Terörizm ile Mücadelede Taktik ve Operasyonel Etkinlik - E. Tuğgeneral Erhan Patır

Yazan  29 Nisan 2013
E. Tuğgeneral Erhan Patır

Şırnak Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı olarak görev yapmış Emekli Tuğgeneral Erhan Patır’ın, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde vermiş olduğu 26 Ocak 2013 tarihli konferans metnidir.

Ülkemizde yaklaşık 30 yıldır terörle mücadele devam etmektedir. Bugün “ PKK Terör örgütü ile mücadelede biz başarılı mıyız?” bunun fotoğrafını ortaya koymaya çalışacağım. Buradaki başlıkların birçoğu belki bir gün müddetle oturup tartışılması gereken, çok uzun saatler alması gereken konuları ihtiva ediyor. Bunun içerisinde durumumuz nasıl, ne yapmaya çalıştık kısaca sizlere yansıda ifade ettiğim başlıklar altında bilgi arz etmeyi arzu ediyorum.

Terörizm İle Mücadelenin Beş İlkesi

Terörizmle mücadele dediğimiz zaman, terörizmle mücadele etmeyi düşünen ülkeler tarafından genel kabul görmüş olan 5 ana başlık söyleyebiliriz: a) Uluslararası alanda diplomatik tedbirler, b) İdari, hukuki, siyasi tedbirler, c) Eğitim, kültür  ve ekonomik alandaki tedbirler, d)  Kamuoyunu bilgilendirme faaliyetleri  e) Güvenlik tedbirleri.

Burada Güvenlik tedbirleri, teröristlerle mücadele ayağını, yani kolluk kuvvetlerinin bizatihi icra etmeye çalıştığı faaliyetleri ihtiva ediyor. Genelde terörle ilgili çalışanların dışında, basının birçok kesimi ve halkımızın gözünde, terörizmle mücadele dediğimiz zaman anlaşılan şey; elle tutulan, gözle görülen, dağda kaç terörist var, işte yurt içinde şu kadar, yurtdışında şu kadar, kaç çatışma oldu, kaç şehit verildi, kaç terörist ele geçirildi gibi  konular olmaktadır. Yani köydeki insanın bile rahatlıkla parmak hesabı yaparak yorum yapabildiği tek husus budur. Fakat bu alan terörizmle mücadelenin %20’lik bir bölümünü bile geçmiyor.

Geriye kalan %80’le ilgili ülkede tartışılan, halkın ne yapıldığını bildiği bir konu olduğunu pek zannetmiyorum. Ne yapılıyor acaba? Terörizmle mücadelenin %80’ini oluşturan alanda kısa, orta, uzun vadede planlar var mı? Varsa bu planlar kimler tarafından uygulanıyor? Biz bilmiyoruz. Halkın bildiği tek gerçek var; o da, teröristle mücadele ediliyor. Halkın gözünde; kısmende olsa takip edilebilen, bilinebilen bu husus terörizmle mücadele için yeterli mi? Elbetteki yeterli olsaydı, 30 yıllık mücadele sonucunda bu durumda olmazdık.

 Ben kimsenin hesap sormaya niyetinin ve fazla bilgisinin olmadığı, %80’lik  diğer alanlarda yapılanlardan ziyade, herkesin görmeye alıştığı, rahatlıkla basından takip ettiği terörizmle mücadele de %20’lik alandan,  yani Güvenlik Tedbirleri alanında ne durumdayız? ondan bahsedeceğim.

Terörist İle Mücadelede Başarı Kriterleri

TSK tarafından da kabul gören, teröristle mücadelede başarı kriterleri dediğimiz zaman 3 alanda başarı kriteri sıralanmıştır. Bunlar; taktik, operatif ve stratejik seviyelerdedir.  Bunlara kısa, orta ve uzun vadede yapılacak olanlar da diyebiliriz.

Taktik seviyede;teröristi etkisiz hale getirmek, işbirlikçileri ortaya çıkarmak ve bu arada asgari zayiat vermek başarı sayılabilir.

Operatif seviyede(Orta vadede) ise; teröristlerin kendi inisiyatifleriyle eylem yapmalarını önlemek, terör olaylarını kolluk kuvvetleriyle önlenebilir seviyeye indirmek başarıdır.

Stratejik seviyede başarı ise; teröristlerin eylem yaparak başarılı olma umutlarını yok etmek, katılımların azaltılması, propagandanın önlenmesi, halk desteğinin kesilmesi, teslim olan terörist miktarının örgütte çözülmenin göstergesi olacak seviyede olmasıdır.

Amerikan Ordusu’nun “ FM 100-20 Düşük Yoğunluk Çatışmada Askeri Operasyonlar” sahra talimnamesi kitabında da bir başarı kriteri ortaya konmuş: “Terörizmle mücadelede zafer teröristin halktan sürekli uzak tutulması değil, bu durumun halkın desteğiyle muhafaza edilmesidir.”

Peki, biz bu başarı kriterlerine göre Teröristle mücadelede neredeyiz?

- Kabul etmemiz gerekir ki, terör örgütü açısından dağdaki silahlı elemanlar, şehirde siyaset yapanların güvencesi, propaganda aracı ve moral aşılama kaynağıdır.

- Dağdakilere vurulacak darbe, devletin diğer tedbirlerini uygulamasını kolaylaştırır.

- Terör örgütleriyle silahlı mücadele, örgütün silahlı eylemlere son vermesi için zorunludur. Zor kullanılmadan kendiliğinden dağılan örgüt yoktur.

- Silahlı mücadele teröristlerin büyük miktarını kırsalda barınmaya mecbur eder ve şehirleri korur. Buna göre bizim mutlaka silahlı örgüt elemanlarına yönelik faaliyet icra etmemiz gerekir. Peki, biz bunu fiilen  yapmaya çalışırken, baktığımız zaman neredeyiz. Hala taktik seviyedeki faaliyetleri yürütüyoruz. Yani teröristleri etkisiz hale getirmeye çalışıyoruz, işbirlikçileri ortaya çıkarmaya çalışıyoruz ve asgari zayiat vermeye çalışıyoruz. Bir sonraki safha olan operatif seviyeye de geçmek için çabalıyoruz.

Hala operatif seviyeye dahi geçebilmiş değiliz. Yani 30 yılın sonunda askeri alanda da ulaştığımız nokta henüz operatif seviyeye geçememiş bir durumdayız. 

AB Sürecinde Çıkarılan Yasaların Terörle Mücadeleye Etkisi

Peki, niye 30 yılın sonunda operatif seviyeye bile geçemedik? Bununla ilgili aslında anlatılabileceğimiz çok konu var. Buradaki her başlık, örneğin ‘’yasal sıkıntılar nedir?’’ bunu bir konu başlığı yapsak, bunu bir gün tartışmak gerekir. Bu konuyla ilgili olarak, Terör Olayları Şube Müdürü olarak çalıştığım zaman, Avrupa Birliğine girişle ilgili yasal mevzuat düzenleniyordu, kendi terörle mücadele yasamızı da birkaç defa değerlendirip MGK’ya götürülmek üzere hazırlık yapmıştım.  Yani İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya başta olmak üzere bu ülkelerin terörle mücadele yasalarına baktığımız zaman, bizimkinden kat kat daha sınırlayıcı alanları olduğunu görmek mümkün. Bunları da toparlayarak bizim terörle mücadele yasamızı elden geçirmeye çalıştık, ama pek başarılı olunamadı. Birçok AB ülkesinde yılda birkaç kez terör olayı yaşanıyor olmasına rağmen,  bu konudaki yasal mevzuatları bizimkinden daha sınırlayıcıdır.

Ben burada kısaca şu an ki mevcut yasal durumla ilgili bir kaç tane örnek vermeye, coğrafik, psikolojik ve teknolojik koşulların yarattığı terörle mücadelede bazı zorluklar olduğunu ifade etmeye ve örneklemeye çalışacağım.

Yasal durumdan örnekler vermek istersek; yol kontrolleri ve aramalarını ele alalım. Adli Önleme Aramaları Yönetmeliği’ni belki inceleyenleriniz olmuştur içinizde. Şimdi düşünelim, örgütün en büyük gelir kapısı durumundaki kaçak sigara, mazot, narkotik ve psikotrop maddeler, silah, patlayıcılar, kaçak göçmenler,  şehirde eylem yapmak için gelen teröristler nasıl geliyorlar? Bunlar araçlarla batı illerine kadar gelebiliyorlar.

Teröristler Artık Karayollarını Kullanıyorlar.

Yine kamu görevlileri veya devlet taraftarı şahıslar evlerinden veya yol kesilerek kaçırılabiliyorlar. En son mesela Şırnak’ta benim bir personelim şehrin içinden alındı ve araçla kaçırıldı. Buna benzer yol keserek kaymakamlar kaçırıldı, polisler kaçırıldı, bunların bir kısmı öğretmenler vb. daha sonra serbest bırakıldı ama bizim uzman çavuşumuz ve birkaç polis şuan Kandil’de.

Yine teröristler kendileri çoğu zaman eylem alanlarına araçla gidiyorlar, eylem yapıp araçla dönüyorlar. Mesela en son Bingöl-Muş arasında askeri konvoya  saldırı yapıldı. Bunlar izinden dönen erlerdi. Silahsızdılar o olayda. Karacehennem ormanları bölgesinden araçla teröristler olay yerine geldiler, eylemi yaptılar ve döndüler. Bunun gibi birçok olayda araç sirkülâsyonu var. 

Bu koşullar altında,  bu yolları kim, hangi mevzuatla, nasıl kontrol edecek?  Şırnak ve Hakkâri gibi bir sınır ilinden sigara giriyor ve şu an sigara uyuşturucudan daha kar getiren durumda, örgütün en büyük gelir kaynağı ve bunu engelleyemiyoruz. Biliyoruz, şu an yakalananlar inanın gidenlerin beşte biri. Şimdi oradaki herkes, mülki erkân, adli erkân herkes bu durumu biliyor. Yakalananlar getiriliyor ama yakalanamayanların bundan daha fazla olduğunu da herkes biliyor. Sınırdan silah giriyor, her şey giriyor. Ama siz bu koşullar altında sanki Ankara’da yapılabilecek uygulama gibi, adli önleme aramalarındaki esaslarda zorlama yapmadan, yani meşru bir zemin oluşturuyoruz, vatandaşı fazla rahatsız etmeyelim diye aramalarda gevşek davranabiliyorsunuz. Güvenlik güçleri, yeterli süre yol kontrolü yapamıyor. Diyorsunuz ki, belli saatlere dayalı olarak yapılacak, ihbar olacak da plakası da belli olan araç için o noktada arama yapılacak. Yani bunu Ankara’da yaparsak,  yüzlerce arabanın geçtiği bir alanda halkı elbette rahatsız etmiş olabiliriz. Ama bunca silahın, cephanenin, malzemenin girdiği bir Şırnak’ta siz 24 saat esasına göre birkaç noktada bile yol araması yaparak araçları kontrol etmeye çalışırsanız, bu halkın özgürlüğüne bir sekte vurmak olarak algılanmaktadır. Şu an uygularsanız sizi baskı altına alacaklardır. Bu tüm uygulayıcıları sıkıntıya sokan bir konuydu, bunu vurgulamak istedim.

