21. Yüzyıl Dergisi'nin Nisan Sayısı Çıktı!

 

Amerikan İstihbaratının Büyüyen Gizli Savaşı

Sait YILMAZ*

 

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) istihbaratı denilince akla tek bir istihbarat servisi değil, 16 istihbarat servisi ile birlikte bu servislerle işbirliği yapan ya da iş ilişkisi olan tüm adreslerin toplamı gelir. Bunların hepsine birden “İstihbarat Toplumu (Intelligence Community)” adı verilir. Amerikan istihbarat toplumunda yer alan servisler uyumlu bir toplumun parçası olmaktan ziyade rakip kabileler gibidir. ABD devlet istihbarat sistemi içindeki istihbarat teşkilleri; (1) Bağımsız CIA (Central Intelligence Agency), (2) Savunma Bakanlığı istihbarat teşkilleri ve (3) Diğer bakanlıkların istihbarat teşkilleri veya işlevleri olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Bakanlık istihbarat servislerinden sekizi Savunma Bakanlığı, yedisi sivil politika bakanlıkları dâhilindedir. ABD istihbarat toplumunda resmi olarak 200.000’den fazla kişi çalışmaktadır. Ülkede güvenlik kleransı olan 850.000 kişi bulunduğu ve pek çok özel güvenlik şirketinin istihbarat işinde olduğu düşünülürse bu rakamın daha da büyüyeceği dikkate alınmalıdır. ABD’de istihbarat denince akla önce FBI, sonra CIA gelir. 11 Eylül 2001 saldırıları FBI ve CIA gibi pek çok istihbarat servisinde önemli reformları başlatmıştır; yeni kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında 1947 yılında kurulan CIA’dan beri en kapsamlı yapılanmaya sahip Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (DNI) ve Anavatan Güvenlik Bakanlığı’nın teşkili başta gelmektedir. DNI, tıpkı DCI gibi 16 istihbarat örgütünün idarecisi olmuş, ama bu lafta kalmıştır. Çünkü istihbarat örgütleri büyük ölçüde otonomilerini devam ettirmiştir. Bu makalede ABD istihbaratında yaşanan değişim ve gelinen aşamaya odaklanacağız.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

İngiliz İstihbaratının Güven Bunalımı

Sezgin MERCAN*

 

BBC’de 18 Mart tarihinde yayınlanan “Irak’ın işgalinde istihbarat yalanları” başlıklı makalede işgalden altı ay önce, dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’ın ülkesini Saddam Hüseyin'in elindeki kitle imha silahlarına karşı uyardığı hatırlatıldı. Blair’ın, "Silah programı sona ermedi. Şu anda devam ediyor" dediğine ve kitle imha silahlarıyla ilgili istihbaratı savaşı meşru göstermek için kullandığına yer verildi. 24 Eylül 2002’de İngiliz hükümetinin Saddam Hüseyin'in elindeki kitle imha silahlarına dair bir dosya yayınladığına değinildi. Blair’ın, kamuoyunu ikna için tasarlanan dosyaya bir önsöz yazdığı ve Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları üretmeye devam ettiğinin “şüphe götürmez” olduğunu söylediğine atıf yapıldı. Makalede belirtildiği üzere dosyada bazı şüpheler vardı. Dosyanın temel aldığı, MI6 ve diğer istihbarat kuruluşlarının istihbaratına açıkça şerh düşülmüştü. Ortak İstihbarat Komitesi, orijinal değerlendirmesinde istihbaratın "düzensiz, derme çatma ve kısıtlı" olduğunu söylemişti. Halbuki bu şerhlere hiç yer verilmemiş ve dosyanın açıkları kapatılamamıştı. Bu çalışmada, MI6 ve MI6 istihbaratı örnek olaylar üzerinden incelenmiş ve bir örneğini alıntılanan makalenin oluşturduğu güvenilirlik meselesi gösterilmeye çalışılmıştır.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Black Jumbo:

Anadolu’daki İngiliz İstihbarat Örgütü

Muzaffer  ÖZEKİN*

 

