Türk Dış Politikasını Etkileyen Bir Unsur: Askeri Kapasite

Yazan  14 Kasım 2013

Hans J. Morgenthau’ya göre, gücün diğer unsurlarına (coğrafi, ekonomik, siyasi) bir ulusun fiili gücü açısından önem kazandıran unsur sahip olunan askeri kapasitedir.[1]  Gerçekten de, devletlerin güçleri çoğu kez askeri olanakları ile ölçülmekte, onunla eşdeğerde tutulmaktadır. Uluslararası ilişkilerde en son başvurulan araç askeri araçlar olduğundan, güç hesaplarında askeri öğe bütün tahminlerin odak noktasını oluşturmaktadır. Savaş teknolojisi, silahların ve silahlı güçlerin niteliği ve niceliği, askeri önderlik gibi öğeler askeri gücü belirleyen temel öğelerdir.

Askeri kapasite, devletlerin gerek barış dönemlerindeki potansiyel kapasitesinin gerekse savaş dönemlerindeki reel güç yansımasının temel göstergelerinden biridir. Askeri kapasite, değişen konjonktüre uygun bir tarzda kendini yenileyebilen bir parametre olarak hem ekonomik, diplomatik ve politik kararlardan etkilenmekte hem de bu kararların yöneliş ve uygulanış biçimini belirleyebilmektedir. Bu bağlamda, bir devletin askeri kapasitesine bağlı olarak, sahip olduğu güvenlik parametreleri ekonomik kaynakların kullanım ve aktarım biçimini etkilerken, diplomatik ve siyasi ilişkilerin seyrini de önemli ölçüde belirlemektedir.[2]

 

Tarihte eski Türk devletlerinin yapısında askeri gücün çok belirgin bir yeri olagelmiştir. Zira, Türklerin güçlü askeri yetenekleri ile kurdukları büyük devletler arasında sıkı bir bağ vardır. Örneğin, Kuzey Batı Anadolu’da, Sakarya nehrinin dirseği ile Uludağ arasında (Söğüt dolaylarında) sıkışan bir uç beyliğinden (Osmanoğulları Beyliği), Avrupa tarihine egemen olmuş koca bir Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuşunda, yüksek bir stratejiyle birlikte güçlü bir askeri örgütlenmenin rolü yadsınamaz. Gerçekten de, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yıllarında askeri gücünün yetenekleri ve ofansif karakteri imparatorluğun dış politikasını motive etmekteydi. Ancak imparatorluğun duraklama dönemiyle başlayıp gerileme ve dağılma dönemiyle sonuçlanan mazisinde, imparatorluğun siyasi ve ekonomik yapısının bozulmasıyla birlikte askeri yetenekleri de giderek eldekini yitirmemeye dayanan defansif bir karaktere bürünmüştür. Diğer taraftan, özellikle ilk Türk devletlerinde askeri gücün belirginliği hayat tarzıyla da bir şekilde ilintilidir. VIII. yüzyılda hüküm süren Göktürk hükümdarı Bilge Kağan (683–734), kurultayda Türklerin artık yerleşik yaşama geçmesi ve surlarla çevrili şehirler kurması gerektiğini söylemesi üzerine, dönemin büyük devlet adamı Vezir Tonyukuk (646–724), Bilge Kağan’ın bu önerisine karşı çıkarak şunları söyler:

 

“... biz ömrünü sulu ve otlak bozkırlarda geçiren bir milletiz. Bu hayat bizi daima bir harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türklerin sayısı, Çinlilerin yüzde biri bile değildir. Başarılarımız, yaşayış tarzımızdan ileri gelir. Kuvvetli zamanlarımızda ordular sevk eder, akınlar yaparız. Zayıf isek, bozkırlara çekilir, mücadele ederiz. Eğer kale ve surlar içine kapanırsak T’ang orduları bizi kuşatıp, ülkemizi kolayca istila eder.”[3]

 

Türk dış politikasını etkileyen bir unsur olarak askeri kapasitesinin Türkiye’nin en iddialı alanı olduğu, Türk askerinin savaşma yeteneğinin yanısıra, Türkiye’nin sahip olduğu askeri teknik personelin hayli yeterli olduğu genellikle kabul gören bir husustur.[4] Gerçekten de ana silah sistemleri, personel miktarı, eğitim düzeyi, gece harekât kabiliyeti, seferberlik sistemi vb. gibi unsurlar açısından Türkiye’nin askeri kapasitesinin önemli bir büyüklüğe sahip olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, silahlarının ancak % 20’si kadarını kendisi yapabilen Türkiye; silah gücü, teknolojisi, yedek parçası ve cephanesi bakımından (silah sanayiinde önemli yatırımlar yapmış olmasına rağmen) büyük ölçüde dışarıya bağımlı bir ülkedir.[5] Silah gücünün ve teknolojisinin sağlanmasındaki bu dışa bağımlılık, Türkiye’nin ekonomik bakımdan da dışa bağımlı hale geldiği gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde; Türkiye’nin savunma ihtiyaçları ile ekonomik ve teknolojik kapasitesi arasında stratejik bir uyumluluğun olması gerektiği gerçeğini ortaya çıkmaktadır.[6]

 

Türkiye, yıllık bazda yapılan çeşitli değerlendirmelerde dünyada askeri kapasite bakımından ilk on ya da on beşte yer alan bir ülke olduğu gibi, Avrupa güvenlik sisteminin de önemli bir aktörü konumundadır (Bkz. Tablo 1, Tablo 2). Türkiye, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenlik ve istikrarın pasif net bir tüketicisi olmanın tam zıddına, güvenlik ve istikrarı ortaya çıkaran temel güçlerden biridir. Sahip olduğu büyük ordu, Batı’nın istikrarına yöneltilmiş tehditlerin ve risklerin bertaraf edilmesinde ciddi bir stratejik artı değer oluşturmaktadır.[7] Bu bağlamda, Avrupa güvenlik bölgesindeki operasyonlar için önemli bir güç olan Türkiye; Güneydoğu Avrupa, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri arasındaki konumlanışı nedeniyle, bu bölgelerde önemli bir aktör olarak öne çıkmaktadır.[8] Türkiye, NATO’da ABD’den sonra ikinci büyük kara kuvvetlerine ve beşinci büyük deniz kuvvetlerine sahiptir.[9] Türkiye sahip olduğu askeri güçle uluslararası alanda, kendisinin muktedir ve güçlü bir bölgesel devlet olduğunu değişik şekillerde ortaya koymaktadır. Bosna-Hersek’ten Karadeniz’e ve Ortadoğu’ya kadar uzanan geniş bir alanda ortaya çıkan krizlerde Türkiye, global güçlerle birlikte gerçekleştirilen girişimlerde önemli roller üstlenerek, dünya uluslar ailesinin küresel sorunlarla yakından ilgilenen aktif bir üyesi olduğunu göstermektedir.[10] Bu bağlamda, Türkiye, Soğuk Savaş sona erdiğinden bu yana gerçekleştirilen barışı koruma operasyonlarına askeri güç vererek katkıda bulunmuştur ve bulunmaya devam etmektedir. F. Stephen Larrabee ve Ian O. Lesser’e göre de, Türkiye, özellikle son on yılda (1990’lardan itibaren) güçlü ordusu ve diplomatik ağırlığıyla gittikçe önemi artan bölgesel bir aktör haline gelmiştir.[11]

 

Tablo 1: Türkiye’nin Savunma Harcamaları (1988-2012)[12]

 

Yıl

Harcama (milyar dolar; baz yıl 2011)

GSMH İçindeki Payı (%)

