Suriye’de Yalan Bombardımanı

Yazan  09 Şubat 2012
3 Şubat 2012’de Suriye’nin Humus kentindeki bombalama olayları ve hemen ardından BM Güvenlik Konseyi’ndeki Suriye’yi kınayan yasa tasarısının beklenildiği gibi Çin ve Rusya tarafından veto edilmesi yine Suriye’yi dünya gündeminin baş sıralarına oturt

Basında Humus'taki saldırınınSuriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a bağlı güvenlik güçleri tarafından yapıldığı ve bu saldırılardaki ölü sayılarının 350'lerle vardığı ifade edilmiştir. Ancak olayın üzerinden çok kısa bir süre geçtikten sonra bu sayı 55'lere kadar çekilmiştir.[1]

Ortadoğu gibi önemli bir coğrafya ve Arap Baharı gibi önemli bir süreç söz konusu olduğunda haberlerin kaynağı en az haberin kendisi kadar önemlidir. Çünkü ana akım medya diyebileceğimiz batılı ya da batı destekli basın yayın organlarının bu süreçte algı yönetimi konusunda oldukça başarılı olduklarını görmekteyiz. Bu basın-yayın organları çoğu zaman haberlerin çoğunu çarpıtarak ya da bazen tamamen kurgulayarak sunmaktadırlar. Özellikle batı destekli, Katar merkezli El Cezire televizyonu ve Dubai merkezli Suudi kanalı El Arabiya bunlar arasında öne çıkmaktadır.

 

Humus'taki katliam haberlerinin kaynağı Suriye'deki muhaliflerdir. Hatta bunlar birinci kaynak bile değillerdir ve bu muhalifler bu haberleri Humus'ta temaslarda bulundukları diğer muhaliflerden almışlardır. Haberlerin ortaya çıkmasının ardından El Cezire televizyonu bu olayda öldüğü iddia edilen bazı cesetlerin görüntülerini yayınlamıştır.[2] Ancak Suriye devlet haber ajansı haberlerin yalan ve çarpıtma olduğunu söyleyerek bu iddiaları reddetmiş ve hatta görüntülerde yer alan cesetlerin daha önce muhalifler tarafından kaçırılan ve işkence edilerek öldürülen kişilerin bedenleri olduğu, ayrıca bu cesetlerde herhangi bir kurşun ya da bombardıman izinin de olmadığını dile getirmiştir. Hatta Suriye Devlet Televizyonunu arayan bazı Suriyelilerin fotoğraflardaki cesetlerin bir süre önce kaçırılan akrabaları olduğunu iddia etmişlerdir. Suriye haber ajansı bu iddiaların BM Güvenlik Konseyindeki oylamayı etkilemek için propaganda amaçlı yapıldığını ifade etmektedir.[3]

 

Bu iddialardan hangilerinin doğru olduğunu bizim buradan söylememiz güçtür. Ancak daha önce böyle yalan haberlerin yayınlandığını da bilmekteyiz. Suriye güvenlik güçleri tarafından işkence edilerek öldürüldüğü konusunda uzunca bir süre haber yapılan bir kadının bir gün TV'ye çıkarak iddiaları reddetmesi ya da Suriyeli muhaliflere ait olduğu iddia edilen toplu mezar görüntülerinin sahte olduğunun bazı telefon görüşmelerinin açığa çıkarılması ile yalanlanması ilk akla gelen örnekler arasındadır.

 

Olayların Zamanlaması

 

Humus'taki katliam haberlerinin zamanlaması da ilginçtir. Böyle bir olayın BM Güvenlik Konseyinde yapılacak olan kritik oylamadan bir gün önceye denk gelmesi de bunların propaganda olabileceği iddiasını güçlendirmektedir. Zira bu iddialar Rusya'nın pozisyonunu oldukça zorlaştırmıştır. Ayrıca yine zamanlama açısından bu bombardımanın hem Mevlid Kandiline hem de 30 sene önce Beşar Esad'ın babası Hafız Esad tarafından gerçekleştirilen Hama katliamının yıl dönümüne denk gelmesi de ilginçtir. Esad'ın böyle bir dönemde böyle bir katliama girişmesinin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Bunun Esad'ın hem Suriye'de hem de uluslararası toplum gözünde itibarını daha fazla zayıflatmak, artık meşruiyetini iyice yitirdiği algısını yerleştirmek ve Rusya'nın BM Güvenlik Konseyindeki yapılacak olan oylamadaki kararını değiştirme amaçlı bir propaganda olduğu daha akla yatkın gözükmektedir.

