< < Bölgesel Ortak Suriye ile İpler Kopuyor mu?


Bölgesel Ortak Suriye ile İpler Kopuyor mu?

Yazan  11 Ağustos 2011

Suriye'de Mart ayından bu yana rejim karşıtı gösteriler devam etse de Ramazan ayının başında rejime bağlı ordu birliklerinin önce Hama arkasından Deir el Zor'a girmesinin ardından Esad'a bağlı Cumhuriyet Muhafızları, 4. Zırhlı Tümen ve 14. ve 15. Özel Kuvvetlerin liderliğini yaptığı Nusayri kökenli güvenlik güçlerinin[1] Suriye'de rejimi protesto etmek için ayaklanan, silahlı direnişçi halk kitlelerine karşı aldığı sert tedbirlerin şiddetinin artması Suriye'ye olan uluslararası tepki ve baskının şiddetlenmesine yol açmıştır. Bu sırada Esad yönetiminin reformlar yönünde attığı adımlar ya görmezden gelinmekte ya da yetersiz bulunmaktadır. Zira Esad 48 yıl süren OHAL'i kaldırmış, yeni yerel yönetimler reform tasarısını kabul etmiş ve çok partili sisteme geçen yasayı onaylamıştır.

Türkiye'den de Suriye'ye ardı arkasına sert tepkiler gelmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "sabrın son anlarına gelindiğini" ifade etmiş, Suriye konusunu bir dış mesele değil iç mesele olarak gördüklerini, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye ziyaretinde Türkiye'nin mesajlarının kendilerine kararlı bir şekilde iletileceğini, bundan sonraki sürecin iseverilecek cevaba ve uygulamaya göre şekilleneceğini dile getirmiştir.

Ahmet Davutoğlu Suriye ziyaretinden önce ABD'li mevkidaşı Hillary Clinton ile bir telefon görüşmesi yapmıştır. Bu görüşmede Clinton Suriye Ordusu'nun derhal kışlasına dönmesi ve bütün tutukluları serbest bırakmasını istediklerini, Davutoğlu'ndan da Suriye'ye bu mesajı güçlü şekilde aktarmasını rica etmiştir. Ziyaretin öncesinde ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone Başbakanlığa gelerek Erdoğan'ın eski dış politika danışmanı İbrahim Kalın'la görüşmüştür. İbrahim Kalın şu anda Başbakanlığa bağlı Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nde koordinatör görevini yürütmektedir. Bu mevkideki bir kişinin bu görüşmelere katılması önemli bir detaydır. ZiraKamu Diplomasisi Koordinatörlüğü şu anda daha önce MGK bünyesinde yürütülen psikolojik savaş faaliyetlerini yürütmektedir.[2]ABD Dışişleri Bakanlığının Suriye ve bölge uzmanı ve daha önce Barack Obama'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell'ın Suriye ve Lübnan konularındaki yardımcısı olarak görev yapmış olan Fred Hof da Ankara'ya gelerek bu görüşmeye iştirak etmiştir.

Beşşar Esad ve Davutoğlu arasındaki birebir görüşmenin üç buçuk saat, toplantının tamamının ise altı saat sürdüğü belirtilmiştir. Ziyaretin ardından yapılan basın toplantısında Davutoğlu "açık ve somut" konuları ele aldıklarını söylerken anlaşmaya varılan konuların ayrıntılarını açıklamanın doğru olmadığını, bundan sonraki sürecin ise kritik önem taşıdığını belirtmiştir. Suriye Haber Ajansı SANA'nın haberine göreEsad, Davutoğlu'na terörist gruplara merhamet etmeyeceklerini söylemiştir. [3] Davutoğlu, ayrıca Suriye ziyaretinde, sadece "Cumhurbaşkanın Abdullah Gül'ün yazılı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlü mesajını Beşar Esad'a ilettiğini belirtirken ABD'den ya da başka bir ülkeden herhangi bir mesajı iletmediğinin altını önemle çizmiştir. Burada Davutoğlu'nun Clinton'ın gönderdiği mesajları içselleştirerek Esad'a ilettiği düşünebilir. Diğer taraftan Suriye ilişkileri daha da fazla germemek adına bu mesajların açıklandığı gibi iletilmediği de bir diğer olasılıktır.Ancak altı saat süren bir görüşmede ABD'nin tutumuna hiç değinilmediğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.

Davutoğlu-Esad görüşmesi sürerken Suriye ordusuna bağlı tankların, bir psikolojik harekât çerçevesinde Türkiye sınırı yakınındaki Binniş kasabasına girdiğine dair haberler de basında yer almıştır.

Türkiye, AKP hükümetinin iktidara gelmesi ve özellikle Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanı olması ile başlayan süreçte - komşularla sıfır sorun politikası ile de uyumlu olarak- Ortadoğu'da lider ülke olma hedefini benimsemiştir. Buna rağmen Türkiye Arap Baharı denilen Ortadoğu'da birbirinin arkasından gelişen halk ayaklanmalarına tutarlı bir tavır geliştirememiş ve farklı bölgelerdeki hareketlere farklı tepkiler vermiştir. Öyle ki, Mısır ve Tunus'taki ayaklanmaları en başından beri desteklemiş, Libya'ya ise temkinli yaklaşmış "NATO'nun Libya'da ne işi var" şeklindeki ilk tepkisini NATO operasyonuna karşı çıkmayarak tam tersi yönde değiştirmişti. Suriye konusunda ise başlarda yine temkinli yaklaşan Türkiye bir süre sonra sorunun iç meselesi olduğunu ifade edecek kadar benimsemiştir. Aslında Türkiye'nin Suriye konusunu içselleştirmesi yeni bir gelişme değildir. Zira Suriyeli muhalifler direnişe destek vermek maksadıyla 26-27 Nisan 2011 tarihlerinde bir araya gelmek için mekan olarak İstanbul'u seçmişlerdi. "Suriye için İstanbul Buluşması" adı verilen konferansa, Türkiye ve dünyadan pek çok Suriyeli muhalifler katılmıştı. Bunun ardından dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yaklaşık 300 Suriyeli muhalif 1-2 Haziran 2011 tarihlerinde Antalya'da "Değişim İçin Suriye Konferansı"'nı yine Türkiye'de gerçekleştirmişlerdi.[4] Ayrıca 16 Haziran 2011 tarihinde Ankara'da, Suriye'deki olayları her yönüyle değerlendirmek amacı ile tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin büyükelçileri ile gerçekleştirilen geniş kapsamlı toplantı da Suriye konusunda gerçekleştirilecek bölgesel bir işbirliğinin ilk adımlarının atılması açısından önemlidir.[5]

Batı ülkelerinin Esad yönetimine olan tavrı şiddetin sona erdirilmesi yönündedir. Ancak uluslararası toplumu harekete geçirecek yegâne güç ABD hem Afganistan ve Irak savaşlarının maddi-manevi yorgunluğunu üzerinden atamamış hem de borç krizi nedeniyle ekonomisini toparlamaya çalışmakla meşguldür. Kendi ekonomik ve sosyal sorunları ile boğuşan ve Libya'da başarısızlığa uğramış Avrupa ülkelerinin ise ABD'siz harekete geçmesi beklenemez. Rusya ve Çin'in engellemesi nedeniyle Suriye'ye kınama kararı çıkaramayan Birleşmiş Milletler bir başkanlık açıklaması yaparak Suriye'yi kınama yoluna gitmiştir.[6] Ancak bu açıklama bir kınama kararı kadar etkili değildir; bir yaptırım ya da soruşturma çağrısı içermemektedir. Şiddet kullanan "tüm tarafları" kınamaktan ileri gitmemektedir. Özellikle Rusya ve Çin'in karşı olmaları sebebiyle de BM'den bir kınama kararı beklenilmemelidir.