1988

9,475

2,9

1989

10,966

3,1

1990

13,246

3,5

1991

13,607

3,8

1992

14,328

3,9

1993

15,833

3,9

1994

15,483

4,1

1995

15,905

3,9

1996

17,808

4,1

1997

18,553

4,1

1998

19,441

3,3

1999

21,464

4,0

2000

20,773

3,7

2001

19,043

3,7

2002

20,261

3,9

2003

18,287

3,4

2004

16,689

2,8

2005

15,799

2,5

2006

16,511

2,5

2007

15,924

2,2

2008

16,119

2,3

2009

17,275

2,6

2010

16,976

2,4

2011

17,690

2,3

2012

17,906

2,3

 

 

Aslına bakılırsa, Türkiye, askeri varlığını, siyasi ve diplomatik kazanıma çevirmesini en iyi bilen devletlerden biridir. Türkiye’nin NATO’ya ve genel olarak da Batı blokuna dahil oluşunda Kore Savaşı’ndaki (1950-1953) Türk askeri varlığının büyük rolü vardır. Türk askerinin Sovyet tehdidi karşısındaki kıymeti de Türkiye’yi Soğuk Savaş boyunca önemli bir aktör haline getirmiştir. Türk ordusunun, Türk diplomasisi ve siyasi gücü üzerindeki katkıları XX. yüzyılın sonunda uluslararası barış güçlerinde ön plana çıkmaya başlamıştır. Ayrıca Türkiye de, uluslararası misyonlardan ve diğer işbirliklerinden büyük faydalar sağlamaktadır. Henüz ekonomik bir yarardan söz etmek zor olsa da, askeri gücün varlığı Türk diplomasisinin ve siyasetinin gücünü arttırmaktadır ve uzun vadede Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir. Sedat Laçiner’in de dikkat çektiği gibi, 30 ayrı ülkede 77 şehitliği olan Türkiye gibi bir devletin kendi sınırlarına hapsolup kalması da bu çerçevede zaten olanaklı değildir.[13]

 

Tablo 2: En Çok Savunma Harcaması Yapan Ülkeler (2012)[14]

 

 

Ülke

Harcama

(milyar $)

GSMH (2012) İçindeki Payı ( %)

Dünya Savunma Harcamaları İçindeki Payı (%)

1

ABD

668,8

4,4

39,4

2

Çin Halk Cumhuriyeti

157,6

2,0

9,2

3

Rusya

90,6

4,4

5,3

4

Fransa

62,5

2,3

3,6

5

İngiltere

59,7

2,5

3,5

 

Ara toplam  (İlk 5)

1,039

 

61

6

Japonya

59,2

1,0

3,4

7

Suudi Arabistan

54,2

8,9

3,1

8

Almanya

48,6

1,4

2,8

9

Hindistan

48,2

2,5

2,8

10

İtalya

35,7

1,7

2,1

 

Ara toplam (İlk 10 )

1,285

 

75,2

11

Brezilya

36,7

1,5

2,1

12

Güney Kore

31,4

2,7

1,8

13

Avustralya

25,5

1,7

1,5

14

Kanada

22,3

1,3

1,3

15

Türkiye

17,0

2,3

1,0

 

Ara toplam (İlk 15)

1,418

 

82,9

 

Dünya

1,696

 

100

 

 

