29 Nisan 2025
21YYTE.ORG Fikir Tankı Suriye Felaketi Niçin Türkiye İçinde Bir Savaş Tehdidi Oluşturuyor?

Suriye Felaketi Niçin Türkiye İçinde Bir Savaş Tehdidi Oluşturuyor?

6 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
--IŞİD’in Suriyeli Kürtlere Saldırısı Türkiye ile PKK Arasındaki Barış Sürecini Baltalıyor-- Türkiye, eski bir kâbusu yeniden görüyor. Her sabah televizyon sunucuları ve gazete manşetleri, Suriye’nin Kürt kasabası Kobani’nin İslam Devleti tarafından kuşatılmasına ve oradan Türkiye’ye sıçramasına dair haberleri kasvetli bir şekilde sunuyor. İsyanlar, biber gazı ve açılan ateş sonucunda Türkiye’nin Kürt bölgesi güneydoğuda yirmiden fazla kişi hayatını kaybetti. Arabalar, otobüsler ve kamyonlar ateşe verilirken Türkiyeli Kürt isyanının bütün gücüyle yaşandığı 1990’lardaki dertli yıllardan bu yana rastlanmayan şekilde etnik gerilimler, köşe başlarında milliyetçi çeteler, sokağa çıkma yasakları ve silahlı birliklerin konuşlandırıldıkları görülüyor. Aynı zamanda politikacılar da Türkiye hükûmeti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında dokuz yıldır devam eden hayati öneme sahip barış sürecine dair kuşkularını keskin bir şekilde dile getirmeye başladılar. Bu durum, iki tarafın da birbirini aslında kendilerinin gerçek ortak düşmanı olan IŞİD’in “aynısı” olarak yaftalamaya başlamasıyla absürd bir komplo zirvesine ulaştı. Acı gerçek şu ki Suriyeli Kürtler ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) milisleri, her zaman savunmasızdı ve nihayetinde de Kobani’yi tek başlarına müdafaa edemediler. Yalnız kalmalarının nedeni de kısmen, birbirlerine bağlı PYD ve PKK’nın hem Türkiye hem de Suriye ana akım muhalefeti içinde tartışmalı olan bir özerklikte ısrarcı olmaları. Türkiye, Kobani’yi kurtarmak için Türkiyeli Kürt politikacıların istediği şekilde tanklarını tepeden aşağıya sürmekte serbest değil. Bir sınırı geçerek uluslararası kanunu ihlal etmek, Türkiye’nin uluslararası konumu zayıflatacak, İran ve Lübnan’ın Hizbullah’ı gibi Şam’ı destekleyenlerin öfkeli tepkilerine neden olacak ve Suriye’nin Türk şehirlerine füzeler atmasına yol açabilecektir. Türkiye bir NATO üyesi olabilir fakat hava saldırıları bir NATO operasyonu değil. NATO’nun savunma amaçlı bir ittifak olması gerekiyor ve tek taraflı bir Türk hamlesini desteklemesi de olası değil. Kobani çevresindeki Türk faaliyeti, Türkiye ile IŞİD arasında silahlı bir yüzleşme anlamına da gelecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri, uzun süreli herhangi bir dış operasyona kesinlikle hazır değil. 900 kilometre uzunluğundaki boşluklu Suriye sınırı sebebiyle Türkiye’nin böylesine bir açık uçlu çatışmada kaybedecek çok şeyi var ve Türk askerleri de çoğu Türk’ün desteklemek bir yana anlamayacağı bir görevde kesinlikle hayatını kaybedecektir. Türkiye’nin ordusu, sınırını güvence altına almak için Suriye’de nerede durmak zorunda kalacak? 1,5 milyon Suriyeli mültecinin içinde Türkiye ekonomisinin yüzde 10’unu oluşturan turizm sektörünü hedef almak için pusuya yatmış cihatçı ajanlar var mı? IŞİD’in karşısında taraf tutmak, Türkiye’nin, IŞİD saflarında savaşmak için hâlihazırda yüzlerce Türk’ü göndermiş olan Sünni merkezinde bir tepki riski doğurur mu? Türkiye, Orta Doğu’nun etnik, mezhepsel ve siyasi fay hatlarına Türk sınırında durma emri veremez. Türkiye, Beşar el Esad’ın çabucak devrileceğinden çok emin olmakla ve Şam’a karşı savaşacak herkese sınırlarını