Dağdaki Unsurların Şehirdeki Unsurlar Tarafından Beslenmesi Engellenemiyor

Askeri yasak bölgeler var. Başta sınır bölgesi olmak üzere birinci derece askeri yasak bölge veya örgütün sürekli olarak kullanım alanı olarak işgal ettiği alanları belirleyerek askeri yasak bölge  ilan edilen alanlar var. Örneğin Şırnak’ta Cudi, Gabar, Bestler-Dereler, İncebel, Kato yasak bölgelerdir. Ancak bu alanlara şu anda sadece asker giremiyor, korucu giremiyor, normal vatandaş giremiyor. Baharla beraber bu yasak bölgelere büyük sürüleriyle bazı göçerler gelmektedir. Örgütünde tanıdığı ve güvendiği bu göçerlerden faydalanarak, her türlü yiyecek, içecek gibi malzeme temin edilebilmektedir. Göçerlerin bulunduğu alanlara sürekli bir araç sirkülasyonu olmaktadır. Göçerin yanında götürdüğü yiyecekleri sorgulama imkanımız da yoktur.  Mesela siz 5 kişisiniz neden 5 çuval un götürüyorsunuz, 25 kg çay senin için çok değil mi deme şansımız yoktur. O vatandaşın özgürlüğüdür.  Ve biz bu yasak bölgelere girmeyi, yasak bölge tebliğ edilmiş olmasına rağmen engelleyemiyoruz. Bunların engellenebilmesi, alanlara girdikten sonra binlerce hayvanın geriye döndürülmesi mümkün değil. Peki, baştan itibaren yolda bunları durdurup bu alanlara sokulmalarını engelleyemez miyiz?  Engelleriz ama bunu uygulayamıyoruz. Gerekçe ne? Yasaklar kalkmalı, mutlaka hayvancılık büyütülmeli, geliştirilmeli gibi siyasi kararların ön plana çıkması ve bürokrasinin bu kararlara göre çözüm üretmesidir. Bir yandan askeri yasak bölge ilan ediyorsunuz ama bu yasak bölgeyi fiilen herkes kullanıyorlar ve siz burayı bir türlü kontrol altına alamıyorsunuz.

Bu bölgelerde; yanlışlıkla vatandaşa zarar verildiği zaman ise görevlilere karşı derhal linç politikası başlatılmaktadır. Teröristlere en yakın noktalara kadar maden arama ruhsatı verilerek yol götürülmekte, antep baklavası bile dağda teröristler için lüks olmaktan çıkmaktadır. O zaman bu yasak bölgeleri kim, nasıl, hangi mevzuatla kontrol edecektir.

Yakalanan veya teslim olan teröristlerden yeterince faydalanılamıyor

Yine yakalanan veya teslim olan teröristlerle ilgili durumu anlatmak istiyorum. Öyle bir mevzuatımız var ki,  teröristi yakaladık veya kendiliğinden teslim oldu diyelim. Bunların aynı gün içerisinde mutlaka götürülmesi ve savcılığa teslim edilmesi gerekiyor. 24 saat içerisinde. Şimdi şahıstan alacağımız gerekli bilgileri, acaba gerçekten yakaladıktan sonra 24 saat içerisinde alabilir miyiz? Diyelim ki arazi koşullarındayız ve bunu konuşturmayı bir şekilde başardık, peki elde ettiğimiz bilgileri hemen operasyona dönüştürebilme şansımız var mı? Sonuçta elde edilen bilgiler diğer istihbarat bilgileriyle tekrar teyit edilecek, onlar operasyon planlarına dönüştürülecek, şu anda operasyonda olan kuvveti fiilen kısa müddet de olsa dinlendirip diyelim ki asgari 3 gün sonra yeni bir operasyon icra edebilirsiniz. Ama 3 gün süremiz yok ki. Sizin teröristten aldığınız her bilgi ve şahsın kimliği aynı gün terör örgütü tarafından öğreniliyor. Nasıl mı? Bu şahsı savcıya götürmeden önce hastaneye götürüp sağlık raporu almanız gerekiyor. Peki, hastaneler kimin kontrolünde? Hastanelerde çalışanların bir bölümü örgütün işbirlikçisi durumundaki insanlar. Siz gizli saklı şahsı götürseniz dahi şahsın tüm kimlik bilgileri anında örgüte gidiyor. Zaten bir şahsın kimlik bilgileri örgüte gittikten sonra artık gizlilik diye bir şey kalmamış demektir. Çünkü örgütün diğer elemanları yakalanan şahsın hangi bölgenin elemanı olduğunu ve neyi bilip neyi bilmediğini çok iyi bilirler.

Şu sığınağı bilir, şu depoyu bilir. Söylese söylese bu ikisini söyler. Geri kalan yerleri zaten o bilmiyor. Bildiği yerleri boşaltalım yeter, problem yok. Yani bir şahsın söyleyebileceği alanları derhal boşaltmak suretiyle anında sizin bütün faaliyetlerinizi boşa çıkartıyorlar. Bunları da bildiğimiz için gerçekten örgütten kaçmak isteyen ve yaptığımız operasyonu bir sebep olarak görüp kaçarak yanımıza gelen, samimi itiraflarda bulunan insanı dahi kullanamıyoruz, bunu anlatmaya çalışıyorum.Mesela en son Cudi operasyonunda bir mağaradan sağ olarak bazı şahısları aldık. Birisi gerçekten kurtulmak isteyen ve çok zeki, örgütün en üst düzeydeki elemanların yanında çok kritik bir terörist idi. Şahıs, Cudi’de bizim bir önceki operasyonda sağ olarak teslim aldığımız 3 teröristin neden sağ olarak teslim olduğunu öğrenmeye gelen Botan saha komutanı ve korumaları ile Cudi’ye gelmiş. Cudi sorumlusunu sorguluyorlar. Senin elemanların nasıl sağ olarak teslim olur? Bu sorgulamayı yapan ekip ve Botan saha komutanı dâhil, Cudi sorumlusu dahil hepsi ele geçirildi. Bu teröristte bize sağ olarak geldi, teslim oldu. Şimdi bunun bildiği bilgilerle biz 8 yıldır hiç girilmemiş bir başka bölgedeki grubun üs bölgesine gideceğiz. Yani bizim için o kadar kritik bir durum.  Biz bunu yakaladık ve operasyondan dönene kadar 3 gün yanımızda kaldı.  3 gün çok bilgiler elde ettik. Döndüğümüzde de 3 boyutlu harita üzerinden buna anlattığı yerleri tekrar ettirdik. Bu çok güzel bir imkân. Yani bir harita üstünde teröriste bir yeri ifade ettirmek çok zor ama haritayı 3 boyutlu bir görüntü şeklinde bilgisayar ekranından ya da TV’ye yansıtarak gösterebilirseniz, o zaman terörist gezdiği araziyi çok iyi bildiği için,  size her yeri gösteriyor. İşte su kaynağı şurada, şu dağın olduğu yer, şu dere, şu tepe çok rahat anlatıyor her şeyi. Normal kâğıt harita üzerinde anlayamadığı, ifade edemediği birçok şeyi orada gösteriyor. Bununla çok güzel tespitler yaparak, şahsı deşifre etmeden hemen operasyon planımızı yaptık ve birinci gün planımız hazır. Çünkü dağda da gerekli hazırlıkları yapmıştık. Birinci gün operasyonumuz hazır, ikinci gün onay verildiği takdirde gitmeye hazırız. Belki helikopterlerin falan hazırlanması desek, azami üçüncü günün sabahı teröristlerin kamplarına girmek üzere hazırız. Adamları toplu olarak ele geçirme imkânımız var. Fakat biz bu şahsın operasyon dönüşünde de kimliği belli olmasın diye çabalarken,  aynı gün içinde adı, nereleri bildiğiyle ilgili tüm bilgiler, ANF denen Fırat Haber Ajansı’nda çıktı. Biz şaşkına döndük. Bir gün sonra ise savcılıkta verdiği ifadelerin tamamı avukatları vasıtasıyla örgüte gitmişti ve yine ANF’de ve kendi aralarındaki telsiz kanallarında “ şu bölgede operasyon yapacaklar, tüm alanı boşaltın” diye telsiz muhabereleri başladı.Bütün emeklerimiz boşa gitmişti. Yani biz bunları koruyamıyoruz.

Şuan ki mevzuatımız yakaladığımız şahsı bizim kullanmamıza müsaade etmiyor. Ve bunu düzeltecek benin elimde bir argüman yok. Maalesef ben en kritik durumdaki adamı yakalıyorum, ama bunun kimliği deşifre olmadan 3-5 gün elimde tutup, her türlü faaliyet bilgilerini alıp, faaliyeti icra edemiyorum. Yani elimiz resmen bağlı olarak mücadele etmeye çalışıyoruz, durum böyle. Şimdi yine teröristlerin barınma alanlarına bir faaliyet yapacağız. Kritik bir bölgeye ineceğiz. Tamamı meşe ormanı ve inanın içine girdiğiniz zaman yıllardır orada durmuş terörist bile zaman zaman yolunu şaşırıyor. Orada operasyon yapacağız ve istiyoruz ki daha önce orada kalmış ve şu anda cezaevinde olan örgüt elemanlarından faydalanalım. O da bize yol gösterici olsun. Çünkü daha önce kullandıkları yerleri bulmak gerçekten de kolay değil.   Samanlığın içerisine bir tane iğne atın, o iğneyi bulmakla biraz sonra resimlerde göstereceğim mağara deliklerini, tabi mağara deyince aklınıza gelen mağaralarla bir ilgisi olmadığını birazdan resimlerde göreceğiz, bulmak aynı derecede zor. Şimdi bu alanı bilen birisi olursa bize tabiî ki çok büyük faydası olur. Ama biz bunu artık cezaevinden alamıyoruz. Veya bize çok faydalı olan, dediğim terörist gibi, kendileri istekle konuştukları, bilgi verdikleri halde, bunların farklı bir cezaevinde olmasını bile sağlayamıyoruz. Bu çocuk Cezaevi’ne diğer azılı teröristlerin yanına kapatıldı, bir hafta sonra yeni öğrendiğimiz bir bilgiyi bunun yorumlamasını istedik, istihbaratçılara haber verdik cezaevine görüşmeye gittiler. Dedi ki “benim ölmemi istemiyorsanız sakın bir daha yanıma gelmeyin”. Çünkü cezaevinde bu çocuğun diğer azılı elemanların yanına koymuşlardı, biz maalesef bu bilgileri savcılara da iletmiş olmamıza rağmen bu arkadaşı ayrı bir yere bile koyduramadık. Tabi onların da yapacakları bir şey yok. Onlarda gerçekten özveriyle çalışan insanlar, ancak onlar bu işi Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ne yazıyorlar ve o nereye konulacak derse yapacak bir şey yok oraya gidiyor. Yani üst düzeyden düzeltilmesi gereken bir problem var, bunu defalarca dile getirmiş olmamıza rağmen biz bunu da çözebilmiş değiliz.

