< < BEYİN FIRTINASI


BEYİN FIRTINASI

TÜRKİYE'DE PETROL VE POLİTİKALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

I- GİRİŞ

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Kurumsal olarak Ümit Özdağ Başkanı, ben E. Kur.Alb. Mustafa Küçükçakır, beş senedir Araştırma Merkezinde kendisiyle beraber çalışıyoruz. Genel Koordinatörlüğünü yürütüyorum, bir de sekreterimiz var, yani kurumsal olarak üç kişiyiz. Ama, bunun dışında 24 tane araştırma grubu oluşturduk. Bu araştırma grubunda çalışmalara sizler gibi fahri olarak, gönüllü olarak çalışmalarını sürdürüyorlar. Mesela, Selahattin Bey var, o bizim Ekonomi Araştırma Grubunun Başkanı, kendi de Merkez Bankası Eski Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünden emekli.

 

Yine aynı şekilde jeopolitik grubumuz var, Bu gruplarda görev alan emekli, Tarım Grubu, Sağlık Grubu, Sosyal Güvenlik Grubu, Sivil Toplum Siyaset Grubu, yani birçok gruplarımız var, 24 tane grubumuz var. Avrupa Birliği Grubu, bu grupta davet ettiğimiz kişiler kendilerine açıklamayı yapıyoruz ve zaman zaman diyelim ki o grubun gündemi oluştuğu zaman, konuyu tespit ediyoruz, bugün olduğu gibi. Burada bir toplantı yapıyoruz, o toplantıda o günkü diyelim ki, güncel bir konuyu tartışıyoruz ve ondan sonra, tartıştıktan sonra şu anda geçen Enerji Toplantısı yapmıştık, gene Enerji Grubunun, Sezgin Beyin önünde. Buradaki konuşulanları bir doküman haline getiriyoruz. En azından burada ifade edilenleri bir doküman haline getiriyoruz.

 

O grup kendi programını, kendi raporunu, yani Türkiye'de tarım meselesine nasıl bakılmalı? Mesela, Haziranın başında daha önce Tarım Toplantısını yaptık ve çok da güzel bir katılım oldu. Eski tarım bakanı katıldı, şu anda Mühendisler Odası Başkanı katıldı, Yem Sanayi Dernekleri Başkanı katıldı; yani buraya ilgili kişileri topladık. Mesela, Haziranın başında oturacağız, Türkiye'nin tarım raporunu ortaya koyacağız, Yani, Türkiye'de tarım nasıl olmalı, şu anda nedir? Zafiyetlerini bir durum tespiti yapıp, şu andaki politikadaki aksaklıkları da ortaya koyup, tarım yeni baştan nasıl yapılanmalı?

 

Konuya biz ideolojik olarak yaklaşmıyoruz, tamamen Türkiye merkezli ve Türkiye'nin çıkarları açısından bakıyoruz. Yani, burada hiçbir şekilde ideolojik tartışmalara zemin hazırlamıyoruz ve arzu etmiyoruz, o tarafa gitmesini arzu etmiyoruz. Siyasetçilerden çok bu işe, buraya katılanlar tabii siyasetçiler de geliyor, onların da tecrübelerinden istifade ediyoruz. Akademisyenler geliyor, iş dünyasından uzmanlar geliyor, eski şu anda hizmet veren bürokratlar geliyor veya emekli bürokratlar geliyor, emekli askerler geliyor.

 

21. Yüzyılda Türkiye Dergisi çıkartacağız. Bunun ilk sayısını, hatta hazırlıklarını, makalelerinden hazırladık, fakat Vakfımızın birtakım geçmişten kalan vergi sorunları var ve işletme haline getirmeyi çalışıyoruz, yani Enstitü adına dergi basacağız, web sitemiz hâlâ tasarım halinde. Buradan da, diyelim ki, bu gruplar makale yazmak isteyen, makalelerini yayınlayacağız; yani bu konularda makaleler yayınlayacağız. Yani, bizim ASAM'dan farklı olarak, ASAM genelde dışa dönük bir araştırma merkezi; bizse içe dönüm bir araştırma merkeziyiz. Dışarıyı da takip ediyoruz. Geçen hafta burada eski bakanlarımızın da olduğu, hatta o dönemlerle ilgili belgeler imzalayan bakanların da burada tartışıldığı Avrupa Birliğine giriş sürecini ve şu anda devam sürecini tartıştık, çok güzel şeyler çıktı. Yılmaz Bey; çalışmalarımız bu istikamette.

 

YILMAZ ÖZ- Çok teşekkür ederim. Demek ki, yayın olarak dergiyi düşünüyorsunuz, şuana kadar devamlı bir yayın durumunuz yok.

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Web sitemizden yine aynı ASAM'da olduğu gibi, analizler...

 

YILMAZ ÖZ- Dokümanlardan bahsettiniz, derlenen dokümanlar. Bunları zaman zaman yayınlayabiliyor musunuz veya nasıl dağıtıyorsunuz?

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Yayınlıyoruz, mesela şurada iki raporumuz var.

 

YILMAZ ÖZ- Bir de şunu soracağım: Finansman kaynaklarınız nedir?

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Vallahi, finansman kaynağımız Vakıf üzerinde, şu anda çok sınırlı. Zaten, çok sınırlı olduğu için, ancak bu kadroyu muhafaza ediyor olursak.

 

YILMAZ ÖZ- Hangi vakıf?