Türkiye’nin askeri kapasitesinin en iddialı alanı olması temelde coğrafyasından kaynaklanan bir savunma yapılanmasına ihtiyaç duymasından ileri gelmektedir. Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki krizler ve çatışmalar, Türkiye’nin, neredeyse sürekli bir teyakkuz durumu yaşamasına neden olmaktadır. Gerçekten de Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki krizler ve çatışmalarla birlikte ‒ki dünyadaki 18 çatışma bölgesinin 13’ü Türkiye’nin etrafındaki alanlardadır‒ Türk dış politikasındaki sorunlu alanlar da dikkate alındığında (özellikle Yunanistan’la olan egemenlik ve güvenlik sorunları ve Türkiye’nin “Doğu” ve “Batı” statükolarındaki belirsizlikler) bu teyakkuz durumu anlaşılabilir bir şeydir. Bu bağlamda, dünyanın en çok güvenlik tüketen coğrafyasında yer alması nedeniyle, Türkiye’nin askeri kapasitesini belli bir düzeyde tutması bir zorunluluktur.[15] Keza, Türkiye, dış politikasında, askeri güç unsurunu kullanmadan (“silah desteği” olmaksızın) çözemeyeceği sorunlara da sahiptir.[16] Ortadoğu bölgesinin özellikleri/sorunları dikkate alınacak olursa, Türkiye’nin de bir bölge ülkesi olarak, savunma harcamalarını uzun bir süre daha belli bir düzeyde tutma zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından, Kafkasya ve Balkanlar’da da benzer durumlar söz konusudur ve aynı derecede önemlidir. Bu bölgelerden herhangi birinde yer alan bir ülke için söz konusu olan durum, Türkiye için, bu üç bölgenin de bir üyesi olarak geçerlidir. Diğer bir deyişle, Yunanistan yalnızca bir Balkanlar, Ermenistan yalnızca bir Kafkasya, Suriye yalnızca bir Ortadoğu ülkesi iken; Türkiye, aynı anda Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu ülkesidir. Dolayısıyla, bu bölgelerdeki herhangi bir ülke için risk, tehdit ve güvenlik açısından ‘bir’ olan herhangi bir durum, Türkiye için en az ‘üç’tür.[17] Bu nedenle de, Türkiye’nin dış politika gündeminde bulunan birçok sorunu kendi görüşü doğrultusunda yönlendirebilmesi için gerekli olan en önemli dış politika önlemi, ülkenin siyasal ve ekonomik istikrarını sağlayarak askeri kapasitesini caydırıcı bir düzeyde tutabilmektir.

 

 


[1]Hans J. Morgenthau, Uluslararası Politika: Güç ve Barış Mücadelesi, C. I, Çev. Baskın Oran, Ünsal Oskay, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 152.

[2]Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 42. bs., Küre Yayınları, İstanbul, 2010, s. 29.

[3]Bkz. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 11. bs., Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1994, s. 118. Kurultayda, Tonyukuk’un görüşleri kabul edilir ve Türkler Ortaasya bozkırlarında göçebe yaşamlarına devam ederek Çinlilerle mücadelelerini sürdürürler. Türklerin, yerleşik yaşama geçişi ilk kez Uygur Devleti (745–840) döneminde olmakla beraber, büyük kitleler göçebe halinde yaşamaya devam etmişlerdir. Osmanlı Devleti’ni kuran Osmanoğulları Beyliği’nin de göçebe feodal bir uç beyliği olduğu unutulmamalıdır.

[4]Baskın Oran, “Türk Dış Politikasının Teori ve Pratiği”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I (1919-1980), 12. bs., Ed. Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 35.

[5]Oran, “Türk Dış Politikasının Teori ve Pratiği”, s. 35. Ancak, yine de, Türk savunma sanayi günümüzde belirgin bir konuma ve büyüklüğe ulaşmıştır. Sağladığı ihracat ve istihdam imkanlarıyla ülke ekonomisine bir canlılık kazandırdığı gibi, ithalat, ihracat, ortak yatırımlar ve iş imkanlarıyla da Türk savunma sanayi, Türk dış politikasının ve Türkiye’ye yönelik dış politikaların dikkate almak durumunda kaldığı bir unsur haline gelmiştir. Örneğin, Savunma Sanayi İmalatçılar Derneği’nin (SASAD) 2008 yılı verilerine göre, savunma sanayi sektörünün TSK’ya ve yabancı ülkelere yaptığı satışların toplamı 2,317 milyar dolar, ihracatı 576 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. M. Kaya Yazgan, “2008 Sayılarıyla Savunma Sanayimiz”, s. 1-3, (Çevrimiçi) http://www.sasad.org.tr/dosya/eoe/Sayilarla2008.pdf, 5

[6]Nitekim, 1980’lere kadar ithal ikamesine dayalı bir kalkınma stratejisini benimseyen Türkiye, bu strateji ile uyumlu bir savunma sanayii stratejisi geliştiremediği için ve 1964 ve 1967 Kıbrıs bunalımlarında ortaya çıkan amfibik harekât ihtiyacı için gerekli donanma altyapısına sahip olmadığından, dış politikada opsiyon daralması yaşamış bir ülkedir. Deniz gücü açısından ortaya çıkan bu askeri yetersizlik ve “Johnson mektubu”, Türkiye’yi 1974 çıkarmasını yapacak yeterlilikte silahlı kuvvetlerinin denizaşırı hareket yeteneklerini arttırmaya sevk etmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uygulanan askeri ambargo da, savunma sanayi alanında kendi kendine yeterlilik fikrinin güçlenmesini sağlayarak ve Türk savunma sanayiinde yeni gelişmelerin (ASELSAN, PETLAS vb. kuruluşların ortaya çıkması) başlangıcını oluşturmuştur.

[7]Nasuh Uslu, Türk Dış Politikası Yol Ayrımında: Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Sorunlar, Yeni İmkanlar ve Yeni Arayışlar, Anka Yayınları, İstanbul, 2006, s. 24.

[8]Meltem Müftüler Baç, Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler, İstanbul, Alfa Yayınları, 2001, s. 183-184.

[9]Meltem Müftüler Baç, Türkiye-AB İlişkilerine Güvenlik Boyutundan Bir Bakış, İstanbul, TESEV Yayınları, Kasım 2006, s.18.

[10]Uslu, Türk Dış Politikası Yol Ayrımında: Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Sorunlar, Yeni İmkanlar ve Yeni Arayışlar, s. 21.

[11]F. Stephen Larrabee ve Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, RAND, Santa Monica, 2003.p. 3.

[12]Bkz. SIPRI, “ SIPRI Military Expenditure Database”, http://milexdata.sipri.org/files/?file=SIPRI+ milex+data+1988-2012+v2.xlsx, Türkiye’nin savunma harcamaları ve ekonomik etkileri konusunda kapsamlı bir çalışma için ayrıca bkz. Gülay Günlük Şenesen, Türkiye’de Savunma Harcamaları ve Ekonomik Etkileri (1980-2001), TESEV Yayınları, İstanbul, Kasım 2002.

[13]Sedat Laçiner, “Dünyaya Açılan Türk Ordusu”, First Business, March-April (2008), s. 52-53.

[14]Bkz. SIPRI, “ SIPRI Military Expenditure Database”, http://milexdata.sipri.org/files/?file=SIPRI+ milex+data+1988-2012+v2.xlsx

[15]Gökhan Koçer, “1990’lı Yıllarda Askeri Yapı ve Türk Dış Politikası”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C. 29, No: 1-2 (2002), s. 151.

[16]Koçer, “1990’lı Yıllarda Askeri Yapı ve Türk Dış Politikası”, s. 151. İlhan Uzgel’e göre ise, Türkiye’nin dış politikasını yürütürken özellikle komşu ülkelerle ilişkilerinde askeri gücünü arkasına alarak hareket etmesi ve güç kullanabilmesi, bu ülkelerde belirli ölçüde kaygı yaratmıştır. Örneğin, Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesi Suriye’yi daha fazla silahlanmaya itmiştir. Bkz. İlhan Uzgel, “Türk Dış Politikası’nda Sivilleşme ve Demokratikleşme Sorunları: Körfez Savaşı Örneği”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 53, Sayı: 1 (1998), s. 319-320.

[17]Koçer, “1990’lı Yıllarda Askeri Yapı ve Türk Dış Politikası”, s. 151.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display