PKK Terör Örgütünün Ordulaşması

Yazan  15 Eylül 2014

Mücadelede Esas Denklem

 PKK ile yürütülen mücadelenin adına ister "Terörle – Terörizmle Mücadele", ister "Düşük Yoğunluklu Çatışma“, isterse “Gerilla Harbi", isterse de "Gayrinizami Harp" densin değişmeyen bir şey vardır ki o da, stratejiler – karşı stratejiler bağlamında evrensel bazı kabullerin varlığıdır. Bunlardan birincisini yeri gelmişken hemen ifade etmek uygun olacaktır:

“Konvansiyonel bir savaşta, %75 başarı oranı zaferi garantiler; bir gerilla savaşında zamanın %75 süresince halkın korunması yenilgi getirir. Ülkenin %75’inde %100 güvenlik, ülkenin %100’ünde %75 güvenlikten iyidir. Savunma yapan kuvvetler, hiç değilse önemli saydığı bir bölgede halk için hemen hemen mükemmel bir güvenlik sağlayamazsa gerilla er ya da geç savaşı kazanır. Uygulaması zor olmakla birlikte, gerilla savaşında esas denklem basittir: Gerilla ordusu kaybetmekten kaçındığı müddetçe kazanır; konvansiyonel ordu ise kesin olarak kazanmazsa savaşı kaybetmeye mahkûmdur." [1]

            Politikadan mücadelenin doğasıyla uyumlu ilk isteği budur. Gerçekçi siyaset oluşturmanın veya siyasette gerçekçiliğin ilk aşaması bu ilkeyi kabul ederek stratejik adımların atılmasını icap ettirir.  Bu tespit, ne komplo teorilerinden neşet eden bir teorem ne modası geçmiş paradigmaların bir varsayımı ne de herhangi bir kuramın şayet olsaydı hipotezidir. Mücadelenin doğasını bilenlerin, bu konuda düşünenlerin, fikir üretenlerin ve de stratejik bir mevkide bulunanların nazarıdikkatten uzak tutamayacakları yaşamsal bir husustur. Bu temel dayanak noktası,büyük ölçüde görmezlikten gelinerek;"Terörle mücadele uzun solukludur. Terörle bir yere varılmaz. Bununla yaşamaya alışacağız." gibi safsatalar matah bir şey sanılarak, politika üretmekten uzak dur(dur)ulmuştur.

            Türkiye’nin bekasını çok yakından ve cidden tehdit eden bu soruna yönelik olarak politika geliştiremediği farklı mevkilerce ve kesimlerce dile getirilen bir konudur. PKK terör örgütü konusunda derin ve kapsamlı çalışmalarıyla tanınan Ümit Özdağ’ın, “ Bu, politik bir mücadeledir. Geçen 23 yıl zarfında oluşan sosyal hasara nasıl çözüm getirileceği hususunda Türk toplumuna sunacak hiçbir şeyleri olmayan Türk siyasetçileri tamamen Avrupa Birliği tam üyelik politikalarının etkinleşme sürecinin arkasına sığınmış politikasızlıklarını sürdürmektedirler." [2]değerlendirmesi, meselenin künhünü göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu yorumu güçlendirmesi bakımından dikkate alınması gereken siyasi bir boyutun da, ABD’nin 11 Eylül 2001 sonrası uygulamaya koyduğu “Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında Türk siyasi hayatının şekillendirilmesi vardır ki gelinen noktada, sorunun çözümünün başkalarının emperyalist politikalarına emanet edilmiş olduğu görülmektedir.

            Bu konuyla ilgili olarak gereksiz totolojiye kaçmadan şu tespitte bulunulabilir: PKK terör örgütü 1984’de 200 kadar militanla[3]  çıktığı yolun sonunda; binlerce militana, on binlerce sempatizana, kendi güdümünde hareket eden bir partinin %4-5 gibi oy oranıyla ülke siyasetinde etkili bir konuma gelmişse, bu durum asla küçümsenemez ve göz ardı edilemez. Ayrıca; sahip olduğu ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve psikolojik güçle beraber dış dünyadan sağladığı destek de dikkate alındığında, PKK bir terör örgütünün sahip olabileceği olanakların çok ötesine geçmiştir. Bunlardan daha da önemlisi, KCK yapılanmasıylaTürkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki egemenliğini tartışmalı hale getirebilecekgirişimlerin, zımnen kabullenilmesindeki vahim aymazlığın devam etmesidir. Bu tamamen bir paralel devlet teşekkülüdür, bölünmenin ve yıkılışın yüksek sesli habercisidir. Kişiliğe sahip devlet ve yönetim anlayışında yeri yoktur ve kabul edilemez.