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Türkiye Türk Dünyasını Birlik Vakfı, eski Şaban Karataş'ın. Yani, bize vakıf olarak şöyle, mesela aylık raporlar yayınlıyoruz, bunlar dediğim gibi grupların raporu, bir tane Ekonomik Grubunun hazırlamış olduğu bir rapor. Bütün üyelere, Selahattin Beye. Mesela, yine Ermeni psikolojik operasyonu.

 

YILMAZ ÖZ- Vakfın ismi ne?

 

MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Türkiye'de Türk Dünyasında Birlik Vakfı. Şaban Karataş'ın on sene önce kurduğu bir vakıf. Bir enstitünün bir vakfa bağlı olması gerektiği için, yani bir tüzelkişilik kazanması gerektiği için, böyle bir arayış içerisinde olduk. Sağ olsun onlar yardımcı oldu. Ama, şimdi öğrendiğimize göre, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde vakıf kurmak da kolaylaşmış. Belki kendi vakfımızı da kurabileceğiz.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ben bazı eklentilerde bulundum.

 

SALONDAN- Küçük bir soru, başkan kim demiştiniz?

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Prof. Dr. Ümit Özdağ.

 

SALONDAN- Ümit Özdağ Bey ASAM Başkanı değil miydi önce?

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ümit Bey ASAM'dan ayrıldı, şimdi burada.

Bizim 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Mustafa Bey bulgularını da ben tekrar söyleyeyim: Herhangi bir siyasi karakteri yok, yani şu guruba bağlı, bu gruba bağlı veyahut da bir siyasi görüş savunuyor şeklinde değil, Türkiye'nin sorunlarını masaya yatırıp, çözüm önerilerini geliştirmek, onları üretmek. Şaban Beyin katıldığı bir toplantıda ben de vardım. Kendisi zaten Türkiye'de bu tip bir eksikliğin olduğunu, bu eksikliği doldurmanın da büyük hizmet olduğunu söylüyordu. Kendisinin siyasi kimliği var, ama bunun siyasi kimliğine bakmadığı bir konu bu.

 

Biz burada konuşmaları banda alıyoruz, fakat bu banda aldıklarımızı rapor haline getiriyoruz. Arkadaşlarımız rahatlıkla konuşuyorlar, bürokrat arkadaşlarımıza hatta diyoruz ki, "isterseniz adınızı gizleyebiliriz" diyoruz. Önemli olan şu masanın etrafında Türkiye'nin çıkarı için söylenmesi gereken şeyleri söylemek Çünkü, bunları ileride formüle edip, herhangi bir şekilde yayınlayıp, topluma mal edebilmekte. Türkiye'de zaten kıt olan şey, think-tank kuruluşlarının, düşünce kuruluşlarının azlığı, tartışmanın azlığı, ona bir katkı da yapabilmek için tabii ASAM Türk dünyasına yönelmiş durumda. Ümit Hocanın Başkanlığını yaptığı -ben Yönetim Kurulunda falan değilim- Türkiye 21. Yüzyıl Enstitüsü Türkiye'nin iç sorunlarına yönelmiş durumda, ama dış sorunlarıyla Avrupa Birliği gibi, Kafkas Ülkeleri İşbirliği gibi konularla da ilgilenmektedir.

 

Bu genel açıklamadan sonra, bugünkü konumuza geçelim. 20 küsur bizim çalışma grubumuz var. Bunlardan birisi, Enerji Çalışma Grubu, Enerji Çalışma Grubu bundan önce bir toplantı yaptı, o da genel enerji konusunu tartıştık, Sezgin Bey o toplantıda da vardı, bir iki laf söyledi, sağ olsun. Ama, enerji konusu tabii çok dallı, budaklı olduğu için, petrolün ayrı, elektriğin ayrı, kömürün ayrı, ithal edilen doğalgaz piyasasının ayrı vesaire tartışmak lazım. Genel toplamdan sonra petrol konusuna ağırlık verdik. Amacımız Türkiye'nin petrol stratejisi için önerilerin geliştirebilmek. Katkıda bulunabilecek arkadaşlarımızın düşünebildiğimiz isimleri buraya listeleyip, kendilerine de davet gönderdik, sizlere olduğu gibi.

 

Ben böyle bir topluluk, hakikaten çok değerli arkadaşlarla konusuna çok hakim, konuyu çok iyi bilen kişilerle bir arada olmaktan mutluluk duyuyorum. Başlangıçta sohbet anında söylemiştim, Enerji Dergisi kapatıldığında bu yana böyle masa etrafında toplananlar benim için büyük bir mutluluk. O zaman bu kadar büyük kalabalık toplanamıyorduk, 3-4 kişiyle toplanıyorduk ki, ancak sığdırabiliyoruz diye, bu büyük bir şey.

 

Mustafa Bey konunun "Özcan Ultanır tarafından açıklanması" diyerekten bir madde koymuş, ama ben bu kadar uzman kişinin önünde Mustafa Bey petrol konusunu açıklamaya kalkarsam utanırım. Bu görevi hafifleteceğim, ama bir şey söylemek istiyorum: Benim görüşlerimi hemen hemen hepiniz bilirsiniz, petrolde liberal piyasadan yanayım. Türkiye'de 1926 yılında başlamış petrol arma çalışmaları. 1935'te MTA girmişti, 1940'ta Maymina Boğazında petrol bulundu, 1945'te üretime geçildi falan, ama esas 6326 sayılı bir Petrol Yasasıyla Türkiye'de bir petrol arama dönemi başlatıldı. Bu 1970'li yıllara kadar gelindi, geçen sefer enerji toplantısında onu vurguladım, orada paşalarımız da vardı ve "12 Eylül yanlış bir hareket yaptı, Petrol Kanununda budamaya doğru gitti bu yanlış bir hareketti, bir noktada petrolün bulunmasını engellediniz" diyerekten bir görüş ortaya sunduyduk.

