Siyasal HIV

“Büyüklerin jeopolitiğinin bir parçasını oluşturan” küçük devletlerden biri olarak kalma tehlikesini bertaraf etmek için Türkiye bünyesindeki rahatsızlığı kendi holistik reçeteleri ile tedavi etmelidir.

 İktidarın kendi bileşenleri tarafından bünyesel çöküntüye uğratılması 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren değişik karelerle kamuoyu gündemine taşınmış, yapılan açıklamalar HIV[1] analojisi uyandırmıştır, Türkiye’de kişisel ağırlıklı yönetim, ülkenin “stratejik Ağırlık Merkezini” Liderlik olarak ortaya koymakta, Türkiye yönetiminin karşılaştığı stratejik sürtünme[2]siyasal çözüşme/parçalanma (Fragmentierung) tehlikesini beraberinde getirmektedir.

Türk ve İslam Coğrafyasında sosyal bünyelerdeki bağışıklık sistemlerinin çöküşü jeopolitik tektonikteki sarsıntılara direnci zayıflatmakta, ülkelerin siyasalını ve bölge jeopolitiğini şekillendirmede etnik, ideolojik veya dini grupların asimetrik ve holistik vasıtalar olarak kullanılması, jeokültürel parçalanmaya sebep olmaktadır.

Müslümanlar yeni binyılın homo sacer’[3]ine dönüştürülmüştür. Politik parçalanma ve eşzamanlı olarak çoğullaşma, Türkiye ve içinde bulunduğu heterojen bölgenin temel sorunu haline gelmiştir. Bu bağlamda çevreleme, jeokültürel alanda düşünce veya değerlerin asimetrik klonlanması yoluyla yumuşak güç kullanılarak icra edilmektedir.

 Siyasal Kavramı ve Siyasal Birlik

Çağın ideolojisi küreselleşme, yerelleşmenin yanında bütünleşme gibi bir söylem üretmiş, bu durum post-modern yaklaşımda farklılıkların birliği olgusu ile uyum sağlamıştır. Postmodernizmin tek bir evrensel doğru ve Batı gelişme modelleri sunan modernizmin karşısına çıkardığı, hoşgörü ve toleransın hâkim olduğu çok kültürlü toplumsal yaşam vaadinin, aslında kendi içinde bölünmeyi, ayrılığı ve değişik bir biçimde 'biz” ve “öteki” ayrılığını getirdiği görülmektedir.[4] Ortaya çıkan boşluk her alanda egemenlik kaybına yol açmaktadır.

Siyasal kavramı üzerindeki tartışmalar; kurucu iktidarın anayasa yapma ve yürürlüğe koyma iradesini göstermesi açısından siyasi-hukuksal, düşmanlık ve dostluğun gerekçelendirilmesi çerçevesinde siyasi-teolojik ve biyosiyaset ekseninde çıplak hayat-siyasal varoluş özgül ayrımları üzerinden sürmektedir. C. Schmitt’e göre siyasal kavramının, insan düşüncesinin ve eyleminin çeşitli ve görece bağımsız alanları -özellikle ahlaki, estetik, ekonomik alanlar- karşısında etkili olan kendine özgü ölçütleri vardır. Bu nedenle siyasal kavramı, özgül anlamda her türden siyasal eyleme kaynaklık eden, kendine özgü nihai ayrımlarla tanımlanmak zorundadır (Ahlâk alanında nihai ayrım iyi ve kötü, estetikte güzel ve çirkin, ekonomide yaralı ve zararlı ya da kârlı ya da kâr getirmeyen gibi). Siyasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül siyasal ayrım Schmitt’e göre dost-düşman ayrımıdır. Bu ayrım salt kavramsal bir ölçüt sunar, nihai bir tanım olmadığı gibi, içeriğe ilişkin bir şey de söylemez. Dost ve düşman ayrımının işlevi, bir bağın ya da ayrılığın, bir birleşme ya da ayrışmanın en uç yoğunluk derecesini ifade etmektir.[5] İnsanlar da “ne olduklarını, kim olduklarını, ne olmak durumunda olduklarını, ne olmak istediklerini, ne olamayacaklarını, ne olabileceklerini, ‘siyasal’ aracılığıyla karara bağlarlar.[6]