Kurtuluş Savaşı’mız dönemindeki İngiliz İstihbarat Teşkilatı İstanbul çevresi ve Anadolu olmak üzere iki bölüm halinde idi. İstanbul çevresindeki teşkilatın merkezi Kroker Oteli’nde bulunuyor ve Yüzbaşı Bennett tarafından yönetiliyordu. Yüzbaşı John Godolphin. Bennett Osmanlıca’yı bir İstanbul aydını gibi konuşan, örf ve adetlerimizi çok iyi bilen, Arapçası Kur’an-ı Kerim’i tefsir edebilecek seviyede olan, Türkiye için yetiştirilmiş bir istihbaratçı idi. Görevi sırasında gerektiğinde Müslümanmış gibi görünebilmek amacıyla sünnet ettirilmiş idi.

Anadolu bölgesindeki istihbarat çalışmaları ise Ramiz Bey takma ismi ile Şişli’de lüks bir apartman katında oturan Albay Nelson’un yönetiminde idi. Anadolu’daki önemli yerlere ajan göndermek, yerli işbirlikçiler bulmak, istihbarat ve haberleşme faaliyetleri, isyanlar çıkarmak v.b. işler onun yönetiminde gerçekleşiyordu. Albay Nelson çok iyi Türkçe biliyor, İngilizlerle açık bir temas kurmuyor, Yüzbaşı Bennet ile hiç görüşmüyordu. Dikkati çekmemek için çok ziyaretçi kabul etmiyor, posta yolu ile mektuplaşarak talimatlarını veriyor, istihbarat raporlarını alıyordu. İstanbul sosyetesi içerisinde yer almayı başarmıştı ve tamamen onlar gibi yaşıyor, onlar gibi davranıyordu. İstanbul içerisinde haberleşmesinde Albay Nelson’un gönderdiği mektuplar ve ona gelen mektuplarda pembe zarf ve pembe kağıt kullanılıyordu. O dönemin gayri milli özellik gösteren İstanbul sosyetesinde  pembe zarflar ve kağıtlar kullanmak moda idi. O da bu modaya uymuş idi. Ramiz bey (Albay Nelson) Anadolu’daki ajanlarıyla haberleşmesinde ise normal zarf ve kağıt kullanıyordu.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Mısır İstihbaratının Kısa Hikayesi

Sibel KALEMDAROĞLU*

 

Muhaberat olarak bilinen Mısır Genel İstihbarat Başkanlığı, Orta Doğu istihbarat servisleri arasında oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Genel İstihbarat Başkanlığı,  Ulusal Güvenlik adı altında yeniden yapılandırılan Devlet Güvenlik Servisi ve Askeri İstihbarat Direktörlüğü ile birlikte Mısır’ın istihbarat yapılanmasını oluşturmaktadır.

Mısır Genel İstihbarat Başkanlığı, CIA’in istihbarat toplama, FBI’ın kontrterörizm, gizli servisin devlet adamlarını koruma misyonunu ve dışişleri bakanlığının diplomasi alanındaki görevlerini bünyesinde toplayan kendine özgü bir yapılanmadır. Öte yandan muhaberat darbelere karşı rejim güvenliğini sağlamak için iç güvenlik aygıtını da izlemektedir. Muhaberat sadece stratejik meselelere odaklanan bir teşkilat olmanın ötesinde ülkenin en önemli iç güvenlik organı olarak Mısır iç politikasının her alanında etkili olmuş, izleme, soruşturma, muhalifleri şantaj gibi yöntemlerle sindirme yoluyla Mısırlıların günlük hayatlarının içine nüfuz etmiştir.

