< < BEYİN FIRTINASI


BEYİN FIRTINASI

ABD ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE BU STRATEJİLERİN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ VE BÖLGE ÜLKELERİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Değerli misafirler; bugünkü toplantımıza hoş geldiniz. Katılımınızdan dolayı hepinize … adına teşekkür ediyorum. Hocam biraz gecikecek, 14.30'da burada olacak, bana toplantıyı başlatmamı söylediler.

 

Malumlarınız bugün burada ABD ulusal güvenlik stratejilerini ve bu stratejilerin Türk-Amerikan ilişkileri ve bölge ülkeleri bakımından değerlendirilmesini yapmak için toplandık. Buradaki konuşmalar, yapılacak olan konuşmalar banda alınmaktadır. Bilahare çözülerek, doküman haline getirilmekte ve şu anda önünüzde olduğu gibi, daha önce İran'la ilgili bir toplantı yapmıştık, bu şekilde doküman haline getirip, sizlere takdim edilmektedir.

 

Biz bu tür toplantıları her ay planlıyoruz. Tabii ki, burada tartışılacak konular o ayın güncel konusu oluyor. Geçen ay içerisinde güncel bir konu olan İran, muhtemel İran'da çıkacak olan krizi tartıştık. Bugün de Mart 2006'da ilan edilmiş olan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisini tartışacağız. Bu konuları tespit ederken, sizlerin de hangi konuyu tartışacağınız konusunda sizlerin de önerilerinize açığız, bunun da özellikle üzerinde durmak istiyorum.

 

Bugünkü konu hepimizce malum, zaten biraz sonra detaylarıyla tartışılacak. Ancak bu konu ta 2000'li yılların, hatta daha da öteye giden bir başlangıcı var. Malumları, 11 Eylülden sonra ABD tüm dünyada teröre savaş açtı. Tabii, bu malumunuz 1999'da Sovyetler Birliğinin çökmesiyle tek kutuplu bir dünya ve arkasından 11 Eylül olayları ve 11 Eylül olaylarından sonra teröre savaş açması, tüm dünyada savaş açması ve onun akabinde bildiğiniz gibi, 2002 yılında ilk ulusal stratejik dokümanını yayınladı ve hemen akabinde Afganistan, Irak'ta askeri güç kullandı, diğer ülkelerde de renkli devrimleri gerçekleşmesi için düğmeye bastı.

 

Ben sizlere 2006 yılı Amerikan Ulusal Stratejik Dokümanını da göndermiştim. Burada ben bu dokümanın özellikle başlangıç kısmını, şu anda birer kopyası önünüzde var, başlangıç kısmını özetleyerek çıkartmıştım. Uygun görürseniz, bu başlangıç kısmını kısaca size arz ettikten sonra, toplantıya geçelim diyorum.

 

Burada Bush'un imzasıyla yayınlanan başlangıç kısmında özetle şunlar ifade edilmektedir: "Bu strateji harp dönemi stratejisidir" şeklinde vurgulanmaktadır. 2000 yılı ulusal güvenlik stratejileri, bugüne kadar yapılan hususlar açıklanmaktadır yine burada. Şöyle ifade edilmektedir: "Düşmanı, yani teröristleri zayıflattık, ancak yenemedik" denilmektedir. Afganistan'da halkla beraber El Kaide'nin desteklediği Taliban rejimini devirdik ve yeni bir demokratik hükümetin kurulmasına yardım ettik. Büyük meydan okumalara rağmen, Genişletilmiş Ortadoğu Projesinde yer alan ülkelerde demokrasinin yayılması için yapılan faaliyetlere destek verdik. Tehlikeli silahların yayılması hakkındaki dünya dikkatine yoğunlaştık. Dünyanın ana güçleriyle kalıcı ve yapıcı işbirlikleri tesis ettik. Ekonomik reformları cesaretlendirdik. Irak'taki diktatörlüğü sona erdirmek için uluslararası koalisyona liderlik yaptık ve burada terörizmle savaşmak için güçlü bir müttefik oluşturduk." 2002'den sonra yapılan şeyleri özetlemekte. Şu andaki durum tespiti, şu andaki durumla ilgili bir tespit yapılmaktadır. "ABD şimdi güven ve korku arasında bir seçimle karşı karşıyadır" denilmektedir. "Korku seçeneği içe kapanma, korumacılık ve geri çekilmeyi içermektedir. Geçmişte Amerikan liderleri tarafından hep bu seçenek izlenmiştir. Ancak bize karşı meydan okumalar arttı ve kaybedilen fırsatlar gelecek nesilleri güvensizliğe sürüklemektedir" denilmektedir. "Yönetimimiz güven sağlama seçeneğini seçmiştir. Biz içe kapanma yerine liderliği seçtik, korumacılık yerine serbest ticaret ve serbest pazar ekonomisini takip ettik. Biz meydana okumaları gelecek nesillere bırakmayarak, bunlarla mücadeleyi seçtik. Biz düşmanlarımızın ülkemize gelmesini beklemek yerine, bunlarla yurtdışında savaşmayı tercih ettik" denilmektedir. "Dünyayı yeniden şekillendirmenin yollarını arayacağız. Seçtiğimiz yol, Amerikan büyük geleneksel dış politikasıyla tutarlıdır." Burada Henry Truman'la Ronald Reagan'ın politikalarına atıfta bulunulmaktadır. "Yaklaşımımız ulusal hedeflerimizi gerçekleştirmek için gerçekçi, onların elde edilmesinde kullanılacak güçlerle ise uyumludur. Bu yolu izleyebilmemiz için ulusal gücümüzü muhafaza etmeli ve geliştirmeliyiz. Ancak bu şekilde tehditlere ve meydan okumalarla baş edebiliriz. Kendi kendine yeterli…"Burada blood peer dedikleri, ben şöyle anladım, o konuda yardım istiyorum: Yabancı ülke desteğine ihtiyaç duymayan…"

 

METİN GÖKER- Eşit anlamda, aynı düzeyde, asilzade, benzer sınıf, ikincisi olmayan.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Burada askeri güç için bu ifade kullanılmış. Müstakil ve müşterek harekât yapabilen ki, bu daha sonra gerek Genelkurmayın strateji dokümanında, gerekse Savunma Bakanlığının strateji dokümanında açık bir şekilde yer alıyor. "Müstakil ve müşterek harekât yapabilen bir askeri güç yaratmalıyız" diyor.

 

Yine son olarak da burada, ulusal dokümanın iki direk üzerinde, iki sütun üzerinde kurulduğu ifade ediliyor. "Direklerden birincisi, özgürlüğü, adaleti ve insani değerleri yükseltmek, diktatörlükleri sona erdirmek, etkili demokrasileri geliştirme, serbest ve adil ticaret ile akıllı kalkınma politikalarını yaygınlaştırma üzerine bina edilmiştir. Bunlar gerçekleşirse, terör ve meydan okumalarda daha rahat baş edilebilecektir."

 

"İkinci sütun ise, artan demokratik toplumlara liderlik yaparak, zamanımızın meyden okumalarla yüzleşmek üzerine kurulmuştur." Burada meydan okumalar olarak da, bulaşıcı hastalıklar, kitle imha silahlarının yayılması, terörizm, insan kaçakçılığı, sınır aşan afetler vesaire gibi sorunlar olarak sıralanmıştır.

 

Ben kabaca bu dokümanın, size göndermiş olduğum dokümanın başlangıç kısmının özetini burada arz ettim. Şimdi sözü size veriyorum. Buyurun efendim.

 

METİN GÖKER- Teşekkür ederim. Belki son sözü başta söyleyeyim: Sizler söyleyeceklerin belki o çerçevede daha kritik bir gözle değerlendirirseniz, bence bütünüyle bu belge bir idealizm hevesiyle yazılmış, bol garnitür var idealizm konusunda, fakat tipik Amerikan pragmatizmi hâkim. Bunu perdelemek için kullandıkları şey de ister istemez birtakım tenakuzlar yol açmış, tutarsızlıklara yol açmış. Bir eliyle okşarken, öbür eliyle dövmüş, aynı belge içerisinde birkaç karşıt fikir … çalışılmış. Ayrıca şunun altında pek muhtemel İngilizlerin Ortadoğu hakkındaki belki 100 yıllık görüşleri de burada var. Biraz önce söylediğiniz kelime onun tipik bir ifadesi bence. "Cover" Lawrance'ın kullandığı kelimedir, Ortadoğu'da yaptığı şeylerde çok geçerli bir tarif. Sütun diyebilir, başka birçok kelimeyi kullanacakken, bunun kullanılması belki de bir şuur altına yansıması bence.

 

Ayrıca Amerika'nın aradan hemen hemen 100 yıl geçtikten sonra, Ortadoğu'ya tekrar büyük bir mevcudiyetle girmek için kullandığı tabirlerin bir kısmını cilalamış, bir kısmını aynen, aynen 900'lerin başında bölgede yaya kaldığını, kendi petrolünün her şeyin sonu olmadığını, Bakû'de ve Ortadoğu'nun zengin petrol kaynaklarını görünce, burada ona da mama olması gerektiğine inanınca, kullandığı tabir freedom'dır, hep buraları nedense çok kıymetli maddeyi bedava satmak için gelir, bunun adı freedom. Ama o zaman gelirken asıl düşüncesi freedom of tray. Freedom'a piyasa hürriyeti falan. Öyle olsun ki, orada İngiliz, Fransız, Alman, orada pay verebilsin. Hürriyet, bu konuda hür bir rejim, ticari rejim, ekonomik rejin öngörmezse, orada sen git oturduğun yerde otur, o kıtaya bak, burası bizim, burası bizden sorulur gibi şeylere ön gelmek için kullandığı tabire bu sefer nobarty diyor, democracy diyor, human deglate diyor. Demokrasi deyince, bugüne kadar dikkat ettiyseniz, hep represented democracy diyor, hatta bu yönde Chavez'in parti spate in democracy şeyine de bozuluyordu. Katılımcı olmayan bir toplumda, insanların katılmadığı, bu kararların alındığı bir mekanizmaya demokrasiden söz etmek ne kadar şey? Halbuki onun ifadesine göre, represented daha şey, çünkü seçiyoruz aramızdan televizyonun şunun bunun etkisinde kalarak ve müthiş sermayenin oy satın alma sessiz metotlarıyla adamları seçiyoruz, onlar bizi idare ediyor, bu demokrasi mi? Değil, ama işine geldiğinde burada bu sefer effecter democracy diyor, yani Irak'ta doğru dürüst bir demokrasi kuramayacağını anlıyor. Afganistan'dakine de demokrasi, yani kabileden daha çıkmamış bir toplumda demokrasinin olması mümkün değil, bu sefer de bir effecter democracy diyor. Biraz sonra bir başka bir tabir, yani samimiyetten uzak, demokrasiyle neyi anladığını, kendisi, Jefferson falan o kurmuş, kendi anladığını yürütüyor 200 yıldır. Ama başkasına gelince, tabir yanardöner bir şeye dönüşüyor.

 

Mainten'de daha çok kendine göre şey yapılmış, yani dünya görüşü, said the world, bazı insanların tanrı rolüne soyunması gibi, "dünyayı ben şekillendireceğim" diyor. Yani iddia müthiş, bunu da yapacağım diyor. Ama öne koyduğu şeylerle yapamayacağının da görüntüleri var, yani yapmasının mümkün olamayacağı. Bu refahı bütün dünyaya yayacağız diyor, serbest hür ticareti yayacağız diyor, akıllı gelişme kalkınma politikaları diyor. Bunun için gerekli kurumlar var, birçok kurumlar var, AID başta olmak üzere, onlara verdiği rol, tamamen kendi sözünden çıkmayacak, buralarda belirli şartlara yaratacak imkânları onlara seferber ediyor. Kalkınmayla ilgili şeyler değil bu, Amerikan kalıbına uğrayacak, Amerikan görüşüne yaklaşık şeyleri desteklerim diyor. İcabında muhalefet değil, terörist demiyor, ama tam muhalif grupları ki, bazıları ona terörist diyor zaten. Onları desteklemek dahil ki, bu dönemde ortaya koydu, Amerika, Voice of America'ya aktarılan açık fonlar çok büyük bir artış gösterdi. El altından olanlar hariç.

 

Dünya sorunlarını, işte bulaşıcı hastalıklar diyor, kitle imha silahları, terörizm, insan trafiği diyor. Peki, Meksika'yla sınırında olan konuların hangisi fatura ediyor? Ona karşı tel örgütler örnek, İsrail'den esinlenmiş duvar yerine tel örgü örecek binlerce kilometre. Bunlarla harcanacak paralarla bu sorunların köküne inip, çözülmesini pek düşünmüyor. Ayrıca bir ilginç kavram ortaya koyuyor, pravt releasing. Bunun sapıklığı diyor. Din herkesin gurur duyduğu, saygı gösterdiği bir şey. Bunu pravt, bunu ayıklıyor, tu kaka diyor. Öbürü ne, yani pravt'da olmayana eyvallah mı? Halbuki bildiğimiz kadarıyla da Amerika din konusunda dünyanın birçok ülkesine taş çıkartacak, yani Avrupa'daki sekülarizm mi diyelim, laiklik mi, hangi tabiri kullanırsanız kullanın, Amerika bu ölçütlere göre kesinlikle değil. Biz siyaset meydanlarında ezan okunurken susan, saygı gereği susan bir siyasetçiyi bile kınıyoruz veyahut "bu laiklik değil" diye tartışıyoruz. Amerika'da adam parasının üstüne "in God trus" diyor ve cumhurbaşkanlarının, hele Reagan'ın, çok izlerdim, hemen hemen her nutkunda Allah'a şükrederdi adamı. Bizde bunu yaptığınız zaman, laiklikten ayrılmış oluyorsunuz. Buna rağmen bu tür ülkeleri de …Türkiye'nin ben görmedim, siz gördüyseniz… Bu bilinçli mi, bilinçsiz mi? Bence bilinçli. Bizi artık kal'e almama havası. Almaması mümkün değil, realiteler, jeopolitik bunu inkâr eder. O ne kadar farklı bir tezi de ileri sürse, onu inkâr eder. Fakat bizi küçümsemek için, önemsememek için ve o at pazarlığı lafından bu yana bize karşı o Kore harbinde sağlanan saygınlık, önem ve her türlü şeyin ötesinde, bunu Ermeni konusu da gündeme geldiğinde, temelde hep Kore'deki yaptıklarımız şey yapılıyor. Hakikaten şöyle bir düşündüğünüzde de, bir avuç bir Türk kuvveti, koca bir kolordunun yok olmasını şey yapıyor. Bunu Amerikalılar belki herkesten daha çok şey yapar, All Moyer, General Caster'ın, yani bu kuşatma altına girip de, yok olma psikozunu herhalde Amerikan Halkı ve daha çok da ordusu çok iyi yaşamış. Bunu biliyor ve böyle bir duruma düşmekten kurtardığı için Türklere karşı olağanüstü, hatta bazen tartışmasız bir sevgi ve bağlılığı kaybetmiş durumdalar. Bunu yaşayan nesiller hemen hemen artık yok olmak üzere. Ben birkaç tane bu savaşa katılmış, hayatını borçlu olan insanların birinci elden hikâyelerini dinledim, dostluklarım oldu. Hakikaten değişik bir şeydi. Çanakkale'de belki silah arkadaşı, belki 1930'larda, 1940'larda böyle Almanlar da vardı, bizimle aynı cephelerde savaşmış insanlar. Onların sözleri, ağırlıkları, etkileri artık kalmamış. Bir başka şey, âdeta İkinci Körfez Harekâtında, bir ölçüde birincide de yaptığımız zikzaklı davranışların "artık yetti gari" gibi deyip, bizi başka bir kategoriye almışlar.

 

…………- NATO içinde mütalaa ediyorsun.

 

METİN GÖKER- NATO içinde, çünkü Afganistan'da hâlâ ihtiyacı var, bölgede de ihtiyacı var. Oraya karışmıyor. Onun içerisinde zaten artık desteklerini, bizim sınırlarımızın güvenliğini ve ikili anlaşmalara göre yapabilmesi mümkünken, ikili bir garanti vermesi bu durumda çok daha önemliydi bence, çünkü savaşan bir taraf olarak karşıda NATO'nunkinden bence fiilen çok daha geçerli bir garanti olacakken, NATO içerisinde biraz sesi bozuk çıkanlara susun diyerek, oradan bize bir teminatı tercih etti.

 

Başarılar gösteriyor bazı şeyleri, Afganistan'a ve Irak'a gitmesini başarı gösteriyor. Girişi insanın, herkesin kapıyı açtığında hoş geldiniz der, ama ondan sonra olan nedir? Giderken kapı açılıp, kıçına tekmeyle mi çıkarsınız, o daha önemli. Girişi başarı göstermenin hiçbir anlamı yok, zaten öyle bir ezici gücü gören Irak da orduyu birden ortadan buharlaştı, ama bakınız, yıllardır başka türlü uğraşıyor.

 

Suriye'den Lübnan'dan çıkmasına büyük öncelik verdiği de anlaşılıyor. Bu hesapların yalnız Irak'a yönelik olmadığını, daha işin başlangıcından bence bir göstergesi ve onda gerçekten Suriye'yi, neredeyse yarım asırdır oralara yerleşmiş bir şeyi, tabii olarak o coğrafyanın parçasıdır, Osmanlı yönetiminde de Lübnan büyük Suriye'nin bir parçasıdır, öylesine iç içe geçmiş bir durumu doğrusu, adamları oradan çıkartarak başardı denilebilir. Bu sıra daha fazla demokrasiden söz ediyor. Suudi Arabistan, Fas, Kuveyt ve Ürdün'den de, buralara nasıl bir şey, yani rejim değişikliği mi öneriyor? Orada biraz kısıtlamış sözlerini, ama ileride olacakların listesinde tek tek zikretmiş; bu da ilginç.

 

Sonra biraz hafife mi alıyor, yoksa herkese uygun zevkine göre giyinsin diye, renkli devirler var. Şimdi başkalarına sarı, mor filan da düşünülüyor anlaşılıyor. Sonra hamleler yapacağını söylüyor, daha sonraki hamlelerin de Afrika, Latin Amerika ve Asya diyor. Asya derken Afganistan'dan öte nereleri düşünüyor bilemiyorum. Ama Latin Amerika'da, buralarda rahat nefes aldığında yüklenecek tek şey Chavez ve onun başlattığı sola temayül eden, aslında sosyal devlet anlayışı, yani orada 4 yıl çalışmış birisi olarak söylüyorum, onları solcu, komünist diye nitelendirmek, ben başta biliyorum, Chavez'in yapmak istediği, Atatürk hayranlığı içerisinde benzer şeyleri yapmak isteyen bir adam, komünistlikle hiç alakası yok.

 

Bütün bu ülkelerdeki, kendine müzahir çevreleri insan haklarına riayet edilmemesine karşı ayaklanmaya davet eden sözler var. Bazen specam yahut direnmek diyor. Repressor nazition diyor buradaki demokratik reform çevrelerine ve açıkça destekleyeceğini söylüyor, yani maddi, manevi. Bunun için de Amerikan yardımının bu amaçla kullanılacağını açıkça söylüyor. Buralarda kendine göre hür ve serbest seçimleri destekleyeceğini, kadın hakları, dini haklar filan diyor.

 

Sonra yeni birtakım ifadelerle, bu yardımları kesip biçip, terzi elinden çıkmış gibi, biçimine uygun oralara yönlendireceğini söylüyor. Gerekirse askeri kuvvetleri eğiteceğim diyor. Buradaki muhalif çevreleri desteği bu ölçüde açıkça söylüyor. Buradaki bazı liderleri, insanları da, bunlara karşı durmak için teşvik edeceğini, cesaretlendireceğini söylüyor. Bu arada bir karanfil atıyor demokratik ülkelere, bunlarla bunu ortaklık halinde veya işbirliği halinde yapmayı tercih ederiz diyor.

 

Destekleyeceği büyük projeler arasında dört yeri saymış. Birisi, Büyük Ortadoğu Projesi. Bu projeleri kuracağım ve güçlendireceğim diyor. Kuzey Afrika için bir şey var, bu Büyük Ortadoğu Projesinin uzantısı mı, yoksa ayrı mı bilemiyorum. Bir de, açıkça Birleşmiş Milletler zırhı içerisinde demokratik fonu artırıp, bununla o ülkeler üzerinde bir manivela olarak kullanacağını söylüyor.

 

Terörle ilgili bir tanımlama var. Daha doğrusu tanımlama değil de, bir anlayış. Bizim bunu kullanmamız gerekebilir. Bu PKK konusunda kendi sözüyle anlamak gerekirse, bu çok önemli bir şey. Masum insanların öldürülmesine indirgiyor. Bunun sebebi, gerekçesi ne olursa olsun. O zaman buna göre davranması istenilebilir.

 

Teröristlerin hareketleri, son zamanlardaki girişimlerini tek tek sayıyor. Bizim İstanbul'daki olayı, o günlerde aynı çerçevede gördükleri halde, özellikle İngilizler, Afganistan, Mısır, Endonezya, Irak, İsrail, Ürdün, Fas, Pakistan, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, İspanya ve İngiltere'yi sayıyor, Türkiye'yi zıplıyor; bir değil, birkaç olay olduğu halde.

 

İran ve Suriye'yi hâlâ yine hedef ülkeler gösterdiği belli, onlara terörizme kucak açıyorlar diyor.

 

Biraz önce söylediğim şeyde, pravt resealing of Islam'ı … ediyor, ondan ürküntü duyduğunu söylüyor ve bunun dünyayı istismar ettiğini söylüyor ve diğer dinlerle aykırı düşündüğünü söylüyor, ters olduğunu açıkça söylüyor. İslam'ı yalnız Hıristiyanlıkla karşı karşıya getirmiyor, tek tek saymış, Hıristiyanlık, Yahudilik, Hindu ve diğer dini gruplar diyor. Bütün kendileriyle aynı fikirde olmayan Müslümanlar diyor, yani ayrıca İslam aleminin de bir kısmını onların karşısına koyuyor, ama onlar dediği grup, pravt resealing of İslam'ı izleyen, inanan insanlar. Tanımlama çok yanlış bence. Burada işimizin çok zor güç olduğunu düşünüyorum, çünkü bir kere, terörizmle ilgimizin olmadığını göstermemiz gerekecek. İkincisi; İslam dininin bununla, gerçek İslam'ın bununla ilgili olmadığını. Ama bir yandan biz müdafaa ederken, adam hâlâ orada cihat kelimesiyle söyleyince, biz curry saintkelimesine ne kadar bozuluyorsak, adam da aynı şekilde bizim karşımıza, kendi ağımızdan çıkan sözü getirir. Burada bütün İslam dünyasının bir ağız birliğiyle İslam'ı tanıtması mümkün değil. Onun için bizim kendimizi o noktadan soyutlayıp, kendi savunmamızı yapmamız lazım. Bütün içinde bunu yapmamız mümkün değil, çünkü bir umacı zihniyetiyle Batı Avrupa… Affederseniz, ben buna Türkçedeki şeyiyle nişadırlı diyorum. Nişadırsız çalışmıyor bu toplumlar, yani devamlı kendilerine hafif mazoşist, sadist bir psikolojiyle bunu papazların, din adamlarının şeylerinden tutun, kendilerine bu eza, cefayı yaparak, daha başka yerlere doğru şartlandırmaya gidiyorlar. Engizisyonun işkencesinden tutun, her şeye kadar, yani bu herhalde Batı kültürünün, felsefesinin, yaşam tarzının da bir parçası bence. Onun için bundan bir 50 yılda, 100 yılda çıkmaları mümkün değil, 2000 yıldır böyle yaşıyorlar. Bence İsa'nın çarmıha gerilmesi bunun en uygun şeyi. Buna tapmak, insanın ezadan başka bir şeyler çıkarttığını gösterir. Size çok ilginç bir şey, Tebriz'de rahmetli Güneş'le beraber bir toplantıya gitmiştik, bizi bir kiliseye götürdüler, bir Ermeni kilisesine götürdüler. İnanın, kusarak çıktım dışarı. Harika vitraylar, her birinde bir işkence sahnesi. Prometheus'un ciğerini gagalayan akbabalar gibi şeyler. Adamın her tarafı ortada ve ona yapılan işkenceleri görüyorsunuz. Bütün o tablolar devam ediyor, kilisede 6-7 metre boyu vitraylar. İnsan huzur duymak istediği, huşu içinde olmak istediği şeye bu resimleri niye koyar acaba? Bence sakat bir düşünce tarzının ifadesi. Bununla da yaşarsanız, sonunda bu siyasetinize de, her şeyinize yansır. Çünkü temelde insan. Demek istediğim, İslam'ın hoşgörüsünü, hatta bu kelimeyi bile çok iyi satmanız lazım. Bakınız, bütün dillerde tolerance in tolerance şeklinde, yani eyvallah, lanet olsun, ama katlanırım. Halbuki hoşgörü kelimesinde hiç böyle bir şey var mı? Söylediğiniz her şey, düşündüğüm her şey, yaptığım her şey benim için hoş, uygundur; ama ben belki farklı yaparım demek. Halbuki tolerance'da katlanmak var. Zoraki olabilir, mecburiyetten olabilir, lanet olsun olabilir, ama bir zorlama insan için, ama kendini frenlemenin ifadesi olarak. Bunu bile doğru dürüst anlatamıyoruz, yani bizim yalnız İslam'dan gelen değil, Orta Asya'dan, Erenlerden gelen, Alperlerden gelen bir geleneğimiz var. Bu İslam'la hiç ilgisi yok, bunun Şamanizm'le belki şeyi var, Budist olan Türk boylarının tesiri var. Bozkır insanın yaşam tarzıyla, dürüst olmak, affetmiyor bazı şeyleri, ama gücün de hakkını tanıyor, adil olmanın önemini, paylaşmayı gösteren bir tarihimiz var. Ondan kaynaklanan bizim bir farklılığımız var İslam dünyasından.