Schmitt dost ve düşman ayrımı yapılmasında toplumsal uzlaşıyı siyasal birlik için temel şart olarak görmektedir. Siyasi birliği kriz tepkileri çerçevesinde ele alan yazar; siyasal olanı her hâlükârda daima kriz anına odaklanmış gruplaşma olarak betimlemektedir. Dolayısıyla kriz anına odaklanmış bir gruplaşma daima tayin edici insani bir gruplaşma, yani “siyasi birlik” olmaktadır. ”Eğer halk içinden çıkan bir sınıfın ya da başka bir grubun siyasi gücü ancak dışa karşı yürütülecek bir savaşın önlenmesine yetiyorsa, ancak aynı güç; devlet iktidarını ele geçirme, kendiliğinden dost-düşman ayrımı yapma ve gerektiğinde savaşma yeteneğine ya da iradesine sahip değilse siyasi birlik yıkılmış demektir.”[7]

Türkiye’deki siyasal kutuplaşmalar, dost-düşman belirlemesine giren cemaatleşmeler ve hâkim parti iktidarı yapısına bu pencereden bakıldığında siyasal birlik çözülmüştür. Suriye Muhalefeti’nin desteklenmesi, “Rojava!” olayları ve PKK terörü sorunu başta olmak temel kutuplaşmalar bunu işaret etmektedir. “Mesele” müştereken tanımlanamamaktadır.

Agamben biyosiyaseti, siyasetin ayırt edici özgül niteliği olarak ele almıştır. Agamben ayrımını çıplak hayat-siyasal varoluş (bios) üzerine kurmaktadır. Siyasalın dışındaki yaşam formu çıplak hayattır. Agamben’e göre çağımızda siyaset tamamen biyosiyasete dönüşmüş ve totaliterleşmiştir.[8] Hard ve Negri bu iktidarın en önemli işlevini hayatı yönetmek, nüfusu kontrol etmek olarak tanımlamaktadır. O halde biyo-iktidar, iktidar konusunda asıl meselenin bizatihi hayatın üretimi ve yeniden üretimi olduğu bir durumu anlatmaktadır.[9]

“Baba hukuku” ile “egemen hukuku” arasındaki sicilin birbiriyle sıkı bağlantısının her çağda “halkın babası” lakabının egemen soy kütüğüne işaret ettiğini vurgulayan Agamben’in bu yaklaşımı[10] “Devlet Baba” figürünü benimsemiş toplumlarda halkın bedeni, eylemi ve düşünceleri üzerindeki kontrolün olağan addedildiği ve kitlenin büyük oranınca sorgulanmadığı sonucunu işaret etmektedir. Toplumsal algı alanında devlet olgusu Lider’in şahsında cisimleşmektedir. Hal böyle olunca Lider üzerinden sonuca gitmek kolay ve masrafsız bir yöntem haline gelmektedir.

Toplumun siyasal ve kültürel şekillendirmesi, tahakküm ilişkileri kurmaya ve sürdürmeye ve böylelikle hâkim kişi ve grupların lehine olan bir toplumsal düzeni de yeniden üretmeye imkân sağlamaktadır. Kurulu Güç ilişkilerisistematik olarak asimetriktir. Yani belirli aktörlere ve gruplara, başka aktör ya da aktör gruplarını dışlayan ve onlara önemli ölçüde erişilmez kılan bir güç kalıcı bir şekilde bahşedildiğinde tahakküm ortaya çıkmakta[11] dış politik karar mekanizması da bu gücü bahşedene bağımlı hale gelmektedir.

Teşvik edilen düşünce ve değerler bizden görünen ancak bize ait olmayan değerler olabilmekte, asimetrik olarak klonlanmaktadır. Siyasal bünyede savunma reflekslerini ortadan kaldıran virüs etkisi göstermektedir (HIV). Uluslararası aktörlerin Yumuşak Güç kapasitesi diğer aktörleri kendisi gibi aynı politik emeller geliştirmek, aynı hedefleri takip etmek konularında harekete geçirme yeteneğidir. Bu yetenek politik tercihleri şekillendirme ve tesir etmekte maddi olmayan değerlerle yakından bağlantılıdır. Bu değerler başkaları üzerinde etki geliştirecek ve hatta paylaşılacak değerlerdir[12] ve Yumuşak Güç idealizmle birlikte yapamaz. Bu güç oyununun bir türüdür. Yumuşak Güç uygulamaları Sert Güç’ten daha etik değildir. Bir şekil ve surette arzu edilen sonuçları hedef alır.”[13]

Jeokültürel Parçalanma

Jeokültür genel kabul görebilen tanım olarak; “homojen bir kimlik ve karaktere sahip insanları ve halkları kapsayan bir alandır ya da aynı zamanda diğer alanlarda ve kültürlerdeki kimliklerden farklı olarak geleneksel düşünce ve davranışa hâkim olan baskın siyasi, sosyal ve kültürel bir kalıptır. Bu yüzden farklı bir jeopolitik konumu vardır.”[14] Wallerstein jeokültürü “jeopolitik ile analoji kurularak icat edilmiş bir terim”[15] şeklinde tanımlamaktadır. Wallerstein’ın tanımlaması dünya-sistem içerisinde yaratılan norm ve söylem tarzlarını ifade ederken makalede NESA’nın belirlediği ölçütlere yakın olarak medeniyet bloğunda paydaş ve baskın normlar ve inanç sistemlerinin mekânsal anlamlandırılması olarak ele alınmaktadır. Yeni Kültürel Coğrafya’nın güncel ağırlık merkezlerinde; kimlik ve mekân, güvenlik ve mekân, kültürel ve jeopolitik tasarı/rehber arasındaki sorunlar yer almaktadır.[16]

Nye ve Welch Uluslararası politikayı kendi başına ayakta durma sistemi olarak tanımlamaktadır.[17] Bu bağlamda Türkiye’nin 2011 yılında, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan. Libya ile bölgesel bir konstelasyon oluşturma stratejisi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bölge ülkeleri kendi başlarına ayakta durma girişiminde başarılı olamamıştır. Hüsnü Mahalli bunu şu şekilde anlamlandırmaktadır; “Çünkü Batı tam zamanında müdahale etti ve Arap Coğrafyasına bahar geldi.”[18] Mısır’da kendisine yakın bir yönetimin iş başına gelmesine sevinen Türkiye bu sahada da hayal kırıklığı yaşamıştır. Medeniyetler ayrımına tâbi tutulan yerkürede esasen medeniyetlerin kendi içinde birlik sağlaması hegemonik çıkarlara ters düşmekte ve medeniyetler ittifakı düşüncesini de mâlul kılmaktadır. Esasen 1945’li yıllarda SSCB’ye karşı oluşturulmaya çalışılan “Dinler Arası Diyalog ”un yinelenmesinden başka da bir şey değildir.[19]

2011 yılında Almanya Başbakanı Merkel, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ki “şaşırtıcı görüntüleri”, “siyasi çalkantının bölgenin jeopolitik tektoniğini harekete geçirdiği” ifadesi ile kamuoyuna aktarmaktadır.[20] Bütünleştirici temelleri ve dış etkilere karşı bağışıklık sistemleri zayıflayan ülkeler bu sarsıntılarla parçalanmakta, insanlar katledilmektedir. Kendisini yeniden üretmede “öteki” ihtiyacını duyan hegemonya jeopolitik kimlik inşasında “öteki”yi bir yanda “medeniyetler” tabanında üretilmekte diğer yanda medeniyetler kendi içerisinde çözülmesini sağlayarak, Medeniyetin üyelerinin rakip bir blok olarak ortaya çıkmasını, en kötü senaryonun oluşmasını bünyesel olarak halletmekte, aynı zamanda savaş sanayii üzerinden ekonomik çıkar sağlamaktadır.

 “Küreselleşen Dünya ekonomisinin bölgeselleşmeyi gerektirdiğini, bunun da etnikleşmeyi tetiklediğini” öne süren Hummel ve Wehrhöfer; “Soğuk Savaş’ın bitimini müteakip bir duraksama olmaksızın esasen yapay ve ideolojik motivasyonla oluşturulmuş çatışma hatları olan Doğu-Batı ve Kuzey-Güney hatlarının yerinin, sözde özgün ‘Medeniyet Çatışma Hatları’ ile değiştirildiğini ifade etmektedirler.[21] Hummel ve Wehrhöfer toplumsal anıların bilinçten, kimlikten veya yaşam deneyimlerinden koparılarak yeni bir aidiyet düzeninin/parçalanmasının jeokültürel tabanda yaratıldığını ifade etmektedirler. Bunun yanısıra Étienne Balibar ve I. Wallerstein “emperyal ırkçılık” olarak adlandırılan yeni ötekileştirme sürecinde; yeni ırkçılığı farklılık temelli bir ırkçılık ya da daha özelde biyolojik ırk kavramına dayanmayan bir ırkçılık olarak adlandırmaktadır. Balibar’a göre biyoloji temel dayanak olarak terk edilmiş olsa da kültür biyolojinin oynadığı role soyunarak boşluğu doldurmaktadır.[22]