-  Teröristler, yakalandıkları veya teslim oldukları aynı gün içerisinde; sağlık raporu alınması mecburi olması nedeniyle hastanelerdeki yerel işbirlikçiler sayesinde kimlikleri deşifre ediliyorsa, verdikleri ifadeler savcılıktan avukatları vasıtası ile derhal ele geçirilerek örgüte aktarılıyor ve alınan bilgiler ile yapılacak baskın niteliğindeki faaliyetler boşa çıkarılıyorsa,

- Samimi itiraflar ile çok faydalı bilgiler verenler dahi cezaevlerinde diğerleri ile aynı koğuşlara konularak sesleri kısa sürede susturuluyorsa, 

- Teröristlerin barınma alanlarına yapılan çok kritik operasyonlarda bölgeyi çok iyi bilenlerden faydalanılamıyorsa,

- Farklı birimlerin yaptığı sorgulamaların sonuçları zamanında paylaşılmıyorsa, harcanan emeğin karşılığını kim, nasıl alacak ve işleri kolaylaştıracaktır.

Kısaca, size terörle mücadele yasası dâhil mevzuatımızdaki eksikleri giderelim konusunu anlatmaya çalışsam, çok uzun müddet alır. Yılda birkaç kez teröristlerle mücadele eden ülkelerin mevzuatından bile geri kalmış,  güya daha ‘’demokratik’’ durumdaki  Terörle Mücadele Yasası dahil, şu anki mevzuatı kesinlikle kabul etmiyorum. Uygun mevzuat değil. Ancak, mevcut mevzuatın bile kullanılmasındaki zorlukları ifade ederek, işimizin zor olduğunu sizlere anlatmaya çalıştım.

Terörle Mücadele Neden Pahalıdır?

Şimdi teknolojik durumla ilgili size birkaç örnek vermek istiyorum. Kafanızda canlanabilmesi için olayı size basit cümlelerle arz etmek isterim. Mesela otuz lira değerindeki bir elektronik zaman rölesi, 300 bin lira değerindeki bir aracı yener. Nasıl oluyor bu? Şimdi burada uzaktan kumandalı bir patlayıcı düzeneği görüyoruz. Buradaki sistemde bir alıcı ve bir verici var ve bu sistem üç ayrı patlayıcıyı patlatabiliyor.  Fakat şurada gördüğünüz bakın bir ayrı elektronik devre var, bu elektronik devre de bu patlayıcıların isterse birini patlatıyor ikisini bekletiyor. Siz olay yerine geldiğinizde birini patlatıyor, siz başka yoktur düşüncesiyle olay yerine geldiğinizde diğer ikisini patlatıyor ya da isterse birle üçü patlatıyor da ikiyi bekletiyor gibi çok fonksiyonel bir hale getiren elektronik devreler var, biz bunları biliyoruz. İşte bunlar telsizle olabilir, aracın uzaktan komutalarına ilave güç aktarılarak 100 -150 m den patlatılabilir, böyle sistemler var. Kullandıkları bu sistemi etkisiz hale getirmek için ELKAR aracı üretmişiz. Aracının üstüne elektronik aletler takılmış ve bu alet yaklaşık 300 metrelik bir alanda koruma sağlıyor, yani üzerindeki frekans dalgalarıyla dışarıdan gelen frekans dalgalarının o alanda etki etmesini engelliyor. Yaklaşık maliyeti 300 bin lira. En son geçen yıl Şırnak’ta bir olay meydana geldi. Siirt-Şırnak karayolunda 60 kg’lık bir patlayıcı döşemişlerdi. Bir vatandaşın ihbarıyla gittik, onu etkisiz hale getirdik. Biz sistemi söktükten sonra ilk defa şöyle bir olayla karşılaştık. Şahıs bizim o aracımızı tamamen devre dışı bırakacak bir zaman rölesi eklemiş sisteme. Konvoy olarak ilerlerken tetiğe ilk basıldığı anda zaman rölesi devreye giriyor ve zaman rölesinin 30-40-45 saniye gibi hangi zamana ayarladıysa, patlayıcı o zaman patlıyor. Bunu tüm Türkiye’ye böyle bir devreyle beraber sistemlerini geliştirmişlerdir diye yayımladık. Bu tedbirlerine karşı yeni tedbirler geliştirmeye derhal başlıyorsunuz.

Yine 200 lira değerinde çarşıdan malzeme alsanız, bu alacağınız malzemeyle şu an da asgari 500 bin liralık maddi zarara,  ya da karşılığı önlenemeyecek ölümlere, manevi zararlara neden olabilirsiniz. Nasıl mı? Şimdi uzaktan kumandalı bir patlayıcı yapacağız. Nasıl yapılacağını artık internetten öğrenebilirsiniz. Bunun için altı çeşit malzemeye ihtiyacımız var ve bunların toplam maliyeti 200 lira. Bu 200 liralık malzeme ile oluşturduğumuz patlayıcı, 20 kg TNT’ye eşit güce sahip oluyor ve bununla bir zırhlı aracı bile etkisiz hale getirebiliriz. Bunun iki haftalık bir eğitimi var, yani okuma yazma bilmeyen bir kişiye iki haftalık bir eğitimle bunu kullanacak hale getirebilirim. Hele biraz okuma yazması varsa eğitime almaya gerek yok, internette bunun eğitimi zaten var.

IHA’lardan ve termal kameralardan  nasıl kaçarsınız?

Yine 50 lira değerinde, iç kısmında yağmurun aşağı katlara geçmesini engellemek için teflon astarı olan şemsiyeye sahipseniz, 120 bin lira değerindeki bir termal kamerayı veya asgari 800 bin liralık bir İHA’yı yenebilirsiniz. Peki nasıl şemsiyeyle bu iş oluyor önce basından birkaç haber vermek istiyorum size: “Şemsiyeyle gizlenme İHA’lardan kaçamadı. Hakkâri’nin Kavaklı bölgesinde bir grup teröristin görüntüsü alındı, İHA’ların aldığı görüntüyle Hava Kuvvetleri bombaladı ve olay yerine gidildiğinde teröristlerin çoğunda şemsiye olduğu görüldü.”. Yorum şu şekilde yapıldı. Artık İHA’larda yeni bir teknoloji var ve şemsiye taşısalar da algılayabiliyorlar onu. Asıl konu o değil. Yakalanmalarının sebebi başka. Şemsiye aslında görevini yaptı ama başka bir nedenle yakalandılar. Başka bir başlık: pişman olan terörist şöyle söylüyor: “Bize termal kameralardan kurtulmak için nasıl hareket edeceğimizle ilgili emir verildi, şemsiyeyi vücudumuzdan bir metre uzakta tuttuğumuz zaman ve ördek yürüyüşüyle hareket edersek termal kameradan kurtulabileceğimizi bize öğrettiler”. Gerçekten oluyor mu? Biz de kışlamızda teröristlerin uyguladığı her taktiği deniyoruz, oluyor mu olmuyor mu tespit ediyoruz. Yani iç kısmı teflon bir şemsiyeyi bir metre önünüzde tutar, çöker, onun kapsadığı alanın içinde kalarak yürürseniz, vücutla şemsiye arasındaki 1 m. boşluk yeterli olabiliyor. Termal kamera ilerleyen teröristi görmüyor.

Peki İHA? İHA da görmüyor. İHA da yukardan termal kamerasıyla görmüyor ama onların bilmediği şu, İHA’larda hem termal kamera var, hem de gece görüş kamerası var. Gece görüş kamerasıyla bakarsa ilerleyen her şeyi görüyor. Yani onlar termal tarafından yakalanmadılar. Biz de sadece termallere güvenir ve  sadece termalle gözetleme yaparsak, bu adamları yakalamayacağımızı acı olaylarla öğrendik. Şimdi bir mevzide termal varsa mutlaka yanına gece görüş gözlüğü de var. Şahıs kendince böyle bir tedbir aldıysa, o tedbire karşı termalin göremediğini gece görüş gözlüğüyle görmek gibi yeni şeyler geliştirmeye çalışıyoruz.   Ama sonuçta 50 liralık şemsiye termali etkisiz hale getirebiliyor.

40 Kilo Yükle Dağda Nasıl Savaşılır?

Çevik dağ keçisiyle zırhlı aslan yarışamaz. Şimdi bunlar çevik dağ keçisi. Bir teröristin azami yükü 20kg.’ı geçmez. Bizim zırhlı aslanlarımız için çelik yelek ve çelik başlık taşıma herkese zorunlu oldu. Herkes, araziye çıkıyorsa, çelik yelek, başlık giyecek. Şimdi bu emri uyguladığınız zaman asgari yük 40 kg.dır. Makineli tüfek gibi ağır teçhizat, hele bir de operasyon 3 günlük kumanyayı ihtiva ediyorsa 40 kg’ı geçebilir.  Ve bu  yük  ile nerelerde, nasıl hareket ediyorlar görebiliyor musunuz? Mesela biz araçla bir yerden bir yere intikal ediyoruz, herkese çelik yelek ve çelik başlık giydiriyoruz. Veya nokta operasyonlarda helikopterle getireceğim, indireceğim, 500 m. yürüyecek ve hedefe girecek, tamam herkese giydiriyoruz. Ama sabaha kadar intikal edeceğim, sabah hava aydınlanmadan öyle bir yer tutmam lazım ki, o noktayı o saatte tutamazsam bu iş olmaz. Şimdi herkesin üstüne çelik yeleği ve başlığı giydir. Personelin 2 saat sonra iflahı kesiliyor, yürüyemiyor. Yani ben nerden nereye ne kadar saatte gidileceğini ezbere biliyordum. Şimdi içine çelik yelek payını da ekliyorsunuz yine de işimizi zorlaştırıyor.

 Bunların hepsi halledilebilir belki ama bizim psikolojik durumumuz nasıl?

Geçici Köy Korucuları

Bu işe önce korucularla başlamak istedim. Korucuların psikolojik durumunun hiç iyi olmadığını söyleyebilirim. Ben yıllarca onlarla göreve çıktım. 90’lı yıllarda göreve çıktığım korucuların şu anki hallerini görünce çok üzüldüm. O yüzden bunu da ifade etmek istedim. Bakanlar Kurulunun 27 Haziran 1985 tarih ve 9632 sayılı kararı ile; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde,  1985 yılından itibaren Geçici Köy Koruculuğu (GKK) sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Şimdi yaklaşık 22 ilde 45 bin kadar GKK var ve 30 ilde 19.817 gönüllü köy korucusu var. Bunlar başlangıçta örgütle mücadele etmeye başlandığında gerçekten büyük katliamlara varan olaylar yaşadılar. Örgüt bunları bu işten vazgeçirebilmek için çok saldırdı. Ama örgüt son yıllarda taktiğini değiştirdi. Birinci hedefi korucuları kendi taraflarına çekmek ya da tarafsızlaştırmak. Bunun için örgüt güdümündeki parti ya da STO’lar tarafından çalışmalar yapılıyor.  İkinci safhada ise, GKK sisteminin lâğvedilmesi için propaganda faaliyetlerine devam etmektedirler.

