O Gaz Portakal Gazı Mıydı?

Yazan  04 Haziran 2013

O Gaz Portakal Gazı Mıydı?

27 Mayıs 2013 Pazartesi gece yarısı Taksim’de, Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan Divan Oteli tarafındaki 3 metrelik duvar yıkıldı ve makinalar parkın içine girdi. Eylül 2011’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı kararla kabul edilen Yayalaştırma Projesi; Taksim Meydanı’ndaki trafiğin kısmen yer altına alınmasını hedefliyordu. Proje tamamlandığında ise yayalar Taksim Gezi Parkı, AKM, Talimhane ve İstiklal Caddesi arasında trafiğe takılmadan yürüme imkanına sahip olacaklardı. Ancak parkın yıkılıp yerine alışveriş merkezi yapılacağı duyumları İstanbullular’ı parktaki ağaçları korumaya yönlendirdi.

Aslında yapılmak istenen AVM’den çok 31 Mart Olayı’nın bir simgesi olan ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile son bulan olayların yaşandığı ve 1940 senesinde İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın yıktırdığı Taksim Kışlası’nın diğer bir adıyla Topçu Kışlası’nın yeniden inşası çalışmasıydı. Alışılmış bir AVM yerine Topçu Kışlası mimarisinde inşaa edilecek alışveriş ve kültür alanı, Cumhuriyet öncesi için de sembol niteliğindeydi.

Kışla'nın tarihindeki en önemli olay, 31 Mart Vakası sırasında ve sonrasında yaşanmıştır. 1909 yılının 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gecesi, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler, subaylarına karşı ayaklanarak Heyet-i Mebusan'ın önünde toplanmışlar ve İttihat Terakki hükümetinden şeriata uygun yönetim istemişlerdir. Uzlaşma yolunu seçen Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi de istifa etmiştir.

Bu süreçte ayaklanan grupların İttihatçı subayları, gazetecileri ve mebusları karşılarına çıktığı yerde öldürmeleriyle tırmanan gergin ortamda hükümet ve meclis etkisiz kalınca II. Abdülhamid yeniden duruma hakim olmuştur. İstanbul'da iktidarı yitiren İttihat ve Terakki, Selanik'teki 3. Ordu bünyesinde ayaklanmayı bastırmak üzere kurulan Hareket Ordusu'nu İstanbul'a getirtmiştir. 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş gösteren ayaklanmacılar daha sonra teslim olmuşlardır. Bu süreçte en önemli çatışmalar Taksim'deki Topçu Kışlası önünde olmuştur. Aynı günlerde Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun meşruluğunu onaylamışlardı.[1]

1935 ile 1951 yılları arasında İstanbul'un yapılanma planını hazırlayıp uygulayan şehir planlamacısı Henri Prost'un 1937'deki önerisi ile 1940'ta kışlanın yıkılması kararlaştırılmıştır. Kışlanın yıkımından sonra boşalacak alana konutlar ve sosyal etkinlik yapıları öngörülmüştür. Harbiye'ye kadar uzanacak büyük bir park da düşünülmüş ancak Prost planında yer alan düzenlemelerin pek azı gerçekleştirilebilmiştir. İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı dönemindeki bu düzenleme aslında kışladan boşalan alana ön tarafında İnönü'nün at üstünde heykelinin de yer alacağı "İnönü Gezisi" adıyla büyük bir tören meydanı amaçlanmış kısmen de uygulanabilmiştir. Ancak heykel hiçbir zaman buradaki kaidesinin üzerine konulamamıştır. Bugün Maçka'da bulunmaktadır. Daha sonraki süreçte ise bu alana bugün tartışmaların odağında olan Taksim Gezi Parkı yapılmıştır.

Bu açılardan bakıldığında; yıkıldığında Cumhuriyet’in ilanına giden yolun açılmış olması, tekrar inşaasında Cumhuriyet öncesi döneme gidebiliriz kaygısının da ağır bastığı projede, AKP hükümetinin 10 yıldır uygulamakta olduğu baskıcı yönetim anlayışından rahatsız olanlar herhangi bir partiden bağımsız “Artık yeter” demiştir ve ağaç katliamını 10 yıllık birikimin alevlenmesinde kıvılcım haline getirmiştir. Bardak 27 Mayıs’ta taşmış, Taksim’de park nöbeti tutan gençlerin kaldığı çadırların sabaha karşı 5’te herhangi bir uyarı yapılmadan polisler tarafından ateşe verilmesiyle olaylar patlak vermiştir.

Eylemcilerin sayısı ertesi gün artmış ve milletvekilleri de destek vermeye başlamıştır Böylece yıkım durdurulmuş ancak polisin milletvekiline bile karşı gelmesi belki de olayların giderek kızışacağının göstergesi olmuştur. Yıkım durmuştu ancak eylemciler mahkeme kararı çıkana kadar parkta nöbet tutacaklardı ve bu restleşme polisin müdahale şiddetini artırmasına da sebep oldu. Gün geçtikçe polis daha da şiddetleniyordu. Olayların büyümesi üzerine tepkiler İstanbulla sınırlı kalmadı ve başta büyük kentler olmak üzere tüm ülkeye yayıldı. 1 Haziran 2013 Cumartesi günü tüm yurt neredeyse şehir meydanlarını doldurmaya başladı. İstanbullular tepkilerini belli edebilmek için yürüyerek Boğaziçi Köprüsü’nden Avrupa yakasına geçti. Tuhaf olan bu kadar olan bitene rağmen medyanın hiç sesi çıkmıyordu. Olaylar ilk günden itibaren Halk Tv ve Ulusal Kanal tarafından canlı yayınlanırken halk gelişmeleri daha çok sosyal medyadan takip ediyordu. Cumartesi günü 48 ilde 90 gösteri gerçekleştirildi ve özellikle Ankara’da müdahaleler sertleşince Ankaralılar sabaha kadar ellerinde tencere, tava sokaklarda yürüyüşe geçtiler.

31 Mayıs Cuma günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ortamı yumuşatan açıklamaları İstanbul’da göstericilerin Taksim Meydanı’nı temizlemeye başlayıp olayların sakinleşmesine sebep olurken Ankara, polisin kullanmış olduğu orantısız güç karşısında iyice kızışmış ve özellikle Kızılay ile Tunalı savaş alanına dönmüştü. Ardından Pazar günü Başbakan’ın durulmak üzere olan olayları alevlendiren açıklamaları ve “birkaç çapulcu istedi diye projeden vazgeçecek değiliz” söylemi kitleleri tekrar sokağa dökmüştür. Başbakan sertleştikçe halk daha da çok ses çıkartmak istiyordu. Derken Pazar gecesi Ankara’nın ardından İzmir’den de pek hoş olmayan videolar paylaşım sitelerine düşmeye başladı. Özellikle İzmir’de polis üniforması giyinmemiş eli sopalı tiplerin aşırı sert müdahalesi sonucu çok sayıda yaralanma olmuş ve kafa travması geçirenlerin sayısı artmıştı. Yurt genelinde yaşananlar, evlerinde olayları sosyal  medyadan takip edenlerin içini acıtıyordu ve yapabildikleri tek şey ışıklarını açıp kapatarak tepkilerini dile getirmek oluyordu. Müdahalede artan şiddet protestoları da kızgınlaştırmış ve araya provokatörlerin girmesiyle Ankara’da polis kontrolden çıkmış bir şekilde, olayları kontrol altına almaya çalışıyordu. Ankara’daki müdahaleler İstanbullular’ı tekrar ayaklandırmış ve Dolmabahçe, Beşiktaş ve Akaretler Yokuşu anlaşılması güç çatışmalara sahne olmuştu. Olaylar Pazartesi de devam etmiş ve bu sabah ne yazık ki istenmeyen o haber gelmiştir: Hatay henüz Reyhanlı saldırısının yaralarını saramamışken 22 yaşındaki bir gencinin ölüsünü kucaklamıştı. 5 gündür uyumayan Abdullah Cömert, sosyal paylaşım sitesindeki son mesajında baskılara karşı sonuna kadar direneceğini yazmıştı.