açmakla tabii ki hatalar yaptı. Fakat bu politikalar, Batılı aktörlerin politikalarına benziyor. Türkiye’yi hem seyir platformu yapmak hem de Suriye savaşını alevlendiren işlevsiz uluslararası sistem için tek günah keçisi ilan etmek adil değil. Türk hükûmeti ve Kürt millî hareketi, başkalarının ne yapmasını istediğini değil, kendilerinin ne yapabileceğini tartışmalı. Her iki taraf da aslında IŞİD’i en ölümcül düşmanı olarak görüyor, IŞİD'in taktiklerinden nefret ediyor, genel olarak Batı ile dostluğu tercih ediyor ve bir laik yönetim idealini benimsiyor. Her iki tarafın da ideal senaryosu, Türk ile Kürtler arasındaki iş birliği. Uzun süreli bir ortak tarih ile ortak bir Sünni dinî geleneğini paylaşıyorlar ve imkânsız olmasa da çözülmesi zor bir şekilde birbirlerine bağlılar. Bu ortaklığı gerçekleştirmenin tek yolu, 2005’ten bu yana kesik kesik devam eden barış sürecinin tamamlanması. 30 yıllık ihtilafı sona erdirecek bir atılım için gereken unsurların tümü hazır. Mart 2013’ten bu yana devam eden bir ateşkes var. Her iki tarafın da güçlü liderleri bir anlaşma yapabilir. Halk desteği önemli. Güneydoğudaki kötü şöhretli cezaevleri müzelere dönüştürülüyor. Daha önceden yasaklı olan Kürtçe, medyada ve kamusal yaşamda yayılıyor. Hepsinden önemlisi on yıllık normalleşme süreci, hem Türk hem de Kürt orta sınıfı güçlendirdi, yeni yollar açtı ve Türkiye’nin her yerine refah getirdi. Güvensizliği ortadan kaldırmak kolay olmadı. 1920’lerden 1980’lere kadar Türkiye, Kürtlerin varlığını yok sayarak onları “dağ Türkleri” diye niteledi. 1980’lerdeki polis zulmü ve 1990’lardaki ölüm timleri, Kürt akvitistleri öldürdü ve sarsıntıya uğrattı. 2009 yılında bile Türk adalet sistemi içindeki milliyetçiler, seçilmiş belediye başkanları dâhil olmak üzere binlerce Kürt siyasi aktivisti terör suçlamalarıyla tutuklayarak hükûmetin çabalarını baltaladı. İş yerlerinde, kamusal alanlarda ve evlerin kiraya verilmesinde sinsi bir ayrımcılık ise hâlâ yaygın. Fakat hapisteki Kürt lider Abdullah Öcalan ile Türk Devleti arasında doğrudan görüşmelerin başlamasından bu yana bir gelişme yaşanıyor. Reform kanunları, barış sürecine hukuki koruma sağladı. Türkiyeli Kürt milletvekillerinden oluşan delegeler, Öcalan’ın cezaevinin bulunduğu Ada'dan PKK’nın karargâhlarının olduğu dağlara gidip geliyor. Yine de ilerleme, yapılandırılmış bir süreçten çok bir teşebbüs yığını olmaya devam ediyor. İki taraf da hâlâ birbirine yeteri kadar güvenmiyor. Ankara, bazen Kürtlere küçük tavizler verir gibi gözüküyor ve meşru taleplere kızıyor. PKK da eninde sonunda yapması gerektiği üzere Türkiye içinde silahsızlanmayı, ülkenin bütününe katılma isteğini ve siyasi başkent Ankara kanalıyla hareket etmeyi taahhüt etmiyor veya Türklerin çoğunluğu bir yana Kürtlerin arasında bile fikir birliği bulunmayan bir amaç olan PKK denetiminde bağımsız bir devlete yönelik gizli bir isteği devam ettirip ettirmediğini bile açıkça ifade etmekle zorluk çekiyor. Bir Türk-Kürt ortaklığı elde edilebilir ve bu, Kobani’nin yıkıntılarına yönelik siyasi söylemlerle tehlikeye atılmamalıdır. Kobani’ye ne olursa olsun her iki taraf, yalnızca ve yalnızca Türk ve Kürt anlaşmazlıklarının Türkiye içinde çözülmesi sonucunda IŞİD’e karşı birlikte yüzleşmeyi düşünmeye başlayabilir. Söz konusu uzlaşmayı görüşmeye başlamanın da artık tam zamanı. (Kaynak:Hugh Pope,The Guardian,İngiltere,10 Ekim 2014)
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *