< < Terörle Müzakere-Suriye İlişkisi


Terörle Müzakere-Suriye İlişkisi

Yazan  27 Mayıs 2013

Öcalan’ın yakalandığı 1998 yılında yapılan Washington görüşmelerinde ABD, Barzani ve Talabani’yi yeni Irak’a hazırlarken bu görüşmelere Türkiye alınmamıştı. Ama bu PKK terör örgütünün bitirileceği anlamına gelmiyordu. PKK artık yenilgiye uğradığı Mao’nun halk savaşı stratejisini bırakacak; siyasallaşacak, kitleselleşecek ve tabanla daha çok temas kuracaktı. Talepleri ise ABD ve AB tarafından Türkiye ikna edilerek ve yol haritaları dayatılarak sağlanacaktı. 2003 ile 2007 yılları arasındaki dönemde büyük planın Irak’ın kuzeyindeki ilk safhası tamamlandı. 2007’den sonra ise planın Türkiye’deki demokratik özerklik bölümü için düğmeye basıldı. KCK yapılanması Büyük Kürdistan projesinin yasama, yürütme ve yargı boyutları ile legal yapılanması olacaktı. Ancak, Oslo görüşmelerinden sonra Türkiye’deki iç dinamiklerin hazır hale getirilememesisüreci sekteye uğrattı. Hâlbuki 2010 yılında görüşmeler kesintiye uğradıktan sonraki geçen iki senede bile örgüt Türk Silahlı Kuvvetleri ve polisin tekrar operasyonlara başlaması ile birlikte yaklaşık 2.500 militanını kaybetti[1], örgüt eylemsizlik nedeni ile tekrar yok olmaya yüz tuttu. KCK’nın sadece üçte birinin içeri alınması ile bile illegal yapısı çöktü ve şehirlerde etkinliği önemli ölçüde kırıldı. Gelinen aşama; örgüt ile tekrar görüşmeye mecbur edilmek, örgüte karşı eylemsizlik, KCK’lıların ve terör örgütü elemanlarının bir bir dışarıya çıkması ve terör örgütü yandaşlarının devam eden tehdit çığlıklarıdır. Terörle müzakerede yapılan beş temel hatanın sonuçları İran, Irak ve Suriye ile ilgili hatalı politikalara da kaynak teşkil etmektedir. Bunlar sırası ile;bölücü terör konusuna yanlış teşhis, silahsız ve siyasi çözüm için barış süreci iddiası, hükümetinsübjektif Ortadoğu vizyonu, devlet yerine parti politikası yürütülmesi, yabancı devlet ve istihbarat örgütlerinin faaliyetlerinin azmasıdır. Bu makalede, terörle müzakere sürecinin hataları ve Suriye’deki gelişmelere yansımaları üzerinde duracağız.

            Terörle Müzakere Sürecinin Neresindeyiz?

Bir sorunun ne olduğunu doğru tespit etmek, çözümün anahtarıdır. Türkiye’de etnik bir çatışma yaşanmamaktadır, Türkler ve Kürtler arasında bir çatışma yoktur. Ancak Türkiye’de yaşayan Kürt kökenliler adına sayıca çok az bir grup terör üretmektedir. Bu terörün mağdurları arasında devletine bağlı gene pek çok Kürt kökenli asker, polis, öğretmen, korucu vb. vatandaşımızın şehit olduğu unutulmamalıdır. Bu bir savaş değildir, savaş olmadığına göre barış da olamaz. Sorun buradaki vatandaşlarımızın geçmişten bugüne yaşadığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlar ve bu sorunların örgüt ve siyasi uzantıları tarafından istismar edilmesi; terörün siyasi bir sorun haline getirilerek, demokratikleşme ve barışçı çözüm yaftası altında ülkemizin bölünmeye çalışılmasıdır. Terör örgütü ile terörün bitirilmesi ve silah bırakılması görüşülür. Terör örgütü ile onların ideolojik mantığı ile gerçekte olmayan siyasi sorunları görüşürseniz, meşru hale getirirsiniz. Yapılan en büyük hatalardan biri budur. Gelinen aşamada artık bir genelkurmay başkanımız ‘terörist’ olma iddiası ile hapiste iken onbinlerin katili olan teröristlere ‘terörist’ diyemiyoruz. Terör örgütü hem insanların zihninde hem de uluslararası ortamda meşru hale getiriliyor. AKP hükümeti bu dönemde Kürtçülerin içine İslamcıları da karıştırma Kürt İslam devleti oluşturma gibi bir gayretin içine de girdi. Nitekim Altan Tan gibi şahsiyetler bu projenin ürünü olarak ortaya çıktı. Bölge halkı tıpkı bizim gibi bölgede akan kanın durmasını, artık huzur ve rahata kavuşmayı istiyor. Ancak bunu devleti bölerek ya da özerklik talebi ile istemiyor.

Halkın yüksek oranda destek olduğu;toprak bütünlüğümüz içinde terörün bitirilmesi ve başta ekonomik olmak üzere, normal yaşamın önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Kamuoyuna yansıtıldığı gibi ne bölücü örgüt ve BDP tam olarak bölge halkını yansıtmakta ne de bu halkın çoğunluğunun önerilen talepler için çözüm istemektedir. BDP’nin 2011 seçimlerinde aldığı oy, 2002 seçimlerinde HADEP’in aldığı oydan daha azdır. Türkiye’deki Kürt nüfusu %17 olduğu halde BDP oyları % 7 civarındadır. Bunun sebeplerinden birisi Alevi ve Zazaların artık kendilerini Kürt etnisitesinden ayrı tutmaları, BDP’den uzaklaşmalarıdır. Terör örgütü ve yandaşlarının tüm baskılarına rağmen anketler Kürt kökenli vatandaşların ancak %5-15’inin bağımsız bir devletten yana olduğunu göstermektedir[2]. PKK terör örgütü dün olduğu gibi bugün de bağımsız devlet kurma fikrinden vazgeçmedi. Terör örgütü bağımsız bir devlet peşinde olduğu ve arkasındaki yabancı güçlerden kurtulmadığı sürece bölgede ne akan kan duracak, ne de silahlar susacaktır. Bölgesel yönetimlere PKK’lılar yönetici yapılarak bölgede huzur sağlanamaz. Bölgedeki vatandaşlarımız adına ortaya atılan kimlik, dil ve yönetim gibi talepler gerçekte onların bu devletin birinci sınıf vatandaşı olma statüsünden uzaklaştırarak, ayrışmasına ve bölünmesine yol açacaktır. Sorun siyasi değil daha çok ekonomik ve kültüreldir. Demokratikleşme ile kastedilen bu taleplerin yerine getirilmesi yolu ile bölünmenin önünün açılmasıdır. Ancak bu süreç akan kanı durdurmayacak, gene olan hepimize olacaktır.

            Türkiye’nin son yıllarda Irak ve Suriye politikaları ile birlikte içeride Kürtçülük sorununa ilişkin politikalarına olumlu bir anlam vermek isteyenler onun bir büyüme stratejisi yürüttüğünden bahsetmektedirler. Bu stratejiyi şekillendiren Robin Williams, Türkiye-Kuzey Irak Konfederasyonu’ndan bahsetmekte idi. Buna göre, Türkiye, Irak ve Suriye’yi bölerek bir federasyon kurmaya çalışıyor, terör örgütü ve uzantıları ile halen yürütülmekte olan müzakere süreci de bu planın bir parçasıdır. Böylece Türkiye, Kerkük ve Musul petrollerini kullanmak istiyor ama Barzani, “Türkiye ile kardeşiz ama petrole ortak değiliz” demektedir. Bugünkü Ankara hükümeti millet değil, ümmet temelli bir ideoloji içinde yeni Osmanlı projesini hayata geçirmek için ABD’nin büyük Ortadoğu’sunda kendine bir manevra alanı yarattığını düşünmektedir. Irak’ın parçalanacağı aşikâr olduğuna göre “Bağdat yerine neden Ankara olmasın” diyerek, Ankara merkezli bir Kürt devleti fikrini bizzat başbakan telaffuz etmektedir. Bu konuda Neçirvan Barzani ise “%18 verirseniz Ankara olur” diyerek arka çıkmaktadır. Ancak böyle bir yapılanma tamamen gerçek dışı ve hayata geçmesi mümkün olmayan bir projedir. Üstelik federal devlet her zaman parçalanma riski taşır. Nitekim Sovyetler de dâhil parçalanan devletler öncelikle federal devlet yapıları olmuştur. Uygulanmaya çalışılan bu politikaların hükümetin sık sık ifade ettiği halkın büyük çoğunluğunun desteğini almış bir partinin tercihi ve meşru olduğunu da söylemek mümkün değildir.