Etnik kimliği, kişinin içinde doğduğu ailenin, içinde yetiştiği çevrenin kültürel değerleri ailenin ve çevrenin kimlik olarak “kendine bakışı”- emik- belirler. Bu bakış açısından etnik kimlik doğuştan kazanılan bir nitelik, genetik, biyolojik ve ırki bir özellik değildir.[23] Bireysel hak ve özgürlüklerin ön plana çıktığı çağımızda emik bakışın bireysel boyutu olarak kişinin kendi kabulüne dayalı kendi kimlik tanımı önem kazanmıştır. Etnik faktörleri ön plana çıkararak bireyselliği grup kuşatması içerinde ortadan kaldırmak demokratik ve etik değildir. Soy kütüğüne dayalı grup tanımlamalarının veya grup kültürlemelerinin[24] sosyal bünyede başkalaşımlara (metamorfoz) yol açması sosyal bünyeyi her türlü enfeksiyona açık hale getirmektedir.

Diğer yanda “bir bütün içinde tekilleştirmeye gitmek, dönüp tekillerin toplaşması ile bir bütün oluşturuyor görünmek ise bireyde bir bilinç yarılması meydana getirmektedir. İradeler arasında söz konusu olabilecek bir uzlaşma, bir toplumun beraberliğinin varlığı sayesinde mümkündür, biraradalıksayesinde değil.”[25] “ Kendini ayrıntıları ile bilen ama bütünü itibarıyla anlayamayan bir toplumun görülmemiş çelişkisiyle karşı karşıyayız. Kendinin eksiksiz imgesini görmek isterken, bileşkelerinin hepsine haklarını vermek isterken, kendi kendini kaybeden bir toplum (…).”[26]

Dünya Düzeni ’nin dönüşümü, insanların müşterek eylem ve düşüncelerinin değiştirilmesinin ifadesi olarak kabul edilmektedir. R. Cox müşterek eylem ve düşünce dönüşümü sürecinin kendiliğinden oluşmadığını bilakis bunun “Fikir Önderleri ”nin (Vordenker) sosyal kuvvetlerle bağlantılı organize ve entellektüel bir çalışmasına ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır. Dolayısı ile hegemonya kendisine hizmet eden bu hizmet hareketlerinin de arkasında duracaktır.

Sonuç: Siyasal HIV ve Türkiye

Teolojik kökenli ataerkil zihniyetin gerçekliği bizatihi zihinsel, giderek ulvi bir kaynakta arayan paradigması ile ideoloji kökenli otoriter zihniyet büyük ölçüde uyuşmaktadır. İki zihniyettin de “bir bilen”leri önceleyen hiyerarşik bir yapı ihtiyacı bireyi ötelemektedir. Otoriter ve ataerkil zihniyetlerin oluşturduğu  geçmişle şekillenen Türkiye’de[27] siyasal kavramının toplumsal alana yansıması kültürel yapılandırmalardan kaynaklanan seçici yakınlık[28] sebebiyle rasyonalite açığına sebep olmaktadır. Öncelenen ve hatta kutsanan Liderlik, Ağırlık Merkezi’ne dönüşmekte, mevcudiyetin dayanağı olarak algılanmaktadır.

Türkiye’de geleneksel “Merkez” ve “Çevre” 2002’den itibaren büyük ölçüde konum değişikliğine uğramıştır. İç ve dış politik yapılanmada geleneksel çevrenin kültürel özelliklerine uyumlu tasarılar ortaya konulmuştur. İçinde bulunduğumuz süreçte iç hegemonyayı tesis eden etkili kişilikler ve çıkar grupları, bunu tesis momentinde ortaya çıkan “istisna hali” nin asimetrik uygulamalarında sergiledikleri birlikteliği sürdürememişler; güç, politik pratik ve çıkar ekseninde iç tektonik hareketlenmiştir. Yaratılan düşmanlar üzerindeki konsensüs bozulmuş ve iç hegemonyada “düşman-öteki” nitelemeleri birbirine yönelmiştir. Hegemon aktörler kendilerine benzeyen ama gerçekte onlardan olmayan ötekilerin siyasi bünyeyi enfeksiyona açık hale getirmesinden muzdarip olmuşlardır. Son tahlilde Orta Doğu paralelinde, iç siyasal bünyede ve toplumsal yapıda da HIV etkisini göstermiştir.

Holistik eskiden beri bilinen bir metod, bir şifa yöntemidir. Buna göre bedensel hastalıklar ancak beden tarafından tedavi edilebilir. Bütünsel anlamında da kullanılmaktadır. Gayretlerin senkronize edilmesi faaliyetlerin bütünsellik içerisinde gerçekleştirilmesi şeklinde algılanma klasik anlayışa uygundur. Ancak Holistik iki anlam taşıyan bir terim haline gelmiştir. Terime eleştirel yaklaşarak arka planına baktığımızda, asimetrik bir faaliyet türü ortaya çıkmaktadır. Küresel bünyeyi tehdit eden sektörel/yerel hastalık, o sektöre kendi bünyesince çözdürülmeli, Homeland askerinin kanı akmamalıdır. Teşhisi koyanın konumuna göre rahatsızlık ve bünyenin niteliği değişmektedir. Bu terim dış politik metinlerde kullanıma geçtikten sonra “akıllı güç” (smart power) uygulamaları ile İslam Coğrafyası başta olmak üzere azgelişmiş ülke alanlarında çatışmalar ve çözülmeler yoğunlaşmıştır.

21. yüzyılın jeopolitiği, toprak kazanımı ve teritoryal egemenlik iddiasında değildir. Yeni jeopolitik resimde hegemonyanın ulaşmak istediği nihai nokta, parçalanmış kültür havzalarında “küresel sömürü adacıkları” üretmek üzerinde şekillenmektedir. Orta Doğu’nun jeopolitik tektoniğinde yaratılan virüs, İslam âleminin ve dolayısıyla Türkiye’nin bedenine sirayet etmiş, birbirini ötekileştiren cemaatler cemiyet rasyonalitesini tahrip etmiştir.

30 Mart 2014’te gerçekleştirilen ve referandum atmosferinde gerçekleşen yerel seçimler bir siyasi partiyi öncelemenin ötesine geçmiştir. Can güvenliği tarih boyunca adalet ve özgürlükten önce gelmiştir. Tiranlık ise kaosa tercih edilmiştir. Geçmiş siyasal yaşam tecrübesi çerçevesinde istikrar kamu hafızasında önceliğe sahiptir ancak enfeksiyon sirayet etmiş bir bünyenin ne kadar sağlıklı bir gelecek yaratabileceği ikinci plana atılmıştır.

Türkiye’nin Anayasama gücünü yeniden oluşturmaya ve gerçek müzakere ve aleniyet sisteminin işlediği sağlıklı parlamenter demokrasiyi gerçekleştirerek sarsıntıları göğüslemeye, bünyesindeki rahatsızlığı kendi holistik reçeteleri ile tedavi etmeye ihtiyacı vardır. Aksi takdirde, “büyüklerin jeopolitiğinin bir parçasını oluşturan” küçük devletlerden biri olarak kalma tehlikesi söz konusudur.

 

[1] HIV (İng: Human Immunodeficiency Virus / İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü), AIDS'e yol açan virüs.

[2]Carl von Clausewitz : (Reibung- Friktion)“(...)kâğıt üzerinde yakından incelenmesine imkân bulunmayan bir sürü önemsiz şeylerin etkisiyle, olaylar bizi hayal kırıklığına uğratır ve hedefin hayli gerisinde kalırız. Güçlü, çelikten bir irade bu sürtünmenin üstesinden gelir, engelleri yıkar, fakat onlarla birlikte makina da parçalanır”. Clausewitz, 1827 vom Kriege, H.1 Kap. 7, s. 45, 47)

[3] Öldürülebilen ama kurban edilemeyen insan. (Agamben, 2013, s. 17)

[4] Şermin Tekinalp, Küreselleşen Dünyanın Bunalımı: Çokkültürlülük. Journal of istanbul Kültür University,2005, 3(1), 75-87.s.78.

[5] Carl Schmitt, Siyasal Kavramı (2 b.). (E. Göztepe, Çev.) İstanbul: Metis. 2012, s. 26, 51, 57.

[6]Heinrich Meier, Die Lehre Carl Schmitts (2 b.). Stuttgart: Metzler, 2004, s.76.

[7] Schmitt, a.g.e.s.68.

[8] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, (2 b.). Çev. İ. Türkmen, İstanbul: Ayrıntı, 2013, s:17, 145.

[9] , Michael Hard ve Antonio Negri, İmparatorluk, (7.b). Çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı, 2012, s. 45.

[10] Agamben, a.g.e. s. 109, 110.

[11] John B. Thompson, İdeoloji ve Modern Kültür, Kitle İletişim Çağında Eleştirel Toplum Kuramı. Çev. İ. Çetin, Ankara: Dipnot, 2013, s.77

[12] Joseph. S. Nye ve David A. Welch. Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak (2. b.). Çev. R. Akman, İstanbul: İş Bankası, 2011, ss: 58-60.

[13] J. S. Nye, . Mächtige Umverteilung. (K. Ridderbusch, Röportaj Yapan) drradio. 27.06.2011. http://www.dradio.de/dlf/sendungen/andruck/1492095/  (20.02.2012).

[14] Korkisch tanımı, NESA/National Defense University, Washington, DC, April/Mai 2009. Bilgi paylaşımları çalışmalarından aldığını ifade etmektedir.

[15] Wallerstein, I. (2011). Dünya Sistemleri Analizi (2 b.). (N. E. Ender Abaoğlu, Çev.) İstanbul: Bgst.s.164

[16] Hans Gebhardt, A, Mattissek, P. Reuber, G. Wolkersdorfer,(2007). Neue Kulturgeographie? Perspektiven, Potentiale und Probleme. Geographische Rundschau, 2007, 59(7/8), 12-19, s. 12, 13.

[17] Nye ve Welch, 2011, s. 264.

[18] Hüsnü Mahalli, Orta Doğu'da Kanlı Bahar (7 b.). İstanbul: Destek.2012, s.191.

[19] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı,(10.b.), İstanbul, Otopsi, 2008, s.329

[20] Deutscher Bundestag, Abgabe einer Regierungserklärung durch die Bundeskanzlerin: zum G-8-Gipfel, Berlin 2011, Stenografischer Bericht http://dip21.bundestag.de/dip21/btd/17/059/1705951.pdf , Plenarprotokoll 17/111, 12605 B, (18.07.2013)

[21]Hartwig Hummel ve Birgit Wehrhöfer,). Geopolitische Identitäten. Welt Trend, 2004, 12. s.25, 26 Heinrich-Heine-Universität Philosophische Fakütaet, http://www.phil-fak.uni-duesseldorf.de/ fileadmin/ Redaktion /Institute/ Sozialwissenschaften/ Geopolitische_Identitaeten.pdf (21.12.2013).

[22] Étienne Balibar ve Immanuel Wallerstein, Is There a 'Neo-Racism'? Race, Nation, Class: Ambiguous Identities. Londra: Verso, 1991, ss.17-28.

[23] A. Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı (32 b.). Ankara: Fark, 2007, s.4.

[24] Kültürleme: Bireyin doğumdan ölüme kadar toplumun istek ve beklentilerine
uyacak şekilde etkilenmesi ve değiştirilmesidir

[25] A. Yaşar Sarıbay, Demokrasinin Sosyolojisi (3 b.). Ankara: Sentez, 2013, s.34,35.

[26] Marcel Gauchet, Demokrasi İçinde Din. Çev. M. E. Özcan, Ankara: Dost, 2000, s. 109,110.

[27] Etyen Mahçupyan, Batıyı Anlamak, Zihniyet, Değişim ve Kriz. İstanbul: İletişim, 2008, ss:92-99.

[28] Seçici yakınlık Max Weber’in Bürokrasi ve Otorite, 2013) temel tarihsel yorumlama aracı olarak karşılıklı çekiciliğe, karşılıklı etkiye ve karşılıklı güçlenmeye yol açan iki toplumsal veya kültürel konfigürasyon arasındaki (belirli bir yapısal analojiye) etkin ilişki türünü ifade etmektedir (Protestan etiği ile kapitalist ruh arasındaki gibi).

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display