Eskiden korucu köylerine örgüt güdümündeki birilerinin veya partinin gitmesi mümkün değildi, daha köye girerken gerekli tedbirler alınıp asla sokulmazdı. Bu insanlar büyük mücadele veriyorlardı. PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olmadığının en büyük kanıtı olan korucular ve aileleri, örgütün yoğun propaganda ve temasına karşılık, devletin ilgi eksikliği nedeniyle mücadeleyi sürdürecek gücü bulamaz hale gelmişlerdir ve bir tane örnek anlatmak isterim: Gerçekten o bölgedeki herkes adını duyduğunda saygıyla eğilen (……) isimli Beytüşşebaplı bir korucu vardır. Bu çok gözü kara bir adamdır. Örgüt içinde bile kimse bu yiğit adamla karşılaşmak istemez. Ben yıllarca göreve gittim bu korucu ile. Malları vardı, hayvanları vardı, belli bir zenginliğe sahipti. Benim orada görev yaptığımı duyunca geldi. Bu arada kızı üniversiteyi kazanmış. (…) Üniversiteye göndermek istiyor. Ama çocuğunu üniversiteye gönderecek parası yok artık adamın. “Nasıl olur ağa, sen zenginsin, varlıklısın” diye sordum. “Komutanım yaylaya hayvanlarımı çıkaramadığım için hepsini sattım. Hayvancılık bitti. Artık örgüt ve sempatizanlarıyla hasım haline geldik, araçla her yere gidip gelemiyorum. Ticaret yapamıyorum, sadece korucu maaşına bakıyorum.  8 çocuğum var” cevabını verdi. Adam fakir hale gelmiş. “Hatırlıyor musun yanımızda devlete yardımcı olmayan bir köy vardı, korucu bile çıkmamıştı o köyden. Ama şimdi hepsinin altında son model arabalar var. Devletin açtığı bütün ihalelerde onlar inşaat alıyorlar. Onlar zengin oldu, devlete sahip çıktığım için ben fakir kaldım. Benim suçum ne?”

Beraber omuz omuza çarpıştık. Kendi oğlu, amcasının oğlu şehit oldu. “Benim suçum ne?” diye sorduğu zaman söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Artık biraz manevi duygulardan falan bahsetmeye çalışarak idare ediyoruz. Durum bu.

Ölü Ele Geçirilen Teröristler

Ölü olarak ele geçirdiğimiz her terörist adli tıp kurumundan itibaren ailesi istemese dahi örgüt tarafından alınıyor. Aile ister istesin, ister istemesin, örgüt bir şekilde partiyle beraber bu işi hallediyor ve gömüleceği merkeze kadar götürülen bu cenaze karşısında günlerce propaganda yapılıyor. Ailesinin evine yakın bir yerde, orası müsait değilse topluluğun rahat gidip gelebileceği bir alana bir taziye çadır kuruluyor ve bir ay boyunca o orada. Örgüte ait parti her türlü parasal desteği sağlıyor. Sürekli orada yemek çıkıyor, çay var,  insanlar geliyor boşalıyor, geliyor boşalıyor ve 30 gün müddetle kin ve nefret aşılıyorlar gelenlere. Sanki o çocuğu dağa onlar göndermemiş, onların gitmesinde hiçbir suçları yok. Bütün kin ve nefretleri devlete, askere ve polise yöneltiyorlar. Ve bizim buna yapabileceğimiz bir şey yok. Bu şekilde her cenaze kin ve nefret duygularının devlete ve millete yöneldiği bir olay haline geliyor. Ve böylece, başta ölenin yakın akrabaları olmak üzere örgüte eleman temininde hiç bir zorluk yok. Yani bugün 2012 yılı için eğer devlet olarak diyorsak ki 500 tane teröristi etkisiz hale getirdik. Bu eğer öldüler anlamına geliyorsa, bilin ki 1500 tanesi şu an dağa çıkmaya hazır ve sizin bunu engelleyecek hiçbir sisteminiz yok bu koşullar altında. Ve herkes şunu biliyor. Bir tanesi ölecek yerine kesin 10 tane gelecek. Çünkü bunu her gün seyrediyoruz. Şırnak’ın merkezinde bir askersiniz, taziye çadırını görüyorsunuz, her gün doluyor, boşalıyor.

Şehitlerimiz ve Komutan İnisiyatifinin Erimesi

Yine şehit ve yaralı verdiğimiz olaylarda, özellikle terör örgütü inisiyatifindeki bir saldırıda şehit yaralı verdiğimizde, halkımızda derin bir üzüntü oluyor. Başta aileleri olmak üzere halkın yaşadığı bu büyük üzüntü, bazı basın mensupları tarafından ve art niyetli kişiler tarafından acımasızca ve bilgisizce eleştiri konusu haline getiriliyor. İnsanlarımızı şehitlik mertebesinin kutsiyeti konusunda bile tereddüt eder hale getiriliyorlar. Şimdi bunları basından sürekli izliyoruz. Peki, birlik komutanları ne yapıyor. Bir şehit verdi ve ardındaki olayları basından günlerce izledi. Birlik komutanı zayiat vermekten çekinir hale geliyor. Kim zayiat vermek ister? Görevimiz asgari zayiat vermek. Ama teröristle mücadele ederken hiç zayiat vermeyeceğim demek kimsenin haddi değil. Teröristle mücadele edeceksiniz, ama hiç zayiat vermeyeceksiniz. Herkesin istediği de bu. Zaten biraz da iş yapmak istemiyorsak bu durum kendimiz için kullanacağımız bir fırsat oluyor. Ve böylece, inisiyatifi kendi kullanmak istemeyen liderler ne yapıyor? Herkes bir üstündeki yetkiliye soruyor. Komutanım ne yapayım? İnisiyatif kullanmak kalkıyor. Ben üsteğmen olarak Şırnak’ta görev yaptığım yıllarda,  bana sadece “Cudi’ye git, orada 30 kişilik grup var, onları etkisiz hale getir” emri verilirdi. Erlerden oluşan bir bölükle, Cudi’ye gittiğimde kimseyi aradığımı ve bir soru sorduğumu hatırlamıyorum. Sadece olay başlamışsa, “Çatışmaya girdik, şu bölgedeyiz. Takviyeye ihtiyacım var veya şuna ihtiyacım var.” dediğimi hatırlıyorum, bir daha kimseyi arayıp da bir şey sorduğumu hatırlamıyorum. Ama şuan köylünün yaşamadığı, en sıkıntılı yerdeki arazide, gece saat 02.00’de personel açıyor telefonu soruyor “Komutanım iki kişi görüyoruz şu an ne yapalım?” “Yaklaş ona” diyorum. “Netleştirmeye çalış görüntüyü” diyorum. Sanki olay bölgesindeymişiz gibi her şeyi bize sormaya çalışıyorlar. Niye bu hale geldi diye düşündüğümüz zaman, bunun belli sebepleri var.  Psikolojik olarak inisiyatif kullanamamamın bir sebebi olmalı. Basında yaşanan olayları küçük görmeyin, insanların psikolojileri gerçekten çok etkileniyor. Acaba yanlış bir şey yaparsam, yanlışlıkla vatandaşı vurursam hesabını nasıl vereceğim. Bu duygular gerçekten faaliyetlerde çok belirleyici yanlışlıklara neden oluyor.

Kısacası, birlik komutanları bu durumun bir yansıması olarak, teröristle mücadelede risk almaktan çekinmektedirler. İnisiyatif kullanamayan liderler, üst komutanları veya mülki makamlardan emir verilmesini beklemekte, herkes bir üst amirinden emir beklerken, birçok fırsat elden gitmektedir. Bu tereddüt hallerinin genç personele yansımaları ise, korku ve endişe olarak kalmaktadır.

PKK’nın Psikolojik Savaşı ve Güvenlik Güçlerinin Psikolojisi

Yine personelin psikolojik durumunu algılamak için size bir durum anlatmak istiyorum. Bölücü örgütün siyasi kolunun bir milletvekili, 2007 yılında seçim döneminde illeri gezerken mesela Bingöl’de “Buralar Doğu-Güneydoğu değil Kürdistan’dır, liderimiz Öcalan’dır” diyor; Iğdır’a gidiyor “Kürt sorunun çözümü için Kürdistan eyaletinin kurulması zorunludur” diyor. Van’a gittiği zaman basın mensuplarının Kürdistan kelimesiyle ilgili sorular üzerine şöyle diyor: “Söylediklerime bugün kızanlar 5-10 yıl içinde bunları gerçekleştirecek ve uygulayacaklar”. Yıl 2007. Yine 30 Ekimde o zamanki ismiyle DTP Diyarbakır’da bir kongre topladı ve kongre sonuçlarını da açıkladı. Burada demokratik özerklik istenirken Türk yerine Türkiyelilik kavramı benimsendi. APO Kürt halk önderi olarak nitelendirildi. Bildiride Apo’nun İmralı dışında başka bir yere halkla bağ kurabileceği bir ortam yaratılması, Kürt halkı kadar Türkiye demokrasisi açısından da son derece önemlidir dendi. Yine aynı yıl, Mardin milletvekili Ahmet Türk’e meclis başkanının terör örgütü PKK’yı açıkça kınamalarını isteyen sözlerine “PKK’yı kınamak bizi halktan koparır” cevabı verildi. Şırnak milletvekili Hasip Kaplan “söylemlerimizden anlamayanlar çok pişman olacaklar. Bu milletin iradesi için, barış için Apo’yu muhatap almaları gerekir, başka çare yok” Yine aynı dönemde hatırlarsınız Kürdistan haritaları internette çok yoğun olarak görüldü ve konuşulmaya başlandı. Hatta Sivas’ın doğusu batısı tartışmaları da çıkmıştı.

PKK’yı destekleyen parti ve taraflı medya organları vasıtasıyla uzun süren bu propagandaların sonucu, özellikle Kürt gençleri bu ülkede itilip kakıldıklarına, ezildiklerine, yeni bir ülke altında müreffeh olacaklarına inanmaya başladı. PKK ile destekçisi durumundaki parti, Kürtlerin bu ülkeyle, toplumun diğer kesimleriyle bağını koparmaya çalışmaktadır. Barzani de sırtını dayadığı güçler himayesinde aynı hedef doğrultusunda çalışmaktadır. Onun zaman zaman Türkiye’ye yönelik sert sözleri, Kürt kökenli vatandaşlarımızı kışkırtmakta, yeni bir Kürt lideri olma isteğinden kaynaklanmaktadır. Uludere olayından sonra bir baktık, Barzani’nin gönderdiği bir heyet, Habur’dan izin alarak geçmiş ve olayın geçtiği bölgenin köylerinde halka dolar dağıtıyor.