 

Terörizmin kaynağı olarak siyasetten uzaklaşmayı, halkın uzaklaşmasını gösteriyor. Herhalde bir ölçüde doğru, ama bunun için neler yapılacak, onlar hakkında hiçbir söz yok. Greisens that can be blame others, işte hep başkalarını suçlamak. Bugünlerde belki İstanbul'da yapılan toplantıda da bazılarının dile getirdiği anlaşılıyor, hep suçu başkasına yüklüyoruz İslam ülkeleri, ama kendimizde aramamız gereken şeyler var. Bir de, alt kültürlerin yıkıcı faaliyetleri diyor ve bilgi yetersizliği veya yanlış bilgilendirme; bu da doğru.

 

Bir de, katili haklı gösteren bir ideoloji diyor. Bununla İslamiyet'i işaret ediyor ki, böyle bir şey dinimizde yok. Belki dinin kuruluşu gibi, İsa gibi her şeyi sineye çekip, bir tokat da bu tarafıma vur diye yanağını dönmemiş, adam savaşarak bu dini kurmuş. Kuruluşunda belki onlara koz veren bir yön var, ama ondan sonraki davranışları, yükselmesi, yayılmasında sadece kılıç kalkan değil.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Sayın Büyükelçim, 2002 stratejisine de baktığınız zaman yine bunları görüyoruz. Aradan bir 4 sene geçti, bu kadar çok müdahaleler oldu, temaslar oldu, toplantılar oldu. Anladığım kadarıyla, hâlâ yine dediğim dedik havasında, hiçbir şey almamış, hiçbir ders almamış ve hatta 2002'ye nazaran, daha küstah bir yaklaşım içerisindeler, yani Amerika'nın bugünkü stratejine baktığımız zaman. Evet, 2002'de bile çok zorlandı bu stratejiyi yürütmek için, Irak'taki durumunu görüyoruz, Afganistan'daki durumunu görüyoruz. Buna rağmen, üstüne bir kat daha, böyle tedbirler alarak, acaba 2006'dan sonra bunu uygulama şansı var mı?

 

METİN GÖKER- Bence bu yönetimdeki kişiler kaldığı sürece, onu ideolojisini yapanlar da kendini inkâr eden namert; inatçılıkla fikirlerinde ısrar ediyorlar. İşte Brezinski gibi bir adam çıkıyor, yanıldıklarını anında söylüyor.

 

…………- Fukuyama söyledi.

 

METİN GÖKER- Evet, söyleyenler var; ama o takımın içinden insanların bunu iş başındayken söylemesi mümkün değil. İyice duvara toslayıncaya kadar gidecek, bu da bir iki sene böyle götürülebilir. Ondan sonra da üçüncü kez seçilmesi mümkün olmadığına göre, daha 3-4 sene daha tahammül edeceğiz anlaşılan.

 

Bölgesel ihtilaflara da temas ediyor. Onların sebebini de kötü hükümetler, dış tecavüzler, menfaat çatışmaları, iç ayaklanma, kabile hasımlıkları, etnik ve dini kin, nefret diye şey yapıyor. Jenosidin tarifini, jenositle ilgili hukuki tartışmaların işin teknik yönünü gölgelememesi, bu konuda atıl kalmaya bir bahane olmaması gerekir diyor. Bu da bence, bizim açımızdan Ermenice jenosidiyle ilgili olarak kullanılabilecek bir söz, yani lehimizde olan, yani bizi desteklemiyor da, bundan çıkarak, onların bu konuda daha iyi tedbirler alması, daha bize karşı müzahir bir tutum alması için kendi sözleri olarak kullanılabilir diye düşünüyorum.

 

İran'a karşı husumetinin devam edeceğine dair bir ifade buldum. İran'ın rejimini ve temel seçimlerini, stratejik kararlarını Amerika'nın aleyhine görüyor. Dolayısıyla İran nükleer konuda yatıştırıcı bir duruma da girse veya başka konularda daha tavizkâr da davransa, temelde oradaki yönetimin ve oradaki bu hâkim fikrin değişmediğini gördüğü sürece, daha doğrusu kendine uygun bir kukla rejim veya tam yönetebileceği, etkileyeceği bir düzen orada kuruluncaya kadar İran'a karşı durmaya devam edecek. Bunun jeopolitik önemi dolayısıyla, petrol konusundaki ağırlığı dolayısıyla, İran'a çok büyük önem veriyor, hatta bu konuda bence Irak'tan daha fazla önem veriyor. Fakat Irak'a kıyasla yapabilecekleri daha sınırlı.

 

Bir de, bu transformational diplomacy diyor; bu dünyada demokratik ülkelerde sorumlu yönetimlerle işbirliği için kullandığı bir tabir. Ama transformational diplomacy'yle krallıkla yönetilen bir şeye, bu diplomasi içerisinde demokratik bir rejime sürüklüyorum diye, apayrı bir şey de olabilir.

 

Amerika'nın stratejisiyle ilgili olarak beş tane prensipten söz ediyor. Bunlardan ikili veya global açıdan olabileceğini söylüyor, fakat bölgesel global ve şeyleri inkâr eden ikili politikalar uygulamayacağını söylüyor. Ülkelerle ilişkilerinin, Amerika'nın elinde çok etkin bir şekilde kullanmakta olduğu, bütün kurumlarıyla desteklenmesi gerektiğini söylüyor. AID'den tutun, Amerika'nın Sesi'ne kadar. Amerika'nın menfaatlerinden de öte, Amerikan vatandaşlarının menfaatlerine karşı en ufak bir ters davranışta olan ülkelerle ilişkilerin farklı olacağını söylüyor. Açıkça tehdit, yani benim kaç vatandaşıma kötü muamele veya istemediği bir şeyi, hukuki dahi olsa, cezalandırabilirim demek istiyor ki, işte bu yine efelik psikozu.

 

Başka ülkelerin yaptığı seçimleri dikte edemeyiz, ama bunların daha doğru, bizim yönümüzden hesaplar yapıp, kararlar alması için nüfuzumuzu kullanırız diyor. Bu çok ilginç, açıkça döverim demiyor, ama ben seni okşarım diyor.

 

Bütün bunlardan sonra, biz bu konularda başkalarıyla, müttefiklerle ve ortaklarla davranmayı yeğleriz, ama olsa da olur, tek başıma giderim diyor. Benim söylemek istediklerim bu kadar.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Teşekkür ederim Sayın Büyükelçim. Buyurun.

 

METİN ÖZDEĞİRMENCİ- Efendim, tüm katılımcı arkadaşlara selam ediyorum. Tabii, Sayın Büyükelçimin söylediklerine aynen katılıyoruz. Fakat genel bir değerlendirme yaptı, burada bir yol haritası çizilmiş. İzin verirseniz, o haritayı takip edeceğim.

 

2002 ulusal belgesinin uygulama sonuçlarına özetle bakarsak, bir defa, baba Bush'un bırakmış olduğu, Körfez Harekâtında baba Bush'un bırakmış olduğu işi oğul Bush tamamlamış. Bunun yanı sıra, petrol kaynakları başta olmak üzere, diğer alternatif enerji kaynaklarının ve bu enerjilerin nakil olayının ulaştırma hatlarını, jeostratejik ve jeoekonomik hatların güvenliğini sağlamış. Biz daha uzun yıllar Irak'tayız söylemleriyle de bunu ispatlamaktadır.

 

2002 belgesinde yayılmacılık politikasını başarıyla tamamlamış. Kuvvetlerini belirlemiş olduğu, özellikle Orta Asya'da belirlemiş olduğu bazı seçilmiş üs bölgelerine ve bazı ülkelere, kritik ülkelere yerleştirmiştir. Özellikle bu Afganistan'ın kuzeyindeki ülkeler.

 

Herhangi bir düşman devletin kendisine veya kendisine göre müttefik olduğu ülkelere yapabileceği dayatmaları güç kullanmak suretiyle, biraz evvel Sayın Büyükelçinin söylediği gibi, doğrudan gücünü kullanmak suretiyle püskürtebileceğini de ispatlamış.

 

2002 belgesi ABD emperyalizminin politikalarına kılavuzluk etmiş temel bir belgedir diyebiliriz. Terörizm ve diğer tehditlere karşı savaşı, düşman sahaları veya düşman devletin topraklarına taşıyabileceğini, bu anlayışı başarıyla uyguladığını göstermiştir ve iyi savunmanın iyi saldırı olduğunu ispat etmiştir.

 

Bu faaliyetleri yaparken, bu ulusal belgesine dayalı olarak, Orta Asya'daki cumhuriyetlerle ilişki içerisine girmiştir ve bu cumhuriyetleri etkisi altına almış, ama bir yandan da bu cumhuriyetler üzerindeki Rusya'nın etkisini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır, yani oralarda bir askeri açılımları başlatmıştır. Örneğin, Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkelere fiilen kuvvetlerini yerleştirmiştir. Az da olsa askeri gücünü oralara yerleştirmiş ve bu bölgelerde askeri açılımını başlatarak, dünyanın bu bölgedeki, yani Orta Asya'daki etkinliğini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.

 

Önemli bir konu, Irak petrol rezervlerini ele geçirmek suretiyle, dünya petrol piyasalarını kendi arzu ve isteklerine doğru şekillendirmeyi becermiş. Zaten OPEC denilen teşkilatı genelde hiç sevmeyen Amerika, onun söylemlerinden, tehditlerinden bir bakımdan kurtulmuş, Irak'ı âdeta kendi petrol istasyonu haline getirmiştir.

 

Tabii, soğuk savaşı döneminden uzaklaştığı ve tek kutuplu dünyada uluslararası kurallardan ve kurumlardan da uzaklaşmıştır. 11 Eylül saldırılarına önleyici askeri önlemler politikaları veya önleyici taarruz politikaları çerçevesinde yapılan bu saldırıların kendi topraklarının ve kendi yurttaşlarının can güvenliğine yapılmış kabul ederek, Irak'ı doğrudan işgal etmiştir.

 

Sayın Büyükelçimin ifade ettiği gibi, bu 2002 belgesinde şiddete dayalı politikası ön plana çıkmakla birlikte, yine 2006 ulusal belgesinde, şiddete, bunu her yerde tekrar etmemekte, icap ederse sorunların, birinci stepte diplomatik yollarla, ikinci stepte müttefikleriyle işbirliği yapmak suretiyle bu sorunların halli yoluna gitmek gibi birtakım değişiklikleri getirmiştir.

 

2006 belgesine geldiğimiz zaman, 2006 belgesinde, 2002 belgesinde yayılmacılık anlayışı bir defa hâkim.

 

…………- Acaba madde madde gitsek de, bir aşamaya gelsek de, en azından belli bir seviyede odaklansın.

 

METİN ÖZDEĞİRMENCİ- Benim 2002 ulusal belgesi hakkında söyleyeceklerim bu kadar.

Şimdi iki belgenin karşılaştırılması ve oradaki Türk-Amerikan ilişkileri, artı şunları özetle söylemek isterim: Bir defa, 2003 yılına kadar Türkiye ABD'nin iyi müttefikleri arasında olarak geçiyordu, ancak ne zamanki 1 Mart tezkeresi meselesi gündeme geldi, olaylar değişti. Olaylara tezkere açısından ve ABD açısından baktığımızda, ABD tezkeredeki olumsuzluktan dolayı Türkiye'ye karşı kızgınlığını ve kırgınlığını göstermiş. Bu telafi de edilememiş bugüne kadar, hâlâ böyle durmakta. Türkiye cephesinden baktığımız zaman, Türkiye de ABD'ye karşı kırgın. Niye kırgın? ABD terörle mücadele veya PKK'yla mücadele konusunda gerekli fiili desteği, müdahaleyi yapmamıştır, oralarda toleranslı kalmıştır şekliyle, ABD'ye karşı kırgın.

 

Örneğin, Türkiye esasında Irak konusunda bazı hususlarda ABD'ye destek vermişse, ABD sanki İncirlik Üssü ve diğer onun dışında vermiş olduğu destekleri olağan bir iş gibi algılamış veya öyle gösterme çabası içerisine girmiş, fakat sembolik olarak Irak'a asker gönderen diğer ülkeleri de âdeta ödüllendirmiştir.

 

Türkiye-ABD ilişkileri hâlâ zayıf noktası ekonomik alandaki sığlıktır. ABD ile ilişkiler genelde siyasi alanda sınırlı kalmıştır. Siyasi alanda Türkiye'ye sözde kalan destekler verilmiştir.

 

Yeni belgede ise, biraz evvel ifade ettiğim yayılmacılık anlayışı hâkim, fakat önleyici askeri faaliyetler politikaları devam etmekle birlikte, sorunların çözümünde diplomaside ve müttefiklerle işbirliği esaslarına da yer vereceğini vurgulamış. Soğuk savaş dönemindeki "3 d" olarak bilenin stratejiden vazgeçilmiş, savunma, caydırıcılık, kararlılık gibi stratejiden vazgeçilmiş. Onun yerine tek taraflı askeri önlemler politikalarını koymuş.

 

Terör tanımı önemini korumuş, koruyor yeni belgede de, fakat burada Sayın Büyükelçimin de üzerinde vurguladığı, dost-düşman rejimlerin ve ülkelerin birbirinden ayrımı konusunda yeni terimler ortaya getirmiş. Şöyle ki: Etkin demokrasiler, yeni dünya sistemi, etkin demokrasiler ve tiranlar gibi üç gruba ayırıyor. Örneğin, dost devlet açıkça ABD'yle birlikte hareket eden devletler değil artık. Dost devlet, etkin demokrasilere sahip olan ve Amerika Birleşik Devletleriyle ortak paydaları paylaşan, ortak değerleri paylaşan devletler olarak tanımlanıyor.

Önleyici stratejiden vazgeçilmiş. Ancak mesela, 2002 belgesinin uygulamasında Afganistan'ın işgalinde kendi gücünü kullanmaktan çekinmiş, orada koalisyon güçleriyle hareket etmeyi veya NATO'yu devreye sokmayı öngörmüş; ama Irak'ın işgalinde doğrudan kendi kuvvetlerini kullanmış. Dolayısıyla herhalde Afganistan'ın coğrafyası, durumu, pozisyonu ürkütüyor.

 

Esasında önemli bir konu, 2006 belgesinde istikrarsızlığın kaynağının, terörden beklenen, demokrasiye inanmayın, kitle imha silahlarını barındıran grupları, devletleri görmekte. İşte buna da Ortadoğu'daki devletleri sokmuş. Ama istikrarın kaynağını da şöyle tanımlıyor: Etkin demokrasiye inanan, insan haklarına ve özgürlükleri savunan, bunun için de ABD'yle işbirliği yapan, yapmaktan kaçınmayan ülkeler olarak açıklıyor. Yeni … Amerikan ilişkilerinin değerlendirilmesini, yeni ulusal güvenlik stratejisiyle, Ortadoğu ve Orta Asya'da yakın bir gelecekte Amerika Birleşik Devletlerinin çıkışı düşünülmüyor. Dolayısıyla burada ABD ile yeni sağlıklı, istikrarlı bir Türkiye ilişkileri olabilecekse, bir defa ABD'nin Türkiye'ye vermiş olduğu siyasi desteklerin, ekonomik alanda da desteklenmesi lazım, yani ekonomik alandaki ilişkilerin sığlığı ortadan kaldırılması lazım. Stratejik ortaklık tek yönlü yararlanmayla değil, karşılıklı ortaklık, işbirliği, özellikle ekonomik alanda güçlendirilmeli. PKK'yı kâğıt üzerinde terör örgütü saymaktan vazgeçmeli, fiili etkili bir işbirliğine dayanan önlemler almalı. KKTC'ye uygulanmakta olan izolasyonların kaldırılmasında Türkiye'yi desteklemeli, simgesel hareketlerden kaçınıp, tam desteklemeli, bunu göstermeli.

 

2006 belgesi Amerika nasıl bir dünya istediğini şekillendirmiş. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu ulusal belgeyi iyi bir sentez, analize tabi tutmak suretiyle, dış politikalarını belirlerken, bunu dikkate alması gerektiğine inanıyorum.

 

Ortadoğu'da Suriye'yi, Filistin'i, İran'ı, Irak'ı, hep işte terörden beslenen, demokrasiye inanmayan ve kitle imha silahları bulunduran haydut devletler olarak görmekte ve dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesiyle bu coğrafyaya ve halkın çoğunluğu Müslüman olan bu coğrafyaya hâkim olmak istemektedir. Suriye'yi, Sayın Büyükelçimizin de ifade etiği gibi, onu da demokrasiden yoksun haydutlar arasında mütalaa ediyor. Ancak gerek Suriye, gerek Lübnan veya gerekse Ortadoğu'nun tümümde Türkiye, ABD'nin bu anlayışı dışında hareket etmek zorunda, ılımlı bir diplomasi izlemek zorunda. Çünkü bunlar bizim yakın komşularımız ve yakın komşuluk çerçevesinde ve tarihsel bağlar açısından olaya bakmak lazım. Cumhurbaşkanımızın Suriye'yi ziyareti, Suriye ile hükümetlerin bakanlar seviyesindeki ilişkileri gibi faaliyetler, bizim oralara nasıl baktığımızın da birer siyasi sembol gösterileri gibi.

 

Eğer Ortadoğu'da barış olacaksa, tabii ki bu barışın arabuluculuğunu sanıyorum, yine ABD yapmak isteyecektir; çünkü gelişen olaylar bize şunu gösteriyor: Gerek İsrail'in, gerekse Filistin'in arabulucu olarak hâlâ Washington yönetimi ortada. Dolayısıyla Orta Asya'daki ve Güney Kafkasya'daki etkinliğini kesmeyecektir, varlığını giderek artıracaktır.

 

Bu arada, Çin'le ilgili bir şey ifade edeyim. Çin Amerika'nın arka bahçesi gibi kabul edilen Latin Amerika ülkelerine yanaşmıştır ve yatırımlarının hemen hemen yüzde 50'den fazlasını oraya yapmaktadır. Önümüzdeki çok kısa bir gelecekte Çin'in bu arka bahçe yatırımlarının 100 milyar dolarları geçeceği ifade edilmekte. Amerika da bunun farkında. Dolayısıyla ilişkileri Çin'le germeden, bunların etkilerini ortadan kaldırmak için çaba sarf edecektir.

Ancak bir şeyi daha ifade etmek istiyorum: ABD'nin Orta Asya'daki açılımları, gelecekte Rusya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasında ciddi krizlere yol açacaktır.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Ben olaya enerji penceresinden bakabilir miyim?

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Tabii.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Büyükelçimiz genel olaraktan bir özetleme yaptı, Paşamız da onu tamamladı ve gelecek şeyleri söyledi. Ben şöyle enerji yönüne bir bakmak istiyorum.

 

Şu elimdeki tablo, Amerikan Enerji Bakanlığının internet sitesinden aldığım 28 Şubat 2006 tarihli tablo. 2003 yılında dünyanın nerelerinden ne kadar günlük petrol çıkartıldığını söylüyor, ama 2030 yılına kadar günlük varil olaraktan petrol akışları için hazırlanmış bir tablo. 2004-2030 arasındaki yüzde artışlarıyla birlikte. ABD'nin ulusal güvenlik stratejisinden başka bir de ulusal enerji stratejisi var. Ulusal enerji stratejisine baktığımız zaman, bugün elektriğini büyük ölçüde … üreten, ama tabii nükleer enerjiyi de kullanan, kendi petrolüyle kendi talebini karşılamayan, kaynaklarını kullanmak istemeyen. Mesela, Alaska'da büyük petrol yataklarını açmak istemeyen, petrol ambarını açmaktan özellikle kaçınan, ama dışarıdan petrol getirmeyi ilke edinmiş bir ülke. Ortadoğu'dan petrol alıyor, ama Ortadoğu'dan aldığı petrol aslında Güney Amerika'dan aldığı kadar değil, daha az. Son dönemde Hazar bölgesinden de petrol almaya başlamış, onu da yüzde 14'e kadar çıkarmayı amaçlıyor. Ortadoğu'dan aldığı da yüzde 20 civarında vesaire. Yalnız Büyük Ortadoğu Projesinin içerisinde bu ülkelerdeki petrol kaynaklarının değerlendirilmesi -Ortadoğu'da dünya petrolünün yüzde 60'ı var- bunu sadece kendi amacı için değil, Amerika'nın dostları diyebileceğimiz veyahut da hepimizin dostu diyebileceğimiz Batı dünyası, global dünyanın petrol talebinin aksaksızca karşılanmasını hedefliyor.

 

Amerika'nın güvenlik stratejisinde ortaya koymuş olduğu, Ortadoğu Serbest Ticaret Alanı Projesi var, MEFTA'ya özetlemiş. Orayı bir global pazar haline sokarken, enerji vesaireden de bahsediyor. Bu doğal kaynakların aksaksızca Batıya akmasını düşlemiş ve ona göre de askeri stratejisini vesaire oluşturmuş. Az önce paşamız söyledi, enerji yollarının önünü açtı diyerekten.

 

Ben bu girişten sonra, ABD'nin Türkiye'yle özellikle son dönemde gerginleşen ilişkilerine değinmek istiyorum. Bakû-Tiflis-Ceyhan'ı biz Clinton döneminde kotarırken ABD'nin büyük yardımlarıyla kotarırdık. Ben Süleyman Demirel'le Dünya Enerji Dergisini çıkartırken defalarca yapmış olduğum görüşmelerde, konuşmalarda, ABD'nin desteği olmasaydı… Eski bakanımız olarak Sayın … bizim Bakû-Tiflis-Ceyhan'ı başarmamız mümkün değildi. Ama o günkü Amerika'yla bugünkü Amerika aynı şekilde Türkiye'ye bakmıyor. Bakın, bugün Amerika'nın Türkiye'ye bakışında değişme var ve artık petrolün Türkiye üzerinden akıp akmaması onun için önemli değil. Nitekim, Kuzey Irak'taki petrolün bizim Ceyhan'a gelmesi yerine, Hayfa'ya gitmesini tercih eder durumda. Eskiden Hayfa'ya doğru giden bir boru hattı varmış, ama şimdi kullanılmayan, tahrip olmuş, berbat bir hat, ama o hattın yeniden yapılması gündeme gelmiş durumda, yani Kerkük petrollerinin artık Ceyhan'a akması söz konusu olamayacak. Geçen sefer de ben burada İran konuşmamda söylemiştim. 80 milyon tonluk yıllık taşıma kapasitesi olan hattan 2005 yılında 1 milyon ton dahi akıtamamış durumdayız ki, artık akmasını beklemeyelim. İran'ın yumuşatılması tabii ki devrede, ama İran üzerinden geçen boru hatları da var, o güzergâh henüz kendisi için güvenli değil, Türkmenistan'la Afganistan … birlikte, İran üzerindeki güzergâhı da kullanacak olursa, ben korkarım ki, Hazar petrolleri için Türkiye'nin dışarısına da bir yol açabilir.

 

Bu arada bizim bugünkü Hükümetimiz de eksik olmasın, Amerika'nın ekmeğine yağ sürecek şekilde davranıyor ve Ruslara diyor ki, "Samsun-Ceyhan hattını açayım, sen petrolünü Ceyhan'a doğru indir" Amerika'nın hiç hoşlanmadığı bir proje, oraya Rusların girmesini istemiyor. Biz orayı … petrol piyasası pazarı haline getirmek istiyoruz, ama onu Amerika tamamen Avrasya, Orta Asya petrolüyle yapmayı düşlerken, Rusların oraya doğru girmesini istemiyordu. Zaten Ruslar Ceyhan'a karşı çıkan bir proje içerisindeydiler. Doğalgazda da bizimkilerin yine Rusya'ya karşı aşırı şekilde bağlanması -zaten Amerika Mavi Akım'a hiçbir şekilde sıcak bakmadı- Amerika'nın tepkilerini topluyor. Kısacası Amerika artık, Türkiye'yi Avrasya petrolleri için bir geçiş hattı şeklinde görmek istememekte.

 

Yine, eskiden … konuşuyorduk Pazartesi yapmış olduğumuz sohbette de dile getirmiştim, kendisi de bana katılmışlardı. Orta Asya ülkelerine Türkiye'yle giden Amerika, şu anda Türkiye'yle gitmiyor, kendi başına gidebiliyor ve 2000 yılından itibaren maalesef, Türk devlet adamları, bizim Türki cumhuriyetlerde yoklar, o bölgeyi tamamen boşladık, bıraktık. Bu Hükümet döneminde hiçbir şey yok, Demirel'den gittikten sonra giden devlet adamlarının da zaten sayısı çok az. Gitse de, o projeyi oluşturabilecek adamlar gitmiyorlar.

 

Amerika bir yandan da, geçen gün konuşmamda da söylemiştim, Çin Seddine paralel gibi, sanki Afganistan'dan Kazakistan'a doğru ulaşan bir hatla kesip, Çin'e petrolün, doğalgazın geçmesini engellemeye çalışıyor. Onu batıya veya kendisine doğru almak isteyen bir yol üzerinde.

 

Ben Amerika'nın bütün askeri stratejisi, sizler gibi, sayın paşalarımız, subaylarımız gibi stratejiyi bilemem, ama bu kaynakların değerlendirilmesi üzerinde toplandığı kanısındayım. Mesela, Kazakistan'ın çok zengin uranyum yatakları olduğu söyleniyor, diğer ülkelerde de benzer yataklar. Enerji ve hammadde kaynakları bakımından Amerika bu bölgeye yerleşecek ve o bölgeden kolay kolay da gitmeyecek.

 

Türkiye'nin ilişkilerin gerginleşmiş olması, tabii ki o at pazarlığı dediğimiz olaydan bu yana başladı. 1 Mart tezkeresinin sonuçları da bunu getirdi. Ben 1 Mart tezkeresinin geçmemesine üzülen insanlardan biriyim. Ben bizim ordumuzun Irak'a o dönemde gidilmesinin yararı olacağını düşünüp, ona göre yazılar yazan bir kişiydim. Bazı aksilikler oldu. Şimdi belki bunları da kullanarak, Türkiye'ye ters davranarak, İran için Türkiye'den taviz koparmak da isteyebilir, yani İran'a karşı yapılacak bir askeri harekâtta, "şimdiye kadar bak aramız açıldı, burada yardım ederse, bundan sonra işi düzeltiriz" diyebilir, Türkiye'yi daha büyük sıkıntılara da sokabilir. Ama ne yazık ki, bugün olaylara bu çerçevede, şu perspektif içerisinde bakabilecek, stratejik oluşturabilecek, politika üretebilecek devlet adamlarımız da görev başında değiller veyahut da kenarlarda duruyorlar, iktidarın onların elinde değil. Böyle eneri ağırlıklı bir politika ve onu destekleyecek bir askeri strateji, ulusal güvenlik stratejisi kokusu seziyorum. Benim özet olaraktan şu aşamada söyleyeceklerim bu kadar.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Sayın hocama aynen katılıyorum, aslında ulusal güvenlik stratejisinin esas göstergesi, buradaki stratejide kendini gösteriyor, enerji stratejisinde kendini gösteriyor.

 

Müteakiben belki konuşmacılar bu konuya değinirlerse yararlı olur; özellikle bizim Türk-Amerikan ilişkilerinin açıklığa kavuşturulması bakımından. Acaba Amerika bugünkü -ki, son zamanlarda bu konuda basında çok haberler yer alıyor- AKP Hükümetine mi karşı, yoksa Türkiye'ye mi karşı? Sanki böyle birtakım hazırlıklar varmış gibi basında haberler yer alıyor. Nitekim mesela, ABD Genelkurmay Başkanı Türkiye'ye geldi, hiç de öyle sert mesajlar vermedi, gayet yumuşak mesajlar verdi. Ama bir bakıyorsunuz, Amerikan Temsilciler Meclisinden üyeler geldi, veryansın ettiler. Bizimkiler oraya gitti, orada onlara bir şekilde veryansın ettiler. Bir de olayı bu açıdan da bakıp, değerlendirmekte yarar var. Haldun Paşam buyurun.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Efendim, benim konuyla ilgim tabii meslek itibariyle. Hasbelkader Amerika'yla ilişkilerimiz, bir ucundan bulaştım, yani gerek karargâh, gerek kıta görevlerim itibariyle. Ayrıca Washington'da bir dönem böyle bir kuruluşta gayri resmi bir görev yaptım ve halen de bir doktora programının içindeyim ve onun bir parçası olarak da Amerika'yı biraz daha ayrıntılı inceliyorum.

 

Konuşulan çok faydalı şeyler gündeme geldi. Sadece birbirimizi daha iyi anlamak açısından bir ikisine değinmek ihtiyacını hissediyorum, ufak nüanslar var aramızda herhalde.

 

En sondan başlayayım. ABD Genelkurmay Başkanının gelişi, genelde ABD'li askerlerin daha böyle ılımlı, sanki bizim canciğer kuzu sarması seviyorlarmış gibi. Bu Amerikan siyasetinin yürütülmesinde veya dış politikasında siyasetinin yürütülmesiyle ilgili bir teknik. Amerikalılar bizim gibi geri kalmış ülkelerde, bizi öyle görüyorlar, biz kendimizi öyle görelim veya görmeyelim, ama onlar bizi öyle görüyorlar. Bu ülkelerde siyasiler üzerinden dolaylı sonuç almaktansa, asker askere daha iyi anlaşıp, bypass etmek amacına yönelik. Dolayısıyla bu Türk-ABD ilişkilerinde eskiden beri süregelen bir hastalık. Her ne kadar son birkaç yıldır Genelkurmay göründüğü kadarıyla bu konuda bilinçli bir şekilde kendini geriye çektiyse de, Amerikalılar bu konuda ısrarlılar, yani bu konudaki mainsheet'lerini pek kolay ve yakın gelecekte olabilecek gibi gözükmüyor. Dolayısıyla askerlerle konuşurken ifade ettikleri cümleler, üslup, kullandıkları temalara bakıp, ABD'nin genel politikası açısından pek isabetli sonuçlar alamayabiliriz diye düşünüyorum.

 

Diğer bir konu, tabii burada national security belgesi. Bizde de bu konular çok fazla konuşulmuyor. Çok konuşulmadığı için, herkes başka bir şey anlıyor. Tabii, bu belge, yani ABD'nin national security strategy dediği belge, ABD sistemi içinde gizlilik derecesi olmayan en yukarıdaki belge, yani ne varsa hep bunun altına giriyor, yani bundan daha yukarıda başka bir şey yok. Dolayısıyla enerji strateji ve askeri strateji veya deference strateji, ekonomi stratejisi diye hepsi bunun içinde. Dolayısıyla böyle bakmakta büyük yarar olduğunu düşünüyorum. Ama tabii, hocama katılıyorum, bunlar, bu iş … olmuyor, bunları yapacak, becerecek kadroların oluşturulması lazım, mutlaka ciddi bir iletişim kurulması lazım. Mesela, bizde akademisyenler, akademik dünya, siyaset geliştirmenin tamamen dışındadır. "Kim içindedir?" derseniz, bunu ben de pek bilemiyorum. Tabii, bu şekilde böyle bir belge oluşturmak mümkün değil, yani mekanizmalar.

 

Enerjiyle ilgili 2006 belgesinin içinde ilginç şeyler var. Ben tabii, asker olarak çok fazla anlamıyorum enerjiden, ama sanki şöyle okudum: Bugüne kadar böyleydi, şimdi yavaş yavaş artık kendi kaynaklarımıza dönmemiz gerekir, bunu düşünmeliyiz, çok bağımlı hale geldik, biraz dönmeliyiz gibi, sanki öyle bir yorum aldım bende, yani Alaska petrolleri vesaire.

 

Irak'a müdahale konusu gündeme geldi, hocam açık kalplilikle söyledi. Ben de açık kalplilikle söyleyeyim. Ben tezkerenin geçmemesine memnun olanlardanım. Niçin? Bazı şeyleri belki henüz söylemek çok erken tarih içinde, ama şunu söyleyebilirim: Biz kendi ülkemiz içinde dahi asayişi sağlamaktan acizken, yalnız Güneydoğu'da değil, Ankara'da, İstanbul'da dahi asayişi sağlamazken, sınırlarımızı koruyamazken, gümrüklerimiz yol geçen hanıyken, bir başka ülkeye gideceğiz, çok sınırlı kaynaklarımızla, o bize çok büyük belalar getirirdi. Allah tarafından kurtarıldık diye düşünüyorum.

 

Kıbrıs'a bakalım. Şimdi Irak'a gidelim diyoruz, orayı şey yapacağız, şey edeceğiz. Kuzey Kıbrıs'a biz 1960'ta çıktık. 1960'tan bu yana 46 yıl geçti. Bizi bayraklarla karşıladılar, kurbanlar keserek karşıladılar, gelinlik kızlar gelinlik kıyafetlerini giyerek, yollara döküldüler, askerlerimize güller attılar. Dinimiz bir, dilimiz bir, kültürümüz bir, tarihimiz bir, bu kadar menfaatlerimiz üst üste geliyor, bir tek biz onları tanıyoruz, bize döndüler, yani biz bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Bu yanlışları yaptığımıza teşhis koyup, tedavi etmeden, bir başka ülkeye maceranın da ötesinde, maceraperestliğin bile ötesinde idi.

 

Diğer bir şey, özellikle sayın büyükelçinin söylediği, bu pravt releasing konusu, tabii İslam'a büyük yer verdiği kesin. Biraz sonra ben de değineceğim, bu pravt dediği, ben sizden biraz farklı yorumladım. Hani İslam'ı yüceltiyor, İslam'ı yücelterek, ifadelere gösterilebilecek okuyucunun tepkisini hafifletmeye çalışıyor. Ama pravt İslam'ı yüceltmeye yönelik, hatta biraz da aşırı yüceltiyor diğer dinlere göre.

 

…………- İlahi din anlamında mı kullanıyor?

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Prav derken, bu dine inanların, bu dinden olanların gurur duymaları gereken, gurur duyabilecekleri bir din anlamında. Arada Yahudilikten, Hıristiyanlıktan vesaire verdiği örnekler de, orada ben şöyle yorumladım: Bugün İslam istismar ediliyor, bu yalnızca İslam'da değil, bütün dinlerde bu istismar vardır zaten diye gene yumuşatmaya yönelik, yoksa karşı karşıya getirmeye değil.

 

Kore konusunda tamamen katılıyorum sayın büyükelçimin dediğine, gerçekten çok önemli, yani şimdi burada zaman almamak için kendi alanlarıma girmeyeceğim, ama katılıyorum. Fakat köprülerin altından çok sular aktı, yani Kore 1950'lerde, yarım yüzyıldan fazla zaman geçti, şimdi bugüne geldik, bugüne bakalım. Amerikalıyı en fazla etkileyen benim görebildiğim kadarıyla Özal dönemi, hani Özal'a, Atatürk'ten sonra en büyük hayranlık duyuluyor Amerika'da, samimi olarak hayranlık duyuluyor, yani bilen, tanıyan çevrelerde, Türkiye'yle ilgilenen çevrelerde. Her yıl Özal lecher diye hâlâ devam lecher'lar var. Bizde belki unutuldu siyasi yönü, birçok şeyleri falan; ama orada unutmayan Özal'a sahip çıkan bir çevre var. Dolayısıyla bugün Türkiye ne yapıyorsa veya yapmıyorsa, Özal dönemiyle mukayese ediliyor. Özal dönemiyle mukayese edildiğinde siyah-beyaz kadar farklı bir durum var. Tabii, bu son tezkerenin geçmesi gerçekten ciddi bir sorundu. Düşünün, tümeni bindirmişsiniz, gemiler Akdeniz'de ve oradan oraya gidiyor ve bekliyor, bir türlü açmıyorsun, bu arada pazarlıklar devam ediyor, gelmiş, yerler tutuluyor, fabrikalar, çiftlikler, dikenli teller çekiliyor, adamlar gelmiş, İskenderun'a inen var, bir kısmını bizim askerler iletişim noksanlığından yere yatırıyor, silah gücüyle alıyor, burnunu sürtüyor falan. Bunlar Amerikalının çok onuru kırdı. Bizim olsa, bizim de kırardı. Bunu unutmadı Amerikalılar. Rumsfeld hiç söylemediyse 10 defa,bugünkü başarısızlığı bile döndü döndü Türkiye'nin buraya müsaade etmemesine bağladılar, hâlâ da bağlıyorlar. Amerika yine de bunun üstüne sünger çekti, unutmadı, ama üstüne sünger çekti. Ancak son dönemde, son 1,5 yıldır mevcut hükümetin, gerek Başbakan, gerek hükümete yakın çevrelerin vesairesöylemi, Amerika'yı son derece rahatsız etti, yani bunu inkâr etmek mümkün değil. Bir kere, İsrail-Filistin ilişkileri doğru-yanlış ayrı bir şey, Amerika'nın algılaması ayrı. Amerika'nın algılaması, bunlar da aynı kafadan. Özellikle en son Hamas ekibinin buraya gelmesi ipleri kopardı. Amerika açısından, Amerikan-Türk ilişkileri açısından bir çuval incir berbat edildi. Bunun toparlanması çok zor, yani Kore'nin üzerinden, Kore'yi hatırlayan varsa, tabii önemli; ama Özal daha yakın, ama şimdi gelip de Hamas, yani özür dileyerek söylüyorum, üzerine tüy dikti.

 

Türkiye'nin adının geçmediğine katılıyorum, tabii bu tamamen kasıtlı, tesadüfi değil. PKK'yla ilgili kullanılabilir mi? Kullanılır tabii. Ama PKK'nın tarifi açısından Amerika'yla aramızda bir anlaşmazlık yok zaten; biz PKK'yı nasıl tarif ediyorsak, Amerika da öyle ediyor, ona itiraz etmiyor. Ama söyledikleri şu: "Bugünkü koşullarda ben Irak'ta PKK'ya yönelik bir askeri harekâta kalkışamam. Zaten benim başımda yeterince bela var, bir de PKK'yı başıma saramam." Söylemediği şey şu: "PKK'yı karşıma alırsam, Kürt grupları da karşıma alırım" Yine o anlamda da köprünün altından çok sular geçti, yani bizim sınırdan asker geçirip, hâlâ bir kısmını orada Barzani'yi Talabani'ye karşı koruduğumuz zamanların üzerinden çok şeyler geçti. O zaman Barzani böyle bizim başçavuşların arkasında dolaşırken, şimdi kimseyle konuşmuyor. Amerika'nın, yani tariften daha fazla bir şeyler yapmamız lazım.

 

Bu jenosit, soykırım konusu, bunun buraya girmesi bence çok manidar. Keşke hiç girmeseydi. Bugüne kadar girmedi. Olmayan bir şey niye buraya girdi? Belki çok aşırı uçta düşünüyorum, ama ben bunu Ermenilerin buraya soktuğu ve bir şekilde bunu istismar edeceklerine inanıyorum. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Kendi deneyimimden, özellikle Amerika'daki, Amerikalılarla olan deneyimimden biliyorum, Ermenileri tanıdığımı zannediyorum.

 

…………- Bu Sudan meselesinde ileride kaşımak için, Darfur'daki olayı da soykırıma sokmaya çalışıyor ya.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Vallahi, Amerika'nın umurunda bile değil Darfur'da ne olup, ne bittiği. Somali'de ne kadar umurunduysa, Darfur da o kadar umurunda.

 

…………- Değil tabii de, ileride belki kullanmak amacıyla söylemiş olabilir.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Ama Ermeni diasporasının Amerikan yönetimi içinde, şu belgeleri yazan ekip içinde çok etkin ve belirleyici yeri olduğunu, elinde kalem olanların bunları yazdığını biliyorum. Bunu buraya koydularsa, Türk-Amerikan ilişkilerinin dibe vurduğu bir yerde bu cümleyi buraya koyup, bunu istismar etmeyi düşünmüş olabilirler.

 

2002 belgesinde Amerika çok net olarak bir şeyler vurguladı. Bu vurguladığı şeyler neler? Bu vurguladığı şeyler, Amerika'daki neocon'ların, yani yeni tutucuların, konservatiflerin, muhafazakârların söylediği şeylerden hiçbir farkı yok, yani biraz ufak tefek rötuş yapılmış, buraya konulmuş. Bunların yapmaya çalıştığı şey şu: "Komünizm yıkıldı, peki şimdi biz ne yapacağız. O zaman öyle bir dünya düzeni kuralım ki, bir daha komünizm veya benzeri bir şey tekrar geriye gelmesin. Biz bir yerde…" Bu söylenmiyor, yani resmi belgelerde söylenmiyor, ama gayri resmi belgelerde var: "Hani İsa geri gelecek de, tekrar dünyada krallığı kuralım, bu krallığı kuralım, bugünden kuralım." Bunu sembolik olarak kullananlar muhafazakârlar içinde, ciddi olarak inandığı için kullananlar var. Bize şimdi laik bir ülkenin aydın kesimi olarak bu bize, yok canım, böyle şeyler olur gibi geliyor, ama ben şahsen şu andaki Başkan Bush'un yaptıkları işlerin arkasında birçok motivasyonu olabilir, fakat dini, Hıristiyan motivasyonunun çok ağırlıklı olduğuna samimi olarak inanıyorum. Muhafazakârlar içinde de buna ciddi olarak inananlar var. Hepsi değil, bir kısmı, ama var. Tabii, tek sebep bu değil. Bunlar yeni bir düzen kurmaya çalışıyor, dini motifle veya ideolojik motifle, şununla, bununla. Bunun içinde Yahudilerin rolü var, ama hepsi Yahudi değil bunların, yani olayı sadece İsrail'e bağlamanın da bir anlamı yok. Bu Amerikan kültürü, "biz üstün ırkız, biz en güçlüyüz, biz hâkimiz, bizden başka kimse yok. Dolayıyla biz öyle bir düzen kuralım ki, bunun başında duralım, yanlış yapanın tepesine vuralım" diyor. Bu konuyu dillendiren, yazıya döken, bu konuda kitaplar yazan insanlar var. Bu belge çok net olarak spell out etmiş, yani bu önemli bir şey, bu göz ardı edilebilecek bir şey değil; "biz en güçlüyüz, bizden başka kimse yok, ama biz kendi tercihimizle gücümüzü kullanmıyoruz, kullanmamayı tercih ediyoruz, ama gerekirse kullanırız" diyor. Ondan sonra da diyor ki, bu tek cümle, yani 2002 belgesinin girişindeki son cümle, "The United States Welcomes. Our responsibility to lead in this great mission." bunun içinde hepsi var. Burada bir megalomani var, ama bu megalomani sadece imzayı atan Bush'un değil, Amerikan siyasetinde bu var. Bunu göz ardı etmek mümkün değil.

Başka ne diyor? Parent to strake'ı ayrıntılı olarak koymuş ve Sayın Büyükelçim de 2006'yla ilgili söyledi, ama 2002 belgesinde de var. Truman'dan veriyor, şimdi onun yanına Reagan'ı da koymuş. Reagan şu dönemde neocon'ların bu Bush gelene kadarki ikonu Reagan'dı. Reagan'ı çok mu seviyorlar? Hayır, Reagan onları hayal kırıklığına uğrattı, ama ellerinde gene en iyisi Reagan'dı. Dolayısıyla Clinton döneminde hep dönüp dönüp Reagan dönemini örnek verdiler, çünkü verecekleri başka örnek yoktu, yani Baba Bush'u bile veremediler. Dolayısıyla Truman 2'de var, 6'ya da muhafaza etmiş, onun yanına Reagan'ı koyuyor. Truman idealizmi, Reagan da kararlılığı vurguluyor. Tabii, bunlar tipik neocon imzalar.

 

2002 belgesinde başka ne var? Bence çok önemli noktalardan bir tanesi, Birleşmiş Milletlere şöyle bir değiniyor, işte AIDS'le falan, sağlık sorunlarıyla falan uğraşsın diye, yani Birleşmiş Milletleri tamamen marjinalize eden bir yaklaşım. Yani bizim ismimiz geçmiyor ya 2006'da, burada 2002'de Birleşmiş Milletlerin böyle geçmesi, bizim ismimizin geçmemesinden daha ağır bir darbe Birleşmiş Milletlere; burada çok net bir mesaj var, "ben seni yok sayıyorum, sen AIDS'le, açlıkla falan uğraş" diyor.

 

NATO'ya kısa bir değinme var 2002'de. O zamanlar 2002, 2003, 2004 dönemleri ki, 2004'te ciddi tatbikatlara başladı. Combating join text fors. Bu tabii askeri strateji yönünden çok önemli bir araç. Amerika bunun için çok uğraştı, çok zorladı. Bunun arkasında şu var: NATO'yu öyle kullanayım ki, NATO nereye göreve giderse gitsin, mutlaka başında bir Amerikalı komutan olsun ve ben bu Amerikalı komutanları bugünden eğiteyim, yanına da sembolik, dostlar alışverişte görsün diye, diğer NATO ülkelerinden teşkilat bir kadro vereyim, bir karargâh, ama başında mutlaka Amerikalı olsun; bütün arkasında bu var. NATO tabii ki, bütün uluslararası kuruluşlar, en azından realist doktrin açısından bakıldığında Amerika'nın maksatlarına hizmet etmek üzere desteklenen bir kuruluş. Ama bunun kabahati tabii Amerika'da değil.

 

Department state, yani dışişleri bakanlığına bir cümleyle geçiyor, bu da ilginçtir. Amerikan strateji oluşturma, siyaset oluşturma ve uygulama süreci içinde, tabii zaman içinde enteresandır, güç Dışişleri Bakanlığından Savunma Bakanlığına kaydı, yani Pentagon her şeyin üzerinde, başkan Rumsfeld, yani bu birdenbire olmadı, bir kayma var. Pentagon'un içinde de sivillerden askerlere kaydı. Sivillerden askerleri derken, üniformalılara kastetmiyorum, militaristleri kastediyorum. Dolayısıyla Amerikan siyaset oluşturma ve uygulama, karar alma süreci içinde Pentagon'un içinde de militaristlerin -çoğu sivildir- çok ağır bir yeri var. Bu da alay eder gibi konulmuş, … hani bizde Türkçede malumu ilan deriz, yani başka nasıl olabilir ki, yani bir ülkenin dışişleri bakanlığı o ülkenin diplomasisini yürütmek için gerekli kaynaklar tabii ki verecektir, yani bunu buraya yazmak, tamamen dalga geçiyorlar.

 

…………- Dışişleri Bakanlığının bütçesi Pentagon bütçesinin 17'de 1'i.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Şüphesiz öyle, tabii tamamen haklısınız. Bir de, bu yetmiyormuş gibi, burada dalga geçiyor.

 

Yine belge içinde DOD'yle ilgili, … kompleksin gücünü inkâr etmemek lazım, yani bu mümkün değil. Tamam, ideolojik saplantı var, "en güçlü biz olacağız, bizim ordumuz en güçlüsü, daha yakını bile olmayacak" diye. Burada İslam net olarak giriyor, kısaca değiniyor, ama 2002'de net olarak giriyor. Söylediği şu: Bu clasition civilization değil, ama bir sivilation, kendi için clation, o ne? İslam medeniyeti. Medeniyetler arası çatışma yok, ama İslam'ın kendi içinde çatışma var. Öyleyse bunu göz ardı edemeyiz.

 

Arada ne oldu? Bunu neocon'lar 1990'lardan beri düşünüyorlar, hatta bunu 1960'lara kadar götürmek mümkün. Commentary onların dergisi, şimdi will hastened son 10 senedir. Bunu böyle danteli örer gibi ördüler, fakat bir türlü satamadılar, Bush'a bile satamadılar. 11 Eylül gelince, bir baktılar ki, önlerinde harika bir fırsat, saldırdılar, tuttular, ikna ettiler ve zaten köşe başlarını tutmuşlardı ve bunu hayata geçirdiler. Bu belge 2002 belgesi neocon manifesto. Nasıl hani komünist manifesto, bu da neocon manifesto. Bu manifestoyu hayata geçirdiler, ama tosladılar. 2006'da bu tosladıklarını kabul etmiyorlar, günah bile çıkartmıyorlar, diyorlar ki "biz doğru yaptık, başka şey yapamazdık" Ancak esasta, great in strake'da değişiklik yok, uluslararası kuruluşları göz ardı ediyor, bunda değişiklik yok, "en güçlü biziz, en güçlü kalmaya devam edeceğiz"de değişiklik yok, "biz hâkim olacağız ve yeni bir dünya düzeni kuracağız"da hiçbir değişiklik yok ve "biz doğruyu yaptık" diyor.

 

Yalnız, bence önemli olan nüans farkları var. Birincisi; İslam'ın yeri. İslam'a çok yer ayrılmış. Bu da bir neocon saplantı, yani bir national security strateji belgesinde, İslam'a, bir dine, İslam'a bu kadar yer vermeleri normal değil. Ama neocon'lar açısından baktığınızda az bile, çünkü saplantıları, hep bilinç altında da yine İslam, İslam'ı kontrol altına alacağız. İslam nerede? Ortadoğu'da. Ortadoğu'yu kontrol altına alacağız. Bu çok önemli bir vurgu.

 

İkincisi; Birleşmiş Milletlere 2002'de bir cümle ayırmışken, şimdi önemli bir paragraf ayırmış. Görülüyor ki, Amerika Birleşik Devletleri Birleşmiş Milletleri reforme etmek için ciddi bir karar aldı, bu kararı uygulayacak. Tabii ki, coraption'ı önlemek önemli, ona uygun yapmış. Birleşmiş Milletlerin sadece lip service değil, gerektiğinde intikal edebilecek güçlü bir askeri mekanizmaya sahip olmasını öngörüyor. Bu uzun zamandır gündemde olan bir şey; ama şimdi Amerika sanki bu konuda biraz daha ısrarlı, biraz daha baskıcı olacak gibi.

 

Bir de, NATO'ya bir öncekinde sadece commoner tees force olarak uygulanabilecek bir atıf yapmışken, şimdi NATO'ya da önemli bir yer ayırmış. Anlaşılıyor ki, Amerika Birleşik Devletleri, zaten 2006 dokümanının içinde birçok yerde corporation gibi, işbirliğine yönelik ifadeler çok fazla. Herhalde NATO'yu bunun için bir form olarak kabul ediyor. İşte Afganistan'da ilk uygulamasını yapmaya çalışıyor. Önümüzdeki dönemde NATO'yu biraz daha aktif hale getirmek için biraz daha ısrarlı olacak gibi görünüyor.

 

"Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkileri açısından yakın gelecek nasıl görüyorsunuz?" derseniz, iyi görmüyorum. Mevcut hükümetle, hani dediniz ya, hükümete yönelik mi, Türkiye'ye yönelik mi? Hükümete yönelik. Başka bir hükümetle tekrar sıfırdan başlayacak, beyaz bir defter açacak. Ama bu hükümeti tabiri caizse, defterden sildiklerini düşünüyorum. Teşekkür ederim.

 

HAVVA KÖK- Ben bir şey sorabilir miyim hocam? Biraz konudan farklı, ama merak ettiğim için sordum.

 

Bu neocon'lar dediniz ya, şu anda bu Protestanlar ya da neocon'larla Yahudiler arasındaki geçici ittifakın sebebi ne o zaman? Çünkü onlar çok ileride, temelde ulaşmak istedikleri şeyler farklı, hayaller farklı, ama şu anda bir ittifak söz konusu.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Amerika'daki kiliseyi ne kadar tanıdığınızı bilmiyorum.

 

HAVVA KÖK- Bilmiyorum.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Biraz karmaşık bir şeyi var, yani basit gibi görünür, ama karmaşık ilişkileri var. Amerika ağırlıklı olarak Protestan, çok az Katolik var. Bunların kendi içinde çeşitli bölümler var, ama evanjelistler şu anda çok ağırlıklı olarak politikada yer alıyorlar. Yunanistan'daki Ortodoks kilisenin rolü neyse devlet içinde, evanjelistlerin yeri de o kadar. Bunu ifade etmiyorlar, yani böyle demiyorlar, ama eylemlerine baktığınız zaman, ağırlıklı yerleri var. Şimdi bunlar olaya sadece İsa'nın dünyadaki krallığını bugünden kurmak olarak bakmıyorlar, onu ifade edeyim. Buna samimi olarak inanan insanlar var, Bush da bunlardan biridir, yani curry saint lafını kullanırken Bush onu tesadüfen kullanmadı. Curry saint sadece haçlı seferi değil şüphesiz, yani İngilizce karşılığı değil. Ama Bush'un öyle kullandığına inanıyorum, çünkü o da onlardan bir tanesi. Özellikle Bush'un geldiği güney kesimde çok fazla ağırlıları var. Bunlar Amerikan toplumu içinde ahlaki değerlerin dejenere olmasından son derece rahatsızlar ve bu bir gerçek, yani Amerikan toplumunun dejenere olduğu bir gerçek. Biz kendi toplumumuzdan şikâyet ediyoruz, ama Amerikan toplumu … Dolayısıyla içerideki ahlaki bozulmayı geriye çevirmek, dünyadaki ahlaki bozulmayı göz ardı etmemeyi gerektiriyor. Dolayısıyla kilise açısından, evanjelist kilise açısından dışarıda moral, ahlaki değerlerin hâkim kılınması, işte insan onuruna saygı, haksızlığın önlenmesi, yolsuzluk olmaması, işkence vesaire olmaması, içerideki politikalarının, yani dini politikalarının bir devamı olarak görünüyor. Dolayısıyla bu açıdan neocon'ların bir parçası. Peki, Yahudilerle ne ilgisi var bunun? Yahudiler de aşağı yukarı iki gruba ayrılabilir. Bir tanesi, Amerikan menfaatlerinin Ortadoğu'da önemli vaitel menfaatleri olduğu ve bunun da İsrail'le işbirliği içinde götürülmesi gerektiğine inanan insanlar var. Bir de tabii, bunların içinde radikal dinci Yahudiler var. Ama sonuçta değişmiyor, radikal dinci, Yahudi de olsa, normal Amerikan menfaatlerini öne çıkartan Yahudi de olsa, gene bölgeye yönelik Amerikan müdahaleciliğini öngörüyor. Dolayısıyla bunlar nihai hedeflerde birleşiyorlar bugün için; ama yarın başka bir şey olur. İran'da da öyle olmadı, yani İran'daki devrim nasıl oldu? Hiç ilgisiz insanlar toplandı. Mesela, Özal'ın iktidara gelişi, hani dört eğilim, dört eğilim… Bugünkü iktidar nasıl geldi? Alternatifsizlikten geldi, yani işte kamuoyu araştırmaları belli.

 

METİN GÖKER- Hanımefendinin sorusuna bir şey ilave edeceğim: Bir de temelde bir dini inanç söz konusu. Bu pek açıkçı zikredilmiyor, ama İsa bir Yahudi. Dikkat ettiyseniz, bugünlerde Yahuda'nın bile kendisine kalleşlik değil de, verilen görevi yerine getirdiği, hain olmadığı bile işleniyor. Temelde bir Yahudi'nin kurduğu din Hıristiyanlık. Amerika öyle bir rol biçiyor ki kendine, hermafrodit gibi, hem doğurtkan, hem doğurucu gibi görüyor kendini. Böyle bir düşünceyi, inancı sahiplenir ve uygulamaya koyarsa, işte o beklenen ahir zaman gelecek, Yahudi bir peygamber tekrar Hıristiyanlık içerisinde Yahudileri de bünyesine alıp, birleştirecek. Yahudilerin buna karşı olan grupları da var, fakat son derece bütülatirist düşünen bir millet, kavim, burada çıkarını düşünüyor. 2000 yıldır kuramadığı bir devleti kurdu. Varolması Amerika'ya bağlı. Onun için gerektiğinde kuyruk olup başı yönetiyor, gerektiğinde beynin içine girip, beyinden kuyruğu yönetiyor. Fakat her halükârda, dünyaya getirdikleri bütün doktrinler, fikirlerde bir Yahudi görüşünün olduğu, yani komplo teorisi değil, üretken bir millet. Bu bir gerçek, komünizmden tutun… Adamlar sistematik düşünebiliyorlar, düşünmek zorunda hissediyorlar. Onun için eğitiyorlar kendilerini, onun için yetişiyorlar. Hammaddesi var.

 

Bir de, bütün bu ezilmiş toplumların kaderidir, en çok okuyan onlar. Ben bir şey söyleyeceğim: Lice'den kaç tane milyarder çıkmış, bir hesap edin. Lice'yi bileniniz var mı? Ben petrol şirketlerinde 1956-57, oraları karış karış dolaştım, taşından bile hayır olmayan bir toprak. Ne zaman, Akseki'den mi? Oralardan çıkar. Çıkın Toroslar'ın o tarafına, en kıraç yerleri. Antalya'yla ilgisi yok, yol geçmez, kervanlar çok geçmez, ama oradan din alimi çıkıyor. Bir zaman Trabzon, o taraflar. Yani yokluk bazen insanları… Bugün Japonya'ya bakın, Türkiye'nin 1/3'ü bir toprak düşünün, yüzde 10'u iskana müsait, tarıma müsait, bunun yüzde 4'ünde şehir var, yüzde 7'de ürettiği tarımla, hiç hatırınıza gelir mi, bir ülkenin yüzölçümünü büyütmek, sınırlarını değiştirmeden. Teraslama yapmış adım. Teraslama yapınca, yüzölçümünüz artıyor, veriminiz artıyor. Allah'ın güneşi yukarıdan yetmez diyor. Benim annem Niğdeli, 20-30 kiloyu geçti miydi elma ağaçları, dallar kırılır, hiç kimse istemez fazla meyve versin, çünkü bakmak gerek. Takviye ediyor, fazla elma olursa, altına alüminyum olarak kâğıt koyuyor, yansıtıyor güneşi, aşağıdan da pişiriyor elmayı. Yokluk olunca üretken oluyorsunuz, yani bu da var. İkisini bir kefeye koyarak, bir süre de böyle götürmek istiyorlar.

 

İnancında, bir de baba-oğul şeyi var. Ben bunu baba Bush'ta da görüyorum bu motifi. Hıristiyan inancında kutsal ruh, baba-oğul. Baba-oğul ilişkisi çok iyi. Ben tesadüfen baba Bush'u iki kez görme fırsatım oldu. Tokyo'da büyükelçinin arkadaşıydım Pekin'de, onu ziyarete gittiğimde iki kez gördüm. Çok değişik bir adam, diplomat tarafı var, tüccar tarafı var, istihbarat teşkilatının başında olmak, yani ben eminim ki, Sönmez kardeşimin öncesini tanırım, sonrasını, o teşkilat ona başka bir boyut getirmiştir. Oraları idare ettikten sonra geliyor, Amerika'yı idare ediyor. Reagan'a bakıyorsunuz, birisi fıstık işletmecisinden, çiftçiliğinden geliyor. Amerikan başkanları arasında zeka derecesi en yüksek Carter, ama ne kadar çuvalladı. Öbür tarafta, aktörler sendikası başkanlığı, sonradan usulen bir valilik var, adam sırf oradaki yönetimciliğini valiliğe de kullandı, başarılı oldu. Ama çok iyi bir rol yapan bir adamdı, Amerika başkanlık şeyinde o rolü kendine iyi biçti, onu yaptı ve çok güzel bir yönetim sergiledi.

 

…………- Kendi mi biçti sadece?

 

METİN GÖKER- O rolü benimsedi ve iyi oynadı, eksiksiz oynadı.

 

…………- Window greasing.

 

METİN GÖKER- Baba-oğul ilişkileri çok önemli. Evlat Bush anaya yaranmak istiyor, babasının yapamadığını yapmak istedi ve yaptı. Bütün baba-evlat ilişkisinde dikkat incelerseniz vardır, babasını aşma duygusu. Aşar, aşamaz, altında kalır, ezilir, isyan eder, babayı öldürmeye kadar gider. Butubist kompleksidir, yani temel içgüdü.

 

İkincisi; dinle ilgili motif olarak, bu zat uzun zaman içki sorunları yaşamış bir insan. İçki sorunları aşırı olan, yani yılda 27 litreden fazla, 40 derecenin üzerinde alkol tüketen insanların beyin hücreleri tahrip olur, hele 20 yaşından sonra telafisi mümkün olmayan bir tahribattır. Bir süre sonra bunun karar alma düzeyinden tutun, hareketlerine kadar birçok şeye yansır.

 

…………- Tam ideal Amerikan başkanını tarif ediyorsunuz. (Gülüşmeler)

 

METİN GÖKER- Bu adam gidip Methodist Hastanesinde tedavi görmedi, bir papaz adamı telkinle "vazgeç bu işten" dedi, adam ona inandı ve görüldüğü kadarıyla da epey de vazgeçmiş.

 

…………- Bir de kızlarına da tavsiye etmek lazım, kimse o papaz.

 

METİN GÖKER- Onlara da başka papaz çıkartmak lazım.

Düşünebiliyor musunuz, bir insanın tedavi edeni doktorlar değil, tıp değil, bir adam. O falcı da olsaydı, büyücü de olsaydı. Türkiye'de görüyorsunuz, bir muska yazıyor, şifa buluyor tesadüfen, inanıyor, ona inanıyor. Bu adamın ona inancı, tam dediğiniz gibi, evanjelist bir bağlantıdan da öte, kişisel bir durum da var, kurtarıcı olarak görüyor ve ona bir hizmet arz etmek istiyorum.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Bir çay molası verelim.

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

CİHANGİR DUMANLI- Efendim, benden önceki konuşmacılar konuşacaklarımın birçoğuna değindiler.

 

Öncelikle gerek 2002, gerek 2006 milli güvenlik stratejisini değerlendirmek için, bunların altında yatan faktörleri iyi bilmek gerekir diye düşünüyorum. Birçok faktörler sayılabilir. Ben de, bu yeni kapitalizm, Amerika'nın petrol bağımlılığı ve Haldun paşanın bahsettiği yeni muhafazakarlar, bütün Amerikan politikalarına yön veren aktörler…

 

Yeni kapitalizm, zaten hepimiz biliyoruz, kapitalizmin, feodal kapitalizmden gelen, sonra endüstri devrimiyle vahşi kapitalizm şekline dönüşen, sonra Fordist dönemden sonra şu anda içinde bulunduğu post-Fordist kapitalizm dönemindeyiz. Özellikle Reagan ve Thatcher döneminde, 1980'li yıllarda zirveye çıkmış durumda. Şu andaki bunun uygulaması da, gerek IMF, Dünya Bankası ve Amerikan Hazinesi aracılığıyla, Washington konsensüsü denilen politikalar vasıtasıyla yapılıyor. Bunlarda dört hususu diğer ülkelere empoze etmeye çalışıyorlar. Bunlar da, "pazarlara ithal mallarını açın" Kendileri halbuki birçok koruma tedbirleri almalarına rağmen, -çelikte, tekstilde falan- sıkı para politikaları uygulayıp, sermayenin önündeki engelleri kaldırın ve özelleştirin, devleti küçültün diyorlar. Bunu diğer ülkelere empoze ediyorlar.

 

Beyefendi de değindi, Amerika'nın petrol bağımlılığı da bütün bu stratejilerin altında yatan diğer önemli bir faktör. Bir kere, Amerika dünya nüfusunun 1/5'i olmasına rağmen, dünyadaki petrolün yüzde 26'sını tüketiyor. Dünyadaki rezervlerin de yüzde 90'ı 14 ülkede toplanmış durumda. Bunların ilk 5'i Ortadoğu'da; Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak, İran…

 

METİN GÖKER- Dünya nüfusunun 1/5'i mü?

 

CİHANGİR DUMANLI- 1/5'i.

 

METİN GÖKER- 200 küsur milyon nasıl olur?

 

…………- 6 milyar var.

 

METİN GÖKER- Yüzde 5'i olacak.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet, yüzde 5'i. Ortadoğu, beyefendi de değindi, petrolün yüzde 63'üne sahip ve yeryüzüne çıkarma maliyeti düşük. Amerika'nın kendi talebi artarken, üretimi düşüyor, daha doğrusu çıkartmıyor, kendi kaynaklarını tam olarak kullanmıyor. O yüzden daha çok bağımlı hale geliyor. Halen yüzde 50'sinden fazlasını ithal ediyor ve bunun yüzde 18'ini de Ortadoğu'dan karşılıyor. Fakat burada önemli olan, Amerika'nın kendisinin Ortadoğu'dan aldığı petrollerden ziyade, Amerika'nın ticaret ortaklarının Ortadoğu petrollerine bağımlılığı, daha doğrusu petrole bağımlılığı. En önemli ticaret ortakları olan Avrupa Birliği yüzde 62'sini ithal ediyor petrolün, Japonya yüzde 79'unu, Çin yüzde 40'ını ki, bu sürekli büyüyen bir orandır. Dolayısıyla Ortadoğu petrolleri aslında dünya petrol piyasalarını belirleyici rolünden dolayı önem kazanıyor. Amerika Ortadoğu'dan bir gram petrol almasa dahi, ticaret partnerleri Ortadoğu petrollerine bağımlı olduğu için, Ortadoğu petrolleri Amerika için önemli.

 

Diğer üçüncü bir şey de, Haldun paşanın da değindiği gibi, yeni konservatifler, yeni muhafazakârlar. Bunlar özellikle soğuk savaş döneminde, işte Vietnam savaşından sonra biraz yükselmekte olan sola karşı … gelişen muhafazakârlar akımının devamı ve belirtildiği gibi Yahudi ağırlıklı bir hareket. Reagan'la beraber, yeni kapitalizmle beraber yükselişe geçti ve 1997 yılında bunlar ilk defa bir "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" diye bir proje sundular o zamanki Başkan Clinton'a. 2000 yılında da "President Dangerous" diye yayınları var, bütün bu politikalarını kapsayan, özetleyen bir yayın. Bu President Dangerous'taki ana düşünce şu: "En büyük tehdit Amerika'nın pasifize olmasıdır, çünkü dünyaya yeni dünya düzenini ancak biz kurabiliriz, kurallarını biz koyabiliriz. Dolayısıyla Amerika çekilirse, pasifize olursa, bu dünyanın düzensizliği demek olur" diyor. Buradaki, gerek 1997'deki raporlarında, gerekse o President Dangerous kitabındaki ana düşünceleri, daha önce söylendiği gibi, "tek imparatorluk biziz, Amerikan İmparatorluğu ve değerlerimizi yaymak için askeri güç kullanmalıyız ve askeri güç kullanmaktan çekinmemeliyiz."

 

Ortadoğu'yu demokratik, oraya tabii niçin ünlem işareti koyduğumu da hepiniz değerlendirmişsinizdir, demokratik dönüşüm. Tabii, burada esas Ortadoğu'ya demokrasinin gelmeyeceğini Amerika da biliyor. Bugün Irak Halkının yüzde 75'inin ilk aidiyet uydusu aşiretlerine olduğunu dikkate alırsak, demokrasi kültürünün olmayışı, bir aydınlanma devriminin olmayışı, ulusal burjuvazinin, işçi sınıfının olmayışı, endüstri çağını yaşamamış olması, bütün bunlar demokrasinin önündeki engeller, ama Amerika için demokratik demek, Amerikan yanlısı yönetim demek olduğu için bu şekilde düşünülüyor.

 

İsrail'e tam destek, yine bu yeni muhafazakârların politikası. "Uluslararası düzenin kurallarını biz koyarız. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor, soğuk savaştan sonra en güçlü biz olduğumuza göre, onun kurallarını biz koyarız" diyorlar. "Dünyada barış ancak güçlü bir Amerika'yla sağlanabilir" diyorlar. "Terörizm en önemli tehdit" diyorlar. "Tehdit yatıştırılmamalı, İkinci Dünya Savaşındaki gibi apisment yapılmamalı, şiddetle karşı konulmalı" diyorlar.

 

Şimdi bir de, Amerika'nın gücünden bahsetmek lazım, yani tüm bu stratejilere yön veren veyahut da onlarla düşünmemiz gereken, askeri gücünü çoğumuz biliyoruz, fakat bazı önemli rakamları hatırlatmak istiyorum. Bir kere, dünyadaki askeri harcamaların yüzde 47'sini tek başına yapıyor, yani 1 trilyon dolar dünyadaki askeri harcamaları, bunun 455 milyar dolarını tek başına yapıyor. Avrupa Birliğinin toplam 25 ülkesi Amerika'nın yüzde 55'i kadar askeri harcaması var ki, bu da 25 ülkeye dağılmış durumda.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Burada pekiştirmek için söylüyorum: Yaptığı bu harcamanın hemen hemen tümü Amerikan şirketlerine ve Amerika'nın içinde yapılıyor, dışarıya gitmiyor. Dolayısıyla bir nevi bağımlılık yaratıyor, yani sigara bağımlılığı gibi bir şey.

 

CİHANGİR DUMANLI- Diğer önemli bir husus da, bu harcamaların yüzde 86'sını kendi ülkesinde yapıyor. 1 milyon 400 bin askeri var ve bunun 350 bini halen 130 ülkede dağılmış durumda. Dışarıda 860 tane üssü var. Bunlardan 15'i büyük, 19'u orta, 826'sı küçük.

 

…………- Son durum mu, bu 2005 mi?

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet, en son. Bu 350 bin asker 130 ülkede, onlar 2006 dokümanında var. Yılda 61 milyar dolar da askeri AR-GE harcaması yapıyor. Her ne kadar soğuk savaştan sonra nükleer başlıkların bir kısmını imha ettilerse de, 5400 adet 1 megatondan büyük nükleer başlığı var.

 

Bir de, 2006 dokümanından önce 4 yıllık gözden geçirme raporu yayınlandı. Orada dikkati çeken bazı özellikleri aldım buraya. Prompt global strake diye bir projeleri var, yani o denizaltından atılan trident füzelerini klasik başlıklarla donatıp, hiç dışarı üslere falan bağımlı kalmadan, Amerikan ülkesinden dünyanın istedikleri bir noktasına çok kısa bir zamanda, nokta hedefini vuracak şekilde taarruz etmek. Bunu en geç iki yıl içerisinden gerçekleştirileceklerini…

 

…………- Uzaktan taarruz.

 

CİHANGİR DUMANLI- Özel kuvvetlerini artırıyorlar. Bu en son … şeyler yüzde 15 oranında, tabur sayısı 1/3 oranında artıyor. Bir de, psikolojik harekât birliklerini artırıyorlar. Bu ikisi de, hem Afganistan'daki, hem de Irak'taki aldıkları tecrübelerin sonunda, bunların önemlerini kavradıkları içindir.

