< < Fiili Başkanlık Sistemi Artık Kapıda: Çanlar Türkiye İçin Çalarken...


Fiili Başkanlık Sistemi Artık Kapıda: Çanlar Türkiye İçin Çalarken...

Yazan  21 Nisan 2014

30 Mart 2014 Yerel Seçimleri'nden sonra Türkiye'nin gündemi cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmişken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın her defasında temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yeniden kamuoyunun önüne koyduğu "seçim sistemi" ve "başkanlık sistemi" tartışmaları mevcut gündemi daha da karmaşıklaştıracağa ve ağırlaştıracağa benziyor.

Esasen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 30 Eylül 2013 günü “Demokratikleşme Paketi” adını verdiği ama aslında bir seçim paketi olan paketi açıklarken bu konuyu da paketin içine dahil etmişti. Erdoğan'ın bugün yaptığı malumun ilanıdır dolayısıyla. Söz konusu paketle 2014 ve 2015 yapılacak olan yerel ve genel seçimler için partisinin oylarını konsolide etme ve Türk siyasetini AKP lehine tahkim etme çabasına yeni bir yön vermiş bulunan Erdoğan, paket kapsamında açıkladığı yeni seçim sistemi önerisini şu sözlerle dile getirmişti:

"...Bazı kanunlarda yapacağımız değişikliklerle, çıkaracağımız bazı kanunlarla, siyasi hakları daha da genişletiyor; on yıllardır devam eden tartışmalara artık son veriyoruz. Bu kapsamda, öncelikle, seçim sistemini değiştirmek için önemli bir adım atıyor; seçim sistemini tartışmaya açıyoruz Türkiye’deki mevcut Seçim Sistemi, özellikle 12 Eylül müdahalesinin ardından her zaman tartışma konusu oldu, her zaman eleştiri konusu oldu. Hemen tüm siyasi partiler de, seçim sisteminin değişmesi gerektiğini ifade ettiler ve ediyorlar. Şunu altını çizerek ifade etmek istiyorum: Mevcut seçim sistemi, yüzde 10 barajı, AK Parti’nin getirdiği bir sistem değildir. Biz, 2002 seçimlerine girerken bu sistem uygulanıyordu, yüzde 10 barajı vardı. Daha Partimizi kurarken, mevcut seçim sisteminin katılımcılıktan uzak olduğunu, değişmesi gerektiğini güçlü şekilde ifade etmiştik. Geçen yıl, 30 Eylül’deki 4’üncü Büyük Kongremizde yayınladığımız 63 maddelik Siyasi Vizyon belgemizde de, 2023 Vizyonumuz çerçevesinde seçim sistemini değiştireceğimizi bir hedef olarak ortaya koymuştuk. Gerek Akil İnsanlar Heyeti’ raporlarında, gerek Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, gerekse bugüne kadar hazırlanmış birçok raporda, seçim sistemindeki sorunlar dile getirilmişti. Tüm öneri, tavsiye, eleştirileri gözden geçirdik ve bu sorunu çözmek için artık adım atıyoruz. Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda biz bir tek seçenek sunmuyor, 3 farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz. Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz… Barajı yüzde 5’e çekip, 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemini uygulayabiliriz. Üçüncü seçenek olarak da, ülke barajını tamamen kaldırarak, Dar Bölge Seçim Sistemini getirebiliriz… Bu 3 seçeneği önümüzdeki günlerde tartışacak, Türkiye için en doğrusu, en isabetlisi hangisiyse, o yönde düzenlemeyi Meclis’e getirecek, yolumuza o şekilde devam edeceğiz."[1]

Görüldüğü üzere, Erdoğan ve partisi AKP, anayasa değişikliğiyle getirmek istedikleri “Başkanlık sistemi”yle ilgili önümüzdeki yıllarda siyasette fiili bir durum oluşturabilmek için Seçim Kanunu’nu değiştirmek yoluyla bir zemin oluşturma çabası içerisindedir. Erdoğan’ın önerdiği %5 ülke barajlı 5’li gruplandırmalı “Daraltılmış Bölge Seçim Sistemi” ile ülke barajsız “Dar Bölge Seçim Sistemi”, temsilde adalet ilkesini zedeleyen ve “çoğunluk” ilkesine dayanan bir seçim sistemidir. Bu seçim sistemini meşru göstermek içinse ülke barajının düşürülmesi ve ya da kaldırılması yolu seçilmektedir ki pratikte bu hiçbir işe yaramamaktadır. Bu haliyle çoğunluk esasına –diğer bir deyişle sıfır toplamlı bir oyun modeline (kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin ise her şeyi kaybettiği)– dayanan her iki sistem de, ister %5 ülke barajlı isterse ülke barajsız olsun, seçmenlerin verdikleri oyların karşılığını parlamentoda çoğu zaman göremedikleri seçim sistemleridir. Örneğin, “basit çoğunluk” esasıyla 5 milletvekilinin çıkarıldığı bir seçim bölgesinde A, B ve C partilerinin oy dağılımları sırasıyla %35, %34, %31 olduğunda A partisi o seçim bölgesindeki 5 milletvekilliğini de kazanmış olacaktır. Dolayısıyla, her durumda en fazla oyu alan parti bir seçim bölgesindeki bütün milletvekilliklerini almış olacaktır. Durum böyle olunca, o seçim bölgesindeki diğer oylar parlamentoda temsil edilmemiş olur ki bu oran bazen %70-80’lere kadar varabilir. Bu da temsilde adalet ilkesini zedeleyen bir durumdur. Türkiye’de ister asker olsun ister sivil olsun öteden beri temsilde “adalet” değil, yönetimde “istikrar” hedeflendiği için bu seçim sistemleri ve şu anki %10 ülke barajlı seçim sistemi her zaman “temsilde adalet” ilkesini zedelemeye devam edecektir. “Temsilde adalet” ilkesi bakımından daha vahim seçim sonuçları için “Dar bölge” seçim sisteminin uygulandığı Demokrat Parti (DP) döneminin 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerine bakmak yeterlidir. Aşağıdaki tablo, 27 Mayıs 1960 müdahalesine giden sürecin siyasi boyutunun/”temsilde adalet” boyutunun anlaşılması açısından oldukça manidardır.

DP Dönemi Genel Seçim Sonuçları[2]

 

Görüldüğü gibi “Dar bölge” seçim sisteminin uygulandığı 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerinde oylar, “nisbi çoğunluk” sistemiyle dağıtılsa da seçim bölgeleri “dar bölgeye” göre belirlendiğinden, DP, TBMM’de “temsilde adalet” ilkesine oldukça ters düşen bir şekilde tek başına çoğunluk sağlamıştır. AKP’nin 5 milletvekilli “daraltılmış bölge” sistemine ya da 3 milletvekilli “dar bölge” sistemine yasa değişikliği yaparak geçmesi durumunda, Türkiye’ye yeniden 1950-1960 dönemine dönmüş olacaktır. DP’nin özellikle 1954 seçimlerinde elde ettiği son derece orantısız çoğunlukla “otoriterlik” denemesine girişmesinin acı sonuçları (gazete kapatmalar, basına sansür, muhalefete baskı, tahkikat komisyonu, Kırşehir Kanunu vs.) hala hafızalarda tazeyken, bu sistemlerden birine geçilmesi durumunda AKP taşıdığı genetik kodların yardımıyla da (Neo-İslamcılık, Neo-Osmanlıcılık, otoriterlik, muhafazakârlık) Türkiye’de otoriter bir “Başkanlık Sistemi”ne gidişte fiili bir durum yaratılmış olacak ve anayasayı tek başına değiştirebilmek ve bu sayede “Başkanlık Sistemi”ni getirebilmek için AKP istediği çoğunluğu elde etmiş olacaktır. Bu ise Türk siyasal sisteminde daha önce hiç görülmedik toplumsal ve siyasal krizlerin ve yapısal kırılmaların önünün açılması demek olacaktır.