 

1080 sonrası Turgut Özal döneminde yasada yapılan değişikliklerle yeniden bir hareketlenme vesaire başlatılmak istenildi. Bir ölçüde başladı, ama 1990'lardan sonra, daha önce hep defalarca tartıştığımız gibi, yeniden bir ölü noktaya kadar indi, yani oradan da halen bir yeterli sıçrama yapabilmiş değil.

 

Bugün biz bu toplantı çerçevesinde bütün arkadaşlarımızın görüşlerini almak istiyorum. Bir tur veya iki tur yapabiliriz. Biz toplantımızı 5 veya 5,30'a kadar devam ettiriyoruz, aslında 6'ya kadar devam ediyoruz, ama kimsiyi de sıkmak istemiyoruz, arada bir ara veriyoruz.

Türkiye'nin petrol potansiyeli, petrol kapanları, petrol rezervleri, jeolojik yapısı çok zor olan bir ülke, bunu benden çok daha iyi biliyorsunuz. O konuda görüşlerinizi almak istiyoruz. Bugüne kadar yapılan petrol aramalarının değerlendirilmesiyle, stratejik hataların nerede yapıldığını tekrar vurgulamak istiyoruz. Türk petrol şirketlerinin yabancı petrol şirketlerinin petrol alanlarını tabii, yerli-yabancı ayırmak da mümkün değil, şu anda global dünyada burada Volkan Bey varken ben tarihçeden niye söz ediyorum ki? Tarihçenin dehasını yazdı, kitabını yazıyor, devamını yazıyor, harika bir eser, onu tekrardan ben vurgulayayım.

 

Yabancı petrol şirketlerinin Türkiye'ye denizdeki aramalara çekmek için, TPAO şu anda belki bir ölçüde ama, yeterli mi, yetersiz mi? Özel şirketlerden çekilebilir mi? Cem Beyi ben telefonla konuşup, toplantıya davet ettiğim zaman ban"^Biz Türkiye'yi bıraktık artık, Türkiye'den umudumuz kalmadı, dışarıya gittik"dedi. En çok hevesli kişiler Sayın pederiydi, babasıydı, yani yılmaz bir azimle çalışıyordu, kendisine hayrandım, ama umudunu Türkiye'den kesmiş.

 

Bunun yanı sıra tüm şirketlere TPAO dışarıda devamlı yaptı da, bizim öbür şirketlerimizde mesela, Kuzey Irak'ta şurada burada devamlı yapmaya başladılar. Türk şirketleri dışarıda arama yapıyorlar. Bu konularda görüşleri almamız lazım. Sonra, petrol piyasası denetimini ithalat rejiminin değerlendirilmesi denilirken ,herhalde ham petrolün ithalatıyla ilgili bir şey düşündünüz. Çünkü, fiyatlar bizi pek ilgilendirmiyor. Bütün bunların dışında bir de Mecliste bekletilen bizim ünlü yasamız var. 2004 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş olan o yıl bir şey yapılamayan, o yıl bir şey yapılamayan, 2005'te geçmeyen, 2006'da da geçmeyecek olan, ama yine geçmiyor, ne oluyor, buna kim engel oluyor? Bu da ayrı bir şey.

 

Şu anda yabancı şirketleri çağırdığımız zaman, tabii sizler gayet iyi biliyorsunuz, 5-10 bin varil günlük üretim yapılmazsa pek gelmeye yanaşmıyorlar büyük şirketler, küçük şirketler de sismik yapmaya yanaşmıyor, onlar da hazır sismik bekliyor, bilmem ne bekliyor falan. Böyle bir açmaz içerisinde Türkiye'de petrol sektöründe bir durgunluk var.

 

Ben fazla bir şey söylemek istemiyorum, haddimi aşaraktan birkaç şey söyledim belki de, hata ettiysem kusura bakmayın lütfen, sizler bu işin uzmanlarısınız. Ben sizlere söz vermek istiyorum. Sırayla mı vereyim, ilk önce ben konuşayım, bir açıklama yapayım diyen arkadaşımız var mı? Volkan Bey siz tarihçe yazdığınızı şöyle bir özetleyiverin, şurada şu tarafa doğru, kısaca.

 

VOLKAN EDÜGER- Ben isterseniz sonunda özetleyeyim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Volkan Bey bir özetle.

 

VOLKAN EDÜGER- Şimdi niye özetleyeyim?

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Türkiye'yle ilgili petrol aramalarını, 1054'ten bu yana hiç olmazsa, o kitabı yazmadın belki ama.

 

VOLKAN EDÜGER- Osmanlı döneminden başlayalım isterseniz. Osmanlı döneminde kitapta da yazdığımız gibi, gerçekten pek de öyle bilmediğimiz gibi hiçbir şey, daha öncesinde iki görüş vardı, bazıları "hiçbir şey yapılmadı" diyordu, daha doğrusu genellikle de öyle deniliyordu, "hiçbir şey yapılmadı" deniliyordu. Fakat, o benim bilgilerden, belgelerden sonra gördük ki, pek öyle değil, aslında pek çok şey yapılmış ve iyi niyetle de ciddi ciddi bir sürü adım atılmış, yüzlerce imtiyaz alınmış, verilmiş, devredilmiş. Fakat, bu benim 400-500 sayfalık kitabın sonunda geldiğim nokta, Osmanlı dönemiyle ilgili değerlendirme olarak bir imparatorluk gerçekten petrolü yeraltından çıkartıp, dünyaya sunamadığı için yıkılmış.