Buna karşın bölge ülkeleri Suriye konusunda seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Arap Birliği, Suriye'deki gelişmelerden ''büyük endişe ve ciddi biçimde rahatsızlık'' duyduklarını açıklamıştır. Suudi Arabistan Kralı Abdullah, Suriye'de kan akıtılmasına son verilmesini talep ederek, bu ülkedeki büyükelçilerini geri çağırdıklarını açıklamıştır. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn Suriye'deki elçilerini geri çağırmış, Körfez ülkeleri kısa sürede içinde Suriye'ye ilişkin bir toplantı yapacakları açıklanmışlardır. İslam dünyasının en büyük fetva makamlarından biri sayılan El Ezher Kurumu Şeyhi Ahmet El Tayyib, Suriye hükümetine"Kan dökmeye son ver" çağrısında bulunmuştur. Arap ülkelerinden gelen bu tepkilerin ardında ABD'nin teşvik ve itici gücü olduğunu düşünmek mümkündür. Bundan sonraki süreçte bu ülkelerin Suriye'ye yönelik tepkilerinin şiddetlerini artırmaları beklenebilir.

Ayrıca Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika temsilcileri de 10 Ağustos tarihinde Suriye'ye giderek göstericilere karşı şiddet kullanılmasından vazgeçilmesini isteyeceklerdir.

Washington Institute internet sitesinde yayınlanan bir analizde Suriye'deki şiddetin sona erdirilmesinde, rejimin çökmesi halinde ortaya çıkabilecek istikrarsızlığı bertaraf etmede ve Esad sonrası dönemin şekillendirilmesinde ABD'nin Türkiye ile birlikte hareket etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bu analize göre ABD, Türkiye'den bazı adımları atmasını isteyebilecektir. Bu adımlar ise en olası olandan başlanarak sıralandığında şu şekildedir: ekonomik yaptırımlar uygulamak, Suriye içinde bir tampon bölge oluşturmak, askeri güç kullanma tehdidi ve askeri müdahaledir. [7]

Belirtilen tüm bu adımların Türkiye tarafından hesaplandığı ve altı saat süren Esad-Davutoğlu görüşmesinde masaya yatırıldığı kuvvetle muhtemeldir. Bu görüşmesinin ardından bundan sonraki sürecin çok önemli olduğunu dile getirmiş ve Türkiye'nin politikalarının Suriye'nin bundan sonraki tavırlarına göre şekilleneceğini belirtmiştir. Peki, bundan sonraki süreçte ne olur ve Türkiye bu sürecin neresinde durur? Yukarıda verilen adımlar ve olası sonuçları aşağıda incelenmektedir.

Ekonomik Yaptırımlar

Türkiye ile Suriye arasındaki ticaret hacmi özellikle 1 Ocak 2007'de yürürlüğe giren Serbest Ticaret Anlaşması (STA) sonrasında önemli bir oranda artmıştır. Öyle ki, Türkiye'nin Suriye'ye 2010 yılı ihracatı 2006 yılına göreüç kattanfazla artmıştır. Türk şirketlerinin Suriye'de yaklaşık olarak 260 milyon dolar tutarında yatırımı bulunmaktadır.[8] Bu nedenle Suriye'ye uygulanacak yaptırımlardan Türkiye de büyük oranda zarar görecektir. Ancak diğer seçeneklerin maliyeti de göz önünde tutulduğunda ekonomik yaptırım uzak bir seçenek olarak gözükmemektedir.

Suriye içinde bir tampon bölge oluşturmak

Çatışmaların Şam ve Halep'e sıçraması, Esad'ın ayaklanmaları şiddet ile bastırma yönteminden vazgeçmemesi ve en kötü senaryo olan çatışmaların Sünni ve Aleviler arasında gerçekleşecek bir iç savaşa dönüşmesi halinde Türkiye'ye doğru gerçekleşecek bir mülteci akını sonrasında Suriye'de bir tampon bölge oluşturulabilir. Bu, Körfez Savaşının ardından Kuzey Irak'ta yaşanılan durum göz önüne alınır ise Türkiye için önemli bir risk taşımaktadır.

Askeri güç kullanma tehdidi

Esad'ın şiddetten vazgeçmemesi halinde gündeme gelebilecek bir diğer olasılık da Türkiye'nin askeri güç kullanma tehdidinde bulunmasıdır. Aslına bakılırsa 1998 yılında Türkiye Suriye'nin Abdullah Öcalan'ı iade etmesi yönünde etkili bir şekilde güç kullanma tehdidine başvurmuş ve olumlu sonuç da almıştır. Türkiye ve Suriye'nin askeri gücü karşılaştırıldığında bu yöntemin sonuç vereceği düşünülebilir. Ancak bugün, Suriye bir terör örgütü liderine destek sağlamak gibi vazgeçilir bir politika izlemek yerine kendi rejimini korumanın derdindedir. Dolayısıyla kolay vazgeçmesi –uluslararası müdahaleye rağmen rejim yanlılarının hala direniş gösterdiği Libya örneği ile birlikte değerlendirildiğinde – beklenmemelidir.

