktır.

 


[1]“Başbakan Erdoğan’ın Demokratikleşme Paketi Basın Açıklamasının Tam Metni”, http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-erdoganin-demokratiklesme-paketi-basin-aciklamasinin-tam-metni/52596, 30 Eylül 2013.

[2]Mete Tunçay, “Siyasal Tarih (1950-1960)”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye (1908-1980), Sina Akşin (Edt.), 5. basım, Cem Yayınevi, İstanbul, Temmuz 1997, s. 182.

[3]AKP’nin 12 Haziran 2011’deki oyları dikkate alınarak bir simülasyon yapıldığında, 5’li daraltılmış bölge sisteminde AKP’nin İstanbul’dan 30 milletvekili daha fazla çıkarması söz konusu olabilecek ve genel toplamda ise AKP 326 yerine 360 milletvekili çıkarma imkanına sahip olabilecektir.

[4]“Catonizm” olgusu, gelenekçi, ahlakçı ve dinsel sofuluğa dayanan muhafazakâr bir dünya görüşünün anti-elitisizm ve anti-entellektüelizmle harmanlanıp, bunun “ilerici reformist bir iktidar projesi” diye –amiyane tabirle– kitlelere yutturulmasına dayanan siyaset anlayışını ifade etmektedir. Bu siyaset anlayışında ve tarzında ne kadar kibirli, ben bilirimci, küstah ve agresif bir üslup kullanılırsa, yığınlar üzerinde o ölçüde etkili olduğu kabul edilmektedir.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display