 

Bunun için çok önemli, ben özelikle enerji tüketimlerinin, enerji kaynaklarının tüketim içindeki paylarını incelediğim zaman, şunu görüyorum ki: Dünyada enerji tüketiminin trendlerini tutturmak çok zor bir olay değil, eğer dünya ile entegre olmuş bir ülkeyseniz, Türkiye'de her zaman baştan beri öyle olmuş bir ülkedir, ama üretimini yakalamak pek öyle herkesin yapabileceği bir şey değil. Onun için büyük bir sermaye gerekliliği, teknoloji gerekliliği, bilgi birikimi gerekliliği ve Osmanlı İmparatorluğu da bunları gerçekleştiremediği için, iyi niyetli birçok gayretine rağmen, örneğin hep örnek veriyorum, 1868 Madin Nizamnamesinde dünyadaki ilk petrol kuyusu açıldıktan 8-9 sene sonra Osmanlı İmparatorluğu petrolle ilgili düzenlemeleri yapabilecek kadar ileri görüşlü bir tavrı sergilemiş aslında. Ama, bunun yetmediğini de kanıtlamış bu olay.

 

Dolayısıyla, özet olarak Osmanlı'da benim edindiğim intiba enerji kaynaklarının tüketimindeki trendleri yakalamak pek zor bir iş değil. Önemli olan bunun üretimini yakalamak. Osmanlı İmparatorluğu da bu üretim trendlerini yakalayamadığı için, örneğin kömürde aşağı yukarı, dünyada 80-90 yıl geç başlamış, petrolde de hakeza bizdeki petrol keşfini 45-48 almak lazımdı, Her ne kadar 40'ta bulunduysa da, onda da 1859'larda falan desek, orada da bir 70-80 yıllık gecikme var.

 

Osmanlı dönemine geldiğimiz zaman, Osmanlı'da sizin de özetlediğiniz gibi, çok büyük bir gayretle buna sarılmış, çünkü devletin paraya ihtiyacı var, enerji kaynağına ihtiyacı var. "Üç altın" dedikleri, altındı, kara altın, kömür, petrol gibi şeyleri çok önemsemişler ve ilk başta birçok anlaşmalar yapmışlardır. Risyius gibi falan birtakım insanları çağırmışlar, inceletmişler. Sonunda, 1933 yılında Petrol Arama ve İşletme İdaresi kurulmuş. Bu, Petrol ve Altın Arama İşletme İdaresi aynı tarihte kuruluyor. "Bir kısmı altın, bir kısmı da petrolü bulsun" diye ve hatta kim baş olsun diye çok aramışlar. O da önemlidir, 1933 Türkiye'sinde Türkiye'de petrolü bilen bir atam çıkmamış ve araştırıp sorduktan sonra, Ahmet Emin Yalman bir arkadaşımız Amerika'da Robert Kolejini bitirdikten sonra, Columbia Üniversitesinde jeoloji tahsili yaptığı ve "Stee Servers" diye Meksika'da bir şirkette çalıştığı haber alınmış ve İsmet Paşa ona özel bir mektup yazmış, o mektup da bende var. "Gelir misiniz?" diye "Cevat EyüpTaşman" isminde diye birisi kalkıp buraya onu başına geçirmişler.Kemal Lokman diye orada Fransa'da tahsil yapmış birini yanına vermişler, bir iki Alman'dı, Fransız'dı, İtalyan'dı getirip böyle bir gayret müthiş, ama ortada gerçekten ne insan malzemesi var, ne de kaynak var.

 

Dolayısıyla, o Petrol Arama İşletme İdaresi pek bir şey yapamamış. Onunu üzerin büyük bir faaliyet başlamış. "Bu idare küçük geliyor, bunu enstitü haline getiremezsek bu iş olmaz, Avrupa'daki falan gibi enstitü yapalım" demişler. Onun üzerine 35'te Maden Tetkik Araştırma Enstitüsünü kurmuşlar ve 33'teki o kurulan Petrol Arama İdaresini olduğu gibi oraya çevirip, "Petrol Dairesi" demişler ve başına da Cevat EyüpTaşman'ı getirmişler ve o idare ilk defa 1934 yılında Basvirin bir kuyusunu delmiş. Deldikten sonra tabii o zamanki mantık, Basvirin Teorisi,özellikle yüzeyde, sismik falan çok gelişmediği için, yapılıyor ama sismik çok fazla yaygın olmadığı için yüzeyde gördükleri antiklin neresi varsa, en bariz antiklinlerden biri basvirindir.