Bu çalışmada, Mısır istihbaratının gelişimi Mısır’ın siyasi tarihi çerçevesinde ele alınacaktır. Bir kronolojik değerlendirme yapmaktan ziyade, Mısır’ın bir İngiliz sömürgesinden Arap Baharı’nın motor ülkesi olma yolunda ilerleyişinde istihbaratın rolü irdelenecektir. Bu bağlamda çalışmada, her dönem iktidarda olan hakim gücün, dönemin uluslararası konjonktürü çerçevesinde yaratılan tehdit algısına göre belirlenen düşmanlarla mücadeleye girişerek, bu tehdit çerçevesinde istihbaratı yeniden yapılandırdığı fikri üzerine yoğunlaşılacaktır.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Mısır Büyükelçisi Sayın Abderahman Salaheldin ile Özel Röportaj

Orta Doğu ve Mısır’da nasıl bir değişim süreci yaşanmaktadır? Yaşanan değişim Mısır halkının taleplerine karşılık gelmekte midir? Müslüman Kardeşler nasıl bir siyasi aktördür? Mısır-ABD-İsrail ilişkileri ekseninde gelecekte neler beklenmelidir? Mısır ile Türkiye ilişkilerini nasıl değerlendirmek gerekir? Mısır’ın Türkiye Büyükelçisi Abderahman Salaheldin 21. Yüzyıl Dergisi’nin sorularını yanıtladı. 

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Savaş ve Rekabetin Değişimi: Ekonomik İstihbarat

Bahar AŞCI*

 

21. yüzyıla kadar, savaşların sebepleri arasında en öne çıkanı ekonomi iken, savaşanlar ordulardı. Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra, devletlerin dış politikalarında şirketler, sermaye ve şirketlerin çok ulusluluğu ekonomik sebeplerle savaşan önemli aktörler arasına girdi. Durum böyle olunca da 21. yüzyıldan önce devletler ve ordular için önemli olan istihbarat kavramı, artık şirketler ve ekonomi için de önem kazanmış oldu. Savaşların değişen doğasıyla birlikte devletler, birbirlerine askeri taarruzlarla zarar vermek yerine ekonomik saldırıları tercih eder oldu. Bu noktadan hareketle bir devletin ya da şirketin ekonomik zarara uğratılabilmesi için de istihbarat toplamak yüzyılın stratejileri arasına girdi.

Yazının ilerleyen bölümlerinde daha geniş yer vereceğimiz çok uluslu şirket kavramı özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra tarih sahnesinde belirmeye başlamış ve bu dönemde serbestleşen özel mülkiyet hakkı ile bireylerin sermaye birikimi yapabilmeleri ve birikimlerini bir sonraki nesile aktarabilmeleri şirketleşmeyi ortaya çıkarmış ve güçlenebilecekleri zemini hazırlamıştır. Bu şekilde başlayan şirketleşmeler de günümüze kadar ulaşmıştır. Ancak sermayenin korunması, büyümesi ve büyümesinin sürdürülebilirliği için geniş pazarlara açılması ve bulunduğu sektörden farklı sektörlere de geçiş sağlaması şirketler için önem arz etmiştir. Bu noktada da çok uluslu ve çok sektörlü şirketler doğmuş ve devletler gibi siyasette ve politikada etki göstermeye başlamıştır. Lobicilik diye bildiğimiz faaliyetlerin gelişmesine de sebep olmuştur. Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında da ekonomik istihbarat hem şirketler hem de devletler için askeri harekatlardan daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca maliyet ve insani açıdan da neredeyse vazgeçilmez olmaya başlamıştır.

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Yeni Bir İstihbarat Paradigması: Kültürel İstihbarat

Yusuf ÖZER*

            Dünya üzerinde günümüzde ortaya çıkan savaş ve çatışmalar, bir önceki yüzyıla oranla daha karmaşık ve daha değişken bir hal almıştır. Devletler birbirlerine karşı bağımlı hale gelmiş, karşılıklı ilişkilerde savaş ve barış hali ayırt edilemez olmuştur. Geçmişte ulusal ve uluslararası güvenlik algıları devletlerin ilişkileri üzerine yoğunlaşırken, günümüzde geleneksel olmayan devlet dışı aktörlerin ortaya çıkmasıyla karmaşık ilişkiler yumağına dönüşmüş, asimetrik tehditlerin varlığı yükselen bir trend haline gelmiştir. Asimetrik tehditlerin ortaya çıkması ile birlikte simetrik tehditlere karşı gerçekleştirilen mücadele yöntemleri de yetersiz kalmaya başlamıştır.