Tüm bunlar demokratik tepkinin provakasyona dönüşmesi sonucu istenmeyen olayları yaşamamıza sebep oldu. Bu arada Başbakan ülkedeki olayları yatıştırmak yerine gerekirse 1 milyon insanı sokağa dökeceğini ve yüzde elliyi zor kontrol ettiğini açıklayarak yangına körükle gitmeye devam etti. Barışcıl gelişmeleri getirebilecek açıklamalar Cumhurbaşkanı’ndan gelmiş ve mesajın alındığı halka iletilmiştir. Ancak polis müdahalesindeki sertlikler halkı oldukça kızdırdığı için gösteriler halen devam etmektedir. Olaylarda çok fazla biber gazı kullanılması Ankara ve İstanbul’da gaz stoklarını eritmiş ve sokakları dumandan geçilmez hale getirmiştir. Özellikle polisin kapalı alanlarda kullandığı bu gazlar ne yazıkki gösterilerdeki şiddetin artmasına da sebep olmuş ve halkın arasına karışan provokatörler kızgınlıklarını kamu mallarına zarar vererek göstermeye başlamışlardır.

 

Tüm bunlara ek olarak sosyal paylaşım sitelerinde bazı haberler yayılmış ve polisin müdahaleler esnasında portakal gazı kullandığı iddia edilmeye başlanmıştır. Ölümlere sebebiyet veren portakal gazının kullanılıp kullanılmaması tartışmaları devam ettiği için bu yazı kaleme alınmış ve malum gazlar detaylarıyla aşağıda siz değerli okuyucuların dikkatine sunulmuştur.

 

Olaylarda Portakal Gazı Ya da Kimyasal Silah Kullanıldı İddiası Doğru Mudur?

Bu iddialarla ilgili cevap verebilmek için öncelikle sizlere kimyasal silah tanımını yapmalı ve bu silahların özelliklerinden bahsetmeliyiz.

Kimyasal Silah Nedir? Özellikleri Nelerdir?

Geniş bir insan kitlesini, hayvanları ve bitkileri öldüren ya da olumsuz etkileyen, doğaya zarar veren ve devletlere karşı güvenin azalmasına sebep olan silahlara kitle imha silahları denilir. Bu silahlar NBC-R olarak kısaltılır ve nükleer, biyolojik, kimyasal ve son olarak da radyolojik silahları ifade etmek için kullanılır.[2]

20. yüzyılla beraber kullanımı artan silahlar savaşların en tehlikeli silahları arasında yer almaya başlamıştır. Geniş kitlelere etki edebilen bu silahlar çok sayıda sivili de savaş arenasına korunmasız bir şekilde çektiği için orantısız güç kullanımı olarak değerlendirilir ve pek çok ülke için de kullanımı insanlık suçu olarak kabul görmüştür.[3]

Kimyasal silahların çeşitli özellikleri vardır. Yani kullanılan ajanın kimyasal silah sayılabilmesi için belli özelliklere sahip olması gerekir. Bunlar:

· Toksik etkisi yani zehirleme kapasitesi yüksek olmalı

· Havadan ağır, renksiz ve kokusuz olmalı

· Bomba veya mermi içinde atılma ve dağılma sırasında sabit halde bulunmalı

· Dedektörlerin saptayamayacağı yapıya sahip olmalıdır.[4]