Milli egemenliğin temeli bir partinin aldığı oy oranına göre her istediğini yapabilmesi değil, Anayasa’da öngörülen yasama, yürütme ve yargı;‘kuvvetler dengesi’ içinde sorumluluğunu yerine getirmesi, gerektiğinde hesap vermesidir. Suriye’ye demokrasi getirmeye çalışan Türkiye’nin demokrasi karnesinde %10 barajlı seçimler ile sindirilmiş yargı, askerler, medya ve hatta partiler vardır. Başbakan bizzat Suriye’deki muhalif gruba lojistik destek sağladıklarını açıklamıştır. Hükümetin sokak siyaseti pratiği, ülkemizi terör örgütleri ile içli dışlı hale getirmiş, ülkenin namusu olan sınırlarımız yolgeçen hanına dönmüştür. BM şartnamesinin başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne, ulusal egemenliğine ve iç işlerine müdahale etmeme prensipleri hiçe sayılmıştır. CMK Md. 306’a göre başka bir ülkeye ayaklanma için silahlı örgüt göndermek suç olduğu halde yargı susmuştur. Terörle müzakere sürecinde inisiyatif alan MİT Müsteşarı’nın yapılan görüşmeler de CMK. Md.302’e göre suç olduğu halde, Başbakanın Temmuz 2012’de çıkardığı bir kanun ile MİT müsteşarı korumaya alınmıştır. Sadece 2010 yılında Öcalan ile 56 defa görüşen MİT, o tarihten beri görüşmeleri hiç kesmedi. Üstelik KCK kurulmasına yardım dışında kamuoyu ve örgüt üzerinde etkisini artırmak içinÖcalan’ın imajının düzeltilmesine ve düzmece açlık grevlerine öncülük etti. Öcalan, devlet tarafından sözde sorunun muhatabı rolüne hazırlandı ve eline verilen kitaplar, adına yazılan mektuplar ile bu rolünü oynamaya başladı, gerçekte ise kendini kurtarmaya çalışmaktadır.

Terörle müzakere sürecinin arkasında sanıldığının aksine AKP hükümeti değil, yabancı devletler ve istihbarat örgütleri vardır. Bu devletlerin ve istihbarat örgütlerinin hepsinin kendine has hesapları var[3]. Bu işte ABD’nin çıkarlarına ve koyduğu kurallara göre tüm ülkeler kendilerine göre roller edindiler. Kendi (emperyal) tecrübelerini aktararak çözümün bir parçası olma görüntüsü içinde ülkemize terörle müzakereyi yani yenilgiyi kabul etmeyi ve bölünmeyi tavsiye etmektedirler. Yabancı istihbarat örgütlerinin uzantıları olan araştırma merkezleri ve etki ajanları IRA ve ETA’dan örnekler vererek, Belçika ve Güney Afrika modelleri üretmektedirler. MİT, bu süreci kendi kontrolüne almak isterken başta İngilizler olmak üzere yabancı örgütler hemen inisiyatifi aldı. İngilizlerin Demokratik Süreç Enstitüsü (DPI[4]), 2007’den beri Amerikalı teorisyenleri ile birlikte Türkiye ve PKK terör örgütünü masaya oturtmakta, çözümler dayatmakta, işine gelmediğinde de ifşa etmektedir. PKK konusunda inisiyatifi sürdürmek isteyen Almanya, Fransa ve Belçika’daki PKK izleri ile ilgili mücadele Sakine Cansız suikastını hazırladı. PKK elebaşlarını Kandil’den Norveç’e götüren uçağı ayarlayan da İngiliz istihbaratıdır. İngiltere Başbakanı Cameron, daha geçen hafta yaptığı açıklama ile sürece verdiği desteği açıklayarak, konunun arkasında olduğunu gösterdi. Aralık 2012’de Türk Hava Kuvvetleri Irak’ın kuzeyinde ABD’nin haberi olmadan bir yeri bombalayıp 12-13 kadar PKK üst düzey sorumlusunu öldürünce ABD, sert bir şekilde bu istihbaratın nereden alındığını sordu. Muhtemelen içlerinde PKK ile görüşmeler yapan Amerikalılar vardı. İşin içinde İsrail de vardır. Hayfa Üniversitesinde akademisyen rolündeki aynı zamanda bir asker ve köşe yazarı olan NirBoms, Suriye’deki muhalif grupların koordinatörlerinden biridir.