            Asimetrik tehditlere karşı mücadele için değişimin şart olduğu alanlardan birisi ve belkide en önemlisi “istihbarat”tır denilebilir. Yüzyıllardır süregelen klasik istihbarat yöntemleri, geleneksel savaşların başarısında önemli bir yer tutmakta iken, “toplum-merkezli” çatışmaların yoğunlaşması ile “kültür” kavramı da ön plana çıkmaya başlamıştır. Devlet yönetiminde ve/veya askeri harekâtlarda karar vericiler/komutanlar, özellikle askeri İstihbaratın varlığına önem verirlerken kültürü çoğunlukla göz ardı etmişlerdir. Halbuki simetrik veya asimetrik tehditlere karşı verilen her mücadelenin başarısı, harekât alanında bulunan tarafsız halkın desteğinin kazanılmasına dayanmaktadır. Afganistan ve Irak harekâtları göstermiştir ki, yerel halkın “kalpleri ve zihinleri”kazanılmadan, salt askeri İstihbarat teknikleri ile sağlanan tedbirler, özellikle terörizm ile mücadelenin başarısını kısa ömürlü kılacaktır.

            Bu çalışmanın amacı, yaşanan her terör olayında veya gerçekleştirilen her başarısız harekâtta üzerinde yoğun tartışmaların yaşandığı “istihbarat” kavramını farklı bir bakış açısı ile incelemek, “toplum-merkezli” harekâtların başarısında “kültürü tanıma ve anlamanın” önemine değinerek uluslararası ilişkiler ve istihbarat literatüründe hakettiği yeri bulamayan “Kültürel İstihbarat” kavramını Türkçe literatüre kazandırmaktır. Çalışma kapsamında öncelikle, “istihbarat” kavramı tanımlanacak, yeni bir istihbarat paradigması olarak “Kültürel İstihbarat” kavramı tartışılacak, kültürel istihbarata ilişkin ABD perspektifinden Afganistan ve Irak’ta gerçekleştirilen yapılanmalar ortaya konulacaktır.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Obama’nın Yeni Kabinesi ve Amerikan Dış Politikası

Özdemir AKBAL*

 

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ndeki başkanlık yarışının Barack Obama lehine sonuçlanmasından sonra, 20 Ocak 2013’de Obama ikinci kez başkanlık makamına oturmuştur. Obama’nın ikinci dönemi, ABD’nin hem iç hem de dış politikası için önemli bir dönüm noktası olarak ifade edilmektedir. Obama, Oval Ofis’e ikinci kez yerleşmesiyle birlikte ekonomik kriz, bireysel silahlanma gibi iç siyasete dönük sorunların çözümüyle uğraşırken, dış politikada ise Orta Doğu ve Asya Pasifik Bölgesi’ndekiAmerikan çıkarlarının korunması ve devam ettirilmesi ile ilgili sorunlarla karşı karşıyadır. 

11 Eylül saldırıları sonrasında, ABD’nin Afganistan ve Irak işgali ile geçen oğul Bush döneminden sonra, Obama’nın ilk döneminde “Obama Doktrini” olarak anılan ve ABD’nin İslam karşıtı olduğu söyleminden uzaklaşmaya çalışan uygulamaların, Arap Baharı olarak anılan toplumsal hareketlerle seyri değişmiştir. Obama’nın ikinci döneminde de ABD’nin Orta Doğu ile olan ilgisinin kesilmeyeceğinin sinyalleri verilmektedir. Geleneksel ABD-Avrupa ittifakı da eski ve yeni dünyanın dış politikasında önemi bir yere sahiptir. Ayrıca ABD, 2012 Ocak ayında Pentagon tarafından açıklanan yeni stratejisinde belirttiği gibi, yüzünü Asya-Pasifik Bölgesine de dönmüştür. Bu geniş coğrafyadaki ABD çıkarları Obama Kabinesi’nin yeni üyeleri ile yürütülecektir.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Suriye’de Muhalefetin Radikalleşmesi: El Nusra Cephesi Örneği