Kimyasal silahlar yapıları itibariyle katı ya da sıvı halde bulunurlar. Hava ile temas edince aerosole[5] dönüşürler. Püskürtücü cihazlar, helikopter ve uçaklarla taşınan sprey tankları, top, roket, füze, mayın, el bombası ya da uçak bombalarıyla fırlatılıp dağıtılırlar. Etki alanları fırlatıldıkları mekanizmaya göre değişir. Örneğin Scud-B füzeleri ile 1- 1,5 ton madde 300 km uzağa fırlatılabilir.Rüzgarın hızı ve yönü; ısı, kar, nem gibi atmosfer olayları ile atılan bölgenin arazi yapısı kimyasal silahın etkinliğini artırıcı yönde etkiye sahip olabilir.[6]

Kimyasal Silah Sınıflaması

Bu tip silahları iki ana sınıfa ayırmak mümkündür.  a) Kalıcı olmayanlar ve b) Kalıcı olanlar. Kalıcı olmayanlar anında etkiye sahip olup özellikle toplumsal olaylara müdahalede kullanılırken kalıcı olanların etkileri uzun yıllar sürebilmektedir.

1. Sinir Gazları:a –Sarin (GB), b- Tabun (GA), c- Soman (GD), d- Metilfosfafonotioik asit (VX)

2. Yakıcı Gazlar:a- Sülfür Mustard (HD), b- Nitrojen Mustard (HN) (Hardal Gazları), c- Levisit (L), d- Fosgen Oksini (CX)

3. Akciğer İrritanları:a- Fosgen (CG), b- Difosgen (DP), c- Klorin (CL), d- Klorpikrin (PS)

4. Kan Zehirleri:a- Siyanoejen Klorür, b- Hidrojen Siyanür

5. Kapasite Bozucular:a- Psikomimetikler (LSD), b- Toksinler, c- Göz Yaşartıcı Gazlar (CN, CS, dibenz, CR)

6. Bitki Öldürücü Ajanları: Portakal gazı, Dioxin

 

Kimyasal Silahlar ve Etkileri

Bu yazıda tek tek bütün kimyasal ajanlar değerlendirilmeyecektir. Ancak son yıllarda tüm dünya ile birlikte ülkemizde de kullanımı gittikçe artan ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olmadığı iddia edilen kitle kontrol ajanları, bilinen adıyla biber gazı üzerinde durulacaktır.

Gösteri dağıtma amaçlı gaz veya aerosol olarak kullanılan duyu irritanlarına kitle kontrol ajanları ya da diğer adıyla kapasite bozucular denilmektedir. Açık havada kullanılması gereken bu ajanlar, bir patlayıcı ile birlikte atılabildiği gibi sprey olarak da kullanılabilir. Gözde ani yanma ve yaşarma etkisinden dolayı göz yaşartıcı ajan denilmektedir. Bunun yanı sıra burun akması, aksırma, öksürme ve bulantı ile kusmaya sebep olmaktadır.[7]

Tüm dünyada polisler veya askeri güçler tarafından kitlesel olaylarda kullanılan biber gazının farklı çeşitleri vardır:

· CS (Chlorobenzylidenemalononitrile)

· CN ( Chloroacetophenone)

· DM ( Chlorodihydrophenarsazine)

· OC ( Oleoresincapsicum)[8]

        Türkiye’de Kullanılan Ajanlar

1. CS (Göz Yaşartıcı Ajan):  Ben Corson ve Roger Stoughton adlı iki Amerikalı kimyacı tarafından 1928 yılında üretilip, soyisimlerinin baş harflerini alarak adlandırılmıştır. Üretiminden sonra gaz bombası olarak kullanımı da ilk kez 1950’lerin ortasına rastlar. Uzun yıllardır kullanılan en yaygın ajandır. Kanister içinde kullanılır ya da bombalar şeklinde atılır. En belirgin etkisi gözün yaşarmasına sebep olmasıdır ve yakın mesafeden körlüğe kadar etki edebilmektedir. Son zamanlarda ise özellikle toplumsal olaylarda adı sıkça duyulur olmuştur. Gaz bombasının patlamasıyla ortaya çıkan gazın oluşturduğu zehirli etkinin yanı sıra kanisterin fırlatılmasıyla da oluşan ciddi travmatik yaralanmalara neden olmaktadır.[9]

2. OC (Biber Gazı): Şili biberi adlı kırmızı biber ve yahut acı Arnavut biberinin ekstraksiyon[10] işlemine tabi tutulması sonucu elde edilen bir çeşit yağdır. Yapımında kullanılan biberler, doğal gıda maddesi olarak tüketilmesinin dışında eczacılıkta da kullanılmaktadır. Biber organik bir maddedir ve doğaldır ancak onu zararlı hale getiren, sprey içeriğindeki diğer kimyasallardır.

Biber gazı spreyinin etkiliğini artırabilecek en az üç etken vardır:

a. Kullanılan biber gazı spreyinin yakıcılığı.

b. Sprey için kullanılan çözücü.

c. Spreyin püskürtücü gücü.

Özellikle spreyin püskürtücü gücü, direkt göze sıkıldığında hidrolik iğne etkisi yapabilmekte ve göze ciddi zararlar verebilmektedir.[11]

Gezi Parkı olaylarında kullanılan CS ve OC tipi gazların 3 yıllık stoklarının bitmesi üzerine Emniyet’in envanterinde bulunan CR tipi yani CS’den 6-10 kat daha kuvvetli ve kapalı mekanlarda kesinlikle kullanılmaması gereken biber gazı ve gaz bombaları kullanılmaya başlanmıştır. Bu gaz portakal gazı olarak adlandırılan ve Vietnam’da kullanılıp binlerce kişinin ölümüne sebep olan kimyasal gaz değildir, ancak CS’den daha etkili ve insanda boğuluyormuş hissi yaratan bir gazdır. Portakal gazı ise kimyasal adıyla Agent Orange, ABD ordusu tarafından özellikle Vietnam Savaşı’nda kullanılmış bir herbisit ve yaprak dökücüdür.

Portakal gazı, ilk olarak 7 Şubat 1967 gününde kullanıldı ve savaş dönemi boyunca 20 milyon galona yakın tüketildi. Madde ardında Dioxin maddesini bırakmaktadır. Vietnam’da hala insanlar üzerindeki kas ve kemik bozuklukları, doğumsal anormaliler gibi etkilerini göstermektedir.

 

 

 

Yani Cumartesi gününe kadar kullanılan gaz daha hafif etkili olan CS ve OC gazları iken Pazar günü hatta Cumartesi geceden itibaren kullanılan gaz çok ama çok daha etkili CR gazıdır. Bu gaz daha etkili  olduğu için cumartesiden sonra gösterilerde bulunanlar daha çok etkilenmiştir. Tenefüs edildiği anda insanda boğulma hissini takiben panik yaşatan ve ölüyormuş gibi düşündürten bu gaza vücudun veridği ilk tepki kusmak ve öksürmektir. Özellikle polisin kapalı mekanlara gaz bombası atmasındaki ısrarı, hatta Ankara’da metro girişlerini kapatıp içeride insanlar varken gaz bombasını kapalı mekana atması insanlık için kabul edilemeyecek bir müdahale şeklidir. Çünkü bu gazlar kesinlikle kapalı mekanlarda kullanılmaması gereken gazlardır. Özellikle gruplar arasındaki insanların yaşlı ve çocukları da kapsadığını düşünürsek bu davranış ne yazıkki Türk Polisi’nin halkın gözündeki imajını zedelemiştir. Gösterilerde fark edilen turuncu renk ise boyalı gaz ve su göstergesidir. Polis, göstericileri işaretleyebilmek için bu boyalı ürünleri tercih eder. Böylece uzun süre üstümüzden çıkmayan boyalar sayesinde ara sokaklara kaçsak dahi bizi teşhis edebilir.