Suriye Olayları ve Reyhanlı Patlaması

ABD, Büyük Ortadoğu Projesini oluştururken, radikal İslam’ı eritecek, Batının sözünden çıkmayacak bir ‘ılımlı İslam’ hayal etmişti. Ortadoğu’da demokrasinin yeşermesi için ortam müsait olmadığından laik diktatörler yerine İslamcı kuklalardan bir Ortadoğu hayal eden ABD, eskilerini mumla aramaktadır. Çünkü ılımlı İslamcılar kendi diktalarını oluşturma ve radikal İslam ile bütünleşme yolunda hızla yol kat ettiler. Vahhabi mezhebini kuranlar da Müslüman din adamı kılığına girmiş İngiliz ajanları idi. Bugün ulema görüntüsü altındaki aynı tip ajanlar Suriye için fetvalar vermektedir. Bunlardan Mısır’daki Yusuf El Kardavi, Esat’ı destekleyenlerin çocukları bile öldürülmelidir derken, ABD’yi daha dik durmaya ve öldürücü olmaya çağırmaktadır. Türkiye’den de benzer din adamları camilerde vaaz vermektedir. Suriyeli Şeyh Adnan Arur, TV.lerde NATO’yu Suriye’yi bombalamaya davet etmekte, hatta akıllı bomba kullanmasını istemektedir. Suriye’de ABD emperyalizmi gölgesinde mezhep savaşı yaşanmaktadır[5]. Kendi mezhebinden olmayan insanlar öldürülüyor. Ortaçağ anlayışı üzerine bir gelecek ve düzen kurulmaya çalışılıyor. Suriye’deki sorun “Sünni çoğunluğun iktidarı ele geçirme çabasına” indirgenmiş ve söz konusu grupların gelecekte tek bir ulusal kimlik altında bir arada yaşama şansı zayıflamıştır. Suriye gittikçe Afganistan haline gelirken, Türkiye de Pakistan haline gelmekte, güney illerimiz karanlık örgütlerin ve yabancı istihbarat servislerinin savaş alanı olmaktadır. Suriye sınırındaki kamplar mülteci kampı değil, sınıra 50 km.den yakın olduğu için savaş kampıdır. Bugün Türkiye’nin Suriye ile bir sınırı olduğundan ya da bu sınırın bir devlet ciddiyeti ile korunduğundan bahsedilemez.

            ABD ile olan çapraşık ilişkiler sadece Irak’ın kuzeyi ve terörle mücadele üzerinde değil Suriye ile de yaşanıyor. Bu çapraşıklığın temel nedenleri Türk hükümetinin oyunu kuralına göre oynamaması, bilimsellikten uzaklığı, kendine bulduğu abartılı ve her seferinde sonuçsuz arabuluculuk rolleri ve mezhep temelli İslamcı politikalarıdır. Türkiye’nin kurduğu Özgür Suriye Ordusu hükümet güçleri ile arasındaki dengeyi muhalifler lehine bozacak çapta olamadı.Antalya’da kurulan ve askeri muhalefeti tek çatı altında toplamayı amaçlayan Yüksek Askeri Konsey de dağınık askeri güçleri tek komutanlık altında toplamayı henüz başaramadı. İstanbul’da kurulan ilk siyasi muhalif çatı olan Suriye Ulusal Konseyi ve ardından ABD’nin öncülüğünde Katar’da Suriye Ulusal Koalisyonu adı verilen siyasi muhalif oluşumda etkili olamadı. Sonuçta Esat rejimine alternatif olabilecek düzenli ve etkili bir siyasal ve askeri muhalefet oluşturulamadı.Muhalefete destek veren ülkeler de kendilerine yakın gördükleri gruplara para ve silah desteği vermeyi tercih etmektedir. Muhaliflerin beklentisi; uçuşa yasak bölge ilanı, muhaliflere ağır silah yardımı yapılması, daha fazla maddi katkı sunulmasıdır[6]. Suriye’de ne kadar beklenirse o kadar fazla riskin ortaya çıkacağı gerçeği artık çok net olarak anlaşılmıştır.ABD kendi iç sorunlarına bağlı olarak Ortadoğu’da yeni bir askeri müdahaleye katılmaya sıcak bakmamaktadır. ABD’yi kızdıran diğer bir husus Türk hükümetinin Barzani ile ilişkileri abartıp, Maliki’yi küstürmesi oldu. Sünnilik ve mezhep savaşı peşindeki AKP’nin, Şii Maliki’yi İran’ın kucağına itmesi ABD’nin şimdilik istemediği bir şeydir.

Bugün Arap Baharı adı altında Ortadoğu’da şekillenen ve Mısır’dan Libya’ya, Tunus’tan Cezayir’e, son olarak Suriye’ye yayılan isyancı hareketlere gelen silahlı desteğin başında El Kaide var[7]. Ortadoğu’nun her yerini El Kaide uzantıları sardı. Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye liderlerinin bu örgütler üzerinde etkisi çok iyi biliniyor. İşbirliği öyle ilerledi ki dünyanın her bölgesinden Sünni İslamcı savaşçılar Suriye’ye akın etti. Şu anda Suriye cihatçı sayısı 50.000’e ulaştı[8]. Bunların içinde en etkin gruplardan biri Irak El Kaidesi ile bağlantılı El Nusra Cephesi oldu. El Kaide, halen ABD’nin verdiği silahlar ve destekle Esat’ı devirmek için cihat içine girmiş durumdadır. El Kaide’nin Suriye’ye taşınmasında Arap dostları ile yarışan başbakan, daha geçenlerde Afganistan’da El Kaide tarafından yakalanan Türk mühendislerin serbest bıraktırılması ile bu konudaki nüfuzunu göstermiş oldu. Terör örgütleri ile içli dışlı olan Ankara, Hamas ile FKÖ’nü barıştırma isteyen gayretinden sonra El Kaide ile Hizbullah’ı barıştırma peşine düşünce şüpheleri iyice artırdı. Erdoğan’ın Suriye’nin yakın zamandaki Banyas operasyonuna karşı çıkma nedeni, Lazkiye koridorunu açmak isteyen Esat’ın Erdoğan’ın topladığı eşkıyaları yok etme endişesi idi. Türkiye, Suriye’deki de facto savaşın tarafı ve müdahilidir. Suriye içine giden teröristleri eğitmekte, silah vermekte, lojistik destek sağlamakta ve özel kuvvetleri ile de içinde yer almaktadır[9].

ABD için dönüm noktası Libya’daki El Kaide’yi taşımakla meşgul ABD büyükelçisi Stevens’ın öldürülmesi oldu. ABD, nasıl bir bataklığa saplandığını gördü. Başbakan Erdoğan’ın tam da ABD’den askeri harekât için destek istediği bir dönemde her tarafı El Kaide kokan Reyhanlı patlamasının gelmesi kendi yarattığı diktatörler ve piyonları konusunda şüphelerini artırdı. Reyhanlı Patlaması ile Suriye’deki gelişmeler arasındaki ilişki hala gizemini korumaktadır. Mayıs ayı başında RF Dışişleri Bakanı Lavrov, ABD’li karşıtı Kerry ile silahsız ve siyasi bir çözüm konusunda anlaştı. Cenevre’de Haziran 2013’de yapılacak ikinci tur görüşmelerde konu çözüme bağlanacak. Ancak iki büyük güç aralarında anlaşırken savaşın tüm yükünü çeken Türkiye’ye ne düşündüğünü soran bile olmadı. Nitekim Reyhanlı saldırısından iki hafta önce ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Halep’de El Kaide-Nursa cephesinin de bulunduğu isyancı grup liderleri ile bir araya gelerek Rusya ile yaptıkları anlaşma gereği Suriye konusunun silahlı değil siyasi yöntemle çözülmesi için talepte bulundu. ABD Büyükelçisi döndükten bir hafta sonra Reyhanlı’da bombalar patladı. Bu da şiddetin devamından yana olan Türkiye’ye dikkatlerin daha çok çevrilmesine neden oldu. Bu patlama Türkiye’nin bizi bir kenara atamazsınız mesajı mıdır? Türkiye’deki hapishanelerden alelacele tahliye edilen Hizbullah ve diğer İslamcı terör örgütleri şu an Suriye’de savaşmaktadır. BBC yorumcusu bu nedenle Reyhanlı ile ilgili olarak Erdoğan için; “Besle kargayı oysun gözünü” dedi. Bu örgütlerin Suriye macerasından sonra Türkiye’ye döneceği unutulmamalıdır.