Halihazırda AKP için yapılan simülasyonlara göre "Dar bölge seçim sistemi", her milletvekili için bir bölge oluşturulmasını öngörüyor. Türkiye 550 bölgeye, örneğin, şu anda 3 bölgesi olan İstanbul 81 bölgeye ayrılacak. O bölgede en çok oyu alan partinin adayı kazanacak. Diğer partilerin adayları kaç oy alırsa alsın seçilemeyecek. Bu çerçevede bir simülasyon yapıldığında, 2011 genel seçimlerinde alınan yüzde 49 oyla TBMM'de 327 sandalye kazanan AKP’nin vekil sayısı 342’ye yükseliyor. CHP’nin vekil sayısı 135’ten 138’e çıkarken, MHP’nin vekil sayısı 53’ten 32’ye düşüyor. BDP’nin milletvekili sayısı ise 36’dan 38’e yükseliyor.[3] Görüldüğü gibi AKP "Dar bölge seçim sistemi"ne geçildiği takdirde anayasayı tek başına değiştirebilme ve referanduma götürebilme gücüne kavuşmuş olmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanlığına çıkarken 12 Haziran 2014'e kadar seçim sisteminin değiştirilerek yasalaşması için gereken talimatları vermiş bulunmaktadır. Bu şekilde fiili bir "Başkanlık Sistemi"ne geçilirken, önümüzdeki beş yılda bu fiili durumun hukuksal altyapısı mevcut anayasa kökünden değiştirilerek, bütün yetkilerin doğrudan ya da dolaylı olarak Başkan'da toplandığı, yasama ve yargının Başkan'a bağlılığının organik bağlarla güçlendirildiği otoriter mahiyette  bir "Başkanlık Sistemi"ne (Türk tipi Başkanlık Sistemi) geçilecektir. Bu süreçte anayasanın referanduma götürülmeden değiştirilebilmesi için AKP'nin BDP'nin/HDP'nin desteğine ihtiyaç duyacağı açıktır. Esasen "Çözü(l)m(e) Süreci"nin BDP ve PKK'nın istediği gibi sonuçlanabilmesi de buna bağlıdır. Bu bağlamda AKP ve BDP'nin yakın bir gelecekte AKP'nin hazırladığı yeni anayasanın "rejim" boyutunda ittifak kurmaları sürpriz bir gelişme sayılmamalıdır. Zira tarihsel materyalizmin doğal sonucu olarak AKP ve BDP, 90. yılını henüz doldurmamış cumhuriyet rejiminin ve cumhuriyetin üzerine oturduğu temel felsefe ve yaklaşımlarının (Ulus-devlet, laiklik, Kemalist devrimler) tasfiyesi konusunda mutabıktırlar. Diğer bir deyişle, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin  tasfiyesi konusunda AKP ve BDP son kertede mutabıktırlar. Bu bağlamda önümüzdeki beş yıl ya da en iyi ihtimalle 2023 yılına kadar olan zaman dilimi Türkiye Cumhuriyeti devletinin ömrünün son yılları olacaktır. Bu zaman diliminden sonra hatta bu zaman dilimi içinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti ulus-devlet, üniter devlet ve laik devlet çizgisinden uzaklaşarak Neo-Osmanlıcı ve Neo-İslamcı bir çizgide post-modern bir [çoğunluk] diktatörlüğüne (demokratik faşizm) dönüşecektir.

 

Dipnotlar

[1]“Başbakan Erdoğan’ın Demokratikleşme Paketi Basın Açıklamasının Tam Metni”, http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-erdoganin-demokratiklesme-paketi-basin-aciklamasinintam-metni/52596, 30 Eylül 2013.

[2]Mete Tunçay, “Siyasal Tarih (1950-1960)”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye (1908-1980), Sina Akşin (Edt.), 5. basım, Cem Yayınevi, İstanbul, Temmuz 1997, s. 182.

[3]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/62311/Dar_bolge_sistemi_nedir_.html#, 18 Nisan 2014.

 

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display