Askeri Müdahale

Son muhtemel senaryo olan askeri müdahale ise Türkiye ve Körfez ülkelerinin belki Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelerle birlikte, NATO desteği ile gerçekleştireceği bir müdahale şeklinde gelişebilir. Böyle bir durumda Türkiye'nin hiçbir kazanımı olmayacağı gibi İran ile karşı karşıya gelmesi de kaçınılmazdır. Davutoğlu-Esad görüşmesinin ardından verilen dostluk mesajları da ciddiye alındığı taktirde bu olasılığın düşük olduğunu düşünebiliriz.

Telegraph Gazetesiise Körfez İşbirliği Örgütü üyesi Arap ülkeleri tarafından yapılan Suriye'yi kınama açıklamaların planlı olduğu ve Suriye hükümetine karşı bir koalisyon oluşturulmasının amaçlandığını belirtmiştir. Yazıda Türkiye, askeri kapasitesi, ulusal güvenlik çıkarları ve uygun coğrafi konumu ile Suriye'ye müdahale edebilecek tek ülke olarak öne çıkarılmaktadır.Türkiye'nin bu rolünü yerine getirirken NATO, Arap Birliği ve hatta BM gibi uluslararası örgütler tarafından destekleneceği ifade edilmektedir. Bu tarz bir müdahalenin ilk aşaması da Haseki, Rakka, İdlib ve Şam şehirlerini kapsayan ve 10-20 kilometrelik bir tampon bölgenin oluşturulmasıdır.[9]

Sonuç

Türkiye uzunca bir süredir Suriye ile yolunda giden ilişkilere sahipti. Komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde, 1998 yılında savaşın eşiğinden döndüğümüz Suriye ile 16 Eylül 2009 tarihinde Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, vizeler kaldırılmış, iki ülke arasındaki ticaret büyük bir artış kaydetmiştir. Ancak Türkiye'nin Suriye'de yaşanan son gelişmelere gereğinden fazla müdahil olması ile iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiş, komşularla sıfır sorun politikası da iflasın eşiğine gelmiştir. Türkiye'nin Suriye'de yaşanılan istikrarsızlıktan en fazla etkilenecek ülkelerin başında geldiği ortadır. Ancak Türkiye belki batılı müttefiklerinin çağrılarını göz ardı edemediği için belki de bölgede lider ülke olma idealinin peşinde sürüklendiği için gereğinden fazla aktif olmaktadır. Türkiye'nin bu süreçte yapması gereken dikkatli adımlar atarak Suriye'ye karşı gerçekleştirilecek bir uluslararası müdahale seçeneğini ortadan kaldırmak, sorunun barışçı yollarla ve şiddetin durdurulması yönünde çözümü için çaba sarf etmektir.Bu bağlamda "Türkiye Ortadoğu ülkelerine demokrasi ihraç etmeli midir?" sorusuda aklılara gelmektedir. Suriye bağımsızlığını kazanmasının ardından sürekli otoriter yönetimler tarafından yönetilmiştir. Suriye rejimi gücünü ordudan ve mezhepsel bir azınlığın hakim olduğu Baas partisinden almaktadır.Dolayısıyla Suriye temel siyasal ve toplumsal hakların kısıtlı, sivil toplumun zayıf olduğu ve demokratik geleneğin oluşmadığı bir ülkedir.Batı tarafından Suriye'deki otoriter rejimi bir demokratik rejime doğru dönüştürme projesi hangi gerekçelerle (dünya barışı, terörle mücadele, demokratik barış, vb) yapılırsa yapılsın, diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi Suriye'de de kuşku ile karşılanacaktır.