Bütün bu olanları ve konuşmaları izleyen, Habur’da teröristlerin karşılanışını, mahkemenin Silopi’ye taşınıp aklama çalışmalarını gören, devletin nasıl bir kararla terörle mücadele etmeyi düşündüğünü anlayamayan askeri personel, bir de geçmiş yıllarda teröristlerle yapılan mücadelede büyük başarılara imza attığını söylenen, hatta ödüller alan, hatta basında teşekkür edilen asker veya diğer kamu görevlilerini yargılanıyor ya da yargılanma aşamasında gördükçe, her insan gibi travma yaşıyor.

Bölgede Terörle Mücadelenin Coğrafi Koşulları

Size birazda bölgenin coğrafi koşullarının  teröristle mücadelede yarattığı zorlukları anlatmaya çalışacağım. Şırnak bölgesinde arazi olarak mücadele edilecek en rahat arazi Cudi diyebiliriz. Cudi’de Tuşimiye vadisi olarak ifade edilen bölgede bir operasyon yaptık.

Tuşimiye Vadisi

O en rahat dediğim yerin durumuna haritadan bakalım.1881 rakımlı tepenin kuzeyine geçersek Şırnak’a geçeriz. Şırnak tarafından gelirseniz yine bu  bölgeye gelmeniz lazım. Vadinin durumunu görüyorsunuz. Şu an meşe ağaçlarının yapraklarının olmadığı dönem. Güney yamaçları olduğu için karlar erimiş. Su an bütün kuzey yamaçlarında kar var, güneyde erimiş durumda.

Vadinin tabanı tamamen peri bacaları şeklinde ağaçlık, kayalık ve konik. Dediğim gibi şu anda yapraklar açık değil. Eğer yapraklar açtıktan sonra buraya girerseniz, sadece 5 metreyi görürsünüz. 6’ıncı metreyi ilerlerken görme şansınız yok. Teröristlerle temasa girilen mağaranın olduğu yerin biraz daha yakın çekim görüntüsüne bakın. Önünde ağaç var, bu ağaçların yaprakları açık olsa bu deliği görme şansı yok.  O gördüğümüz giriş deliği burası. Burası temizlendikten sonra bu halde, başlangıçta bu halde değildi.

Burada doğal bir havalandırma bacası var. İşte Cudi sorumlusu dâhil çok önemli elemanlar burada ele geçirildi. Ve mağaranın krokisi.  Bu başka bir mağara. Direk yerin altına doğru giriyor. İlk girdiniz noktadan sonra hep böyle merdivenlerle kat kat aşağı iniyorsunuz. Yedi katlı bir mağara.  Üçüncü katı çok büyük. Bu mağara, yer altı suları vasıtasıyla oyulmuş doğal bir mağara. 3. katına çadırlar kurarak kış mevsimini geçirmek için hazırlık yapmışlar, bütün hazırlıklarıyla beraber ele geçirdiğimiz bir yer. Bu da Cudi’de başka bir bölge. Kayalıkların altında bir mağara var. 3 tane de girişi var ama bu 3 girişi de bir metre mesafeye gelseniz bile göremiyorsunuz. Biz inanın o deliği bulabilmek için yanımdaki timle 1 saat uğraştık.

Bir insan ancak girebileceği büyüklükte, orada bir taş daha vardı, biz o taşı çektik ve o ağız öyle göründü. Ve bu taş çekildiği halde ancak bir insanın girebileceği bir delik burası. Mağara falan deyince büyük delikler düşünmeyin, bu da krokisi.

Her bir ilerleyen personelin ilerlediği istikamete bakın. Herkes ip gibi dizilse, mayın riski var bu arazide, birbirinin peşi sıra gitse, acaba bir tane nokta bulmamız mümkün mü? Bunları niye anlatıyorum, bu işleri yapmayanlar bunu çok kolay sanıyor. En kolay yer Cudi olmasına rağmen nasıl zorlanıyoruz. Bu hakikaten kolay bir şey değil. Bu da teslim aldığımız terörist. Bu İranlıydı.  Diğerleri         7 katlı mağarada teslim aldığımız teröristler. Bunu önemsiyorum. Ben öldürmektense alabildiğim müddetçe hepsini sağ almak taraftarıyım. Keşke hepsini alabilsek. Yedi katlı mağarada 3 tanesini uzun müddet konuşarak sağ olarak teslim aldık 4.’yü alırken üstümüze el bombası attılar ve  yanımdaki astsubay yaralandı. Buna rağmen onuda sağ olarak almaya çalıştık, ama mümkün değil diğerlerini alamadık. Yani son ana kadar iknayı denedik. Ve yaralanan personelimizi veya teröristlerden etkisiz hale getirilenleri tamamen helikopterler vasıtasıyla tahliye edebildik. Yani burada böyle yaralı personelimizi götürecek başka imkanımız yok, siz ne kadar yardım edebilirseniz o kadar. En son faaliyet bittikten sonra bir tepenin üstünü patlayıcılarla kayaları ve ağaçları havaya uçurarak helikopter inecek kadar alan oluşturduk ve personeli böyle geri çekebildik.

Sonuç olarak Şırnak-Hakkâri bölgesinde arazinin çok sarp ve ağaçlık olması, yolların kısıtlı ve dar olması gibi sebepler, askeri harekatı zorlaştırıyor. Bu bölgelerdeki zorlu koşullar bilinmesine rağmen sınır hattında alınması gereken tedbirler de yıllardır tamamlanamadı. Hala şu an sınır hattında topraktan kazılmış mevzilerde bekliyor personel. Son yıllarda TOKİ’nin yaptığı yeni binalar var ama tamamen bitirilmiş durumda değil. Ve bu gerekli tedbirler alınmadığından geçişlerin mevcut koşullarda engellenmesi de mümkün değil.           Kim şu anki mevcut koşullarda sınırdan geçişi engellerim derse yalan söyler. Hele hava yağışlı, sis pus çöktüğü andan itibaren, havada İHA’ların dolaşmadığını bildiği anda terörist bizim sınırımdan hem gider, hem de gelir. Yani yarın bir gün teröristler silahlarını teslim eder sınırımızdan çıkartırsak bilin ki, istediği anda hava koşulları da uygunsa tekrar silahlanmış olarak 15 gün içinde 2 bin terörist içeri girer. Bunu şu an engelleyebileceğini kimse söyleyemez.

Kahraman Halk Çocuklarından Oluşan Ordumuz Başarılıdır

Şimdi başka bir konuya, ateşkes konusuna geçmek isteyeceğim. Cumhurbaşkanı Özal 1992 yılında, yanındaki bir kaç kişiyi Suriye-Lazkiye’ye Öcalan’la görüşmeye göndermiş ve örgüt ile ilk ateşkes için anlaşma yapmışlar. Ben o sırada Şırnak’ta görev yapan bir komando bölük komutanıydım. O zaman profesyonel bir ordumuz da yoktu. Vatan hizmetini ailelerinin ‘’vatana kurban ol’’ diye gönderdiğin Mehmetçiklerle yapmaya çalışıyorduk ve ben kendimce çok mutluydum. Mehmetçiklerle biz o dağlarda geziyorduk. Hem de korkusuzca geziyorduk. Ve o zamanlar şimdiki gibi de komando tugayları falan da yoktu. O dönemde 1992’nin eylül aylarında bölgede bir çatışmaya girdik ve 20 kişilik bir terörist grubunun 19’unu etkisiz hale getirdik. 5 erimiz de şehit oldu, 4 yaralımız vardı. Bu 19 kişilik grubun tamamı Irak bölgesine toplantı için giden hep üst düzey elemanlar olduğu ortaya çıktı. Bu arada biz aynı zamanda sınır ötesi harekat için hazırlığa başlamışdık ve sınır ötesi harekat için hazırlıklarımızı yaparken emir geldi. Haftanin bölgesine gidecek kuvvetlere dahil olarak Haftanin’e gittik. Orada da PKK kampına girerken çıkan çatışmalarda iki şehidimiz, 14 yaralımız oldu.

16 Ekim’de bu harekât başladı, 5 Kasım’da operasyonlar bittiğinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması 1800 teröristin öldürüldüğü şeklindeydi. 23 asker şehit, 96 asker yaralı. 2 şehitle 14 yaralı benim. Şimdi buradaki rakam 1800 olmayabilir, ama ben Haftanin’e giren biri olarak söylüyorum. Biz oradaki ölü teröristleri sayamadık. Çünkü bunlar ilk defa cephe savaşı yapmaya çalıştılar, kaçmadılar. Güneylerinde de Zaho’dan giren zırhlı birlikler ve peşmergeler vardı ve güneylerini kapatmışlardı. Kuzeyden gelen baskıya karşıda mevzi savunması yapmaya çalıştılar. Şimdiki gibi mayın riski de çok yoktu ve birlikler çatışa çatışa bütün kamplara girdiler. Ve bunlar mağaraların içine ölülerini atmışlardı, kokudan giremedik. Mağaraların  girişinden ölülerin sayısını tahmin etmeye çalıştık. Belki 30 belki 40 vardı. Ama ben Haftanin’de yüzün üzerinde teröristin öldüğünü gördüm. Toplam rakam 1800 değilse bile ona yakın sayıda  terörist kesin ölmüştür. Çünkü gerçekten kaçmadılar ve bundan sonra yapılan hiçbir sınır ötesi harekâtta bu kadar çok teröristin etkisiz hale getirildiğini zannetmiyorum. Ve askerlerimiz hepsi er, profesyonel kimse yok. Nasıl savaşıyorlar, nasıl mücadele ediyorlar. Yani ben bunları gördüğüm için çok mutluyum.

Fakir çocukları şehit oluyor deniyor. Yani zengin olma şansı zaten yok o çocukların. Böyle büyük bir mutluluğu da almayın elinden. Artık Mehmetçikler operasyonlara çıkmıyor. Peki, profesyonel ordunun çekirdeğini kim oluşturacak. Hiç temasa girmemiş, araziye çıkmamış insanlar tezkere alacak,  sonra bunları alıp profesyonel asker yapacaksınız. İyi mi şimdi bu? Bundan evvel komando birliklerinde en azından çatışmaya girmiş, arazide kalmayı öğrenmiş kişileri alabiliyordunuz. Veya jandarma özel harekât taburları için  eğittiğimiz erler vardı. Bunlar da iptal edildi. Bu çocuklar tezkere aldıktan sonra, bunları profesyonel askerler olarak alıyorduk ya da polis özel harekat bile alırken bu çocukların lise mezunlarından alıyordu. Polis özel hareket o zamanlar hiç olmazsa arazide nasıl yatılacağını, nasıl mevzi alacağını biliyordu. Şimdi profesyonel diye aldığımız bütün elemanlar bir kere bile araziye çıkmamış insanlar olacak. Yani profesyonel deyince sadece eğitim birliğine alıp, birini 10 hafta eğitmek yetiyor mu gerçekten? Yetmiyor. Esas olan arazide bu işlerle defalarca uğraşmış insanların profesyonel asker olarak alınmasıydı. Hiç başından böyle olaylar geçmemiş kişilerin, bir kıtada eğitim görmesi, sonra araziye çıkması aynı şey değil.