 

Kürşad TURAN*

 

 

Suriye’de Mart 2011‘deki protestolarla başlayan Baas karşıtı ayaklanma, birçok bakımdan aynı dönemde diğer Arap ülkelerinde gözlemlediğimiz gelişmelerden farklı değildi. Tunus ve Mısır’da da olduğu gibi Suriyelileri sokaklara döken temelde ekonomik zorluklardı. Ülkenin farklı bölgelerinde başlayan protestolarda dile getirilen talepler gelir düzeyi, yaşam kalitesi, yolsuzluk gibi ekonomik sorunlara odaklanıyordu. Örneğin, Dera’da tarım sektöründe yakıt fiyatlarının artışı, işsizliğin yoğun olduğu Banyas’ta yaşam koşullarının kötülüğü, Humus’ta ise yolsuzluktan şikayet eden halk az çok aynı günlerde protestolara başladı. Diğer ülkelerin aksine olayların başkentte odaklanmaması ve muhalefetin heterojen bir yapıya sahip olması benzer hareketlerin çevre ülkelerdeki başarısının verdiği cesarete bağlanabilir. Protestocu gruplar farklı konulardan şikayetçi olmalarına rağmen ortak hedeflerinde Baas rejiminin bulunmasının zaman içinde ortaya daha birleşik ve tutarlı bir muhalefet çıkaracağını ümit ediyorlardı. Bu beklenti gerçekleşmediği gibi farklı bölgelerde aynı dönemde başlayan ayaklanmalar Esad yönetiminin tehdit algısını da etkiledi ve rejim varlığının ciddi bir tehdit altında olduğunu düşünerek bu protestolara oldukça sert bir tepki verdi. Bu bakımdan krizin başlangıç dönemlerinde iki tarafın da karşısındakini tam olarak doğru bir şekilde değerlendiremediğini gördük. Bu algı hataları aradan geçen iki yıl boyunca mücadelenin farklı evrelerden geçmesinde de önemli rol oynadı ve sonuçta bugün geldiğimiz noktaya ulaştık. Bu çalışma Suriye’de silahlı muhalefet hareketinde son dönemde ağırlığı hissedilmeye başlanan radikal İslamcı unsurların ortaya çıkışını ele aldıktan sonra bundan sonra ne tür gelişmelerle karşılaşabileceğimizi değerlendirmeyi amaçlamaktadır.   

 

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Ege Adalarının Aidiyeti

Gözde KILIÇ YAŞIN*

 

Ege Adaları’ndan açıkça Türkiye’ye ve Yunanistan’a ait olduğu anlaşmalarla belirlenmiş olanlarının dışında kalan ada, adacık ve kayalıkların aidiyeti meselesi, Ege’deki sorunların temelini oluşturmaktadır. Ege Denizi’nin paylaşımına ilişkin tüm sorunlar birbiriyle bağlantılıdır ve birbirini etkiler. Ancak toprak egemenliği çözümlenmeden ne mevcut karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ihtilaflarının çözümü keza ne de hava sahası sınırının belirlenmesi mümkündür. Adaların ayrı birer kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesi olup olmadığı, ayrı bir tartışmadır, ancak Yunanistan’ın “olduğu” yönündeki tezi ve tek taraflı girişimleri yine adaların aidiyeti meselesinin önceliğini göstermektedir. Kendisine ait bağımsız, ekonomik yaşantısı olmayan, üzerinde insan yaşamayan ada, adacık ve kayalıkların kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgesinin olamayacağını düzenleyen 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121.maddesi hükmü de, Yunanistan’ın adaları iskana açma girişimini açıklamaktadır.

Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde tek taraflı bir girişimle kıta sahanlığı sınırlandırma deklarasyonuna giderken adaların kıta sahanlığı olduğu yaklaşımıyla hazırladığı harita da Ege Adaları’nın aidiyeti meselesinin önemini göstermektedir. Nitekim Yunanistan’ın tüm tezleri ve girişimleri incelendiğinde, Ege’de egemenlik paylaşımında hiçbir anlaşmazlık yokmuş gibi hareket ettiği, son deklarasyonu ile de bu görüşüne hukuki çerçeve oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Açık bir ifadeyle Yunanistan, adaları iskana açarak kendi tezlerine uygun yeni bir durum, yeni bir teamül ve yeni bir hukuk yaratmaktadır. Türkiye’nin gerekli itirazları –göründüğü kadarıyla- yapmaması da bu hedefi kolaylaştırmaktadır. “Ege Adaları’nın Yunanistan tarafından işgal edildiğine” ilişkin bir soru önergesine Dışişleri Bakanlığı’nın 6 Şubat 2012 tarihli “Ülkemiz ile Yunanistan arasında Ege Denizi ile alakalı olarak, bazı adacık ve kayalıkların aidiyeti dahil bir dizi sorun yaşanmaktadır. Bu sorunların tümü mevcut diyalog kanalları çerçevesinde bu ülkeyle ele alınmaktadır.” yönündeki cevabı, Türkiye’de bu konuda bir tereddüt yaşandığı izlenimini vermektedir. Ancak “tereddüt” dışında başka ihtimaller de bulunmaktadır ve bu çerçevede dönemin Bursa Milletvekili Onur Başaran Öymen “Bazı yetkililerin, yabancı uzmanlardan Türkiye’nin bir önceki hükümetinin Kardak’ta yanlış iş yaptığını kanıtlayacak rapor, Türkiye’nin haksız olduğunu, Kardak’ın aslında Türkiye’ye ait olmadığını, Yunanistan’a ait olduğunu kanıtlayacak raporlar yazdırmak için çalıştıkları” iddiasına işaret etmektedir. Öymen, Türkiye’nin hukuk danışmanlarından olan İngiliz bir uluslararası hukukçunun kendisine “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Hiçbir ülke kendi aleyhine rapor yazdırmak için bir yabancı hukuk uzmanına bu kadar baskı yapamaz” dediğini aktarmaktadır. Söz konusu raporlar yazılmamıştır, ancak işaret edilen yabancı hukuk uzmanları reddettiği için yazılmamıştır ve durum Ege’de yaşanan sorunlar açısından Türkiye’de sadece tereddütlerin değil, ama örneğin “hesaplaşma” gibi başka faktörlerin de bulunduğunu göstermektedir. 

Bu makalede, Ege Adaları’nın aidiyetine ilişkin ilgili hukuk incelenecektir. Nitekim hukuk alanında bir tereddüt bulunmamaktadır ve uzmanlar, konuya ilişkin tespitlerini açıkça ortaya koyabilmektedir.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 

Bir İstihbarat Alanı: Suriye

Mustafa K. ERDEMOL*

 

Üçüncü yılına giren Suriye krizinin yarattığı dalgalanmanın tüm bölgeyi saracağından kimsenin kuşkusu yok. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uyarınca yaratılan krizin çok kapsamlı olacağı biliniyordu zaten. BOP, Amerikan çıkarları doğrultusunda bölgenin, batının ekonomik pazarına dönüştürülmesi amacını (da) güden çok kapsamlı emperyal bir plan. Ancak bu amaç, bölgeye “demokrasi” götürme gerekçesiyle gözlerden uzak tutuldu hep. Başta ABD olmak üzere kimi batılı devletler de, bölgede istediklerinin sadece demokrasi olduğuna inanılmasını beklediler. Bunun böyle olup olmadığı bu yazının konusu değil. Ancak BOP konusunda ABD’nin en önemli yardımcısının Türkiye olduğunu, projede özellikle iki ülkenin, İran ile Suriye’nin, güçsüzleştirilmek, giderek de her iki ülke halkının mevcut rejimlerden “kurtarılmak”  istendiğini belirtelim.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da

 


*Doç. Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Orta Doğu Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Dr., 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Başkan Yardımcısı.

*Doktora Adayı, Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Amerika Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Cumhuriyet Gazetesi, Gazeteci-Yazar

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display