 

Ayrıca bu olayın hemen ardından New York Times gazetesineaçıklama yapan Suriyeli bir muhalif olayların silahlı bir grubun iki karakolu basarak çok sayıda askeri kaçırmasıyla başladığını ifade etmiştir.[4] Bu da olayların bir provokasyon olabileceği düşüncesini kuvvetlendirmektedir.

 

Rusya ve Çin'e Batı Tarafından Ağır Eleştiriler ve Batının Samimiyetsiz Tutumu

 

Rusya ve Çin'in BM'de Suriye'yi kınayan ve üstü kapalı olarakEsad'ın çekilmesini öngören karara karşı veto yetkilerini kullanmasının ardından özellikle batı ülkeleri sert tepkiler vermekte gecikmemiştir. ABD'nin BM Büyükelçisi Susan Rice, bu veto kararlarını "iğrenç" olarak nitelendirmiş, "Suriye'de bundan sonra akacak kanın Rusya ve Çin'in eline bulaşacağını" söylemiştir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton vetoyu gülünç olarak nitelemiş ve adalet anlayışını ayaklar altına aldığını ifade etmiştir. ABD'nin bu tepkisi dürüstlükten uzaktır. Zira ABD'nin İsrail'in çıkarlarına en küçük bir zarar verebilecek her BM kararını Güvenlik Konseyi'nde veto ettiğini görmekteyiz. Filistin'deki İsrail yerleşimlerini kınayan yasa tasarında da ABD veto hakkını kullanmıştır. Filistin'in BM'ye üyelik başvurusu da ABD vetosuna takılmıştır. Bu bağlamda Filistin'de akan kanın sorumluğunun kimin üzerine yükleneceği sorusu akıllara gelmektedir.

 

Bugün Suriye yönetimi anti-demokratik olmakla eleştirmekle, muhalefeti şiddet kullanarak bastırmakla suçlanmaktadır. Hiç kimse Suriye'deki yönetimin demokratik olduğunu iddia edemez. Ancak Suriye konusunda sesini en çok yükselten ülkeler olan Suudi Arabistan ve Katar'ın en çağdışı, en gerici, en antidemokratik rejimler olduğu ortadır. Suudi Arabistan'ın güneyinde özellikle Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Katif kentinde hükümet karşıtı ayaklanmalar gerçekleşmekte ve bunlar Suudi yönetimi tarafından şiddete dayalı yöntemlerle bastırılmaktadır.[5] Ancak bu haberler ana akım medyada kendine yer bulamamaktadır. Bunun yanında Bahreyn'deki Şii ayaklanmalarının yakın zamanda Suudi tankları ile orantısız güç kullanılarak bastırıldığı da unutulmamalıdır.

 

Suriye'de hayatını kaybeden güvenlik güçlerinin sayısının 2 binlere vardığı söylenmektedir. Bunun artık barışçı gösteriler olmadığı çok açıktır. Aslında başından beri barışçı gösterilerin hükümet güçleri tarafından şiddetle bastırıldığı iddiaları geçeği tam olarak yansıtmamaktaydı. Ancak bugün Özgür Suriye ordusu da bunun bir silahlı kalkışma olduğunu açıkça ifade etmektedir.[6] Buna karşın batı da kendini eli silahlı unsurların yanında açıkça konumlandırmaktadır. Öyle ki, ABD Basın Sözcüsü Victoria Nuland muhaliflere Esad'ın af çağrısına cevap vermemeleri ve silahlarını bırakmamaları yönünde mesajlar göndermektedir.[7] Görüldüğü üzere ABD dış politikası ile çatışmayan her çeşit eylem barışçı kabul edilmektedir.