Netice olarak; polisimiz olaylarda öldürücü etkisi olan portakal gazı kullanmamıştır. Bazı paylaşımlarda görülen ve üstünde “Orange Smoke” yazılı boş kutular portakal renkli, maçlarda da kullanılan sis bombalarıdır. Atıldığı anda ortamda renk verir, biber gazıyla beraber kullanıldığı için de portakal renkli bir gaz kullanılmış algısı yaratmıştır. Ancak yurt genelindeki gösterilerde gereğinden fazla kullanılan mevcut biber gazı stoklarının bitmesiyle polis envanterinde bulunan hatta son kullanma tarihi geçmiş gazları bile kullanmak durumunda kalmıştır.

Gazların Etkileri

Göz yaşartıcı gazlar ile biber gazının en çok bilinen etkisi deri ve deri mukozaları üzerine rahatsız edici etkisidir. Ağırlıklı olarak solunum yolu ile vücuda girmektedir. Cilt üzerinden de emilimi gerçekleşen bu tip gazlar sindirim yoluyla da etki edebilmektedirler. İlk belirtiler, maruz kalımdan 3 saniye sonra ortaya çıkmaktadır ve sonraki 15 dakika ile 1 saate yaklaşan süre içerisinde azalarak kaybolmaktadır. Deriden emilip sinir uçlarında birikir ve bu nedenle etkisinden kurtulmak uzun saatleri de alabilir.

Akut etkilerinin yanı sıra önemli tıbbi sonuçlara yol açan etkileri de gözlemlenmiştir;

a. Gazın aşırı miktarda kullanımı

b. Kapalı bir ortamda gaza maruz kalma

c. Dakikada solunan gaz partikül sayısının yüksekliği ki bu da aşırı miktar kullanımı ile bağlantılıdır

d. Isı ve nemin yüksek olduğu hava şartlarında ağır cilt reaksiyonları.

Erişkinlerde ölümcül etkilere de yol açabilmektedir ve genel olarak gazın etkileri günler sonra ortaya çıkmaktadır. Özellikle astım hastaları ya da geçirilmiş akciğer hastalığı olan yaşlı hastalarda gaza maruz kalım sonrası ölümler meydana gelebilmektedir ve ülkemizde de bu sebeple kayıt edilen ölümlü vakalar mevcuttur.[12],[13]

Yapılan çalışmalar gazın “doğru” kullanımında zararlı etkilerinin geçici olduğu ve sonuçlarının uzun sürmediği iddialarına sahip olsa da gaza maruz kalanların değerlendirilmeleri sonucu ortaya çıkan klinik tablo ve uzun dönemli çalışmaların eksikliği nedeniyle sağlığa zararsız olduklarını söylemek için henüz çok erkendir. Yüksek miktarlarda ve uzamış gaza maruz kalınmalarda zehirli etkinin arttığı ve ölümlere yol açtığı bildirilmiştir.[14]

 

Gazların bu etkilerine ek olarak; yapılan hayvan deneyleri, gazların,  dakikada 25.000 – 150.000 mg/m3 solunduğu durumlarda sağlıklı yetişkinlerin yüzde 50’sinde ölüme yol açtığını kanıtlamıştır.

Ülkemizde de özellikle son 10 yıldır kullanımı artmış olan bu tür gazların özellikle uzun dönemli etkileri tam araştırılmadan toplumsal olaylara müdahalede tercih edilmesi istenmeyen sonuçlara sebep olabilir. Bu, sadece gazların kullanıldığı kitlelere karşı değil, gazı kullanan güvenlik güçleri açısından da risk oluşturmaktadır.

Gaz Kullanımının Hukuki Boyutu

Avrupa İşkencenin ve Kötü Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT), kimyasal gazların kullanımına çok açık bir şekilde karşıdır. Kapalı mekanda kullanımı konusunda kesinlikle taviz vermezken, açık havada kullanımı ile ilgili de çekinceleri mevcuttur.

Amerikan Sivil Haber Birliği’nin (American Civil Liberties Union Southern California) yayınladığı “ Biber Gazı Güncel: Daha Çok Ölüm, Daha Çok Soru” adlı rapora göre 1993 ve 1995 yılları arasında 26 kişi, güvenlik güçlerin tarafından kullanılan biber gazı yüzünden hayatını kaybetmiştir.

Anayasamızın 56. Maddesi gereği; Devlet, tüm vatandaşlarının hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca 14 Ekim 1989 tarih ve 20312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile kabul edilen Avrupa Sosyal Şartları’nın 2.Bölümünün 11. Maddesine göre de; anlaşmaya taraf devletler, sağlığın korunması hakkının etkin biçimde kullanılması ve sağlık için gerekli önlemleri almayı ve sağlığın bozulmasına yol açan nedenleri mümkün olduğu kadar ortadan kaldırmayı taahhüt etmiş bulunmaktadırlar.

Oysa, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda tanımlanan haliyle; kolluk kuvvetleri, gösterilerin bastırılması, etkisiz kılınması ve dağıtılması amacıyla bedeni kuvveti ile gaz bombası, tazyikli su, cop ve benzeri maddi gücünü ölçüsüzce kullandığında Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan pek çok suç tipini ihlal etmiş bulunmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Protokolü’nün ilgili maddesi 17 Haziran 1925’te Cenevre’de imzalanmış ve Türkiye de bu anlaşmaya 15 Ocak 1931 senesinde taraf olarak; boğucu, zehirleyici ve benzeri gazların ve bakteriyolojik araçların kullanımına karşı çıkmıştır.[15]

Ayrıca Anayasamızın 34. Maddesi uyarınca; Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. O nedenle özellikle küçük çaplı protestolarda kullanılan orantısız güç hem İnsan Hakları’na hem de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre de Devletler, bir toplantı ve gösterinin sağlıklı bir şekilde yapılması amacıyla gerekli tüm önlemleri almak durumundadır.[16] Ancak günümüzde neredeyse dünyanın her yanında Devletler bırakın toplantıların ve gösterilerin sağlıklı yapılmasını sağlamak, ortamın sağlıksızlaşması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Konu her ne olursa olsun, Devlet’in, vatandaşı üzerinde orantısız güç kullanımı kabul edilemez bir olgudur.

Gazı müdahale aracı olarak kullanan Emniyet güçleri ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada 2559 sayılı kanunun 16. ve 3. Maddelerine atıfta bulunarak; polisin görevini yaparken dirençle karşılaşması halinde direnci kırmak için direnci kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğunu ve biber gazı ve tozlarının da 3. Maddede belirtilen güç unsurları arasında yer aldığını, teşkilatın da CS ve OS yani göz yaşartıcı gaz ile biber gazı kullandığını, kullanan personelin bu konuda eğitimli olduğunu ve personelde kalıcı hasarın bulunmadığını bildirmiştir. Ancak personelin, bu tip gazları gaz maskesi ve nanoteknolojiyle üretilmiş üniformalarıyla kullandığını göz önünde tutarsak kalıcı hasarın olmaması beklentiler dahilindedir. Oysaki tazyikli suyla etkisi artan biber gazının insanlar üzerine sürekli olarak sıkılması ve gaz bombası kullanımı sonucunda Türkiye’de son 10 senede 11 ölüm vakası[17] gerçekleşmiştir ve bu ölümlerin geneli de 65 yaş üstü solunum problemi olan hastalarda olmuştur.