Orduİaşma Süreci

            Mücadelenin doğasıyla uygun isteklerin karşılanması stratejik bir sorundur. Bu konuyla ilgili olarak Clausewitz’ın güncelliği hâlâ devam eden uyarıları yol göstermeye devam etmektedir: “Devlet adamının ve komutanın ilk vereceği, en önemli ve kesin sonucu en çok etkileyici hüküm, giriştiği harbi bu ilişkiler içerisinde iyi tanımak, onu olduğundan başka türlü değerlendirmemek ya da hâl ve şartların müsaade edemeyeceği bir şekle sokmaya çalışmamaktır."[4]Bu yaşamsal tespitin ruhuna uygun hareket edilmediği veya önemsenmediği içindir ki alınan tedbirler sorunlara çare olamadığı gibi tam tersine kangrenleştirmiştir.Bu noktada bile yeterli önlemler alınmayarak, kangren olmuş uzuvları, lavanta suyu ile iyileştirme[5]kolaycılığına kaçılması sıkça rastlanılan bir yanılgıdır.

            Yanılgının temelinde, mücadelenin doğasını ve karakterini anlamamaktan kaynaklanan stratejik teori eksikliği veya yokluğu bulunmaktadır ki bunun başlıca nedeni politik yetersizliktir. Terör örgütünün Kürtçülük politikasının bir aracı olduğu, siyasi hedefinin de Türkiye toprakları üzerinde öncelikle bir Kürt devleti kurmak[6], müteakiben de "Büyük Kürdistan ülküsü" doğrultusunda diğer üç parçayla birleşmek olduğu teşhis edilerek, politika üretilmesi gerekirdi. Ancak, bu kök sorunu göz ardı ederek gövde ve dallar bile dikkati nazara alınmadan dökülen yapraklarla meşgul olundu, tanımlaması yapılırsa, mübalağa edilmemiş sayılır.

            Bugün de benzer yanılgı, "çözüm süreci" ile devam etmektedir.Bununla ilgili olarak 62’nci Hükûmet programında yer alan, "…yeni yol haritasının hedeflerini; terörün bitmesi, silahsızlanma, toplumsal hayata kazandırma ve demokratik siyasete katılımın önünü açmak şeklinde koyacağız. Çözüm süreci, bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil bütünleşmenin ve kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı konumundadır." ifadeleri boş bir beklentiden öteye geçemez. Belki kısa vadede PKK terör çetesi, hile ve aldatmaya yönelik konjonktürel bazı adımlar atabilir. Ancak silahsızlanma gibi bir adımı, "Büyük Kürdistan ülküsü"nü gerçekleştirmek maksadıyla yola çıkmış bir örgütten beklemek ve bu yönde politik adımlar atmak akıl, mantık ve algılama yetisiyle açıklanamaz.

            PKK, kurulduğu günden beri hayal bile edemeyeceği kazanımlara kavuşmuştur ve bunları akılcı stratejilerle daha da arttırma gayretindedir. Bölgedeki manipülasyona açık güncel gelişmeler, PKK’nın günden güne prestijinin artmasını sağlamaktadır ve bu kazanımların gittikçe öngörülmeyen boyutlara ulaşacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda, PKK’nın Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşarak önemli bölgesel aktör olduğunu kanıtlaması ve özellikle Batı’daki terörist algısının gittikçe zayıflayarak, terör örgütü listesinden çıkarılmak suretiyle stratejik değerde kazanımlar elde etmesi kuvvetle muhtemeldir. Maalesef gidişat bu yöndedir, Değer odaklı Türk dış politikası artık küresel bir markadır." gibi içi boş ve temeli olmayan ifadeler hükûmet programında yer bulsa da, uluslararası siyasette ancak mizah konusu olabilir. Gelişmelerin ivme ve değer kazandıracağı bir diğer husus da,  "Kürdistan Ulusal Birliği"ni sağlamaya yönelik faaliyetlerin, öngörülebilir bir gelecekte "Büyük Kürdistan" hayalini gerçekleştirebileceğinin güçlü bir şekilde anlaşılmasıdır.

            Orta Doğu’da komplo teorisyenlerine bile parmak ısırtacak gelişmeler yaşanırken ve de çok büyük bir tesadüf eseri olarak(!) Kürtler bu durumdan inanılmaz avantajlar yakalamışken, yıllardır mücadele ettiği T.C. lehine kazanımlarından vazgeçmesini beklemek nasıl bir siyasal akılla açıklanabilir ki? Hangi zaman dilimi esas alınarak gerilla tarihi incelenirse incelensin, böylesine tarihi ve stratejik kazanımlı bir fırsat hiçbir terör örgütüne sunulmamıştır. Terör örgütünden aptalca bir yaklaşım gözleyerek, kazançlı çıkmayı ummak, her şeyden önce ve en hafif tabirle yıllarca mücadele edilen çeteyi ve onun yerli-ecnebi akıl kethüdalarını hiç tanımamak demektir. Bazı kalemşorlar ve medya organlarının, "PKK’nın silah bırakacağı, demokratik siyasetin önünün açılmasıyla silahlanmanın bir anlamının kalmayacağı, silahlı unsurların Türkiye dışına çıkmasının yeterli olacağı…vb." hararetli ifadelerle kamuoyu oluşturma gayretleri, kuvvetle ümit edilir ki onların beklentileri doğrultusunda gerçekleşsin ve de örgüt silah bıraksın!

            "Devrimci Halk Savaşı" konseptinde bilinmesi gereken en önemli noktalardan biri de, zaman içinde gayrinizami unsurların nizami birliklere dönüşeceği ve ordulaşma sürecinin savaşın bir aşaması olduğu gerçeğidir. Bu çerçevede kurucu figürlerden hem Mao hem de Che Guevara, bu durumu açıkça belirterek, mücadele başlangıçta bir gerilla birliği tarafından yürütülüyorsa da zaferin daima bir düzenli ordunun eseri olacağı görüşündedirler.[7] Tabi ki her mücadelenin doğasının aynı,  karakterlerinin ise farklı olduğu ve bundan sonrada bu gerçekliğin devam edeceğinin farkındayız. Bugün PKK terör örgütünün yüz yüze kaldığı durum ne bahse konu savaş konseptine ne de daha önce silah bırakmış örgütlerin şartlarına benzememektedir. Her iki durumun da dışında, seçenekleri oldukça fazla ve son derece iyi senaryolaştırılmış bir savaş oyunuyla, PKK’ya fırsatlar sanki altın tepside sunulmaktadır. Bu fırsatın ganimeti; PKK’nın terör örgütü algısının kırılması, itibarının güçlenmesi, uluslararası desteğin artması ve müteakiben de ordulaşma süreci ile taçlandırılması olacaktır.

Seçeneksiz Kalmak

            Orta Doğu bu kadar karmakarışık hale gelmişken veya getirilmişken, Türkiye gibi"oyun kurucu(!), gündemi belirlenen değil, gündem belirleyen bir ülke(!)" nasıl olur da IŞİD gibi bir terör teşkilatına karşı imza koyamaz, tavır alamaz duruma getirilir? Tabi ki mazeretlerin gücüne sığınılarak verilecek cevaplar çoktur. Irak’ta gönüllü(!)olarak rehin kalan Türk vatandaşlarının hassas durumu nedeniyle, ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalmış olan Türkiye Cumhuriyeti… Bu vatandaşlarımızın hayatının her şeyden değerli olduğu ayrı bir konudur. Düşünmemiz gereken, Musul Konsolosluğu'nun basılması ve vatandaşlarımızın rehin alınması ile taktik bir adım atanlar veya attırılanlar, nasıl olur da bu kadar kısa süre içerisinde Türkiye’yi seçeneksiz bırakabilirler ve stratejik yeni kayıplara zemin hazırlayacak ortamı oluşturabilirler?

Neticede, PKK’nın seçenek zenginliği güçlü stratejiye, Türkiye’nin seçeneksiz bırakılarak elleri ve kollarının bağlanması zayıf ve güçsüz bir stratejinin sonucudur."Zayıf strateji pahalıdır, kötü strateji hayatta kalma söz konusu olduğunda öldürücü olabilir, çok kötü strateji ise hemen her zaman öldürücüdür."[8] ifadelerini, Orta Doğu’da haritaların yeniden çizilmeye devam edildiği bir dönemde, anlayabilme sorumluluğu stratejik liderliğin omuzlarındadır.

 


[1]Kissinger Henry, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1998, s. 596.

[2]Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 287.

[3]Özdağ Ümit, Türkiye Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, ASAM Yayınları, Ankara, 1999, s. 42.

[4]Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 36-7.

[5]Machıavellı, Hükümdar, çev. H. Kemal Karabulut, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, s. 47.                     

[6]Özdağ Ümit, PKK İle Pazarlık, Öcalan İle Anayasa Yapmak, Kripto Yayınları, Ankara, 2013, s. 280. ( Armağan Kuloğlu’nun Türk Milleti Uyanmalı, Uyanmıyorsa Uyandırılmalı başlıklı bölümden ).  

[7]Mao Tse-Tung ve Che Guevera, Gerilla Harbi, çev. Can Yücel, İstanbul, 1967, s. 45.

  Che Guevera, Askerî Yazılar, çev. Nadiye R. Çobanoğlu, İstanbul, s. 37.

[8]Gray S. Colın, Modern Strateji, çev. Handan Öz, Truva Yayınları, İstanbul, 2008, s. 19.

 Ergüder Toptaş

1960 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. 1977 yılında Işıklar Askerî Lisesinden, 1981 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev yapmıştır. 1988-1990 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1997 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi, 2006 yılında ise Millî Güvenlik Akademisi eğitim ve öğretimini takip etmiştir. (E)Tümgeneral Toptaş’ın strateji, jeopolitik, harp ve mücadele konularında yayınlanmış üç kitabı ile birçok makalesi bulunmaktadır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display