 

Arap Birliği Gözlemcilerinin Hasıraltı Edilen Raporu

 

Suriye konusunda batının öngördüğü çözüm başından beri bir askeri müdahale yerine, değişimin içerden gerçekleştiği algısının yaratılmasıydı. Bu bağlamda Suriye'de birçok yol denenmiştir. Bunlardan ilki yukarıda da bahsedilen yoğun bir medya karalama kampanyası ile gerçekleştirilen psikolojik operasyondur. Bunun yanında eş zamanlı olarak yürütülen başka çabalar da mevcuttur. Örneğin hem diplomatik hem de ekonomik izolasyonlar bunlar arasında öne çıkmaktadır. Bugün hem AB ve ABD hem de Türkiye Esad rejimine ekonomik yaptırımlar uygulamaktadır. Ayrıca Arap Birliği de - oybirliği ile alınmadığı için Birliğin iç tüzüğüne aykırı olmasına rağmen –S uriye'ye karşı oldukça ağır yaptırım kararları almıştır.

 

Esad rejimi siyasi olarak da yalnızlaştırılmaktadır. Ekonomik ve diplomatik izolasyonların yanında muhaliflerin batı ülkeleri ve bunların yanında özellikle Katar ve Suudi Arabistan gibi batı müttefiki ülkeler tarafındandesteklenmesi de rejimin devrilmesi projesinde kullanılan bir diğer yöntemdir. Bu bağlamda Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler muhaliflere finansal destek ve silah sağlamaktadırlar.

 

Suriye'de Esad rejimini devirmek için daha önceArap Birliği devreye sokulmuş ve geçtiğimiz aylarda ülkeye bir Arap Birliği gözlemci heyeti gönderilmişti. Ancak Arap Birliği ile Esad hükümetinin ortadan kaldırılamayacağının anlaşılması sonucu, ülkede şiddetin arttığı gerekçesinin arkasına sığınılarak bu heyetin faaliyetleri dondurulmuştur. Aslında heyetin görevinin askıya alınması da göründüğünden oldukça farklıdır.

 

160 kişiden oluşan Arap Birliği gözlemci heyeti Suriye'de 1ay boyunca incelemelerde bulunmuş ve 1 ayın sonunda bir rapor yayınlamıştır. Bu rapor Arap Birliği Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Raporu sadece bir ülke reddetmiştir, bu da Arap Birliği'nin şu andaki Konsey Başkanlığını da yürütmekte olan Katar'dır.[8] Bu rapor batılı ve batı yanlısı medya tarafından görmezden gelinmiş, tartışılmamıştır. Raporun İngilizceye çevrilmesi ve hatta Arap Birliği internet sitesinde yayınlanması engellenmiştir. Ancak bir süre sonra bu rapor basına sızmıştır.[9]

 

Rapor beklenilenin aksine batı ve müttefiklerinin Suriye konusundaki resmi söylemine ters düşen birçok saptamada bulunmuştur. Raporda ülkede bazı "eli silahlı unsurların" varlığından söz edilmiş ve bu silahlı unsurların ülkede hem sivil hem de güvenlik güçlerinin ölümünden ve birçok terör eyleminden sorumlu oldukları ifade edilmiştir. Sözü edilen terör eylemleri arasında aralarında 8 kişinin ölmesiyle sonuçlanan bir sivil otobüsün bombalanması, Humus'ta bir polis otobüsünün havaya uçurulması, bir trenin bombalanması yer almaktadır.

 

Raporda medyanın olayları çarpıtmadaki rolüne de değinilmektedir. Heyet bir çok bombalama ve şiddet eylemlerine dair haberler aldıklarını ancak bölgeye gittiklerinde bunların doğru olmadığını gördüklerini söylemektedir. Medyanın olayları çarpıttığını, ölü sayılarını çoğu zaman abarttığını ifade etmektedir.

 

Ayrıca gözlemciler ülkede bulundukları süre içinde ülkede hem hükümet yanlısı hem de hükümet karşıtı çok sayıda gösteriye şahit olduklarını ancak hükümet güçlerinin barışçı gösterilere şiddetle karşılık vermediğini belirtmektedirler. Rapordan ülkede şiddet olmadığı ya da Suriye'deki olayların ardında dış güçlerin olduğu gibi bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Ancak Suriye'deki olayların çarpıtıldığı bu raporda oldukça açık olarak gözler önüne serilmektedir.

 

Sonuç

 

Önümüzdeki süreçte Suriye'de hem iç hem de dış dinamikler hızla değişebilecektir. Çin ve Rusya'nın Suriye konusunda bir BM çözümünün önünü tıkamasının ardından ABD ve müttefiklerinin Suriye karşısındaki tutumunun daha da sertleşmesini bekleyebiliriz. Bugün ABD ve İngiltere'nin Şam'daki elçilerini çektiklerini görmekteyiz. Bu da askeri müdahale seçeneğinin gündemde olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir.Bunun yanında küresel konjonktür de farklı bir yönde seyretmektedir. Zira Washington Post'ta David Ignatius ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın İsrail'in bu sene içinde Nisan, Mayıs ya da Haziran'da İran'a bir saldırı gerçekleştireceğini düşündüğünü yazmıştır.[10] Buna göre Haziran'da İran nükleer silah yapımına başlamak için yeterli zenginleştirilmiş uranyuma sahip olacak ve bu tarihten sonra da İsrail artık böyle bir saldırı için geç kalmış olacaktır. Bu nedenle İran'ın Haziran'a kadar İsrail tarafından vurulacağı iddia edilmektedir. Şam'ınİran'ın bölgedeki en önemli müttefiki olduğu düşünüldüğünde bu süreç içinde Suriye'nin İran'a olası desteğinin sınırlandırılması da daha fazla önem kazanmaktadır. Önümüzdeki günlerde Esad rejiminin giderek daha fazla köşeye sıkışmasına şahit olmamız kuvvetle muhtemel gözükmektedir.

 


 


 

[1]http://www.lccsyria.org/6032

http://www.bbc.co.uk/news/world-16890107

 

[2] http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/02/201223231333768854.html

 

[3] http://www.bbc.co.uk/news/mobile/world-middle-east-16883911

 

[4] http://www.nytimes.com/2012/02/04/world/middleeast/syrian-government-said-to-kill-200-in-attack-in-homs.html?scp=1&sq=homs%20attack&st=cse

 

[5] Katif'teki yönetim karşıtı ve hükümet güçleri tarafından şiddet içeren yöntemler ile bastırıldığı gösteriler için, bknz.

http://www.youtube.com/watch?v=BAkAmI9WSDg

http://www.youtube.com/watch?v=zNjqhacpVLY&feature=youtube_gdata_player

 

[6] http://articles.latimes.com/2011/nov/01/world/la-fg-syria-turkey-defectors-20111102

 

[7] http://articles.latimes.com/2011/nov/05/world/la-fg-syria-us-20111106

 

[8] Dönem Başkanlığı şeklinde yürütülen Arap Birliği Konseyi Başkanlığı sırasının Filistin Yönetiminde olmasına rağmen Katar bu dönemki başkanlığı üstlenmiştir. Katar'ın dönem başkanlığını Filistin Yönetiminden para karşılığı aldığı söylenmektedir.

 

[9] Söz konusu raporun tamamı için bknz. http://www.innercitypress.com/LASomSyria.pdf

 

[10] http://www.washingtonpost.com/opinions/is-israel-preparing-to-attack-iran/2012/02/02/gIQANjfTkQ_story.html

 

 

Sibel Kalemdaroğlu

sibelkalemdaroglu@gmail.com

Uzmanlık Alanları

Ortadoğu, Ortadoğu siyasi tarihi, Körfez ülkeleri

Biyografi

Sibel Kalemdaroğlu 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi’nde Araştırmacı olarak görev yapmaktadır.

İlköğretimin Arı Koleji, orta ve lise eğitimini TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra 1998 senesinde Bilkent Üniversitesi’ndeki lisans eğitimine başlamıştır. Uluslararası İlişkiler alanında lisans diplomasını 2003 senesinde aldıktan sonra Marka ve Patent vekili olarak çalışan Kalemdaroğlu 2010 yılından bu yana düşünce kuruluşlarında çalışmaktadır. 2012 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden yüksek lisans diplomasını aldıktan sonra yine aynı sene içinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora çalışmalarına başlamıştır.

2011 Haziran ayından bu yana 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’ndeki görevine başlamıştır. Kalemdaroğlu’nun bazı makaleleri 21. Yüzyıl internet sitesi ve Dergisi’nde yer almaktadır.

Yabancı Diller

İngilizce KPDS : 90

Almanca (Başlangıc seviyesi)

İtalyanca (Başlangıç seviyesi)

Arapça (Başlangıç Seviyesi)

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display