Bunlara ek olarak; hukuki boyutundan önce insan haklarını göz önünde bulundurarak bu ve benzeri gazların özellikle toplumsal olaylarda kullanımı konusuna tüm kamuoyunun daha hassas yaklaşması gerekliliği bu yazının dikkat çekmek istediği noktadır. İnsan sağlığı üzerinde türlü zararları olan bu kimyasal ajanlar; genç, yaşlı herkesi olumsuz etkilemektedir. Özellikle kullanımı esnasında oluşan panikle kaos ortamının yaratacağı yaralanmalar ve ezilmeler de hesaplanmalıdır. Vatandaşlarına düşman gibi davranan bir Devlet, müdahalelerde ölçüyü kaçırdığında çok fazla tepki çekmektedir. Devlete saygı, ana vatandaşlık görevleri içinde yer alırken, bu tip müdahaleler saygıyı zedeleyici unsurlar haline gelmektedir. Kullanıldığı anda negatif dışsal etkileri olan bu gazlar özellikle kronik hastalığı olan yaşlılar için ölümcüldür. Toplumsal olayların geçmişten günümüze yönetimlere tepki olarak gerçekleştiği düşünülürse, halkının sesini dinlemek yerine tepkilere yöneticilerin kulak asmaması ve tepki gösterenlere, sağlığa zararlı ajanlarla müdahale etmesi bir yönetim zaafiyeti olarak değerlendirilebilir.

 

Tepkilerini gösteren bütün vatandaşlarımızın ve onları dağıtmakla görevli kolluk kuvvetimizin karşılıklı hoşgörü içerisinde olması ana temennimizdir.Polisin müdahale etmediği ortamlarda gruplar yürüyüşlerini tamamlayıp olay çıkartmadan evlerine dönmektedir. Ayrıca provakatif grupları etkisiz hale getirerek demokratik hakkını kullanarak yürüyüş yapan halkı korumak yine devletin yani polisimizin görevidir. Olaylardaki gaz kullanımının sağlığı ciddi derecede tehdit eden ölçülerde olması önemle kaçınılması gereken bir durumdur. 

 


[1] http://www.ensonhaber.com/topcu-kislasinin-tarihi-onemi-2013-06-03.html

[2]Güraytan Özyurt, Kimyasal Savaş Ajanları ve Korunma, Türk Anest Rean Der Dergisi 2005, 33: 289.

[3]Bu konuya ileride detaylı değinilecektir.

[4]Güraytan Özyurt, sy 290.

[5]Aerosol, bir katının veya bir sıvının gaz ortamı içerisinde dağılmasıdır. Duman, sis ve spreyler örnek olarak gösterilebilir.

[6]Hıncal F, Çeliker A, Özgüven Ş, Kaya E: Kimyasal ve Biyolojik Savaş Ajanlarının Sağlık Üzerine Etkileri, Hacettepe İlaç ve Zehir Bilgi Merkezi, Roche Bilimsel Yayınlar Serisi : 5-9, 1991.

[7]Gürayten Özyurt, Kimyasal Savaş Ajanları ve Korunma, Türk Anest Rean Der Dergisi 2005; 33: 295.

[8]Türk Toraks Derneği, Biber Gazının Solunumsal Etkileri

[9]Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2011, sayfa 8.

[10]Kimyada kullanılan bir ayırma yöntemidir.

[11]Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2011, sayfa 10.

[12]Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2011, sayfa 11.

[13]İzmir Barosu Basına ve Kamuoyuna Duyuru Metni, 14.07.2011 tarihli dilekçe ile İçişleri Bakanlığı’na yapılan müracaata açıklama olarak.

[14]Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2011, sayfa 11.

[15]Turkey, Statement before the League of Nations Preparatory Commission for the Disarmament Conference, 15 January 1931, League of Nations Doc. C. 4. M. 4. 1931, IX, Documents of the Preparatory Commission for the Disarmament Conference, Series X, Minutes of the Sixth Session (Second Part), 15January 1931, p. 313. (Türkiye’nin Cenevre Protokolüne dahil olduğu anlaşma dökümanının Türkiye ile ilgili bölümünün doğrudan atıfıdır.)

[16]Sözleşme madde 11/pozitif yükümlülük

[17]İzmir Barosu Basına ve Kamuoyuna Duyuru Metni, 14.07.2011 tarihli dilekçe ile İçişleri Bakanlığı’na yapılan müracaata açıklama olarak.

Dr. Bahar Aşcı

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display