            Önümüzdeki Dönem; Türkiye’yi Neler Bekliyor?

Önümüzdeki dönem yaklaşık 20-25 sene sürecek bir süreç ile ilişkilendirilebilir. Sürecin terör ile müzakere kesiminde dört ana konu hep gündemin en üstünde yer alacak ve bu dört safhada pazarlıkların ne zaman biteceği ve hayata geçeceği dönemin de sonunu getirecektir. Bunlar yeni anayasa ve başkanlık sistemi ile birlikte; (1) Bölücülerin istediği sınırlar dâhilinde (demokratik) özerk yönetimin kurulması, (2) Bu yönetim kurulana kadar Irak’ta üslenecek ancak İran ve Suriye’de görevler alacak terör örgütü silahlı militanlarının özerk yönetimde kolluk gücü haline getirilmesi, (3) Özerk yönetimin önce federasyonun parçası haline getirilmesi,(4) Nihayet bağımsız hale gelmesi ile birlikte Büyük Kürdistan hayalinin parçalarının bir araya getirilmesidir. Terör örgütünün Kandil’deki elebaşısı (Karayılan), sınırların olmadığı bir sistemden bahsetmektedir[10]. Bunu söylerken KCK sözleşmesinin 11. Maddesine atıf yapmakta ve uluslararası bir sistem aldatmacasına başvurmaktadır. KCK sözleşmesinde tek bir devlet vardır; Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki parçaları ile Büyük Kürdistan. PKK’nın niyeti bu parçaları yerine getirirken şiddeti yedeğinde tutmaktır. Nitekim Aysel Tuğluk, PKK en az 25 sene daha yaşamak zorunda demektedir. ABD’nin bölge ile ilgili planları gereği PKK önce Suriye’yi bölmek için PDB bölgesine ardından, PEJAK’ı takviye etmek için İran’a gönderilecektir. PKK, şimdiden Suriye’nin kuzeyinde yönetebileceği kadar egemen bir toprak parçası oluşturmaya başlamıştır. Terör örgütünün diğer bir elebaşı olan Sabri Ok ise kendi ifadesi ile Kürtlere iktidarda pay istemektedir. Bu pay Ankara değil, Diyarbakır merkezlidir. Bölücülerin hayalinde ilk aşamada Iğdır-Mersin hattının güneyinde bir Kürt devleti vardır.