Türkiye, Ortadoğu ülkelerinin ve tabii ki, komşusu Suriye'nin demokratikleşmesini desteklemelidir. Ancak Türkiye'nin Ortadoğu'nun demokratikleşmesi sürecinde kullandığı dil Batı'nın kullandığı buyrukçu-emperyalist dilden ve uygulamalardan çok farklı olmalıdır. Türkiye'nin bu konuda deneyimsiz olduğu açıktır. Ancak bu durum bile batı'nın karanlık kolonyalist geçmişi ile karşılaştırılır ise büyük bir avantajdır. Türkiye demokrasi kültürü, bölgeyi tanıması, iyi komşuluk ilişkileri ve Müslümanların büyük bir çoğunluğu oluşturduğu bir ülke olması gibi özellikleri ile bölgede yumuşak gücünü Batı'dan farklı bir şekilde kullanmayı öğrenmelidir.

 


[1] Ayrıca "hayalet" anlamına gelen Shabbiha denilen yedek sivil güçler ve çevik kuvvetler de bulunmaktadır. Bu birliklerin tamamına yakını Nusayrilerden oluşmaktadır..

[2] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: Prof. Dr. Ümit Özdağ, Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü veya Propaganda Bakanlığı mı?, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 4 Şubat 2010, http://www.21yyte.org/tr/yazi3308-KAMU_DIPLOMASISI_KOORDINATORLUGU_VEYA_PROPAGANDA_BAKANLIGI_MI.html

[3] Önce Güvenlik Sonra Reform Olmaz, Zaman Gazetesi, 10 Ağustos 2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1167426&title=once-guvenlik-sonra-reform-olmaz

[4] Suriyeli Muhalifler Antalya'da Buluşuyor,

http://www.cnnturk.com/2011/dunya/05/31/suriyeli.muhalifler.antalyada.bulusuyor/618464.0/, CNN Türk, 31 Mayıs 2011,

[5] Basın Açıklaması No: 146, 17 Haziran 2011, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Büyükelçiler Toplantısı Hk. TC Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-146_-17-haziran-2011_-ortadogu-ve-kuzey-afrika-buyukelciler-toplantisi-hk_.tr.mfa, Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2011

[6] Security Council, in Statement, Condemns Syrian Authorities for 'Widespread Violations of Human Rights, Use of Force against Civilians',United Nations, 3 Ağustos 2011, http://www.un.org/News/Press/docs/2011/sc10352.doc.htm,

[7] Soner Çağaptay& Andrew J. Tabler, How Washington Can Work with Turkey on Syria, Washington Institute, 14 Temmuz 2011, http://www.washingtoninstitute.org/templateC05.php?CID=3385

[8] Türkiye-Suriye Ekonomik İlişkileri, TC Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-ekonomik-iliskileri.tr.mfa, Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2011

[9] Syria's Neighbours Building a Coalition Against Assad's Government, 8 Ağustos 2011, The Telegraph, http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/syria/8688513/Syrias-neighbours-building-a-coalition-against-Assads-government.html

 

 

Sibel Kalemdaroğlu

sibelkalemdaroglu@gmail.com

Uzmanlık Alanları

Ortadoğu, Ortadoğu siyasi tarihi, Körfez ülkeleri

Biyografi

Sibel Kalemdaroğlu 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi’nde Araştırmacı olarak görev yapmaktadır.

İlköğretimin Arı Koleji, orta ve lise eğitimini TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra 1998 senesinde Bilkent Üniversitesi’ndeki lisans eğitimine başlamıştır. Uluslararası İlişkiler alanında lisans diplomasını 2003 senesinde aldıktan sonra Marka ve Patent vekili olarak çalışan Kalemdaroğlu 2010 yılından bu yana düşünce kuruluşlarında çalışmaktadır. 2012 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden yüksek lisans diplomasını aldıktan sonra yine aynı sene içinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora çalışmalarına başlamıştır.

2011 Haziran ayından bu yana 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’ndeki görevine başlamıştır. Kalemdaroğlu’nun bazı makaleleri 21. Yüzyıl internet sitesi ve Dergisi’nde yer almaktadır.

Yabancı Diller

İngilizce KPDS : 90

Almanca (Başlangıc seviyesi)

İtalyanca (Başlangıç seviyesi)

Arapça (Başlangıç Seviyesi)

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display