 

…………- Bir de tabii CIA'yle ilişkilerini güçlendiriyor, yani çok ilginçtir, bugüne kadar tarihte olmayan bir şeydir.

 

CİHANGİR DUMANLI- Afganistan'da CIA timleri. Müşterek kara kuvvetleri diye, joint lend forces diye orada bir kavram var. Bu da özel kuvvetlerin görevini yapacak şekilde bazı birlikler yetiştirmeye çalışıyorlar.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- O gittiği bölgelerdeki yerlerde mi oluşturuyorlar? Yani Irak'a giderse…

 

CİHANGİR DUMANLI- Hayır, kendi askerleri. Ama Iraklının dilini bilecek, onun gibi giyinecek, davranacak falan.

 

…………- Dolayısıyla üçü arasında direkt ilişki var.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet.

 

…………- Yani özel kuvvetlerin artması, psikolojik harekât…

 

…………- Kara kuvvetleri bizim anladığımız anlamda kara kuvvetleri komutanlığı anlamında değil.

 

CİHANGİR DUMANLI- 281 tugay öngörülüyor, bunlardan 70 muharip, 211 destek tugayı. Uzun menzilli darbe gücünü yüzde 45'i, önümüzdeki dönemde insansız hava aracı olacak.

 

…………- Destek tugaylarının fazla olması, Amerikalı olmayan diğer ülkelerin birliklerini desteklemek üzere.

 

CİHANGİR DUMANLI- Müşterek insansız taarruz araçları, yani insansız araçları bugüne kadar daha çok algılama maksadıyla kullandı, ama şimdi taarruz maksadıyla da kullanıyor. Bunu üç kuvveti de kapsayacak şekilde müşterek bir taarruz araçları sistemi var. … savaşlarının kapsama kapasitesini 2 misline çıkaracağız diyorlar. Bir de, yabancı ülkelerdeki güçlere bağımlılığı azaltmak üzere, yüzer ileri üsler öngörülüyor. Sabit bir uçak gemisi, denizde büyük platform…

 

…………- Ada kuracak yani.

 

CİHANGİR DUMANLI- Suni bir ada kuracak, oradan gelip kalkacak.

 

…………- Uçak gemisinden ziyade, bu maksatla dizayn edilmiş gemiler. Bunlar şu anda var zaten.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bir de, Irak'taki tecrübelerine dayanarak, tuzaklı patlayıcı maddelere karşı tedbir geliştirmek üzere 1,3 milyar dolar ayırmışlar. Bunların algılanması, uzaktan algılanması, uçaktan algılanması.

 

…………- Mayınlar filan dahil buna değil mi?

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet.

 

…………- Bu mayınlar zaten buraya girmiyor, farklı, standart dışı. Hem tespit, hem bunlara karşı korunma maksatlı.

 

CİHANGİR DUMANLI- Buna çok büyük para ayırmışlar. Bir de, gerek Afganistan, gerek Irak'taki tecrübelerine dayanarak şunu yapıyorlar: Stability security transition reconstruction. Bunun için özel birlikler kuruyorlar, eğitim yapıyorlar.

 

Ekonomik gücüne gelelim: Gene 1/5'i lafı çıkmış orada, o yüzde 5 olacak. Yüzde 5 olmasına, üretimin yüzde 30'unu yapıyor, 11 trilyon dolar yıllık geliri var. Bu AB'nin toplamından fazla. Dikkati çeken bir şey, tarımda çalışan nüfus yüzde 1, endüstri yüzde … hizmetler yüzde 79. Kişi başına geliri 40 bin dolar civarında. En büyük 100 firmanın 59'u, en büyük 75 markanın 42'si, dünyadaki AR-GE'nin yüzde 40'ı, enerji tüketiminin yüzde 25'i, dünyadaki tüm ülkelerin ihracatının yüzde 18'ini ithal ediyor. Uluslararası para sistemini kontrol ediyor, önemli bir araç, IMF, Dünya Bankası vasıtasıyla.

 

Fakat zafiyetleri de var. İşte dolar değer kaybediyor Euro karşısında, çok da büyük cari açık veriyor, yani 825 milyar dolar cari açığı var, yani ürettiğinden daha fazlasını tüketiyor, ama tabii doların uluslararası para … olması avantajını şu anda kullanıyor.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Müsaade ederseniz bir şeyler söyleyeyim: Ekonomik gücü derken, Amerika'nın, kendi Amerika'dan başka, dünyada Amerika'nın dışında bir Amerika daha var; şirketleri, ortak oldukları şirketler. En büyük gücü, şirketler içerisindeki sermayesi.

 

METİN ÖZDEĞİRMENCİ- Petrol, yani dünyadaki alım ve satımların şeyinde temel birim dolar. Ancak OPEC doların alım ve satımında AVRO kullanması, mesela Saddam bunu bir ara gündeme getirdi.

 

METİN GÖKER- İran petrol borsası açtı. Petrol borsası demek, sadece dolarla değil, Euro'yla alıyor.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- O konuda geçen toplantıda bir değerlendirme yapıldı.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bir de, yumuşak gücü var, yani yumuşak gücü de şey, diğer ekonomik ve askeri güçleri bir ülkeye istediklerini yaptırmak. Yumuşak gücü de, o ülkeye istediğini istettirmek. Bunları nerede sağlıyor? Bir kere, en çok yabancı öğrenci alan ülke, 500 bin yabancı öğrenci okutuyor her sene, özellikle Uzakdoğu ülkelerinden. Bunların çoğu, mesela Çinli öğrencilerin yüzde 88'i kalıyormuş Amerika'da. Ama Koreliler ve Japonlar geri dönüyormuş. 90 bin yabancı bilim adamı var. Film piyasasının yüzde 80'i bunların elinde.

 

…………- Strateji belgesine de koymuş bunları.

 

CİHANGİR DUMANLI- Dünyada en çok kitap yayınlayan ülke, müzik piyasasına hâkim, web sitelerinin yüzde 70'i bunlara ait, en çok dolar alan, en çok bilimsel makale, elektronik ticaretin yüzde 96'sı İngilizce yapılıyor. Bütün bunların sonunda Amerikan değerleri dünyaya yayılmaya çalışılıyor.

 

…………- Dünya devleti, dünya imparatorluğu.

 

CİHANGİR DUMANLI- Fakat buna karşılık da Amerikan karşıtlığı artıyor, yani onlar diyorlar ki, "Amerikan değerleri, Amerikan yaşam biçimi, bütün dünyada, bütün kültürler için, bütün zamanlar için geçerlidir. Dolayısıyla biz bunları yaymak istiyoruz." Fakat bunu da tabii, diyalektik olarak karşıtı da, Amerikan karşıtlığı da büyüyor.

 

Tehdit algılamaları yönlendiriyor bütün bu dokümanları. Bir kere, bir tehdit ihtiyacı ortaya çıktı, yani soğuk savaş bittikten sonra, biliyorsunuz Tombi'nin ve ona dayanarak Huntington'un teorilerine göre, herhangi bir imparatorluk kendisine bir karşı plan, bir challenger olacak ve onunla mücadele edecek, bu şekilde ayakta kalabilir, yani bir tehdit olmazsa imparatorluk ayakta kalamaz. Dolayısıyla böyle bir ihtiyaç var.

 

…………- Kendisine düşman arıyor.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet, düşman arıyor. Tabii, bunda 11 Eylül önemli bir dönem noktası oldu. Tehdit algılamaları 2002 dokümanında 3 ana başlıkta toplanmış; küresel terörizm… Bakın, burada önemli bir şey de, global terörizmden bahsediyor. Biz diyoruz ki, "PKK'ya niye müdahale etmiyor?" PKK global terörist değil, bölgesel terörist. Onun anladığı, benim buradaki yorumlarım, global terörizm derken, sadece kendisine ulaşabilen veya dünyanın herhangi bir yerine, Amerikan gücünü vurabilen terörist benim için teröristtir diyor.

 

…………- El Kaide.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet, El Kaide gibi. Bölgesel çatışmalar ve kitle imha silahları, bunlar zaten yeni 2006 dokümanında var. Dört tane tehdit saymış, national strateji dokümanında. Geleneksel tehditler, yani önemi veya tehlikesi azalmakla beraber devam ediyor. Gayri nizami tehditler, yani terörizm gibi. Felaket getirici, kitle imha silahları. Bir de yıkıcı tehditler diyor, yani Amerika'nın teknolojik üstünlüğünü bozabilecek herhangi bir teknolojik gelişme, o da bir tehdit olarak sayılmış.

 

Tabii, en tehlikeli senaryo, kitle imha silahları artı terörizm, yani kitle imha silahların teröristlerin eline geçmesi ya da kitle imha silahlarının Amerikan karşıtı bir rejimin eline geçmesi. İşte İran'daki olay bu.

 

Yine bahsedildi, terörizmle İslam'ın bütünleştirilmesi, yani böyle açık ifade edilmemekle beraber, bu anlaşılıyor. Terörün kaynağı da, artık soğuk savaştaki gibi devletlerin güçlü olması değil de, devletlerin zayıf olması bir tehdit teşkil etmekte. Çünkü zayıf devletler iyi yönetilemiyor. Teröristleri beslerler, kargaşaya, bölgesel istikrarsızlıklara yol açarlar. Tabii, zamanımızdaki tehdidin de belli bölgelerde değil, her yerde olduğunu vurguluyorlar.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Burada ulus-devlet anlayışını destekleme anlayışı var mı?

 

CİHANGİR DUMANLI- Aslında o şeyi okursanız, Fukuyama'nın "State Perusing" diye bir kitabı var. Ekonomik bakımdan devletlerin küçülmesini öngörüyor, yani özelleştirme politikalarıyla devletin, aslında o ilginç bir kitap, orada şey yapmış, devletin, bir self demiş, bir de scope demiş, yani gücü ve uğraştığı alanlar. Ekonomi bakımından devletin uğraşı alanlarının daraltılması lazım, scope'un daraltılması lazım, ama gücünün yükseltilmesi lazım diyor. Dört şeye ayırmış, güç ve scope, artı/eksi dört bölge oluyor. En ideali, küçülmüş, fakat gücü yüksek olan devlet, Amerika'ya bunu örnek gösteriyor. Ekonomik bakımından devletlerin küçülmesi gerekmesine rağmen, siyasi bakımdan küçük, daha doğrusu güçsüz devletler istikrarsızlıklara yol açtığı için, devletin de güçlendirilmesi gerektiğini söylüyor orada ve bu da bu dokümanlara yansımış durumda, yani ulus-devletlerin dağılması, istikrarsızlığı yaratacağından, tehdidi büyüteceğinden Amerika'nın işine gelmiyor. Ulus-devletlerin korunması, uluslararası düzenin ve istikrarı bakımından daha gerektiği…

 

…………- Hatta mali yardımı öngördüler.

 

…………- National building kavramı hiç yok, yani desteklemek için söylüyorum, step building, yani bu tabii önemli bir şey.

 

CİHANGİR DUMANLI- National … bir şey olmadığını anladılar.

 

…………- Bugünden yarına olacak bir şey değil diye onu zaten açıkça yazmış.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bu politikaların amacı, soğuk savaş sonrası ele geçirdikleri konjonktürel üstünlüğü, yani tek kutuplu çağ dönüştürmek, yani 21. Yüzyılı tek kutuplu Amerikan yüzyılı yapmak. Bunu nasıl yapacaklar? Bunu gerek bu dokümanlarda, gerekse birçok yazarların kitaplarında dünyayı bir kere ikiye ayırıyorlar, yani değişik isimler altında ayırıyorlar. İşte birinci dünya-ikinci dünya diyorlar…

 

…………- Entegre olmuş-entegre olmamış.

 

CİHANGİR DUMANLI- Değişik isimlerle ikiye ayırdıkları bu dünyada kendilerine ait olan, yani core olan, merkezi büyütmek, çevredeki ülkeleri de o çekirdeğe katmak, bütün şeyleri bu. Kendilerine göre, dünyanın geri kalmış, demokratik ülkelerini küreselleşme adı altında Batıya kendilerini entegre etmek, daha çok sömürmek. "Bunu da, en güçlü biz olduğumuza göre, biz yaparız" diyor.

 

2002 dokümanında dikkati çeken bir şey şu: "Amaç sadece daha güvenli bir dünya değil, aynı zamanda daha iyi bir dünya yaratmak istiyoruz" diyor. Bunu da nasıl yapacaklar? Terörizm ve diktatörlüklerle mücadele edip, barış sağlayacağız diyor, büyük güçler arasında iyi ilişkiler kuracağız, dünyanın her yerinde özgür ve … toplumları destekleyeceğiz. İşte bugün Soros'un faaliyetlerini bu şekilde.

 

2006 dokümanında iki öncelik saymış. Birincisi; teröre karşı savaşmak ve yenmek. İkincisi; diktatörlüğe alternatif olarak hürriyet ve demokrasiyi yaygınlaştırmak diyor.

 

2006 dokümanında stratejinin iki ayağı var. Bir; hürriyet, adalet, insan onurunu yaygınlaştırmak, serbest piyasa ekonomisiyle refahı yaymak, hür yönetimlerle barışı sağlamak. İkincisi de; gelişen demokrasi toplumuna liderlik yaparak… Burada liderlik kelimesinin altını çizmek istiyorum. Dünyadaki tehditlerle başa çıkmak. Tabii, bu çok tartışılıyor, yani Amerika imparatorluk mu olsun, liderlik mi yapsın, yoksa bir hegemon güç mü olsun? Bunu aklı başında yazarlar, hegemon gücün veyahut da imparatorluğun Amerikan karşıtlığını artıracağından, uzun vadede Amerika'nın çıkarlarına olmadığını, daha yumuşak güç kullanarak, liderlik yaparak bu amaçlara ulaşabileceklerini değerlendiriyorlar.

 

Burada hepimiz buraya gelmeden bakmışızdır, ulusal güvenlik stratejisinin 9 tane ana esası var. Bunların hepsi zaten 2002'de de var. Bir ilave olarak şu küreselleşmenin zorluklarıyla başa çıkmak ve fırsatlardan yararlanmak ilave edilmiş 2006 dokümanına.

 

Bir de, bundan önce yayınlanan ulusal savunma stratejisi var. Orada da 4 stratejik hedef sayıyorlar. Birincisi; "Amerika'yı doğrudan yapılacak saldırılardan koruyacağız" diyorlar. "Küresel harekât serbestisini sürdüreceğiz. Dolayısıyla önemli stratejik bölgelere erişimi garantiye almalıyız" diyorlar. "İttifak ve ortaklıkları güçlendirmek, uygun bir güvenlik ortamı yaratmak. Tabii, güçlendirmek derken, her zaman akıllarında şey var, gerekirse tek başına hareket etmek de var.

 

Yine dikkati çeken bir şey, terörizmle savaş uzun vadeli olacaktır. Zaten bu 2006 dokümanının ilk cümlesinde şey, "Amerika savaşta olan bir ülkedir" diye başlıyor.

 

…………- Bu nesilleri alacak, bir nesilde olacak bir şey değil, dolayısıyla önünü açıyor.

 

CİHANGİR DUMANLI- "Dolayısıyla buna hazır olmalıyız" diyorlar. Yine, dikkati çeken bir şey de şu: Dünyanın herhangi bir yerinde yapacağı askeri müdahalenin maksadı, bir daha o bölgede aynı sorunların ortaya çıkmasını önleyecek ortam oluşturmaktır diyor. Mesela bugün Irak'a girdi, Irak'taki arzu edilen stratejik nihai hedefi, Irak'ta bir daha müdahaleyi gerektirmeyecek bir ortam sağlamak. Güvenli harekât üslerine sahip olmak istiyorlar. Uluslararası sahalarda, yani o şey, hava sahası, deniz sahası, uzay, onlardan kesintisiz yararlanmayı düşünüyorlar.

 

Yine defense stratejide üç tane askeri hedefi saymış; Amerika'yı korumak, çatışmaları ve baskın taarruzları önlemek, hasımlara karşı güç üstünlüğünü sağlamak.

 

…………- Ama tabii şu önemli: En baştan konuştuk, security strategy'yle defense strategy arasındaki ilişki net gözüküyor.

 

…………- Bu Genelkurmayınki mi?

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet, bu Genelkurmayın, national military.

 

…………- Deminki Pentagon'un, bu Genelkurmayınki.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet. En başta şey var, national security strategy, national military strategy, ondan sonra QDR var. QDR 2006'da dört öncelik var. Bunlar aslında hep birbirine benzer şeyler. Hasım devletlerin ve devlet dışı aktörlerin kitle imha silah edinmelerini önlemek. İran'ı buraya sokabiliriz.

 

Büyük Ortadoğu Projesini isterseniz geçeyim. Bir de, Büyük Ortadoğu Projesinin dışında, Amerika'nın kendi yürüttüğü bir proje var, o da Ortadoğu ortaklık girişimi. Bu da, hemen 11 Eylülden sonra konulmuş, Colin Powell'in o zamanki bir açıklaması var, bir planı var. Yine Büyük Ortadoğu Projesindeki gibi, politik reform, ekonomik reform, eğitim reformu ve kadın hakları reformu öngörüyor 15 ülkede ve buna yüklü miktarda para harcamışlar. Bu sadece Amerika'nın kendi, yani diğer ülkelerle ortak değil. Büyük Ortadoğu Projesini G-8 ülkelerine biliyorsunuz, sattı büyük ölçüde.

 

Terörle savaşıyla ilgili bazı şeyler. İsterseniz, fazla vakit almamak için onları geçebilirim.

Burada şey diyor, Amerika'nın hedefleri, Bush'un açıklamasında, "ya düşmanı adalet önüne getireceğiz ya da adaleti düşmana götüreceğiz" diyor. Yine dikkatinizi çekiyorum, "küresel yeteneği olan bütün terörist gruplar yok edilinceye kadar" diyor. Yani bölgesel terörizm bana dokunmuyorsa… İddiaları hedefleri şu: Bu tehdidi ulusumuzdan ve geleceğimizden çıkartacağız. Nasıl eskiden köle ticaretini veya korsanlığını falan çıkarttıysak, bunları da çıkartacağız diyorlar.

 

Yine dikkati çeken bir şey, Amerikan hayat tarzının devamını sağlamak, yani bu terörizm Amerikan hayat tarzına bir tehdittir. Biz bu şeyimizi, refah toplumunu…

 

…………- McDonald's yemeye devam edeceğiz.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bunun altında asıl yatan hedefleri, dünya … ve petrol. Bush'un 6 Ekim konuşması var, orada terörizmle savaşın stratejilerinden bahsediyor.

 

…………- West point.

 

CİHANGİR DUMANLI- O değil, o daha önce, o 2002 galiba. Taarruzlar olmadan önce önlenecek. Sadece teröristler değil, teröriste yardım eden devletlerin de, bunlara karşı da tedbir alıyor. Bu militanların herhangi bir rejimi ele geçirmeleri önlenecek diyor. Militanların insan gücü kaynakları kesilecek diyor.

 

Bu QDR'da dikkati çeken bazı terimler var. Bu terörle savaş iki türlü yapılacak; war of arms, bir de war of ideas. Hem silahla mücadele ederken, diğer yandan psikolojik harekâtla, yumuşak bir enstrüman olarak ideolojik mücadeleyle kazanacağız diyorlar.

 

Dikkati çeken önemli bir şey, fikirler savaşında, yani war of ideas'da, ılımlı İslam liderlerinin aşırılara karşı mücadelede üstün gelmelerine yardım edeceğiz diyorlar. Türkiye'ye de ılımlı İslam rolünü vermelerinin şeyi bu.

 

…………- Bunda hâlâ ısrarlılar mı?

 

CİHANGİR DUMANLI- Tabii. Biz teröristlerin son direnme hattını kıracağız diyor, bir de son umut hattı diyor. Irak terörizmle savaşın merkezi cephesi haline gelmiştir. Bu da, tabii kendi yarattıkları bir şey.

 

Bir özet olarak şey yaparsak; bir kere, amaçları 21. Yüzyılı yeni Amerikan yüzyılı yapmak. Bunun da koşulları nedir? Bir kere, Avrasya'ya egemen olmak. O "Büyük Satranç Tahtası" kitabında…

 

…………- Brezinski.

 

CİHANGİR DUMANLI- Evet. Amerikan imparatorluğunun geleceği Avrasya'daki hâkimiyetine bağlı diyor. Burada rakip güçlerin oluşmasını ve Amerika'ya karşı birleşmelerini önlemek. Yine, enerji kaynaklarını kontrol etmek. Bu üç şeyi yaparsa, bu 21. Yüzyılı Amerikan yüzyılı olarak sürdürülebilir. Hem enerji kaynaklarını, hem de bu enerjinin pazarlara ulaştığı yolları kontrole almak. Dediğim gibi, soğuk savaştan sonra kontrol edilebilir düzeyde bir tehdide ihtiyaçları var ve 11 Eylül fırsatını kullanarak, Afganistan, Irak'a şimdi işte. Bu şeyden önce, bu Irak harekatından önce Tampa'da irtibat şeyiydim diyelim. Pentagon'da bir brifing verdiler. Phosphor office kurmuşlar, daha savaş başlamadan önce. Dediler ki, "biz Afganistan'ı demokratikleştireceğiz, Irak'ı da demokratikleştireceğiz. Şimdi bilin bakalım, sırada kim var?" Fakat Irak'ta beklenmediği bir şekilde çıkmaza girince, çünkü oradaki bütün faraziyeleri, Irak halkının bunları güllerle karşılayacağı idi. O yatınca, bu iş uzadı. Yine orada söyledikleri, "icabında 50 yıldan fazla kalırız, yani demokratikleştirinceye kadar kalacağız" dediler.

 

…………- Kuvvet azaltmayı düşünüyor mu? Geçen yılın sonlarında konuşuluyorlardı.

 

CİHANGİR DUMANLI- Irak güvenlik güçlerinin güçlenmesi anında çekecek. Ama o ne derece Irak güvenlik güçlerine güvenilir, ne derece etkin olabilir…

 

…………- Kuzey Irak için ayrı bir şey söylüyorlar mı?

 

CİHANGİR DUMANLI- Kuzey Irak'ta zaten şu anda kuvvet tasarrufu yapıyorlar, orada bir tugayları var. Herhalde tüm Irak'ta 14 tugayı, bir tanesi Kuzey Irak'ta.

 

…………- Ne de olsa, Kürtler bakıyor onun yerine.

 

…………- Bir de şöyle bir şey, ulusal muhafızları gönderiyor, esas … çekiyor, onları tekrar hazırlıyor.

 

CİHANGİR DUMANLI- Biliyorsunuz, onların normal bir nizami kuvvetleri var, national gard var, bir de razor var. National gard ve razor oranı artıyor gittikçe Irak'ta, yani yüzde 60'lara falan çıktı.

 

…………- Onunla beraber sorunlar da artıyor.

 

CİHANGİR DUMANLI- Amerika'nın gücünden falan bahsettik, ama Amerika'nın zafiyetleri de var ve "tek başıma hareket edebilirim" demesine rağmen, birçok ülkelere de muhtaç; yani hem fiziki bakımından muhtaç, mesela Büyük Ortadoğu Projesini Türkiyesiz veyahut Türkiye'nin desteği olmadan hayata geçiremez diye düşünüyorum. Fakat bizdeki soğuk savaş paradigmaları devam ettiği için, hâlâ biz Amerika'ya muhtaçmışız gibi düşünüldüğü için, gereken tepki gösterilmiyor.

 

Bir kere, teröre bakış açıları farklı. Onlar terörü, Amerikan imparatorluğunun devamına bir tehdit olarak, küresel imkân ve kabiliyeti olan terörü esas alırken; bizim için terör kendi ulusal bütünlüğümüzü tehdit eden, devamlı yaşadığımız, her gün şehitler geliyor falan, böyle bir olay, yani bakış açıları farklı. PKK'ya bir şey yapmıyor, Haldun'un da söylediği gibi, hem gücü yok, hem de yapmak istemiyor Kürtler dolayısıyla. Bize de yaptırmıyor aynı nedenlerle. Ama Türkiye Amerika'nın terörle savaşına fiilen katılıyor. Afganistan'a, bugün de yine gazetelerde vardı, 1000 kişi, Kabil'e asker gönderilmesi falan söz konusu. Bu da bence yanlış bir şey, yani sen benim burnumdaki teröriste tedbir almıyorsun, adamlar her gün gelip, benim adamlarımı öldürüyorum. Ben gidiyorum, senin dünyanın öbür ucundaki Afganistan'da, sana yönelecek terörizme karşı askerimi kullanıyorum.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Biraz önceki şemaya geçer misiniz? Bence burada bizim en çok tartışmamız gereken, şu alttaki iki cümle. Hamasi bakımından çok güzel, "biz ABD'ye muhtaç değil, ABD bize muhtaç, daha bağımsız ve kişilikli bir politika izlemeliyiz" Gerçekten öyle midir, değil midir, bence tartışılması gereken nokta o. Bizim bugünkü masamızdan da çıkması gereken sonuç belki o.

 

CİHANGİR DUMANLI- Ben şunu kastediyorum: Mesela, İncirlik Üssü'nü biz niye verdik Amerika'ya? Soğuk savaşta bizi koruyacak, bize yardım edecekti, silahlı kuvvetlerimizi organize edecekti falan. Soğuk savaş bitti, yardımı kesti, tehdit ortadan kalktı, biz hâlâ İncirlik'i vermeye devam ediyoruz.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Ben olaya sadece askeri açıdan, İncirlik Üssü vesairesiyle bakmıyorum, ekonomik bakımından Amerika'ya bakıyorum. Amerika'ya benim ticaretimin fazla olup olmaması da önemli değil. Amerika'nın benim dostum olarak gözükmesi veyahut da benim işbirliği yaptığım ülke olaraktan veya stratejik ortağım, partnerim -her ne derseniz deyin adına- olarak gözükmesinin dünyaya getirdiği bir başka görünüm var, Türkiye'ye kazandığı bir konumu var. Amerika'nın karşısında olmanın getirdiği bir başka konum var. Eğer ben Avrasya yolu üzerinde, Ortadoğu yolu üzerinde Avrupa'ya doğru giden enerji hatlarının koridoru olacaksam, Amerikasız enerji hatlarının koridoru olmam mümkün değil. Askeri bakımdan neresinden bakarsanız bakın, Türkiye'ye, dedim ya size, BTC'yi Amerika yaptırdı diye. İkinci bir BTC yanına çekemezsiniz, çektirmez, mümkün değil, yapamayız; yani ne o ülkeler razı olurlar, ne biz o işi başarabiliriz. Onun için "ABD'ye muhtaç değiliz" derken, bence ekonomik açısını bir yana bırakın, pek çok geniş boyutuyla, kültürel boyutu ve çeşitli, bilimsel araştırma boyutuna bile bakmamız lazım. Aslında biz Amerika'ya şöyle muhtaç değiliz: Amerika'nın sömürüsüne muhtaç değiliz, ama Amerika'nın işbirliğine muhtacız. Bizim Amerika'nın bizi sömürdüğünü de söylememiz hoş bir şey olmaz, adam sömürmüyor. Eğer sömürtüyorsan, sen kendin sömürtüyorsan; ama öyle bir şey de yok. Olaya sadece İncirlik Üssü gibi bakmayalım. Daha bağımsız ve kişilikli politikalar, ben onu, bağımsızlığımızı zedelediğini kanısında değilim. Yanlış anlamayın, ben aşırı milliyetçi bir adamım, ama burada Amerika'yla işbirliğinin de karşısında olan bir insanım değilim. Şu anda Türkiye-Amerika ilişkilerinin gerginleşmesinden büyük üzüntü duyuyorum, sıkıntı duyuyorum; çünkü konuştuğumuz gibi, Türkiye'nin geleceğini karartıyor, Türkiye'nin geleceği için çıkmaz yolları gösteriyor bana. Daha kişilikli politikalar uygulayalım, tamam, hiç itirazım yok. O kişilikli politikaları ortaya koyacak yöneticiler bugün maalesef ortada yoklar, sesini çıkarması gerekenden evvelki sesini çıkartıp, bazı bir şeyleri uyarmıyorlar. Ama "ABD'ye muhtaç değiliz" demek çok büyük iddia olur kanısındayım.

 

CİHANGİR DUMANLI- Daha doğrusu, karşılıklı birbirimize muhtacız.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Karşılıklı birbirimize muhtacız; tamam, bu çok güzel.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Cihangir Paşam bu konuda bir şeye daha ben bir açıklık getireyim: Biliyorsunuz, Irak harekâtında Suudi Arabistan batıdaki bütün havaalanlarını boşalttı. Eğer biz İncirlik Üssü'nü vermeseydik, muhtemelen Amerika o havaalanını kullanacaklardı. Bilmiyorum, sen havacısın Haldun Paşam.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Ben yarı havacı sayılırım da. İncirlik'in özel bir yeri var, yani özel bir konumu var.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Çok de elimizde güçlü, kuvvetli bir koz değil, onu demek istiyorum.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Biri güneyde, diğeri kuzeyde, Amerika için bir zafiyet, yani İncirlik'e muhtaç, İncirlik Amerika için önemli. Ancak Kuzey Irak'taki geliştirmeye çalıştığı meydanlarla bu zafiyetini gidermeye çalışıyor. Bir süre sonra, "tamam kardeşim" diyebilir.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Vermezse, netice itibariyle oraya yönlenecek, bu sefer iyice kontrolümüzden çıkacak.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Zaten tedbirini alıyor şu anda, yani kısa bir süre sonra…

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Masada başka türlü konuşacak yani.

 

CİHANGİR DUMANLI- Tabii, Amerika'yla ortak çıkarlarımız da var, ortak olmayan çıkarlarımız da var, yani bunu iyi değerlendirmek lazım.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Çatışan çıkarlarımız var, örtüşen çıkarlarımız var.

 

CİHANGİR DUMANLI- Biz şimdi bütüncül bir ilişki içerisinde Amerika'yla ortak olmayan çıkarlarımızdan da taviz vermememiz lazım. Biz bunun örneklerini çok yaşadık, yani Johnson mektubunda yaşadık, … yaşadık. "Amerika dünyanın en büyük gücü, ne isterse ne olur, ona karşı yapılacak bir şey yoktur, her istediğini verelim, bu arada onunla ortak olmayan çıkarlarımızdan da taviz verelim" demek yanlış, direnmeliyiz, yani kendi ulusal çıkarlarımızda, Amerika'yla ortak olmayan ulusal çıkarlarımızda direnmeliyiz, çünkü bizim de kozlarımız var.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Yılmaz Tezkan Paşam bugün olsaydı, onun çok güzel bir ifadesi var, "Çıkarlarımızın örtüştüğü yerde işbirliği yapalım, çatıştığı yerde ise tarafsız kalalım" diyor; yani çok basit böyle bir yaklaşımı var, çatışmayalım diyor.

 

…………- Uluslararası politika o kadar basit değil. Onu yaptığı zaman, kalkıp da, stratejik ortağız diyemezsiniz. Amerika bir kere bize stratejik ortak dedi, yani Irak'a yaklaşılan dönem, ondan sonra bitti. Biz ondan önce de dedik, hâlâ da demeye devam ediyoruz.

 

…………- Biz müttefik olabiliriz.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bu ortam içerisinde neler yaşıyoruz ve yaşayabiliriz? Bir kere, Irak'la bağlantılı sorunlarımız var, yani Irak'ı parçaladı Amerika, orada bağımsız bir Kürt devletini kurdu; bu bizim ulusal çıkarlarımıza son derece ters bir gelişme. PKK'yı söylediğimiz gibi, taktik nedenlerle de olsa -en azından iyimser bir şeyle- destekliyor. Kerkük'ün nihai statüsü 2007'de belli olacak, onun da nasıl belli olacağı şimdiden belli zaten. Türkmenlerin durumu orada karambola gidiyor, ona da bir şey yapamıyoruz.

 

İran'la ilgili muhtemel talepleri olacak. İran'la ilgili bizden neler isteyebilir, onu şöyle bir çıkarttım ben. Bir kere, siyasi destek en basitinden en şeyine kadar, en ciddi olanına kadar sıralarsak; siyasi destek istiyor, biz de bunu kısmen sağlıyoruz.

 

…………- Yalnız orada bir hata yapıyoruz; Tayyip Erdoğan diyor ki, büyükelçim onu daha iyi değerlendirecektir, "İran nükleer silah yaptığını görüyorsak, İsrail'i niye görmezlikten geliyoruz" deyip, Amerika'ya bir şey atıyoruz. Hiç lüzumsuz ifadeler, yani bir başbakanın konuşmaması, söylememesi gereken şeyler…

 

…………- Kahvede konuşulur gibi bunlar konuşulur mu yani.

 

…………- Ondan sonra da adamı üstümüze getirtiyoruz.

 

…………- Siz, ben söylesek ayrı, ama bir ülkenin başbakanı söyleyince, ondan sonra niye dönüyor; döner tabii.

 

CİHANGİR DUMANLI- Nükleer materyal şeyinin kontrolü, bir şeyi var, kromofoloji…

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Tabii, bu şu anda fiilen yapılıyor zaten, yani Türkiye resmi olarak bu deklarasyonu yaptı.

 

…………- NATO çerçevesinde de böyle bir işbirliği var.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- NATO'daki öyle bir ofis filan şey yapılıyor.

 

…………- Uluslararası Atom Enerjisi Ajansına bağlı olmamız nedeniyle de yapmak zorundayız.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Bush'un 2003'te sonbaharda Polonya'ya, Krakov'a yaptığı ziyaret sırasında açıkladığı ve o günden beri 60 küsur ülkenin katıldığı bir girişim. Bunun amacı şu: Dünya üzerinde herhangi bir yerde, karada, havada veya denizde kitle imha silahının kendisi veya bunun yapımında veya ulaştırılmasında kullanılabilecek herhangi bir malzeme veya teknoloji -mesela rumanlar dahil- varsa, buna müdahaleyi öngörüyor. Öyle bir müdahale sistemi kurulacak ki, önce istihbarat değişimi, ondan sonra karar alma süreci, ondan sonra uygulama ve uygulama sonuçlarının gereğini yapmak.

 

…………- Doğu Akdeniz'e 11 Eylülden sonra kurdu; kaçak gemileri, ticaret gemilerini filan kontrol ediyorlar.

 

…………- İşte onu şimdi Karadeniz'e de çıkartmak istiyorlar.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Paşam, sizin konuşmanızı keser gibi görünüyoruz, ama kusura bakmayın, kesmiyoruz, çok güzel, sistematik hazırlanmış, orada tartışma güzel oluyor.

 

METİN GÖKER- Bu konuda bir örnek vereceğim: Venezüella'dayken çimento fiyatları çok yüksek, Simex diye Meksikalıların bir karteli var, Türkiye'nin ihraç fiyatının 3 misline satıyor, kimseyi de sokmuyor. Biz bunu yıkalım dedik, geldi, ilk gemiye el koydular. Çok ikili oynuyorlar. Bizim oraya ihracatımızı durduruyor, "karışma sen buraya, Meksika yapsın" diyor. İkincisi; öyle bir çamur attılar ki, aynı gemide Kolombiya için soda aşı, Bulgaristan'dan yüklenmiş, ayrı bir ambarda, ayrı bir ülkeye gidiyor, çimento ayrı bir ambarda, Venezüella'ya çıkartılacak. İkisi bir arada icabında narkotikte kullanılabiliyor, hatta mazot bile imalatta kullanılan hammaddelerden. Bunu bahane ettiler ve bu ipucunu Amerikalılar vermiş, onu da buldum sonunda, çünkü cumhurbaşkanına kadar çıktım. Gemiye el koydular, mürettebatı hapsedecekler, zar zor onu, valiyle ahbaplığım vardı, bir tek kişiyi temsilen tutuklattık, dışarı çıktı gemiden, diğerleri gemide yiyorlar, içiyorlar. 1 ay oldu, iflas edecek, yeni bir şirketin gemisi, mala el koyuyorlar ve açıkça bir şey söylemiyorlar. Uzaydan gemilerin hepsini, içinde adamı varmış gibi takip ediyorlar. Geminin oraya gittiğinden haberdar olması gereken insanların haberi yok; bu ne zaman Bulgaristan'a gitmiş, nereden ne yüklemiş, oradan çıkıştan itibaren hangi rotayı takip etmiş, ne gün nereden geçmiş, aynen veriyorlar; gelir gelmez tırak uygulamaya geçtiler. Soda aşı Kolombiya'ya zar zor çıktı, yani ithal izni olduğu halde. Ön iznin alınması gerekiyor ve varken boşalttırmadılar, gemi geri döndü. Bu elektronik ve diğer teknik şeylerden yararlanarak, aynı şekilde Kırgızistan'da hizmet ederken biliyorum. Onlar bazı böyle hassas maddeleri kolaylıkla herkes ele geçirmiş fabrikalardan ve zengin olmak için onları kullanmak, yok efendim yılan zehri, nükleer malzemelere ait falan şeyler. Kırgızistan'a yerleşmeden Amerikalılar, o tür diyetleri biliyorlar, bize de haber veriyorlardı. Çok iyi bir mekanizma var.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Bu mekanizmanın …SI çerçevesinde biz de parçası olabiliriz, yani olma potansiyelimiz var. Ancak bunun olması için, Başbakanlığın, Kriz Yönetim Merkezinin başta olmak üzere, bakanlıkların ilgili birimlerinin bunu da askere ihale etmeden bu işe sarılması lazım, yani bu sadece askerle olacak bir şey değil, devletten devlete olan bir mekanizma. İşte o zaman o dediklerinizin bir parçası oluruz, o zaman kimse geminize el koyamaz ve koymaya niyeti olursa da, önceden bizimle koordine etmek ihtiyacını duyar, mecbur olur.

 

Mayıs ayında Türkiye'de bir tatbikatı yapılacak bunun. Bu …SI'ın tatbikatı, Türkiye'nin ev sahipliğinde. Ben de tabii merak ediyorum nasıl olacağını. İşte bu tatbikatın bizim devlet mekanizmamızın, asker-sivil, Başbakanlık Kriz Yönetiminin Merkezinin koordinesinde, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği koordinesinde yürütülmesi lazım. Ne kadar yürüyeceğini ben de merak ediyorum, yani halka bilgi verecek, basına açılacak vesaire vesaire. Bakalım, göreceğiz hep beraber, hemen önümüzdeki ay.

 

CİHANGİR DUMANLI- Bu konuda işbirliği isteyebilir, istihbarat işbirliği isteyebilir.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Zaten onun parçası.

 

CİHANGİR DUMANLI- Olası bir ekonomik ambargoya katılımımızı isteyebilir, yani İran'a harekât tarzlarından biri de ekonomik ambargo. Biraz daha ileri gidiyoruz, bu sarılar verebileceğimiz şeyler diye düşünüyorum.

 

…………- Burada bir çıkış kapımız var, komşu ülkelerin, mesela Ürdün'ün yararlandığı bazı maddeler var. Birleşmiş Milletler Yasasına göre oradan birazını yırtabiliriz.

 

CİHANGİR DUMANLI- İran'a karşı hava sahasını kullanmak isteyebilir, sınırın kapatılmasını isteyebilir, "doğalgaz alımını durdurun" diyor.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Onun hakkında ben isterseniz, enerjici olaraktan bir şey söyleyeyim: Geçen sefer İran konusunu tartışılırken de söylemiştim, bizim İran'dan 6 milyar metreküp BCM doğalgaz alımı söz konusu. Türkiye'nin geçen yıl tüketimi 25 milyar metreküptü. Bizim Mavi Akım hattının tamamını kullanmıyoruz, şu anda yarısını kullanıyoruz, yani o gazı biz Rusya'dan alabiliriz böyle bir durum karşısında; ama tabii Rusya'ya karşı olan bağımlılığımız artar. Rusya da hangi fiyattan verecek, onu bilemeyiz. Bununla beraber, bir miktarını sıvılaştırılmış doğalgaz olaraktan alınıp, o doğalgaz alımının durdurulması işini yapabiliriz.

 

CİHANGİR DUMANLI- Ama niye yapalım?

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Ben İran'dan doğalgazı ucuza aldığımız kanısında değilim; çünkü İran bu sene bizle doğalgazda pazarlığa girişecek.

 

…………- İran keser.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- İran da keser. Geçen sene bize dedi ki zaten, "benim kendi gazım bana yetmiyor" İran dünyanın ikinci gaz rezervine sahip ülkesi de, 2004 yılında üretimi 87 milyar BCM, tüketimi 88 milyar BCM, Türkmenistan'dan gaz alıyor, onu kullanıyor, yani kendi gaz rezervlerini şu anda üretime geçirmiş durumda değil. Fakat ondan daha önemli bir şey var: Bizim 2005 yılında 23 milyon ton petrol ithalatımız var. 23 milyon ton petrolün 6,9 milyon tonu İran'dan temin edilmiş durumda. Bununla birlikte İran'dan benim petrol ithalatım da kesiliverir, yani TÜPRAŞ İran'dan petrol ediyordu. O zaman spot piyasaya düşebilirim. Böyle bir hesap ortaya geldiği zaman, doğalgaz alımının durdurulması, petrolün kesilmesi, mutlaka hükümetin masaya oturması lazım, yani Amerika'nın bu konuda bazı arz kaynaklarını garantilemesi lazım veya ortaya çıkacak fiyat farklarını karşılanmasını isteme hakkımızın olması lazım. Ama Türkiye onları karşılaması koşuluyla, doğalgaz alımını da durdurabilir, petrol alımını da durdurtabilir.

 

…………- Verebiliriz diyorsun ya, onları verdiğin anda, İran sana zaten bunu koyar, ne petrol verir, ne doğalgaz verir.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Vermez zaten, bu sene de doğalgazı kesti zaten, en sıkıştığımız zamanda kesti. Onu keser, bizim durdurmamızı beklemeden, kendisi kesecek ve bizim hazırlıklı olmamız gerekir. Ama onun kesmesini beklemeden, Amerika'yla bir pazarlığa girişmek…

 

…………- Özal'ın yaptığı gibi.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- İyi olur ve böyle bir şeyin alınması lazım. O zaman "biz onu kapatıyoruz, kesiyoruz" diyebiliriz.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Ama Özal önce siyasi kararı verdi, siyasi iradeyi koydu, ondan sonra bunları tartıştı. Tabii bunların hepsinin varsayımı bu tartışmalardan önce, siyasi kararın verilmesi olması lazım.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Başbakanın veya hükümetin bu kararı verebilmesine bağlı.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Hükümeti de aşan bir karar olur herhalde, yani hükümet tek başına böyle bir karar veremez.

 

…………- … hükümet gider, yeni hükümetle pazarlık eder.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Zaten İran hareketi ve Türkiye'de bir ekonomik kriz, bu hükümetin de gitmesine neden olabilir. Alternatifi yokken, bu da gidebilir tabii.

 

HALDUN SOLMAZTÜRK- Şüphesiz o da olabilir.

 

…………- İran krizi bunları getirdi.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Götürebilir tabii, olabilir, bu da olabilir.

 

CİHANGİR DUMANLI- Yani biraz daha ileri gidersek, İran'a karşı İncirlik'in kullanılmasını isteyebilir. Biraz daha ileri gidersek, diğer havaalanları ve limanları isteyebilir. Türkiye üzerinden lojistik destek sağlayabilir. Tabii, bu İran'a yapacağı harekâtın şeyine bağlı. Olası bir koalisyona katılmamızı isteyebilir ya da "Irak'a, Afganistan'a sen git, orada ben kuvvet tasarruf edeyim, ben İran'a gideyim" diyebilir.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Peki, bu pazarlık hükümetten önce askerlerin arasında yapılır mı, iki tarafın genelkurmayı arasında yapılabilir mi?

 

CİHANGİR DUMANLI- Doğal olanı, normal olanı, önce siyasi pazarlığın yapılması.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Şu anda hükümet…

 

…………- Zapsu'nun vakti olursa…

 

…………- Her kanalda yaparlar.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Benim söylemek istediğim başka bir şey var: Bizim Türkmenistan'dan her zaman için ucuz gaz almamız mümkünken, Türkmenistan'dan gaz alamayışımızın nedeni, Hazar'ın statüsünün belirli olmayışı, o taraftan geçemeyişimiz, Rusların da bunu kesmesi biliyorsunuz, Azerbaycan'dan gaz alıyoruz. Ama İran kendi toprakları üzerinden geçerekten, Türkmen gazının bana gelmesini kabul etmiyor. Türkmenistan'dan kendisi gaz alıyor, o boru hattından geliyor, ondan sonra da aynen slap ediyor, aynı gazı gönderiyor, bu benim gazım diyor, alıp kullanıyorsun. Böyle bir fedakarlığın karşısında, ben Hazar'ın güneyinden Türkiye'ye bir enerji koridoru açılmasını Amerika'dan isteyebilmeliyim. Oradan toprak istemiyorum, oradan ben bir geçiş hakkı istiyorum, yani bir boru hattım geçecektir, ama bu beni Türk dünyasına, Türk Avrasya'sına doğru bağlayacak çok güvenli bir yol olacaktır.

 

CİHANGİR DUMANLI- Ama Amerika'nın bunu vermesi için İran'a hâkim olması lazım.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Oraya girdikten sonra, herhalde İran'ı bombalayıp… İki tarafı var biliyorsunuz, ya Amerika Rusya'yla anlaştı masanın başında, "Irak benim, İran senin" dedi, şu anda İran'ı bombalayacak, Rusya'nın kucağına itecek, "al kullan, bu tarafını da ben yumuşattım" diyecek; böyle bir teori de var. Ya da Amerika o bölgeye girmek isteyecek. Tabii, orada Rusya'nın tutumunu göreceğiz, Rusya ne yapacak? Amerika orayı bombaladığı zaman eğer sesini çıkarmıyorsa, anlaşmış demektir, "İran benim tarafıma gelsin" diyerekten, bekleyecek orada. Eğer sert bir tepki gösterirse, anlaşmadı demektir. Ama İran'ın da Irak gibi bu yapı altında kalması mümkün değil. Çünkü şey var, Sayın Büyükelçim, ben geçenlerde tekrardan şöyle bir kurcaladım, Azeri Türkleri üzerinde Amerika'nın bayağı bir çalışması var ve epey bir şey var, İran da onlardan tutuklamalar yapmış, yakın zamanda tutuklamalar yapıyor. Oradaki İran Azerbaycan'ı dediğimiz bölgeyi Amerika oradan koparmaya çalışacaktır veyahut da bir şey yapacaktır.

 

…………- Güneyi bombalayacak, kuzeyi koparmaya çalışacak. Kuzeyde biz rol oynayabiliriz.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Bu uzun vadeli bir hesap. Böyle bir dünya oyununda Türkiye'nin de bir hedefinin olması lazım, yani Türk dünyasına bağlanabilmek için bir göbek bağı istiyorum, enerji hattı istiyorum. Toprak istemiyorum, İran'ın toprağında gözüm yok, ama bana oradan geçiş hakkı versin. Affedersiniz, kelime bulamıyorum, bu İranlıları ben sevmem aslında, İran'ı hiç de güvenli bulmadığım… Bana Türkmenistan'dan geçiş hakkı vermiyor, Yunanistan'a gaz satmak istiyor, benim ülkemden geçiş hakkı istiyor; yani bu kadar da yüzsüz olan bir ülke. "Gel, ben sana Yunanistan'a geçiş hakkı verirsem, sen de bana Türkmenistan ver" dediğin zaman, onu da kabul etmiyor. Böyle bir ülkeyle anlaşman mümkün değil. Bakmayın, savaşmıyoruz, ama rakip olan iki ülkeyiz. Böyle bir sahanın istenmesi, böyle bir geçiş hakkının istenmesi, hükümetin mutlaka pazarlık masasına getirmesi veyahut da Genelkurmay eğer konuşuyorsa, pazarlık masasına getirmesi gereken bir konu diye düşünüyorum.

 

CİHANGİR DUMANLI- İran'la ilgili talepleri bunlar olabilir.

 

…………- Uranyum zenginleştirmesini söylüyor, dün de kutlamalar…

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Akşam bana televizyonda sordulardı.

 

…………- Atom kulübüne üye olduk falan filan. Bu şeyden Türkiye'deki siyasi irade üzerinde bir baskı unsuru olmayacak mı? Dolayısıyla bu siyasi iradenin karar alma süreçlerini olumsuz yönde etkilemeyecek mi? İran'ın "nükleer kulübe üye oldum" demesi, nükleer silaha veya nükleer güce sahip olması bizi nasıl etkileyecek? Bir taraftan Amerika, bir tarafta İran; böyle.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Biz onu burada geçen tartışmamızda bir kararını çıkarttık, 21. Yüzyıl'ın o konuda bir görüşü ortaya çıktı. İran'ın nükleer güce sahip olması, Türkiye'nin aleyhine olan bir durum. Eğer İran nükleer güç oluyorsa, benim de nükleer güç olmam gerekir diyerekten sonuca vardık, yani sonuç bu kadar basit. Ama İran'dan bundan engellenebiliyorsa, engellensin. Az önce ben enerji konusunu anlatırken, ABD'nin kendi kaynaklarına yönelme gibi hedefi olduğunu söyledi arkadaşımız. Haklı, doğru, ama ABD'nin kendi kaynaklarına yönelmesi, yenilenebilir enerji kullanın demesi göstermelik. Ben, Türkiye Rüzgâr Enerjisi Su Santrali İşadamları Derneğinin Başkanıyım. Rüzgârdan elde edeceğiniz elektrik yüzde 3'tür, yüzde 5'tir. Hidrokarbonlardır şu anda enerji talebinin yüzde 85'ini çeken, doğalgaz ve petroldür. Kömür ondan sonra gelir, kömürün kullanımı az. Böyle bir ortam içerisinde diyebilir ki, "yenilenebilir kaynakları kullanın veyahut da ben size nükleer santral vereyim" Türkiye'ye de vermek isteyecek nükleer santrali. Geliştirmiş olduğu santraller var, mesela AP600, AP1000. Enerji Bakanlığına gelecekler heyetler, Westing House'nin geliştirdiği santral.

 

…………- Gelmişler bile.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Gelmişlerdir. Onlar zenginleştirilmiş uranyumla çalışıyor, diyor ki "yakıtını da ben vereceğim, her şeyini ben vereceğim, zenginleştirme tesisi sen kurmayacaksın" Her şeyi kontrollü ve bunlar temiz nükleer enerji. Temiz nükleer enerji dediği, çevreyi kirletmeyen nükleer enerji değil, atom bombası yapmasını engelleyecek teknolojiye sahip nükleer enerji.

 

…………- Hadımlaştırılmış.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Hadımlaştırılmış. Onu herkese vermek istiyor, sana da vereyim, İran'a vereyim, şuna, buna da vereyim diyor. Ama sen nükleer teknolojiye gerçekten nüfuz etmek istiyorsan, o zaman hayır diyor. Bugün dünyada 9 devlet var atom silahına sahip.

 

…………- 6-7 mi?

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Ama İsrail'i de sayıyorlar, hatta Güney Kore'yi de sayıyorlar. Onlarla birlikte 9 oluyor. Ama 2015 yılında bunun 25'e çıkması ihtimalini söyleyenler de var.

 

…………- O 15 sene önceki öngörüydü.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Şu anda ne kadar geçerli bilmiyorum. Fakat eğer İran bombayı yapacak olursa, Türkiye'nin bölgede bir ağırlığı varsa, bu tür atağı yapması gerekir diye düşünüyorum. Ben Hitler gibi faşist bir adam değil, ama bu silaha sahip olması gerekir; bunun caydırıcılık yönü var falan. Kaldı ki, Türkiye'nin nükleer enerjiye girmesi de çok önemli. İran 20 tane santral kuracağım, bilmem ne yapacağım falan diyor. Zaten İran'ın macerası şöyle başlamış: 1977 yılında Amerika 8 tane santral, Fransa 2 tane santral kurmak için onlara taahhütte bulunuyor.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Hocam yarım saatimiz var, konuşmayan iki konuşmacımız var.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Peki, kesiyorum. 1979'daki İslam Devriminden sonra bunlar geri çekiyorlar, yani Humeyni yönetiminin eline bu teknoloji geçmesin diye, onun kavgası yapılıyor.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Cihangir Paşam.

 

CİHANGİR DUMANLI- Talepleri bunlar, Suriye'yle ilgili talepleri var, Karadeniz'le ilgili şeyleri var. Doğu Akdeniz'de bugünlerde yine gündeme gelen, İskenderun Körfezi'nde falan bazı faaliyetleri var. Ilımlı İslam rolü, Türkiye'ye verilmek istenen; bu bir sorun yaratabilir. Ermeni zaten her zaman var. İnsan hakları her zaman var. Bir de, Filistin'deki ilişkiler, Ortadoğu sorununda sorunlar çıkabilir.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Mehmet hocam, bu işin ulusal güvenlik stratejisini uygulayıp uygulamayacağını ekonomik yönden değerlendirecek. Buyurun hocam.

 

MEHMET ARSLAN- Teşekkür ederim. İsterseniz, şu ana kadar topladığım edinimlerden genel bir başlayayım, ondan sonra kendi gözlemlerime göre Amerika Birleşik Devletleri bu ulusal güvenlik belgesindeki iddiaları gerçekleştirebilir mi? Öncelikle şunu söyleyeyim: Condalina Rice ve Savunma Bakanlığı, ikisi ayrı bir grup. Condalina artık şunu anlamış, diyor ki "dünyada ortaya çıkan yeni bir güç var, çok kutuplu bir dünya var ve biz bunlarla beraber ortaklık yapmalıyız, bunların gücünü kabul etmeliyiz" Bunun da çok somut örnekleri var: "Bundan 5-10 yıl önce, mesela Hindistan, Japonya ve Almanya, bunların üçü de Birleşmiş Milletlerde veto hakkı istiyorlar, daimi üyelik istiyorlar. 1994'te esamesi daha okunmuyordu. Demek ki, dünyada bazı şeyler değişti, bunlar güç kazandılar, bunu dikkate almamız gerekir" deniliyor. Diğer grupsa -şahinler grubu diyebiliriz belki, askeri veya neocon'lar diyebiliriz- mutlak askeri üstünlük üzerinde duruyorlar. Dolayısıyla 2002'deki Bush'un başlangıçtaki, güven değil de, tehdit unsurunu ön plana çıkarıyorlar. Belge bütününe baktığımızda, şunu görüyoruz: Her iki tarafın da perspektiflerini birleştirmişler, sentezlememişler. Eğer sentezleselerdi, buna bir pazarlık usulü değil de, … olarak bakardı. Eğer askeri kanadın veya askeri düşünce kanadının ön plana çıktı diyorsa, demek ki pazarlık gibi bakıyorlar ve burada da güven olmaz.

 

Amerika Birleşik Devletleri bu şeyde başarabilir mi? Bir kere, şunu kabul etmek gerekir ki, Amerika Birleşik Devletleri hegemon bir devlettir. Bunun da hegemon gücü, Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemesine rağmen, iktisadi … baktığımızda 1914'tür, Birinci Dünya Savaşı. Amerika Birleşik Devletleri bunu istemeyerek şey yaptı olsa da, İkinci Dünya Savaşında kesinlik üstünlük belli oldu ve hegemon güç zirvesine 1990'ların ortasında çıktı. O zirve de düşüşe geçti. Bugün mesela, o cenahın en iyi analistlerinden Nike Ferguson vardır, Columbia ve New York Üniversitesinde. İktisadı da vardır. Her şeyin bir hayat seyri vardır. Hegemonun da bir hayat seyri var. Ama burada dünya ülkelerinin kabul etmesi, yani karşılaşması gereken iki ana konu var. Eğer bir hegemon güç devrilirse, mesela bir British İmparatorluğu gibi, bir Roma İmparatorluğu gibi, -Osmanlı İmparatorluğu belki çok sayılmaz- dünyada çok ağır bir maliyet çıkıyor. Bunun da 100 milyon insandan bahsediyor ve çok ciddi bir savaştan bahsediliyor. Amerika Birleşik Devletleri şu anda dünyaya 5,5 trilyon dolar borçlu, yani dünya devletleri Amerika'dan 5,5 trilyon alacaklı.

 

…………- Ama hiçbir zaman istemeyecekler o borçlarını. Dolar tedavül ettikçe dünyada, kimse o borçlarını istemeyecek.

 

MEHMET ARSLAN- Onun da istatistiklerine baktım. Bundan çok değil, 3 yıl önce dünyadaki sözleşmelerin yüzde 56'sı Amerikan Doları bazındaydı, yüzde 20'si bazındaydı, şu anda ikisi de yüzde 44; Amerika taban kaybediyor.

 

İkincisi; Amerika Birleşik Devletlerinin dünyada 1 trilyon 600 milyar dolar banknotlar dolaşıyor ve bunlar Amerika'ya geri dönmeye başladı. Nedir? Amerika Birleşik Devletleri bundan 1 sene önce 0,50 iken faiz oranı şu anda yüzde 5. Bunun anlamı şu: Şu anda borç stoku 9 trilyon dolar Amerika'nın. Borcu birden 5'e çektiği zaman, Amerikan Hazinesine sırf faiz maliyeti, ek faiz maliyeti 360 milyar dolar. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri bu perspektifle baktığımız zaman, bu şeyi sürdüremez gibi görünüyor; çok ciddi bir sıkıntısı var.

Amerika'nın belki hastalık olarak şunu görebiliriz: Amerika sınaide kaybetti, endüstride kaybetti. Bundan 10 yıl önce Amerika'daki harcanan her 100 doların 27 doları ithaldi, şu anda 37 doları ithal. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri dış açıklarına çare bulamaz. Onun için Amerika Birleşik Devletleri şunu kabul ediyor, IMF'ye diyor ki, "gelin, diğer ülkelerle aramızda bir ekonomik arabulucu olun. Bunun üstüne ne yapın? Mesela, Çin'e deyin ki, iç tüketime yönelin. Almanya'ya deyin ki, iç tüketime yönelin" Amerika'daki ekonomik gerilemenin karşısında, Asya'da ve Almanya eksenli Avrupa'da bir üç tüketim canlanmasıyla dünya ekonomik büyümesinin belli bir mesafede kalmasını istiyor. Eğer bunu başaramazlarsa, gerçekten dünyada çok ciddi bir sorun çıkacak.

 

Hatta şu var: Son dönemlerde baktığımızda, bir korumacılık gelişiyor, diyorlar ki "Amerikan şirketleri Amerikalıların olmalıdır" Almanlar mesela, karşı çıkıyorlar. Wall-Mart Almanya'ya girerken, Almanya reddetti. Japonya'da bir marketin … karşı çıktı Japonlar, Amerikan firması. Hatta şu anda Amerika'nın mevcut kanunlarında, diyelim ki Türkiye'deki 100 milyon dolarlık bir Amerikan şirketini almak için Senatodan onay almak zorundasınız. Dolayısıyla Amerikalıları sanayide şeyleri kayboldu artık, üretemiyorlar. Mesela, son trendlere bakın, Almanya Amerika'nın en büyük bankasını satın aldı; Dochebank, Bank Trast'ı satın aldı. Bu, Amerika'nın en güçlü olduğu alan, bankacılık alanında. Fransızlar en büyük sigorta şirketlerini aldılar. Amerika'ya … giriyorlar.

 

İşin ilginci şu: Amerikalılar yeni yeni bunu kabullenmeye başladılar, belki itiraf etmeye başladılar. Amerika'daki bütün yabancı şirketler kârlarını dışarı kaçırmışlar. Dünyanın diğer ülkelerindeki yabancı şirketler o ülkede yatırım yaparlar. Dolayısıyla 20 yıldır, burada ana güç olarak Almanya en büyük yatırıma sahip ülke Amerika'da, ondan sonra Japonya geliyor. Her iki ülkenin şirketleri de Amerika'yı kelimenin anlamıyla sömürmüşler. Eğer bakarsanız, Amerikalılar bunu itiraf etmekte zorlanıyorlar. Dolayısıyla Amerika dönüp de şunu diyemez: "Bana güvenin" diyemez.

 

Artı, bir düşüşe geçtiği zaman, süreç katlanarak gider. 2002 yılında Amerika'nın dış finansman ihtiyacı yıllık 200 milyar dolardı, 2005'te 500 milyar dolar, 2006'da 750 milyar dolar. Bunun anlamı, her gün Amerika'ya dünyanın diğer ülkelerinden 3 milyar dolar taze para girmesi lazım. Eğer bu 3 milyar dolar girmezse, Amerika dönemez.

 

Mesela, şey var, ben sosyolog değilim, ama Immanuel Volstein'in bir şeyi var, hani britas'ın olduğu şey, catenae casedof detsu baskınları filan oldu. "Biz orada gördük ki, Amerika toplumu çökmüş, birbiriyle yardımlaşma kalkmış ve biz Irak'ta kaybetmedik, burada kaybediyoruz" vesaire diyor. Ama özünde şu var: Bir de, yazarlar şunu diyorlar. Batan imparatorlukların -ki, Amerika bir imparatorluktur- hemen hemen ortak sebep, military over strec, yani Osmanlı Devletine de bakın, Roma'ya da bakın, military over strec, Amerika Birleşik Devletlerinin ortalama birim personel maliyeti 308 bin dolar, bu NATO içerisinde en yüksek. Amerika'nın bu 455 milyar dolarlık deference bütçesinin içerisinde AR-GE yoktur. 120 milyar dolar bu sene. Mesela, veterin bütçesi yok, 700 küsur milyar dolar. Bu veterin bütçesi eğitim bütçesinden daha fazla.

 

Bir diğer şey, Amerika'da ortalama Irak'ta ölen bir asker için 500 bin dolarlık hayat sigortası bedeli veriyorlar. Şu anda dava var, diyor ki bu insanlar normal bir şirkette olsaydı, 6-6,5 milyon dolardı. 17 bin kişi ölmüş, bunu çarptığınız zaman, yaklaşık 59 milyar dolar çıkıyor. 16 bin tane ciddi hasarlı var, yani yaralanmış insanlar var. Orada biliyorsunuz, günlük 250-300 dolardan başlıyor bir hastanın ortalama maliyeti. Bu kişiler uzun süre … geçecek. Hâlâ Vietnam'ın şeylerini saramamış durumda. Amerika Birleşik Devletleri kendi iç dengeleri çok bozuk.

 

…………- Irak'ta aylık masrafı 5,6 milyar dolar.

 

MEHMET ARSLAN- Bir rapora göre, 7 milyar dolar, yıllık 120 milyar dolar çıktı. Hatta başlangıçta, Mustafa Albayımla beraberdik ASAM'da, o zaman ben "1 trilyon doları bulur" demiştim. Çok fazla abartılı bulmuşlardı. Baktığımız zaman, şu anda 670 milyar doları toplam ekonomik şey olarak aşmış durumdadır. Belki Amerika Birleşik Devletlerinin bu milli stratejine bakınca ben şunu görüyorum: "Son kuruşumuz kalıncaya kadar savaşa devam edeceğiz" gibi bir ifade kullanıyorlar. Burada da herkes şunu görüyor ki, artık Amerika Birleşik Devletleri zemin kaybediyor. Bunun birçok boyutları var. Özellikle sanayiden çok çekildi. Ben şöyle kısa bir şey yapayım. İktisadi analiz açısından bakarsanız, Alman şirketleri efsanevidir nakit konusunda. Mesela, bugün İngiltere'deki şirket alanların büyük çoğunluğu Alman şirketleridir. Almanlar esastaki öz sermayeyle finansman der. 1960'lı yıllarda kurulan şirketler de öz sermaye zenginidir. Ben şirketlere danışmanlık da yaptım, Doğu Avrupa'da da birçok ülkede araştırma yaptım. Gözle, elle tutulur her şirketi Alman şirketleri satın almış. Doğu Avrupa'yı Almanya fiili olarak işgal etmiş durumda. Buna Amerika hiçbir şey diyemiyor. Hatta ilginçtir, 1991'de ben Amerika'dayken, Economist Almanya'ya özel sayı ayırmıştı: "Almanlar 1960'tan 1980'lere kadar uyuyan köpekti" diyor, kavram aynısı. "1980-90 arasında havlayan köpek oldular. Şimdi ısıran köpek olacak" diyorlardı 1991 yılında. Eğer "Amerika'nın rakibi kim?" derseniz, ifade etmekten çekinir, ama Amerika'nın gerçek rakibi Almanya. İktisadi olarak bakın en güçlüdür. İkincisi de Japonya. Bugün hem Almanya, hem Japonya flexible … sistemine sahip, 24 saat sonra dünyanın en modern silahlarını üretecek güce sahip. Bu da bir askeri confront yapma dediğimizde, 7-8 aya kadar istedikleri kadar silah üretebilirler.

 

…………- Nükleer silah dahil.

 

MEHMET ARSLAN- Dahil. Dolayısıyla Çin konusunda bakın, teknoloji konusunda, Japonlar dört beş adım öndeler, Amerika'nın çok önündeler. Mesela, Sony başkanının bir brifingi vardı, "biz elimizdeki chip teknolojisini eğer Sovyetler Birliği verseydik, Sovyetler … geçer" Yani uzay silahlarında veya diğer aşamalarda. Dolayısıyla bu güçler, zaten Amerika'da şey yok, yani puan teknoloji yok. Puan teknoloji, ya Almanya'da, ya Japonya'da, dünyada iki tane güç var. İkisi de sonuçta bunu kullanıyorlar. Dolayısıyla buna baktığımız zaman, Amerika Birleşik Devletleri artık hegemon düşüş aşamasında ve bu düşüş aşamasını nasıl acısız geçirebilir diyor, bunu kendisi de kabul etmiş durumda. Avrupa Birliği karşısındaki en büyük rakip. İçinde bulunduğumuz çağda hem devletler büyük olmak zorunda, hem şirketler büyük olmak zorunda. Mesela, Alman Dochebank 1 trilyon dolar, Japonya'da Miziho var, 1,7 trilyon dolar aktif büyüklüğü var. Dünyada artık Amerika'nın sermaye piyasalarındaki 20 yıl önceki hegemonyası yok. Çok güçlüler, Türkiye'yi bir günde krize dönüştürebilirler, bu işler her zaman için var. Türkiye'de halka, Amerikalıların deyimiyle, bizim yöneticilerimizden çok daha yakınlar, halkın nabzını çok daha iyi tutuyorlar. Ben Haldun Paşama katılıyorum, eğer Amerika AKP'nin alternatifini bulsa, anında değiştirir; ama alternatif yok. "Olmadığı için, AKP'ye katlanmak zorundayız" diyorlar; bu da kesin bir şey.

 

Dolayısıyla bu şeye baktığımızda, ya Amerika Birleşik Devletleri şunu diyecek, bizim düşmanımız, eğer rakip açısından bakarsanız, kesinlikle Türkiye değil. Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye'ye ihtiyacı var. Şunu sormamız gerekir: Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'yi kaybederse, kim sahip olur? En büyük düşman, Almanlar sahip olur Türkiye'ye. Almanya'nın burada hâkim olması, hem Kıbrıs'ta hâkim olması, uzun vadede İsrail ve Amerika'yı, petrolü şey yapar, kontrol ettirir. Amerika Türkiye'yi kaybedemez, bunun ekonomik şeyi çok çok daha ağır gelir sonuçları. Dolayısıyla Amerika'da Türkiye'de halka yakın kim olursa olsun, onu desteklemek zorunda. Diğer şeylere geleyim. Eğer sorunuz olursa, ben cevaplamaya çalışayım. Dış ticaret açıkları 825 milyar dolar ve bu daha da artacak.

 

…………- Cari açık mı?

 

…………- İthalat-ihracat farkı mı?

 

MEHMET ARSLAN- Evet. Mal, hizmet ve gelir transferlerine baktığımız zaman, "Çin kim?" diye baktığımız zaman, Almanya'nın, Japonya'nın, büyük sanayileşmiş ülkelerin maşası. Çin'in sermaye akımına bakınız, Hong Kong'a göre … dedikleri kadar sermaye yatırımı yok. Çin'in insanların büyük çoğunluğu açlık sefalet içerisinde, Çin'de çok zor kontrol edilen bir nüfus var. Çin'in teknolojisi çok uzak ve birkaç adım geriden geliyor. Dolayısıyla "Çin'de en çok başarıya kim ulaştı?" derseniz, birincisi Almanya, ikincisi Japonlar. Fransa girdi, dayanamadı, çıktı tekrar. Amerikalılar girdiler, çıktılar. Daha sonra Güney Kore'de kriz çıkardılar, Güney Kore şirketlerini satın alıp, Çin'e girmeye çalıştılar, kültürel yakınlık olsun diye. Çinliler uzun perspektifli düşünen bir ırk, Amerika'yı reddettiler, Fransa'yı reddettiler. Demek ki, zamanında kötü tecrübeleri vardı. Dolayısıyla Çin, Amerika için çok büyük bir tehdit değil, yani uzun vadede bir tehdit değil. Çin'in milli geliri 1 trilyon dolar, Japonya'nınki 4,7 trilyon dolar.

 

Artı, dünyada üç tane temel güç vardır. Bir tanesi, Amerika Birleşik Devletleri. Bir tanesi, Almanya. Avrupa Birliği değil, Almanya. Bir tanesi de Japonya. Bu üç ülkedeki faiz açığı bütün dünyayı etkiler, her şeyi dünyayı etkiler; üç tane dünya devleti. Bu daha da pekişti, Almanlar daha güçlendi. Mesela, çok analiz yapmaya gerek yok, Amerikalıların ortalama tasarruf eğilimi çok düşük ve şu anda baktığınız zaman, 2005 yılında eksi 1,2. Ortalama Amerikalı 1 lira kazanmış, borcu 3 liraymış, 3 kat borç artışı var.

 

…………- En yüksek Japonya mı?

 

MEHMET ARSLAN- İç borç açısından, bireysel borç açısından Amerika Birleşik Devletleri.

 

…………- Hayır, tasarruf açısından.

 

MEHMET ARSLAN- Evet, en yüksek Japonya. Daha sonra Almanya geliyor. Sonuçta bakın, bütün dünya ülkeleri diyecek ki, "biz daha fazla kredi veremiyoruz" 11 trilyonluk bir ekonomi ve bu dışarıdan gelen dökme suyla dönmez, kendi iç dinamiklerine dayanmak zorunda. Amerika'da iç dinamik yok. Bunu gerçekten kabul etmek zor, ama Amerikalıların hayatta kalması biraz daha çok tehdide dayanıyor. Japonlar diyor bunu, "Amerika'nın ikinci Irak savaşı, dünyayı askeri güçleriyle korkutarak, biraz daha bağlı tutmak" Çünkü iktisadi güç kaybetti Amerika Birleşik Devletleri, üretimden uzaklaştılar. O felsefi, Protestan ahlaktaki dışa bağımlı finansmanlar vardır, yani borçla büyüme alternatifini seçtiler. Mesela, Amerika'da yeni birtakım silah projeleri var. Bir iktisatçı olarak şunu söyleyebilirim: Yeni proje ekstra risk demek. Her yeni projenin, bizim ticarette de bu böyledir, yüzde 5 ila 10'u başarılı olur, yüzde 90'ı başarısız olur. Mesela, petrol sektörüne girdiğinizde, 10 tane kuyu açıp, petrol çıkaramazsanız, iflas edersiniz. Silah sektörü de böyledir; 10 tane yeni silah satıp, eğer bunda başarıya ulaşamazsınız, çok şey kaybedersiniz.

 

Amerika Birleşik Devletleri veya kapitalizm daha önce silaha yatırım yaptığında, askeri harcamaları yaparken, bunun ekonomiye yansıma orana yüzde 80-90. Ama son dönemde dikkat ederseniz, belli bir şirket var, 5 milyar dolar alıyor, tek bir tane işçi almıyor, yani ekonomiye yansıma oranı çok düşük, halka yansımayan bir askeri harcama var. Her ne kadar dünyanın en yüksek teknolojisine sahip silahları olsa da, bunu satamıyor. Mesela, Türkiye'yi ne kadar zorlarsanız zorlayın, 20 milyar dolardan daha fazla silah harcatamazsınız, belki 10 milyar dolar harcar. 11 milyar dolar görünüyor, ama bunu 15 milyar dolara soktuğunuz zaman…

 

…………- Tüm askeri harcamalar 10 milyar dolar.

 

MEHMET ARSLAN- Evet.

 

…………- Bunun ancak 2-3 milyar doları belki silah.

 

MEHMET ARSLAN- Çok da zorlarsanız, 5 milyar dolara çıkar, daha fazla çıkmaz. Dolayısıyla bu kadar büyük bir risk alıp da, askeri yatırım yaptığınızda, bunun ekonomik çıktısı çok fazla değil, negatif.

 

METİN GÖKER- Yalnız orada siz biraz önce military strec, over strec dediniz. Onu Osmanlı Tarihi de nazarı itibara alırsanız, askeri teknolojide gerileme olarak da sıfat koymamız doğru olur. O zaman bu tür harcamaları yapmak zorunda, yani askeri teknolojide geri kaldığınız anda, dünyada hegemon güç olma şeyiniz aşınmaya uğrar ve bir süre sonra fiilen kaybedersiniz. Bunun için askeri harcamaların üretkenliğine, istihdama yönelik faktörleri düşünürken, stratejik düşündüğünüzde, bunu kal'e almamak lazım.

 

Bir de, hesaplarınıza Japonlarla ilgili benim şahsi tecrübem, gözlemim, Prelli lastiği gibi, çok çalışıp, az aşınanlar, yani dünyada en çok kalori harcayan işgücü satranç ustalarıdır, üstatlardır, bir satranç ustası oturduğu zaman 12 bin kalori harcar. Ondan sonra en ağır işçi 3 bin. Amerikalıların o obez halleriyle, günde en az 3 bin kalori tüketir. Halbuki bir Japon işçisi, 2 bin kaloriyle Amerikalı işçinin yaptığı işi daha iyisini çıkarır, işine sadıktır, dini ve inançları itibariyle, her yaptığı ürünün mükemmel olmasını ister. Orada da iktisatçı olarak görünmeyen bir hesap vardır. Aynı Türk askerinin, cephede birden galeyana gelip, birkaç yüz kiloluk mermiyi taşıması gibi, adrenalin salgılaması farklıdır.

 

MEHMET ARSLAN- Mutlaka harcama yapması lazım, ama bu harcamaların sürdürülebilirliğine bakmak gerekir. Bu da, sonuçta şu anda Amerika, İkinci Dünya Savaşından sonra yurtdışından borçlanarak, uluslararası bir askeri operasyonu finanse etmek zorunda kaldı. Bunu da ne kadar sürdürebilir, yabancılara ne kadar güvenebilir?

 

METİN GÖKER- Birinci Körfez Harekâtının tüm faturasını Suudilere ödettirdi.

 

MEHMET ARSLAN- Borçlandı.

 

METİN GÖKER- Hayır, Kuveyt'e faturayı dayadı, tazminatlar dahil ödettirdi. 1990'dan başladı bu ihtiyacı görmeye ve akıllı davranıyor. İti öldürünce sürdürtüyor.

 

MEHMET ARSLAN- Kendisi sürmek zorunda.

Mesela, Amerika Birleşik Devletlerinin bireysel borçları çok önemli. Dolayısıyla bu da halk şey yapar.

 

İkinci bir husus; Amerika Birleşik Devletlerinde ve dünyada genelde şöyle vardır, yani yukarı doğru eğilimli bir faiz oranı eğrisi vardır ki, buna real cor derler, yani bir tahvilin veya borcun vadesi uzadıkça faiz oranı artar, beklenen odur. Amerika Birleşik Devletlerine baktığımızda, şu anda kısa vadeli faizlerdeki artışın uzun vadeye yansımadığını görüyoruz, 2,5 oranında. Bunun anlamı nedir? Yakın bir gelecekteki bu faiz oranı uzun vadeli faiz oranına yansıyacak.

 

METİN GÖKER- Devlet tahvillerine…

 

MEHMET ARSLAN- Evet. Bunun uygulama açısından anlamı nedir? Amerikalılar sahip oldukları evi teminat göstererek, borç alırlar. Buna öz sermaye dayalı bir finansman. Dolayısıyla Amerika'nın da uzun vadeli faiz oranları arttığında, borcun toplam ev değerine olan oranı artar ve Amerikalının elindeki öz sermayeyi göstererek, ucuz kredi kullanma şartı biter, ev alışları durur ve ekonomide gerçekten bir yavaşlama beraberinde gelir. Zaten bunu Amerika şirketlerinin bilançosuna bakarsanız, bizde exes equality denilir, yani bilançonun o üst kısmındaki likit değerleri toplam aktiflere oranladığınızda yüzde 10'u geçiyor. Bu İkinci Dünya Savaşı sonrasında en yüksek değer. Şirketler eğer talebin uzun vadeli ve sürdürülebilir talep olduğunu görmedikleri zaman, kaynaklarını hep nakitte tutarlar, yatırım yapmazlar, yenileme yatırımı yapmazlar. Bu da, Amerika'nın prodüktivite artışlarını düşürüyor. Her ne kadar Amerika'daki patent sayısını esas alan bir yenileme şeyleri var, yani 50 milyon tane patent başvurusu var, ama bunların fiili olarak kaç tanesinin hayata geçirildiğine bakmıyorlar. Fiili AR-GE geliştirmeye baktığımızda, burada bir düşüş var, prodüktivite artışında bir düşüş var vesaire. Dolayısıyla burada da Amerika'nın dönüp de, prodüktivite ve canlılığı, yani sonuçta 11 trilyon dolarlık bir ekonomiyi hareket ettirmek çok zor. Bir kriz olduğu zaman, gerçekten dünyanın her tarafının canı yanar. Ama onları hayata geçirmek, ayakta tutmak da bir o kadar daha zor. Dolayısıyla bunun için gerçekten hem Almanya'nın, hem Japonya'nın merhametine muhtaç.

 

…………- Çin de …

 

MEHMET ARSLAN- Sonuçta 440 milyar dolar toplamda Çin'e gelen para. Amerika'nın dış borcu 4,5 trilyon dolar, yani Çin'in çok fazla önemi yok. En büyük pay Japonların. Ama özünde artık rakiplerini, dostlarının iyi niyetine muhtaç Amerika Birleşik Devletleri. Zaten burada da ona görüyoruz, yani ulusal güvenlik belgesini okuduğumuz zaman, daha önce hiç dikkate alınmayan ortaklar, şimdi diyor ki, "ortak bir şey yapabilirim" Peki, ortak yapılabilir mi, yani Irak'ta ortaklık yapabilir mi? Irak'ta ortaklık yapması mümkün değil. Amerika'nın tek kurtuluş, belki de Irak kanalıyla, hem İran, hem de Ortadoğu petrollerini tam kontrol etmek ve bu sayede kendi bütçesini düzeltmekti, o da olmadı. Biraz daha kaldıkça, bu borç stoku 2 trilyon dolara çıkacak Irak'ın maliyetleri. Amerika Birleşik Devletlerinin bu şekilde bunu sürdürmesi, yani sonuçta Osmanlı Devleti de dışarıdan borç aldı, savaş yaptı, ama bir noktadan sonra battı. Kaçınılmaz, yani kimse sana borç verip de, bana silah sık diye para vermez.

 

METİN GÖKER- Dediğine katılıyorum. Osmanlının zaten bir sefere çıkarken, daha sonraki iki seferin finansmanını hazinede tuttuğu sürece başarılı. Bir seferde başarısız olduğunuzda, ikinci gelecek, üçüncü geleceği finansmanı çıkıyor. O da talanlar, tazminatlar ve art ardına iki savaşı kaybettiğinizde, üçüncü kendiliğinden kaderini finans açısından kaybediyor.

 

…………- Brezinski'yi haksız duruma getiriyor. Her ne kadar buna müsaade edilmez diyor ya…

 

METİN GÖKER- Kaçınılmaz. Amerika'nın büyük sorunlarından biri, obezite olmak. Bir insan bir bisküviyle bir lokma, bir hırkayla savaşacağı yerde, koca yemek rasyonunu alacak, onun lojistiği, maliyeti. Asker çikleti olmazsa, savaşmam diyor. Patlamazsa, "ben patlayacak çiklet isterim" diyor. Benim adamım peksimet gibi ekmeği yiyip, dağda 1 ay kalıyor.

 

…………- Peki, İran'a hareket yapamaz mı?

 

MEHMET ARSLAN- Ben sizin bütün şeylerinizin tam karşısında diyorum ki, İran Amerika Birleşik Devletleri için orada olması gereken bir devlettir, ona orta vadede hareket yapmaz, 5-10 yıl içerisinde diyorum.

 

…………- Yani ekonomik vaziyetini düzeltmeden…

 

MEHMET ARSLAN- Ekonomik vaziyeti buna elvermez. Orada Şii bir devletin olması, diğer Arap devletlerinin Amerika gibi bir kurtarıcının etrafında toplamak zorunda hissettiriyor. İran'ın yaptığı açıklamaya bakın; ben bir iktisatçı olarak bakıyorum, Ahmedinecad geldi, dedi ki "Yahudileri Avrupa'yı sürelim" Bunun sonucunda kim kazandı? Avrupalı dedi ki, "Müslümanların elinde fırsat olsa, oradaki bütün Yahudileri sürecekler, biz koruyalım" Burada Amerika'yla çekişiyor. İran kendi içerisinde, dışta büyük bir tehdit var, bir bütünleşme, ulusal bir olağanüstü durum var, bir bütünleşme var. İran'ın orada İran olarak ayakta kalması, zaten İranlıları… Ben de sizinle aynı kanıdayım, yani tarihte hep, Haşimilerden bu yana bize en çok zarar veren onlar. Huysuz bir millet veya uğursuz bir millet, ben çok fazla sevmem. Çalışmayan bir millet, hakikaten şu anda İran'a bakarsanız, çalışmayan, bedava yiyen insanlar. Çoğu şey oradaki Azerilerde. Ama Azeriler de Amerika'ya güvenemedi. Ama özünde orta vadede, 5 ila 10 yıllık bir dönem içerisinde benim şahsi kanaatim, İran'la belki bir gerginlik olabilir, Türkiye korkar, biraz daha dikkatli olabilir. İran'da petrolde bir günlük aksama olsa, petrol 150-200 dolara çıkar. Bu 150 dolara çıktığı zaman, bütün dünyada faiz artışı demek. Bir kere, Amerika'daki hane halklarının büyük çoğunluğu iflas eder, yani Amerika'yı içten vurmuş olur. Biliyorsunuz şey var, atıl kapasite, yani 500 bin varil civarında…

 

…………- Üretim kapasitesi.

 

MEHMET ARSLAN- O da 90 günlük ihtiyacı karşılayacak kadar. İran'ı kestiğiniz zaman hem Avrupa çok zorlanır, başta Amerika Birleşik Devletleri … Bunun için orta vadede benim şahsi kanaatim, Amerika Birleşik Devletleri İran'a saldırmaz. Bir gerginlik olabilir, başak bir şey olabilir. Benim şahsi kanaatim, saldırırsa…

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- 90 günlük yedeği var ABD'nin, hatta ben daha fazla var diye biliyorum, stratejik rezervler var. Ama Türkiye'nin yok maalesef, Uluslararası Enerji Ajansına tabi ülkelerde 90 günlük yedek tutmak mecburi de, bizim Enerji Bakanlığı geçiştiriyor. Şu aşamada depolama tesislerimiz yok.

 

MEHMET ARSLAN- Orada uzun süren bir savaş olsa, Irak gibi.

 

MUSTAFA ÖZEN ÜLTANIR- Onu askerlerimiz iyi değerlendirecek. Ben de bir askeri harekât beklemiyorum İran'a Irak gibi, ama bombalamayı yapabilir. Orayı asker sokması, hava kuvveti sokması, hakikaten işi çok büyütür.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- İran çoğu Arap ülkeleri gibi, ihracatının yüzde 80'i petrole bağımlı, o da satmadan, bir sürü de sübvansiyon yapıyor, halkı da tutamaz. O da satmadan duramaz. Bunlar karşılıklı dengeler.

 

HAVVA KÖK- Ben sizi rahatlatayım. 17.30'da çıkmak zorundaydım. Zaten şeyden bahsedecektim…

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Diğer ülkelerle Amerikalıların ilişkileri nasıl olacak?

 

HAVVA KÖK- Bölgede Rusya, Çin, Hindistan'ın yeri, Orta Asya'nın yeri, Orta Asya'daki devrimler, Orta Asya'daki seçimler, Türkiye'nin Orta Asya politikasının olmaması gibi, onlardan bahsedecektim. Siz onları biliyorsunuz zaten. Ama ben çok şey öğrendim, sonuna kadar o yüzden bekledim.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Rusya-Amerika ilişkileri…

 

…………- Keşke baştan söyleseydiniz, ilkin siz konuşurdunuz.

 

HAVVA KÖK- Ben hepsini dinlemek de istedim, bu kadar uzun süreceğini de bilmedim.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- O konuda bir iki şey söyleyebilir misiniz?

 

HAVVA KÖK- Rusya'yla ilgili çok mesafeli bir dil kullanıyor, "farklı çıkarların olduğu, ancak ortak çalışmanın gerekli olduğu bir ülkedir" diyor. Rusya'nın demokrasisi mesela, işte demokrasiden neyi kastettiğimiz belli, Amerikan çıkarlarına uygunsa eğer demokratiktir o ülke. Dolayısıyla demokrasi açıklarına çok fazla çekiyor, yani Amerika'yla politikalarının uzaklığına ve Rusya'nın her an öteki olabileceğine dikkat çekiyor.

 

Orta Asya'yla ilgili olarak da, Orta Asya için yaşamsal bir bölge diyor. Çin'i ayrı bir başlık olarak ele almıyor, dolayısıyla önemsemediğini gösteriyor. Hindistan burada çok önemli, Hindistan hep şimdiye kadar Rusya'ya yakındı, bu sefer Amerika Hindistan'a özel bir önem veriyor ve Çin'i ve Rusya'yı dengeleyici bir politika olarak daha yakın bir tavır sergiliyor.

Bu kadar, daha fazla söylememeyim.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Katıldığınız için çok teşekkür ederim.

 

METİN GÖKER- Galiba Çin'den bahsetmemesi gibi, Türkiye'den bahsetmemesi gibi.

 

HAVVA KÖK- Evet.

 

METİN GÖKER- Aslında çok rahatsız, çok önem veriyor, hani isterim demeye de getiremiyor Çin'i. Çin'in Orta Asya'daki faaliyetleri, Rusya kadar değişiklik yaratabilir. Şanghay grubunun çalışmaları çok önemli. Sürüyü ürkütmek istemiyorlar. Ben sık sık Kırgızistan'a…

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Sayın Büyükelçim, Orta Asya'daki, bizim Türk cumhuriyetlerindeki…

 

METİN GÖKER- Şu kadarını söyleyeyim: Kriz çıktığında hükümet bana görev verdi heyet başkanı olarak. Sayın Bakana, "bu ihtilali yaratan ... kardeşini işe koydun, babasının mezarında dua etmişim, bu kadar içli dışlı ilişkim var, öbürüne de hapishanede mesaj gönderen tek insanım, 5 yıldır hapiste. O da cumhurbaşkanı yardımcısı. Ne tarafa doğru çekmemiz mümkünse, bana imkân verin, yetki verin, ümit verin, mümkün" dedim. "Aman, aman, etliye sütlüye karışmayın" dedi. Bana verilen misyon buydu, ben de gittim, beni çektiler. Heyet başkanı olarak teke tek benle onu konuşmak istedi. Onların yanında konuşamıyor, söyleyemiyor falan. "Valla ben sizin dostunuzum, bir tek tavsiyem var: Kırgızistan küçük bir devlet, birbirinizle dalaşmayın ne olur. Bak, o gelmiş, önceden oturmuş cumhurbaşkanlığı koltuğuna, o bir kişilik koltuk, iki kişi olursa, ya sen onun kucağına, ya o senin kucağına. Birbirinize bilmem ne olur. Onun için, bırak o otursun, sen başbakan olarak sana daha fazla yetki için uğraşayım. Sen de dışişlerini zaten biliyorsun, Shevardnadze bile seni seçmiş, müsteşar, ikinci adam olarak Sovyetler varken. Sen de başbakan yardımcısıyla şurada otur. Biraz fazla hır gür yaparsanız, birazınızı Çin alır, birazınızı Özbekler alır, al sana, al sana hikayesi olur. Lütfen dalaşmayın, küçük ülke, zaten ekonomik istikrar olursa, kaynaklarınız sınırlı, Kazak gibi petrolün yok, biraz ağır metalleriniz var, onu da dişinizin kovuğuna yetmez. Gelin, bunu düzgün düzgün götürün" dedim. Hakikaten iyi kötü onu yaptılar.

 

Bakınız, çok yürekler acısıdır; geldikten sonra, ilk orada en uzun süreli değişmeden kalan büyükelçiyim, rahmetli Özal'ın bu konuda en başarılı olduğunu söyledim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Sayın Çetin'e sorun, parlamentonun kapı anahtarı vardı. Düşün, parlamento gece kapandığı zaman, gel sen istediğini, böylesine bir ilişkiye girdim. Çünkü AIDD'de de çalıştım, iktisadi yardım nasıl olur, Türkiye'nin ilk 5 yıllık planlarında tuzum, biberim var. Ben greyder operatörlüğü de yaptım, gemilerde vinç de çalıştırdım, hani sıradan bir diplomat değilim Allah'a şükür. Ata da binerim, çift de sürerim. Bunları da yaptım onlara. Bana güvendiler ve söylediğim her şeyi yapabildim, çünkü arkamızda devlet var. Cumhurbaşkanı özel numarasını verdi, "gece-gündüz, ne zaman istersen arayabilirsiniz" dedi. Bir kere rahatsız ettim. Bu defa, daire, başkan yardımcısı, zurnanın … benim yanımda çalışmış olsa, söyleyeceğim var. Valla, daire başkan yardımcısı telefona sekreterini çıkartıyor, benim telefonuma çıkmıyor.

 

Üzüntüyle başka bir şey söyleyeyim: 6,5 yıl hizmetten sonra geldim, yalvarıyorum müsteşara, "çok başka bir dünyadan geldim, arkadaşlarıma bu birikimimi anlatayım. Ne olur, bana bir toplantı yapın, büyükelçiler, gençler gelsin, 1 saat, 1,5 saat anlatayım" dedim. O müsteşar ki, Orta Asya'nın üzerinden Japonya'ya giderken sadece uçakla geçmiş, daha ayağı yere değmemiş. Meslektaşım, ama o kadar kızıyorum. "Ben sana anlatayım" dedi. "Maşallah, siz oralara gitmeden, benim 6,5 yılda edindiğim tecrübeyi, siz süper bir insanınız" dedim. Çıktım müsteşar yardımcısına bir şey söyledim, "bu adam bu kadar bilgisiz, cahil, cehaletinin farkında değil, çok büyük hata yapacak" dedim. Müsteşar yardımcısı uyanık bir arkadaşım, rica etti, "sen onu dinlesen iyi olur" dedi. Gidiyor, bilmem İstanbul'dan bir işadamı geliyor, onu havaalanında karşılamaya vakit ayırıyor, çünkü ileride siyasi yatırım yapıyor. Karşılığını da aldı. Ondan sonra benim 1 saat… Ama çok üzücüdür, benim evimin sıhhi tesisatını yapan Bilal … vardı. Geldim, yine bir derdim oldu, "Bilal'ciğim gel" dedim, geldi saç, sakal. "Bilal, ne oldu?" dedim. "Biz seminerlere devam ediyoruz abicim" falan dedi. Ne semineri? Anlattı, Fetullah hocanın böyle şeyleri varmış. Ondan sonra "biz senin methini çok duyduk, sizden bir ricam var, bizim o seminerlerde bir saat vakit verin, anlatın, duysunlar kendi kulaklarıyla" dedi. Ben çocuğun hatırı kırılmadan, onu üç kere atlattım. Bakın, benden ne bir talep var, benim orada olduğumu biliyor muyum, 4 sene, 5 sene, 6 sene yok oldum, müşterisiydim, ama araştırmış, benim orada günü gününe ne yaptığımdan haberdar adam, rica ediyor, gelin bizi aydınlatın diyor.

 

Sayın Dışişleri Bakanı sahip çıkıyordu, Başbakan, Cumhurbaşkanı yarış ediyordu, "ben daha fazlasını yapacağım" diye. Evet, Türkiye'nin eti budu tam anlaşılmıyordu. Çok garip bir örnek vereyim: "10 bin burs vereceğiz" dedikleri zaman, yardım işlerinde de çalıştığım için, 10 bin, yani kaç yıllık devreyi kastediyor? Yok, 1 yılda. Affedersiniz, ama ben İngiltere'de de çalıştım, koca Kamulvert dünyasına İngiltere'nin verdiği yardım 7 bin burstur, bunun da yarısını yarım burs verir, ¼'üne ¼ kısmi burs verir, tam burs vermez. Menfaatini gördüğü, sömürmeye devam ettiği ülkelere verdiği bu kadar. Ondan sonra hadi, o zaman kompütüre geçiyorduk, bankaların elinde fazla daktilo var. Hemen uçağa yükleyin, 5 bin tane daktilo. Beyler, siz hiç eski daktilo taşıdınız mı dedim, usulsüz taşırsanız, fıtık olursunuz. Eski model, 16 kilodur. 16'yı çarpın, bu uçak Pantones olsa, ancak götürür. Bir de, bu uçağı biz bineceğiz, bizim bagajımız var, olsa olsa 2 bin kiloluk bir kapasite kalır. Bu kadar hesap bilmiyorduk, ama yürek vardı. Hele Atatürk'ün o 1933'te, ben o konuşmayı bulamadım. Yakıştırma olması çok muhtemeldir, ama çok güzel yakıştırılmış yahut böyle bir niyet olarak Afet İnan'a veya o çevredeki insanlara söyledi, onlar bir yerde bunu ona izafeten olarak söylemiş olabilir. Nitekim Çanakkale'deki yazı, zamanın içişleri ve savunma bakanlarının ortak bir çalışması sonucudur, ama Atatürk'ün onayından geçmiş bir şeydir. Böyle de olabilir, ama çok güzel bir söz. Rusları hiç tedirgin etmeden söylenmiş fevkalade bir sözdür. O sözü de çok kullandık. Biz buralara sizin kardeşiniz olarak geldik, dilimiz bir, dinimiz bir deyip, bu motifleri çok iyi işledik. Amerikalılar inanın, hiçbir büyükelçiyi herhalde Amerikan Başkan Yardımcısı oraları ziyaret ettiğinde, kokteyline belki çağırmazlar. Bizden görüş almak için girişimlerde bulundular. O statüden, şimdi gittim, çarşı pazarda Amerikan askerleri, bol bol dolar harcıyor, rahatsız olmuşlar zaten, adamın ipini ondan çekmişler, "Ruslara sen nasıl olur, hemen bize verdiğiniz bu üsten sonra, yanı başımıza onu getirdiniz" diye düdüğü çalmışlar, adam gitmiş. Yoksa, ona bu imkânları açan Akayev'di.

 

…………- Akayev'in tekrar döneceği konusunda haber var, doğru mudur?

 

METİN GÖKER- İstikrarsız bir ülke, pek çok şey olabilir. Daha fazla ondan alacaklarına kani olurlarsa, rahat da gelir, hiçbir sorun olmaz.

 

Söylemek istediğim, nereden nereye vardık. Çok şeyler yapabilirdik. Şimdi oraya Kansas City'den bir bakkal gelip, orada bakkal açmaz. Ama Türkler oradan gelmiş, bakkallar, ufak lokantalar bizde, ama büyük mallar onların elinde.

 

…………- Balkanlarda da hikâye aynen yaşanıyor.

 

METİN GÖKER- Türkmen gazı için yalvardılar. Zirve toplantısında ben tercümanlık yaptım. Yakaladı Türkmenbaşı, "söyleyin, bunu bizden 16 dolara alıyor Rus, 80-90'a satıyor bu gazı, buna bir son verin, bizden alın bunu, şunu yapın" dedi.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display