            Sonbahara kadar olan dönemde PKK terör örgütünün sembolik, propaganda amaçlı ve taktiksel geri çekilmesi devam edecek, asker ve polisin müdahale etmemesi ile bir süre silahlar patlamayacaktır. Ancak, bu zaten elimizde envanteri olmayan örgütün ülke topraklarından tamamen çıktığı anlamına gelmemelidir. Nitekim sürecin tıkandığı bahane edilerek, şehirlerde sokak eylemlerine başvurma potansiyeli devam etmektedir. Örgüt zaten şiddet yedeğinde tutulduğundan tekrar eyleme geçmesinde daha seçici ve sansasyonel hedefler için planların şimdiden yapıldığını düşünmek zor değildir. Örgüt sözde çekilmektedir ama bir yandan Türkiye’nin bölgede karakol ve baraj inşasından rahatsız olmaktadır. Eğer bir daha eylem olmayacak ve gerçekten barış olacak ise neden rahatsız olmaktadırlar? Çünkü baraj ve karakolları yeniden geri dönmeleri için fiziki engel olarak görmektirler. Yapılması gereken geri dönmek konusunda niyetleri kaybolmayan terör örgütünün sadece çıktıkları inlerini değil, yeni yuvalarını da bulup, yok etmektir.Suriye’deki olaylar bitmeden PKK’nın geri dönmesi beklenmemelidir. Sevindirici olan tıpkı ABD ve Suudi Arabistan’ın El Kaide’yi bugün Suriye’de kullanarak bir yandan yok etmesi gibi, Batı tuzağındaki bölücü örgütün de Suriye ve İran’da büyük ölçüde eriyeceğidir. PKK’ya asıl darbe ise İran, Irak ve Suriye’nin paylaşımında Barzani ile girişeceği güç mücadelesinden gelecektir. KCK Sözleşmesine göre Kürt hareketinin önderi Öcalan’dır. Irak’ın %17 petrol geliri (yıllık 150-200 milyon dolar) ile yaşayacak, kuzeyde 500 bin kişilik bir devlet kurma hayalindeki Barzani’nin Türkiye’deki etkisi Hakkâri’den öteye geçemediği görülmüştür.

            Bundan sonraki süreç terörün son bulması için değil, Kürtlerin temel haklarının verilmesi etiketi ile örgüt taleplerinin yerine getirilmesine yönelik bir pazarlık süreci üzerinden yürüyecektir. AKP’nin amacı 2014 seçimleri ile birlikte hem seçimleri hem de başkanlığı alarak kendini kurtarmak ve yeni bir zaman sürecine kendini taşımak olduğundan seçim sürecine kadar iki tarafın talepleri arasındaki makasın ne kadar idare edilebileceği ana çizgi olacaktır. PKK ve yandaşları maksimumu isteyecek, AKP ise başlangıçta minimumu vererek bu pazarlığı başlatacaktır. Bölücülerin istediği bölgesel yönetim, eyalet yapısı gibi istekler AB’nin yerel yönetimlerin güçlendirilmesi jargonuna uydurularak bir çözüm bulunacaktır. Bu yönetimin sınırları nasıl çizilecektir? Hangi yönetim yapıları kurulacaktır? Öcalan bu yönetimin neresinde olacaktır? soruları cevap beklemektedir. Muhtemelen belediyeler bırakılacak, Diyarbakır merkezli Bölgesel Yönetim kurulacak,geçici süre devam edecek Valilik bir tür seçimle atanacaktır. Öldürülme paranoyası içinde olan Öcalan ise Diyarbakır’da koruma çemberindeki yuvasında özel bir konum edinecektir. Özel liselerde Kürtçe eğitim hakkı verilebilir. Anayasa’nın belirli maddeleri üzerinde kelime oyunları yapılarak vatandaşlık tanımı üzerinden Türk kimliğinin geriye çekilmesi, Kürt kimliğinin altının nasıl doldurulacağı, resmi dil kavramının genişletilmesi gibi değişikliklerin halka cici gösterilmesi için yandaş medyaya çok iş düşecektir. Referandum oyunu ile sonraki on yıllarda iktidarı korumak adına yabancı yol haritalarının gerekleri yerine getirilecektir. Bütün bunlar bağımsız bir Kürdistan hedefi öncesi Türk hukukunda self-determinasyona yönelik zemin sağlayacaktır. Özetle Sonbahardan sonra Türkiye’yi çok sıcak bir gündem beklemektedir.

Sonuç olarak PKK silah bırakmaz ve bu süreçten bu hali ile artık geri dönülemez. Bağımsız Kürdistan kurulana kadar bölücülerin talepleri bitmeyecektir. Konu esas itibarı ile egemenlik, güç ve toprak paylaşımıdır. Önümüzdeki kısa döneme; terör örgütü ile hükümetin talepleri arasındaki makasın daraltılması, AKP’nin başkanlık, yeni anayasa ve seçim stratejisi ile Suriye’de PKK’nın devlet kurma gayreti damgasını vuracaktır. Gidişat önce federasyon ya da konfederasyon üzerinden bölünmedir. Türkiye, 15-20 yıl içinde varlığını koruyamaz hale gelebilir ve iç savaş çıkabilir. Türkiye’nin güneyi Pakistanlaşırken, arkasında istihbarat örgütlerinin savaşları Reyhanlı tipi patlamaları büyük şehirlerimize taşıyabilir. Suriye ile ilgili bilinmesi gereken, Rusya’ya rağmen BM’den bir savaş kararı çıkmayacağı ve bu savaşın 20 yıl sürebileceği ama gene de Esat’ın kalma ihtimalinin çok yüksek olduğudur. Suriye’de bir seçim olsa Esat’ın %70-75 oy ile tekrar başa geleceğini herkes bilmektedir. Büyük Ortadoğu planının diğer bölümünde resim gittikçe karışık hale gelmektedir. Mülteci meselesi insani bir konu olmanın ötesinde stratejik bir tehdide dönüşmekte; 1,5 milyonu aşkın Suriyeli mülteci Ürdün, Lübnan, Türkiye, Irak ve Mısır’a yerleşmiş durumdadır[11]. Ürdün ve Lübnan neredeyse mülteci ülkesine dönüşmüştür. Şunu bilmeliyiz ki bu coğrafyaya Batıdan gelecek hiçbir bahar yoktur, bu Batının İslam ile savaşıdır. Ortadoğu’da yapılan, Sünni-Şii mezhep savaşı ile Müslümanların birbirine kırdırılmasıdır.2003 yılı öncesinde tüm Ortadoğu’nun güvenlik santrali ve güvenilir ülkesi olan Türkiye’nin bugünkü yönetimi ise tıpkı Saddam’ın Irak’ı gibi kendi sonunu hazırlayan bir dikta rejimine dönüşmüştür.

 

 


* İstanbul Aydın Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, @DocDrSaitYilmaz

[1]Murat Karayılan, Hasan Cemal ile mülakatında; “Sizinle en son 25 Haziran 2011’de yine Kandil’de görüşmüştük. Bugün yapılmakta olanlar eğer 2011’de yapılmış olsaydı bu iki yıl içinde 3 bin kişi ölmezdi.” demektedir. İki yılda Türkiye tarafından sivil, asker, polis zayiatı 500 civarında olduğuna göre örgüt tarafından 2.500 zayiat verildiği ortaya çıkmaktadır. (Milliyet: Murat Karayılan İle Kandil’de 5,5 Saat, 25 Nisan 2013).

[2]Bakınız:M. Hakan Yavuz and Nihat Ali Özcan: KurdishQuestionandTurkey’sJusticeand Development Party, Middle East Policy, Vol.XIII, No.1, Spring2006.BİLGESAMAraştırma Anketi,Kürtler'in Yüzde Kaçı Bağımsızlık İstiyor?, http://www.ilkehaber.com/haber/kurtlerin-yuzde-kaci-bagimsizlik-istiyor-14388.htm

[3]Mahdi Darius Nazemroaya : The Syrian Intelligence War, Global Research, (1 August 2012).

[4]DPI: Demokratik ProcessInstitute.

[5]Mahdi Darius Nazemroaya : The Syria Endgame: Strategic Stage in the Pentagon’s Covert War on Iran, Global Research,Global Research, (January 7, 2013).

[6]Oytun Orhan: ABD Suriye Konusunda Neyi Bekliyor?, ORSAM, (17 Mayıs 2013).

[7]Steven Hansen: Syria’s Outside Patronage, a New Offensive for the Regime, Stratfor, (May 21, 2013).

[8]Antonio C.S. Rosa: On the Road to Damascus: An Eyewitness Report, Global Research, (March 22, 2013).

[9]Michael Chossudovsky: TurkeyAlreadyWagingWar on Syria,(May 2013),http://www.youtube.com/watch?v=-2hB2xvt6cQ

[10]Aslı Aydıntaçbaş: Murat Karayılan:Geri Çekilme Sonbaharda Biter, Milliyet, (27 Nisan 2013).

[11]UNHCR rakamlarına göre göçmenlerin ülkelere dağılımı şu şekildedir; Ürdün (471.677), Lübnan (469.217), Türkiye (347.157), Irak (146.951), Mısır (66.922). UNHCR: SyriaRegionalRefugeeResponse, http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display