O dönemde şimdiki gibi çok askeri personel olmadığı için biz 2 timle dışarı çıkarsak bizimle beraber yanımıza da 2 tim korucu veriyorlardı. Biz iki şehit verirsek, korucular da 3 şehit veriyordu. Bunlardan bir çoğu yanımda şehit oldu ve çok üzüldüm.

1992 Nevruzu

1992 nevruzunda PKK, Cizre, Nusaybin gibi kritik ilçelerde kurtarılmış bölgeler oluşturmayı hedeflemişti. Başarılı olamadılar, dağlara çekildiler. Nevruzda istediklerini elde edemediler. Arkadan gerçekten operasyonlarda bol miktarda terörist öldürüldü. Sonra Kuzey Irak’a gittik, orada da büyük zayiat verdirdik. Biz ne bekliyoruz, daha büyük darbeler vurmaya hazır olun. İflah olmaz bunlar, telsiz bağlantıları kopmuş, irtibatları kesilmiş. Ama bize tam tersine  bir yazı geldi. ‘’Operasyona Çıkmayın ‘’Bu yazının nedeni işte o ateşkes anlaşması  imiş. Yani siz harekât yapıyorsunuz, çok terörist öldürülüyor. Sonra gidiyorsunuz Öcalan’la görüşüyorsunuz. Ben 22 Aralık 2012’de haberleri izleyince taşlar yerine oturdu. Neden gelmişdi bu yazı düşünüyorsunuz, bilmiyorsunuz. O zamanki düşüncem, ‘’herhalde düşene vurmak bize yakışmaz demişlerdir’’ olmuştu. Adamlar perişan olmuş durumdaydı, neden gitmiyoruz üzerlerine? Ve bu yazıdan sonra kimse operasyona çıkmadı. Bu arada dağda kalan  ve örgütle irtibat kuramıyan teröristler panikte. Üst düzey dağılmış. Cudi’deki terörist arayıp da Haftanin deki teröristten emir alamıyor. Yiyecek bulamıyor. Sıkıntı içinde. Bu dönemde oradan bir çokları kaçtı. Bir kısmı geldi teslim oldu. O kadar büyük bir dağılma süreci var, hepsini yaşadık. Biz de tabi ne o arada ne yaptık, sınıra yöneldik. Sınırdan kaçakçılığa yönelik faaliyetlerimiz ağırlaşmıştı. Aradan 2-3 ay geçmişti. Suriye sınırında bir şahsı yakaladık ama yanında hiçbir kaçak malzeme yok. Dikkatimizi çekti bu durum. Sonra ceketine bakarken  omuz kısmında bir sertlik olduğunu tespit ettik ve söktük. Bantlarla sarılmış bir mektup çıktı. Sonra okuduk. Ateşkesin aldatmaca olduğunu söyleyen bir yazı idi. Ve bunu MİT’e,  üst düzey komutanlıklara gönderdik. Apo bunu kendi kaleme almıştı. Kendi mührü vardı ve şahıs Suriye’den gelen bir kuryeydi. Mardin’de Bagog alanı diye ifade ettiğimiz alan ve hemen onun doğusunda Gabar’a doğru olan Akdağ alanındaki örgüt elemanlarına götürmek üzere bu evrakı almıştı. Açık açık Abdullah Öcalan ateşkesin bir zaman kazanma manevrası olduğunu ifade ediyordu. Büyük kayıpların olduğunu, bunları giderip tekrar sistemi düzeltebilmek için zamana ihtiyaçlara olduğunu, bu nedenle yeraltında şu türden sığınaklar yapın, buralara şu türden fotokopi makineleri ve jeneratörler alın.  Bunlarla size göndereceğim yazıları çoğaltıp halka dağıtacaksınız diye uzun uzun bir metindi. Mektup Türkçeydi. Ve yakaladığımız şahıs kendisi gibi 12 ayrı kuryenin yola çıktığını söylemişti. 

1992’de ateşkes niye yapıldı. Ben o zamandan bugüne terörle mücadele eden bir asker olarak düşünüyorum. 1992’ de örgüt bu kadar perişan durumda iken niye yapıldı bu ateşkes.    Soruyorum sizlere, ateşkesi kim ister? Herhalde ‘’mağlup olanlar veya olması yakın olanlar ister ‘’ dersiniz değil mi?

O günlerde teröristle mücadelede, inanın hiçbir zaman olamadığımız kadar galiptik. Asker, polis ve korucu kenetlenmiş, bu şerefli mücadeleyi, bir vazife gibi değil, kutsal bir ibadet olarak yapıyorduk. Neden ihtiyaç duyulmuştu bu ‘’Ateşkese’’. Örgütün dağılma sürecine girdiği, halktan taraftar bulamadığı bir ortamda, büyüklerimiz durumu okuyamadı mı acaba? Suriye’de bulunan Teröristbaşının ipleri kendi elinde miydi? İpler hangi ülkelerin elinde ise onlardan icazet alarak mı, Öcalan’ı ziyaret ettiniz? Bizler ‘’ tam bağımsızlık benim karakterimdir’’ diyen liderler arkasında can vermeye hazırken, sizler bizi bu günlere taşıyacak olayları yarattınız. 

İşte terörle mücadelede kısaca ifade etmek istediğim, asker %20lik kendi alanında teröristle mücadele yapmaya çalışır.  Bunu yaparken  karşılaşabileceği zorlukları kısaca size anlatmaya çalıştım. Bütün zorluklarına rağmen bu alanda büyük başarılar kazanılmıştır. %80 gibi büyük bir alanda yapılacak olanlar yapılmaz ise herşey boşa gider. Maalesef  sonuçda böyle olmuştur.

Sonuç ve alınacak bazı tedbirler.

Amerikan Askeri Talimnamesi FM 100-20 de gerçekten güzel tespitleri var. ‘’Terör örgütleri silahla değil, silahların gücüyle istismar ettiği sorunlar üzerinden siyaset yaparlar. Terörizme karşı başarılı olmak için; topluma ve mevcut rejime yönelik asıl tehdidin öncelikle teröristlerin silahlı unsurları değil, ideolojileri ve istismar ettiği sorunlar olduğu unutulmamalıdır.

Terörizmle mücadele için gerekli 5 ana maddeden yola çıkarak, güvenlik tedbirlerine %20 dersek, geriye yüzde 80 kalıyor. ABD diyor ki, sizin %20 dediğiniz güvenlik tedbirleri bölümü bana göre %10 bile değil. Asıl olan %90’ı dır diyor bu kaynaklar bana göre. Peki, biz ne yapıyoruz gerçekten o %90’lık alanda. Bu alanı nasıl sorgulayacağız? Bu alanın sorumluları kim? Bu alanda içişleri, dışişleri bakanı, maliye bakanı vb. kimlerin ne sorumluluğu var? Onlarda hiç hesap soran yok.

Terörle Mücadele ve Halkla İlişkiler

Basında onlarla ilgili, terörizm ile mücadelenin diğer alanlarıyla ilgili bir soru soran var mı? Bunların bu alanda yapmış olduğu kısa, orta, uzun vadeli planları nedir? Sadece Kürtçe televizyon kurmak gerçekten yeterli mi? Bu konuyu tartıştığımız zaman her bir alanda kültürel, sosyal alanda neler yapılabileceğiyle ilgili kısa, orta,  uzun vadeli planlar yapılabilir. Bunun için bu alanda görev yapmış insanların fikirlerine, oturup günlerce tartışmaya ihtiyaç var. Bir ana plan oluşturup o hedefe gideceğimiz diğer kısa vadeli hedefleri ortaya koymaya ihtiyacımız var . Ama genelde bunu yapmıyoruz.

Terör ve terörle mücadelenin kapsamını tam olarak kavrayamadığımız takdirde uygulayacağımız yöntemler terör sorununun ortadan kalkmasını sağlayamadıkları gibi bir çok  toplumsal sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Terörün sadece güvenlik güçlerinin fiziki müdahalesiyle ortadan kalkacağı beklentisine sahip olduğumuz geçmiş dönemde teröristlerin etkisiz hale getirildiği birçok operasyon yapılmış olmasına rağmen terörist sayısı azalmamış, artmıştır. Oysaki terör sorunu içinde ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel unsurları barındıran bütüncül bir sorundur. Geçmişten bu yana en kolay şey şu:“Gidin teröristlerle mücadele edin.”

Bu yüzden geçmişten bu yana bu işlerle ilgili planlı programlı yürümediğimizi değerlendiriyorum. Yine de içinde bulunduğumuz şu anda bile, insan merkezli hukuka uygun mücadele anlayışı benimsemeliyiz ve bunu dikkatle uygularsak bana göre her şey bitmiş durumda değil. Teröristin etkisiz hale getirilmesi, katılımların engellenmesi, terör örgütünün tasfiyesi ve katılanların topluma yeniden kazandırılması sağlanabilir, geç kalmış değiliz. Bunun için terör örgütünün yurt içindeki güçleriyle mücadele görevi, tamamen sorumluluk sahalarını dikkate alarak polis ve Jandarma’nın kontrolünde, mülki makamların bilgisi ve onayı çerçevesinde olmalıdır. İhtiyaç duyulacak ilave kuvvetler ile teçhizat ve silahlar, bu birimlerin emrine veya görev süresince harekât kontrolü/komutasına verilmelidir. Böylece önümüzdeki dönemde yurtiçinde kullanılacak en etkili güç; JÖH Timleri’yle birlikte, eğitim ve teçhizat eksiğini gidermiş PÖH Timleri olacaktır. Tamamen profesyonel personelden oluşan bu ekipler, aldıkları eğitimin gereği olarak, hukukun içinde kalmak suretiyle icra edecekleri başarılı operasyonlarla, teröristleri etkisiz hale getirirken, yeni travmalar oluşmasını engelleyecek ve terör örgütlerine istismar edilecek yeni alanlar oluşmasına müsaade etmeyeceklerdir.

Sınır birliklerinin tamamı süratle KKK.’lığı birliklerine devredilmeli ve sınırlardan geçişin tamamen engellenmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

 Sınır ötesindeki örgüt mensupları ile yapılacak mücadelede ise;  Gnkur. Başkanlığının koordinatörlüğünde ilgili  komutanlıkların   (KKK., Hv.KK,lığı, J.Gn.K.lığı, Gnkur. Özel Kuvvetler K.lığı)      planları hazırlaması ve uygulaması sağlanmalıdır.

Terörle Kış Şartlarında Mücadele

Şırnak’ta daha evvel iki kere görev yapmış, üçüncü kez Şırnak’a tugay komutanı olarak giden bir insan olarak hedefim, tamamen terör örgütünün barındığı alanlara kışın girmekti. Çünkü kışın onların birçok avantajı ortadan kalkıyor.  Benim içinde zor koşullar var ama düşündüğüm zaman, yaz aylarına göre birçok avantajım var. O zaman benim kışı çok iyi değerlendirmem lazım. Yani kış geldi, onlar deliklerine girdi, biz de bekliyor durumdaysak çok büyük hata yaparız. Çünkü bu fotoğrafını gördüğümüz alanlara yaz koşullarında girmek çok zor.

Etkisiz hale getireceğiniz her teröriste bir şehit, bir yaralı vermeyi göze almak durumundasınız. Ben yaralı, şehit vermeyi göze almıyorum, almadığım için oralara girmeyide göze almayacağım diyebilirsiniz. Neden oralara girilmiyor? Çünkü oralarda şehit ve yaralı verileceğini bildiği için kimse girmek istemiyor. Girildiği zaman sonuçlarını garanti etmek, ben buraya girerim, örgüt mensuplarını alır gelirim demek çok zor. Ama kışın bunu vaad edebilirsiniz ve ben 4 büyük operasyonda kışın yaptım. Sadece üç şehit verdim. Bu  şehit arkadaşlarımız da benim birliğimin son 4-5 yıldır çatışma yaşanan bir operasyona katılmamasından dolayı oluşan operasyon tecrübesi eksikliğinden dolayı şehit olmuşlardır. Yani etkisiz hale getirilen 60 a yakın teröristi, hiç şehit vermeden alabilirdik. Bu kış dönemini operasyonel birliklerin çok iyi değerlendirmesi lazım. Özellikle Hakkâri, Şırnak gibi, Bingöl, Tunceli gibi yoğun meşe ormanları ile kaplı olan alanlarda bu dönemi iyi kullanmak lazım. Şimdi kışın ne yapabiliriz. Küçük ekipleri helikopterlerle belli alanlara bırakırız, onlar ararlar ve hedefi bulurlar, hedefe girmezler, çevre emniyetini alır ve beklerler. Hedefe girecek ekip tamamen  tüm donanımlarıyla yani çelik yelek, başlık, kalkanlı olarak oraya indirilir ve o ekip işi halleder. Zayiat verilmeden veya asgari zayiatla çok sayıda terörist sağ olarak yakalanabilir. Önemli olan öldürmek değil, etkisiz hale getirmek. Kaçını sağ olarak aldığın önemli. Alabildiğin kadarıyla sağ olarak alabilirsin, ama bu koşullarda alırsın. Hangi koşullarda; Teröristler, ancak barındıkları mağara, sığınak, ev gibi bir kapalı alanda ve arazi ile zeminin kaçmayı zorlaştırdığı koşullarda sıkıştırıldıkları zaman teslim olmaya ikna edilebilirler. Aksi takdirde sağ olarak almanız mümkün değil. Benim görev yaptığım bir yıllık sürede 9 teröristi sağ ele geçirmişiz ve bunların tamamı aralık-mart döneminde oldu. Şimdi bir kış operasyonuyla ilgili bilgi vermek istiyorum. Kalın kar örtüsü gerçekten bize birçok avantaj sağlıyor. Helikopterlerle az miktarda personeli götürüp indirirsiniz. Aynı bölgeyi yaz zamanı bir taburla arasanız o deliği bulamazsınız. Ama kış koşullarında bir bölükle bu iş yapılabilir. Yine buralardaki mayın, zeminde 1,5 metrelik kar olduğu için, su alır ve piller işlemez hale gelir. Patlama olsa bile etkisi çok az olur. Örgüt böyle bir koşulda, meşe ormanının, kayalık arazinin kendine sağladığı gizlenme imkânından faydalanamıyor. Çıkıp kaçmaya çalışsa, yaz koşullarındaki gibi hızlı hareket edemez ve izini takip edebiliyorsunuz.

Daha önceden size gösterdiğim mağaralar vardı. Her mağaranın krokisi yaptırmıştım. Sonra toprak kazılarak yapılan sığınaklarında krokilerini çizdirdim.  Ve böyle bir kaynak TSK’da yoktu. Bütün o mağaraları ve sığınakları, nasıl bulduğumuzu, nerelerde aramamız gerektiğini, sonra bu mağaralara 7 katlı olandaki gibi yer altına doğru girersek nasıl, dikey girersek nasıl,  hangi hareket tarzlarıyla gireceğimizi gösteren bir kitap hazırlayıp sundum. TSK’ya bir hizmetimiz daha olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle bir tecrübeye dayalı eğitimi daha evvelden ben Foça komando okulunda, Eğirdir komando okulunda bile görmedim. Bu tür mağaralarda yapılacak operasyonlarla ilgili bir tecrübe yoktur. Şimdi bu kitap sayesinde nasıl bir mağara arayacağız, bu tür mağaralara nasıl gireceğiz, bu tür sığınakları nasıl yapıyorlar, nerelerde yapıyorlar, giriş teknikleriyle ve girildiğinde ne tür malzemeler kullanılacağına kadar anlatan detaylı bir kitap var.

 

Yaz Dönemi Operasyonları

Peki, yaz döneminde ne yapacağız. Nisan- Kasım döneminde aynı şekilde büyük birliklerle operasyon yapmak zayiat vermem demektir. Yazın onlar o araziyi çok iyi kullanıyorlar, çünkü örgüt dağılıyor, az miktarda, en fazla 6-7 kişilik ekipler halinde dağılıyorlar. O arazilerde 6-7 kişiyi tespit etmek çok zor.  Tespit etiğimizde kıstırmak çok zor. Bu nedenle yazın başka bir taktik uygulamak lazım. Bizim de o zaman yazın küçük ekiplere bölünmemiz ve araziye dağılmamız gerekiyor. Arazide çok hareket değil, kritik bölgelerde küçük hareketler, tamamen gece harekatı. Bunların özellikle irtibat kurmaya çalıştığı şahıslardan elde edilen istihbaratlar var. Kontrol noktası dediğimiz bunların  telsizle görüştüğü yerler,  irtibat kurduğu şahısların ve yerlerin krokileri var. Bunları değerlendirerek yoğunlaşmamız gereken yerleri seçeceğiz ve o alanlara küçük ekiplerle, azami iki timle gireceğiz. Daha evvelden bir bölükten aşağı girilmez denen bölgelere, ben riski kendi üzerime almak koşuluyla iki timle girdim. Yaz zamanı bu timleri Bestler-Dereler bölgesine sızdırdım, hiçbir şey olmadan  geri döndüler ve kendilerine güven geldi. Gidilemez, çıkılamaz gibi lafların aslında hiç de uygun olmadığını, bunların denenmesi gerektiğini gördüler. Bunları denerken bir personelin yapacağı bir gaflet, örneğin arkadaşlarının haberi olmadan yakacağı bir sigaranın bedelini o iki tim dediğimiz personel, azami 36 kişidirler, yaşayabilirler. Ve bu 36 kişi teröristler tarafından çevrildi, büyük bir zayiat verildi. Hadi bakalım bunun hesabını ver diyebilirler. Orada personelin bir tanesinin yapacağı belirgin bir hata, çok insanın hayatına mal olabilir. Bu personeli, bu hatayı yapmayacak derecede iyi eğitmek gerekiyor. Bu riski görmediğimiz zaman ise hiçbir başarı elde edilemiyor.

MİT ve Bölgede İstihbarat

İstihbaratla ilgili bir şey söylemek istiyorum yine. Biliyorsunuz yurtdışından ve içinden MİT istihbarat toplamaya çalışıyor. Yurt içinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma’nın istihbarat birimleri çalışıyor. Bu istihbaratın ortak bir havuzda toplanması ve konusunda uzman ekipler karşısında değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç var ve  bunun çok iyi çalışması sağlanabilse, çok iyi işlere imza atılabilir. Şimdi aynı şahıs maalesef geliyor MİT’e bilgi veriyor ve parasını alıyor. Aynı şahıs polise aynı bilgiyi veriyor parasını alıyor. Jandarmaya gidiyor bilgiyi veriyor parasını alıyor. Ve bu şahısların verdiği bilgiler üzerinden o kadar çok emek sarfediliyor ki!  MİT’in eline bu türlü bir bilgi geçtiğinde, çok iyi analiz edilmeden derhal bunu üst kademelere kadar gönderiyorlar. MİT’in kendisinin bizzat alanda olup istihbarat elde etme imkânı kısıtlı. O yüzden birileri gelip onlara bilgi verecek. Şahısların verdiği o bilgiler bize operasyon bilgisi olarak geliyor. Bazen çok saçma olduğu görülüyor. Hâlbuki diğer istihbarat birimleri ile koordineli olunsa bunlar zaten görülecek. Şahıs Beytüşşebab’tan geliyor, pazar parasını almak için her yere uğruyor ve çok kıymetli sanılan bu bilgi bize operasyon bilgisi olarak dönüyor. Şimdi bu haber ortak olarak değerlendirilse, ben derim ki, bu haberde bir yanlışlık var. Çünkü bu şahsın söylediği köy bu işi yapamaz.   Bu köy değil de,  şu köy yapsa bunu kabul ederdim ama İncebel dağına çıkmak için bu köylünün buradan geçmesi mümkün değil. Ben araziyi bilen biri olarak buna yorum getirebilirim, ama araziyi bilmeyen biri bunu yorumlamaya kalkarsa olamadık şeyler çıkar. Bu nedenle bir bilginin alandaki uzman insanlarla mutlaka paylaşılması, sonra bunların faaliyete geçirilmesi lazım. Bu iyi yapılmıyor. İyi yapılsa mesela, son KCK operasyonu. KCK dan içeri alınan bir sürü insan var. Peki KCK’dan alınan bilgilerden bir kısmı jandarmaya geldi mi acaba?  Ben hiç duymadım. Polis şehir merkezinden birçok kişiyi aldı. Bu şahısların hepsinin dağla bağlantısı var. Dağdakinin istediği erzakı nereye bırakıyorsunuz, yani nerede bağlantıyı sağlıyorsunuz. Bir haberleşme, bir kurye sistemi var. Kuryeniz kim,  aranızdaki bağlantıyı kim sağlıyor. Sahsı sorgularken ne diyeceksiniz? Ne biliyorsanız onu söyleyin diyerek, şahıstan bilgi alamazsınız. Şahsa çok kritik sorular sormanız lazım. Araziden sorular sormanız lazım. O zaman bu işi hep beraber yapmak zorundayız. Jandarma, Polis  ve MİT. Ortak aklı ortaya koyabilirsek, mutlaka doğru sonuçlara ulaşırız.

Başta kolluk kuvvetlerinin çalışmalarını kolaylaştıracak şekilde, elde edilen tecrübelerinde ışığında, Terörle Mücadeleye yönelik yasal mevzuat tekrar düzenlenmelidir.  Mevcut olanda sıkıntılar var.  Ankara'daki koşullarla oradaki koşullar aynı değil. Oradaki mülki erkanın, adli erkanın yetkilerini mutlaka geniş kullanması gerekiyor. Yoksa Ankara’daki şartlarla, Şırnak’ta da adli aramalar, önleme aramaları yapmaya çalışırsak, o örgütün geçirdiği her türlü malzemede Ankara’ya gelecek, bunun yolu yok.

Alınması Gereken Önlemler Konusunda Değinmeler

Teknolojik gelişmelere o kadar hızlı gelişiyor ki,  ASELSAN yıllarca uğraşıp bir sistem yapıyor ve bu sistem bir röleyle bertaraf edilebiliyor. O yüzden bu konuda sürekli akıl yürüten bir ekibe,  AR-GE birimine ihtiyaç var. Bir TIR’ı tamamen elektronik cihazlarla donatarak bir makine yapsak, bu makine 30 liralık zaman rölesinin yarattığı etkiyi acaba etkisiz hale getirir mi? Durum böyle. O yüzden gerçekten teknolojik çalışmaları,  bu alanda örgütün kullandığı sistemleri bilip, onlara reaksiyon gösterecek bir ekip lazım.

Psikolojik durum üstünlüğünü elde etmemiz lazım. Psikolojik durumu size anlatmaya çalıştım. Askerlerin durumunu, korucuların durumunu. O psikolojik durum daha olumlu bir hale gelirse başarı %100 katlanarak artar. Korucularla ilgili olarak; bunların maddi imkânları iyileştirilmeli, özellikle şunu söylemek istiyorum, bakın bunlar 30 yıldır mücadele ediyor. Gerçekten bıkmış durumdalar. Biz iki yıl gidiyoruz, ayrılıyoruz.  Ama o adam hep orada ve hep şunu söylüyor. Komutanım tamam mücadele etmeye ben devam edeyim de, ben hasım haline geldim adamlarla,  sen çekildiğinde senden sonra kimle irtibat halinde olacağım, beni kim koruyacak. Şahıs çocuğunu bile okutamıyor.  Orada 60 bin korucudan bahsediyoruz. Bunların çok zeki çocukları var,  hiç olmazsa üniversiteye gidenlerini devlet burslu olarak okutamaz mı? Yolu en kötü köy hangisi diye baktığımızda korucunun köyü. Elektriği, suyu olmayan en kötü köy hangisi diye baktığımızda korucu köyü. Aldık bunları yıllarca görev yaptılar. Bunlar fakir durumda. Bir çoğunun hayvanı vardı, şimdi hepsi korucu maaşına bakar oldular. Mayası bozuk olanlar korucu maaşı yetmediğinden, kaçakçılığa meyletti,  bazıları da örgütle arasını iyileştirip oğullarına ihale almaya çalışıyor şu an. Hem korucu olacaksınız, hem de aranızı iyi tutacaksınız ki senin ailendende birileri ihale alıp iş yapabilesin. Bunun gibi ikili oynayanlara bile kızamaz hale geldim, nasıl kızacaksınız. Kendinizi onun yerine koyduğunuz zaman haklı. Operasyona şu an korucular niye eskiden olduğu gibi canı gönülden gitmiyor? Bunlar istekle operasyona gidecek olsa, en az bizim profesyonel personelimiz kadar başarılı işler yapıyorlar. 60 bin kişilik bir gücü mutlaka iyi kullanmak lazım. Biz şuan bunları kullanamıyoruz. Ben anlattığım operasyonlarına hiç birine bölgedeki korucuları götürmedim. Büyük çoğunluğunu tanıyan, onlarla operasyona çıkmış, gel dediğim zaman herkese küs olsa beni kıramayacakları için gelecek bir sürü korucu tanıyorum. Hiçbirini çağırmadım.  İlk operasyonu duydular, mağaralardan teröristleri aldığımızı vb., hemen koşup geldiler sevinçlerini ifade ettiler. Diğer operasyonlara da bir tane korucuyu alıp götürmedim. Çünkü korucuyu alıp götürürseniz; ya her köyden birer korucu timi alıp götüreceksiniz veya hiç götürmeyeceksiniz. Faaliyetin sonucunda diyeceksiniz ki bak her köyden korucu timi katıldı. Yani örgüt sadece bir köyü hedef almayacak. Şimdi bir köyden korucu alıp götürüyorsunuz, olaydan sonra diğer köylüler bunu duyuyor ve diyorlar ki komando tugayıyla beraber falanca köyün korucuları operasyona gitmişler. Böylece örgütün bütün dikkati o köye yönleniyor. Bunu aşabilmek için ya bütün köylülerden adam alacaksınız bunu yapamıyorsanız asla birini almayacaksınız. Ben almadım, almadan bütün operasyonlarımı yaptım. Ama şu anki durumlarına çok üzülüyorum.

Şimdi Şırnak ve Hakkâri başta olmak üzere coğrafi koşulların yarattığı zorlukları anlatmıştım. Burada gerçekten teknolojik donanımın artırılması, modern ve kolay savunulabilir binalar yapılması lazım. Düşünün üç katlı bina, duvarları birer metre, kule şeklinde giriyorsunuz içeri, alt katta araçlar,  jeneratör, orta katta yemekhane- koğuş, en üst katta gözetleme kulesi ve termalden bakıyorsunuz. İki timle tutabileceğiniz böyle bir yapımı yoksa, bir bölüğün koruyamayacağı kocaman bir alan ve derme çatma binalar mı?  Bunlar yapılsa daha küçük kuvvetlerde rahatlıkla alan savunulabilir, kimse burayı basamaz, bassa da sonuç alamaz. Orada arazi zorlu olduğu için, yollar hem dar, hem de belli güzergâhlara mahkûmsunuz. Ben Hakkari’ye gittiğimde şunu gördüm. Sınırın hemen karşısında İran’ın karakolları var. Karakollarına giden yollar inanın derenin kenarından geçiyor, 40 cm asfalt atmış adam. O yol vızır vızır işliyor. Benim gittiğimde şubat dönemiydi. Önceki yaz ihaleyle Hakkari’den başlayarak Beyyurdu karakoluna kadar yol yapılmış. Şubat ayında o asfalt yolda inanın arazi araçlarıyla gidemedik ve battık. Asfalt tamamen akmıştı. Adam 5 cm asfalt atmış. En kritik yollardasınız ve üzerinden bir kış geçince asfalt akmış resmen ve biz gömüldük. Ama karşıda İran’ın karakollarını ve hudut yollarını görüyorsunuz 40 cm asfalt, derenin kenarından geçtiği için rahatlıkla görülebiliyor ve hiç bozulmuyor.

Şimdi Uludere bölgesi başta olmak üzere, köylerimizin bir kısmı sınırın üstünde. Yani sınırın üstünde eviyle oturuyor. Biz bunları daha uygun bir alana almadığımız müddetçe, sınırdan kaçağı engellemek mümkün değil. Adam oturduğu yerden karakolu izliyor. Kim karakoldan hangi noktaya çıkıyor. 24 saat görevi karakolu izlemek. Kimse neden damında oturuyorsun ve bizi gözetliyorsun deme şansına sahip değil. Ve sonuçta sizin aldığınız tedbirlere göre kendince tedbirler alıp o kaçağı getirip götürüyor. Artık hayvanlarda ezberlemiş yolu. Fazla insana gerek yok. Normal bir el fenerinin arka kısmı elektrikli akım verecek hale getirilmiş, sınır noktasından katırın sırtına elektriği veriyor, sınırdan koşmaya başlayan katır ahırına girene kadar durmuyor. Uludere sınır hattında Robozik deresi var. O derenin üzerine bentler yapılıyor. O bentler yapılırken köylüleri su altında kalan alanları düşünerek daha uygun bir alana taşıma olanakları olabilir mi? Olursa sınırdaki bazı sorunlar çözülebilir diye düşünüyorum. Ve engelleyici diğer tedbirlerinde tamamlanması lazım. Şırnak’ın Uludere hattından başlayıp İran sınıra kadar olan alanda teröristlerin geçişini engelleyici hiçbir engel manzumesi bulunmamaktadır. Sadece askerin görmesine dayanan bir sistem var. İşte irtibatlar ne kadar sağlamsa o kadarlık alan görüyoruz.

Ölü ele geçirilen teröristlerle ilgili ben şahsen şunun taraftarıyım. Ölen teröristi de TC vatandaşıysa almak, ailesine götürüp teslim etmek, hatta gömmek, görevimizdir. Bunu bana görev olarak verseler, taş yemek pahasına bunu göze alırdım. Çünkü ben aileye gittiğimde en azından kin ve nefret duygularının tamamını bana değil, o örgüte, örgüt temsilcisi partiye yönelteceğime eminim. Biz teröristin ölüsüne de mi sahip çıkacağız,  evet bana göre böyle olmalı. Götüreceğiz, özel bir ekip olacak, psikolojik harekât bilen bu ekip, parasını da verecek, gömecek ve örgütün eline bırakmayacak. Şu an bu konu örgüt tarafından çok iyi  bir şekilde kullanılıyor. Gerçekten bir kamera alsak, gizlice görevlendirsek birini ve çekim yapsa. Bir örgüt elemanını nasıl gömülüyor ve sonra neler oluyor acaba. Biz sadece basında şunu görüyoruz, tabutlar omuzlarda, üstünde bir PKK paçavrası, cenazeyi götürülüyor. Asıl önemli olan cenazeden sonraki durum. Bir ay boyunca neler konuşuluyor o çadırların içinde, neler oluyor, bir görseniz bunları. O zaman öldürmemek için uğraşırsınız veya öldü ise sahip çıkarsınız.    

Kısacası; ölü olarak ele geçirilen her terörist, şu anki koşullara bir çare üretilemediği müddetçe, mücadelemize zarar vermektedir. Cenazeler;  örgüte müzahir kurum ve kişilerce alınmakta, günlerce örgüt propagandası yapılmasına ve birçok provokasyonlar gerçekleştirilmesine vesile olmaktadır. Başta ailesi, yakın akrabaları olmak üzere bölge halkı, devlet, hükümet, millet, asker ve polisimize düşman edilmektedir. Ölen teröristin ailesi ve yakın akrabaları potansiyel eleman depoları olarak kullanılmaktadır. Kin ve nefret duygularının, kanlı örgüt elemanlarına, destekçisi kişi ve kuruluşlara dönmesi için; terörist cenazeleri devlet kontrolünde kalmalı, adli tıp kuruluşlarından itibaren aileler ile iletişim kuracak ve onlara psikolojik destek, cenaze işlemleri dâhil maddi destek sunan, ilgili il ve ilçe mülki makamları ile koordineli çalışarak, defin esnası ve sonrası gelişmeleri psikolojik harekât kapsamında kontrol eden ve yönlendiren, konusunda uzman ekipler oluşturulmalıdır.

 Gerçekten önemsiyorum bu konuyu keşke yapabilsek.

Saygılarımla arz ederim.

 

 

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display