 

Sonra çeşitli hermis antiklin, kerbent antiklin, nerede antikilin görürlerse, tepesine vurmuşlar. Bazen de tepesinde olmasa, ikinci flenke vermişler, böyle bir antikilin teorisine uyarak, bir politika geliştirerek gitmişler. Nereye kadar gitmişler? 1940 yılına kadar. 1940'da Raman antiklini delmişler ve petrol çıkmış. Müthiş bir sevinç, Kemal Lokman hatta, o zaman bir yazı yazmış. 22 Nisanda bulunmuş ve bunu tanrının iyaneti olarak görmüş, yani Türkiye Cumhuriyetinin 23 Nisandan bir gün önce bulunması müthiş bir şeydir. "Artık Türkiye'de petrol üretici ülkeler arasına girmiştir" diye ve hatta İsmet Paşa kalkmış Ankara 'dan ta oraya kadar gitmiş ki, o zaman takdir edersiniz, ne uçak var, ne yol var, trenle 3-4 günde Diyarbakır'a gidiyorsun, Diyarbakır'dan Batman'a, Batman'dan falan hep beraber açmışlar kuyuyu, biraz artmış ve durmuş. Tabii, müthiş bir hüzün ülkede tekrar karamsar bir politika hakim olmuş ve aşağı yukarı 8 sene o moral bozukluğuyla pek bir şey yapılamamış.

 

Ondan önce de 1944 yılında çok önemli bir olay var, belki ona da değinmek lazım. 1944'te Cevat Eyüp Taşman'ı görevden almışlar,yerine Enver Necdet Egeren'i koymuşlar, bu müthiş bir devrim olmuş ve Türkiye'deki petrol kliniği ilk defa 1944'te başlamış ve onu daha sonra da çeşitli ekollerle, TPAO'da benim de yaşadığım süreçte şahit olduğum için de, birbiriyle farklı görüşe petrol aramada. Ama, bunlar genellikle teknik açıdan ekoller diyelim. Orada çok büyük müthiş devrim niteliğinde bir değişim olmuş, birçok insan hatta atılmış, yargılanmış, gitmiş bazıları gelmiş falan.

 

Oradaki değişiklikten sonra, Enver Necdet Egeren gelince, o bir iki kuyu açmış falan, hâlâ bir şey yok. Ne zamana kadar? 1944 yılında Marshall Planı uygulanana kadar. Marshall Planı ve Truman Planı ve Truman Doktrininin bir parçası olarak uygulanan Marshall Planını biliyorsunuz, Avrupa'da savaş sonrasında kurulan yeni düzende yeni düzende özellikle Türkiye ve Yunanistan'a maddi ve manevi yardımda, özelikle maddi yardımda bulunmak amacıyla yapılmış. O görüşmeler çerçevesinde ilk defa da CHP Hükümeti zamanında bu görüşmeler başlamış, biliyorsunuz, 1947'de CHP vardı, 1950 yılına kadar.

 

MK'nın başına da o zaman İhsan Ruhi Beren getirmişler ve İhsan Ruhi Beren'i de Amerika'ya göndermişler ve orada Grih Ecisko adında bir firmayla bir anlaşma imzalanmış. Bu firma gelmiş ve ilk defa çatlatma operasyonu dediğimiz bir operasyona yatmış. 8 inci kuyu, 1-8'e kadar 7 kuyu açılmış, 8 inci kuyuda bu çatlatmanın neticesinde petrol çıkmış ve keşif ilanı 1948'dir, onu da o Amerikalı firmasının sayesinde yapılmıştır. O firmadan birçok insan Türkiye'ye gelmiş, artık yeni bir çağ başlamış, Amerika ekolü, bütün dünyanın petrolünü olduğu gibi tabii, sondörler gelmiş, birçok bilim adamları gelmiş, jeologlar gelmiş, çok ciddi bir arama faaliyeti yapmışlar. Sonra, 1951 yılına kadar Raman'da devam etmişler, 1951 yılında da meşru ikinci en büyük sahamız Garza keşfedilmiş ve sonra tekrar bir duraklama dönemine geçilmiş. Ne zamana kadar? 1954 yılına kadar.

 

Demek ki, 35 ila, 33 ila, 54 arasında iki tane ana saha bulunmuş, birincisi Raman Sahası, Garzan Sahası, 48 ve 51'de. Daha sonra Petrol Kanunun çıktığı zaman ki, o Petrol Kanunu hakkında da çok düşünmek lazım. Bana göre çağının en liberal kanunlarından birisiymiş. Hatta dünyadaki en liberal Petrol Kanunlarından, bugün bizim, hepimizin "kurul" diyebildiğimiz o bağımsız denetleme kurullarının ilk mümessilidir o, ilk özüdür. Çok da hoş bir dizayn yapılmıştır bana göre, çok eleştiriler tarih boyunca almıştır.

 

Buradaki mantık nedir? Buradaki mantık şudur: Artık, Cumhuriyetin geldiği noktada devletin çok fazla sermayesi ve insan gücü petrolü daha fazla aramaya yetmediği anlaşılmıştır. Dolayısıyla, özel sektörün ve yabancı şirketlerin çekilmesi gerekmiştir. Hemen bir anti parantez açayım: Yabancı şirketler 1954'e kadar aslında çok gelmişler. Standart Oil çok adam göndermiş. Mesela, Ceymis Meysin diye bir adamı göndermişler, 1931-32'de gelmiş, incelemiş, gitmiş, AAPG'nin Sanatonyoda'ki mitinginde bir tebliğ de vermiş. O tebliğde aynen şu lef var:Bugün 2006 Türkiye'sine geldiğimiz noktanın aynı laflarını yazıyor. "Türkiye Cumhuriyeti yabancı şirketler için çok cazip bir ülke değildir, Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman petrolünü, tüketimini karşılayabilecek bir ülke olmayacaktır. Ancak, yüzde 5-10-20'sini karşılarsa ona şükretmelidir - hatta şöyle de bir ibare var- askeri maksatla kullanacağı petrolü çıkarabilirse ki, zannetmiyorum, o bile 31-32" diyor. Hatta, buna o zamanki çok kızmıştır. Hemen, Cevat Eyüp Taşman'a ertesi yıl, onu da göndermişler Amerika'ya AAPG'nin bir ondan sonraki kongresine bir tebliğ verip, "onların hepsi yalandır, palavradır, çok petrol vardır, Türkiye'nin her yerinde yabancı şirketler de gelecektir" falan gibi tebliğ vermişlerdir.

 

Bunu niye böyle detaylı anlatıyorum: Geldiğimiz süreci daha iyi anlayabilmek için ,geçmişi anlatmakta tahmin ediyorum yarar var. 1954 yılında "Maksimol" isimli bir adamcığız, bu Amerikalı bir avukat. Dünyanın birçok yerinde, Yılmaz Beyin Türkiye'deki yaptığı aşağı yukarı gören bir avukat danışmanlık yapıyor.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yılmaz Bey siz kendisiyle tanıştınız değil mi?

 

YILMAZ ÖZ- Kendisiyle değil de onun yardımcısı Elmer Mebzer'le tanıştım. Kısa süre sonra öldü. Elber Bahtiyar da 6-7 yıl Cumhuriyeti hükümetine danışmanlık yapmaya devam etti, o da 61-62'de öldü.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Hatta, Ulus'taki otellerden birinde kalmıştı, o hikâyelerini biliyorsunuz.

 

YILMAZ ÖZ- Turistik otele rüşvetle girebiliyordunuz ancak, Çankırı Caddesi'nde, Ankara'nın tek oteliydi.

 

VOLKAN EDÜGER- Sözünüzü kestim, ama hem avukat hem jeolog. Birçok Güney Amerika ülkelerini de o tarihte aynı şekilde fevkalade liberal kalma...Hatta İsrail'de de o tarihlerde o kanunu hazırlayan İsrail, Petrol Kanunu hazırlayan da o, fakat ilginçtir, bir şeye dikkatinizi çekmek isterim. 1954'lü yıllarda iki yerde Ortadoğu'da kanun çıkmıştı, birincisi Türkiye'de, öbürü İsrail'de. Yani, Petrolün yüzde 70-80'inin bulunduğu ne Suudi Arabistan'da, ne İran'da, ne Irak'ta onun tabii Osmanlı bölümünü atladım, oradaki petrol belki ileride bahsederiz. Bir düzenleyici kurul olacak, adı petrol işleri, petrol dairesi ve altında da Türkiye Petrollerinin anonim şirketi olacak, yani yüzde 51 devletin, 49'u halka açık bir özel şirket, daha doğrusu kamu iktisadi devlet teşekkülü olacak ve birçok yabancı şirketlerde veya yerli özel şirketler kurulacak, bunların hepsini aynı statüye koyacaksınız, en tepeye de Petrol Dairesi Reisliğini koyacaksınız. Petrol Dairesi Reisliği o kadar özerk ve bağımsızdır ki, Bakanlar Kurulunda seçilebilmektedir. Yani, şimdiki gibi Enerji Bakanlığına bağlı bir daire genel müdürlük falan değildir ve çok büyük yetkilerle donatılmıştır.

 

Eski MTA Genel Direktörü Emin İplikçi de ilk defa onun başına geçirilmiştir ve bütün o MTA'daki Cevap Eyüp Taşman'lar, Necdet Egeren'ler falan da hepsi Petrol Dairesine geçmiş, artık MTA bir anlamda fonksiyonel kalmıştır. Çok küçük bir birim kuruldu MTA'da o da çok fazla bir işlev yapamadı. Yani, bu sistem son derece hoş bir sistem, birbiriyle kendinle rekabet edeceksin, yabancı şirketlerle, üste de bir düzenleyici, denetleyici kurul olacak. Buna öyle de yetkiler verilmiştir ki, Türkiye'deki petrol endüstrisini insanları geliştirmek için her bir faaliyete belli bir para ayrılmak zorundadır, belli miktarda burs vermek zorundadır. Her yabancı şirket belli miktarda yerli çalıştırmak zorundadır falan gibi, bazı da tedbirler konulmuştur.

 

1954 sonrasına bakarsak ne olmuştur. 54 sonrasında bana göre bu günümüze gelene kadar iki ana dönem var, üzerinde ciddiyetle eğilmesi gerekli olan. Birincisi, 1964'lü yıllar, birisi 91'li yıllar. Bu 64 ve 91'de ne olmuş? En fazla rezervin keşfi yapıldığı ve en fazla üretimin maksimuma çıktığı iki pik olmuştur. Tam bir deve sırtı gibi iki tane pik var. 64'e bakalım, 54'te açıldı dedik, tabii 55'te ilk bir numaralı imtiyazı alan Mobil'di, değil mi Yılmaz Bey?

 

YILMAZ ÖZ- Evet.

 

VOLKAN EDÜGER- Sonra aklınıza gelen bütün şirketler Türkiye'den imtiyaz almışlardır. Shellmo aklınıza ne gelirse, adın bugün duymadığımız, bilmediğimiz Amerika'nın sayıyı bilmiyorum, ama...

 

YILMAZ ÖZ- Yedi kız kardeş, Kartaş.

 

VOLKAN EDÜGER- Bu şirketlerin faaliyetleri ciddi miydi, değil miydi daha sonra 63-64'te bu çok tartışıldı. Fakat, faaliyetlerine baktığımız zaman, hepsinin bana göre ciddiyetle geldiğini, ciddiyetle aramalar yaptıklarını, kuyu açtıklarını falan söyleyebileceğimizi düşünüyorum. Daha sonra 60 ihtilali olunca, özellikle yabancı şirketler 60'a kadar pek keşif olmaması, 58'de Kahta'yı oluşturuyor yabancı şirketler. Fakat, 60 yılına gelindiği zaman, tabii o devrin psikolojisini düşünün, ortamını düşününü, yabancılar geliyorlar, almıyorlar, buluyorlar ve işletmiyorlar falan gibi özellikle birtakım profesörler, isim vermeyelim birtakım gençlik örgütleri falan çok ayaklanmışlardır ve 64-65 yıllarında Türkiye'deki bir numaralı gündemi Türkiye'deki petrol olmuştur,buna da "petrol meselesi, petrol sorunu" demişlerdir.

 

Burada eleştirilen nedir? Eleştirilen şu: Bu kadar biz 54'te kanunu aştık, bu yıla kadar bu kadar şirkete imtiyaz verdik, ortada ne var? Hiçbir şey yok. bunlar geliyorlar,ve özellikle saha kapatıyorlar ve kapattıkları sahada özellikle petrol bulmuyorlar, bulsalar da çıkarmıyorlar çünkü, onların dışarıda çok büyük miktarda üretimleri var ve çok ucuza mal ediyorlar, onları Türkiye'de pazarlamak istiyorlar, genel yorum bu.

 

Artık bunun etkisi midir, yoksa tesadüf müdür? Bilmiyorum, 63-64'te en büyük keşiflerini yabancılar yapmışlar. Birinci saha Shellmo Kurkan, Beykan sahalarını 64'te kurmuştur ve ilk defa sizler istediniz, üretim ve rezerv pikini 63-64'te zirveye ulaşmıştır. Yani, Türkiye'deki sahaların aşağı yukarı büyük sahaların o 30-40 milyondan daha büyük diyebileceğim sahaların yarısını Shellmo ve Mobil bulmuştur o tarihte . Kahta, Kurkan, Beykan,

 

Bunların bulduğu yere bakarsanız, bunların hepsi Diyarbakır civarındaki sahalardır. Zaten Türkiye'deki petrollerin petrol sistemi mantığıyla bakarsanız, üç bölgede gruplaştırıyoruz. Birincisi, Adıyaman, Diyarbakır, Batman civarında. Zaten Türkiye'deki petrollün yüzde 99'u Güneydoğudadır ve bu petrollerin de hepsi bu üç tane gruba ne Diyarbakır'a odaklayın, bütün sahalar o civarda. Shelmo biraz gerçi biraz Kuzeydoğuda, ama Şhell daha sonra, özellikle Shell müthiş bir faaliyete girişmiş ve o civarda birçok sayısı 30-40'ı bulan yeni sahalar keşfetmiştir.

 

Demek ki, birinci pikimizi 64'te yaptık ve o zaman TPAO'nun hemen hemen hiçbir üretimde bulunduğu saha yok, TPAO Raman'la uğraşıyor. Raman 61'de Batı Anadolu'ya o da önemli bir gelişme. Raman'ın da en büyük saha, Türkiye'nin de hâlâ en büyük sahası, ama en büyük sorun ne? Çok ağır petrol, granitesi çok düşük, maliyeti çok yüksek, kalitesi kükürt oranı çok fazla olması nedeniyle, kalitesi oldukça düşük. Sonra, 65 seçimlerinde biliyorsunuz ve devrimden sonraki 27 Mayıs İhtilalinden sonraki en önemli seçim, hemen hemen seçim meydanlarının bir numaralı konusu petroldür. Öyle de bir komiktir ki, CHP biliyorsunuz, ondan önce 61-62-63'te İnönü başkanlığında CHP koalisyonları vardır, onların zamanında çıkarılan kanunları daha sonra sanki AP çıkartıyormuş gibi böyle, "siz çıkartıyorsunuz, hayır biz çıkartmadık" diye çok ciddi kavgalar olmuştur.

 

YILMAZ ÖZ- Topaloğlu'nun Enerji Bakanı olduğu dönemde değil mi?

 

VOLKAN EDÜGER- 64'te İhsan Topaloğlu'nun olduğu zaman. O zaman tabii, bir diğer sorun akademik sorundu, Türkiye'de yeni rafinerilerin açılması konusu, bir de boru hatları çok tartışılmıştır. TPAO'nun özelikle Batman'dan Yumurtalık'a gelen boru hatları. Buna yabancı şirketler ortak olunması istenilmiştir, onlar "olmayız" demişlerdir, yok efendim "Batıralan'ın petrolü ağırdır, ben niye onunla karıştırayım" falan gibi böyle çok ciddi sorunlar olmuştur.

 

1965'te AP iktidara gelmiştir, geldikten sonra o keşifler tam 64-65-66 petrol birden zirveye çıkmış, üretim artmış ve ondan sonra 70'li yılara kadar hemen hemen bir durgunluk dönemi var. 70'li yıllarda önemli bir nemle daha var, onu da bahsetmek lazım, 73 petrol krizinden sonra tahmin ediyorum 74 mü Özer Bey?

 

ÖZER ALTAN- 70 Petrol Reformu Kanunu.

 

VOLKAN EDÜGER- O kanun bütün bu sistemin çok önemli bir kilometre taşıdır, çünkü bütün o ana kadarki mantığı değiştirmiştir, devletçi bir bakış getirmiştir. Bütün bahsettim gelişmelerin neticesine gelinen noktada petrolde ciddi bir krize girmektedir. Üretimler düşmekte, keşifler bulamamaktadır.

 

1702 sayılı Kanun TPAO çok ön plana çıkaran, devleti ön lana çıkaran, devletçi bir mantıkla hazırlanmış bir kanundur, mümkün olduğu kadar yabancı şirketleri istemeyen, devre dışı bırakan sanki bir millileştirme diyebiliriz. Tam millileştirme değil, tabi de, daha devletçi bakışla, yani devlete daha çok hak veren bir kanun. Şu olmuştur: Tabii yani yabancı şirketler artık kendi şirketimiz TPAO'yla bu işi götürelim diye. Peki ne olmuştur, başarı sağlanmış mıdır? Maalesef sağlanmamıştır. O kanundan sonra 88 yılına kadar TPAO çok başarılı olmamıştır. Her ne kadar TPAO 77-78'li yıllarda yeni bir atılıma geçmiştir, yeni insanla ben de o ilk 77 yılında şirkete girenlerden birisiyim. Bol miktarda adam almaya, yeni birimler kurmaya başlamıştır ve ondan sonra da tabii, Romanya'dan kuleleri alınmıştır, arama faaliyetleri daha artırmıştır, TPAO tarafından.

 

Ondan sonraki o ilk pikin devamı 88 yılındaki Karakusa'sin keşfidir. Burada hiç mütevazı olmaya gerek yok, ikinci fikrin sahibi gerçekten Özer Altan'dır: Ben ona "TPAO'nın altın yılları" diyorum. Bir kavram vardır, o altın yılları 88'de başlayan, 91'de üretim pikine çıkan Karakuş, Güney Karakuş, Kuzey Karakuş, Cendere, Beşikli bu sahaların hepsi Adıyaman'dır. Yani, yabancıların o Diyarbakır civarında yaptığı 64'teki hamleyi TPAO 80'li yılarda Adıyaman civarında yapmıştır.

 

O yıllarda gerçekten, bütün eğilimlere bakarsanız, hepsi tırmanan eğrilerdir, pike doğru giden eğrilerdir. Daha önce de dediğim gibi, 91 yılında maksimuma erişmiş tam bir gerçekten altın yıldır. O altın yılı ben gerçekten yaşadım, o Özal'ın dönemiydi, önce Keçeciler, daha sonra Özer Bey bakan olarak kim vardı? Hatta, şöyle de bir şey yapılmış: Enerji Bakanlığından alınmış, Devlet Bakanlığına bağlanmıştır, bu çok önemlidir. Niye? TPAO özellikle. 1983'te onu da söylemek lazım, 83'teki entegrasyon TPAO'nun o bildiğimiz biliyorsunuz TPAO eskiden bir genel müdürlüktü ve rafinerisi, taşıması hepsi grup başkanı düzeyindeydi. Yani, şu anda gördüğümüz bütün TÜPRAŞ, BOTAŞ; Petrol Ofisi bunların hepsi birer başkanlıktı. Oradaki o dikey entegrasyonun dağılmasından sonra, peki o dönemde ne olmuştur? Bana göre o dönemde, bunu Özer Bey çok daha iyi bilecektir, ben o zaman şef düzeyinde bir eleman olarak çalıştım, daha sonra da ayanı dönemde Araştırma Merkezinde müdür oldum. İdarenin bir parçası olarak, idareyi tanıma fırsatını elde ettim.

 

O zaman, açık bir şekilde şunu söylemek gerekir: Bildiğim kadarıyla, siyaset minimum ölçüde TPAO'ya girmiştir. Özer Bey hep Hayri Beyle falan konuşuruz, hâlâ da konuşuruz, masasında bir insanın atamasını altı ay bekletir, sonra bu tarafa geçirirdi. Yani, bu niye önemli? Bu şunun için önemliydi: İnsanlar sıfırdan başlayarak, adım adım her düzeyde özümseyerek ve gerçekten o zamanki idarecileri ve idarenin parçası olduğunuzu ve ekibin, bir ekolün parçası olduğunuzu hissettirecek şekilde ve gerçekten layık olduğu şekilde ve sizin eksiklerinizi gidere gidere belirli bir düzen kurulmuştu. Dediğim gibi bildiğim kadarıyla -Özer Bey daha iyi onları anlatacaktır- siyaset minimum ölçüdeydi. O zamanlar "Ali'yi duydun mu genel müdür muavini oldu, Veli'yi duydun mu? Şu oldu "falan gibi olaylara pek rastlamazdık; hemen hemen hiç rastlamazdık.

 

Ozan Sungurlu'yu da burada anmak gerekir, Türkiye'nin yetiştirdiği en dahi jeologlardan birisi ki, kendisini bu işe gerçekten adamış bir kişi olarak ki, biliyorsunuz vefatı bile jeolojik çalıma yapmak üzere araziye giderken, oldu. Sadece Türkiye'nin değil, dünyadaki bütün jeologları Türkiye meseleleriyle, jeolojik meseleleriyle ilgili, yani bir ucu Houston'da, bir ucu Amerika'da, bir ucu Avrupa'da öyle bir ekip ve ekol havasını yaratabilmiş bir kişiydi.

 

Bütün başta Özer Bey ve Ozan Bey, diğerleri olmak üzere bunu sağlamıştır. Demek ki, bunun niye özellikle üzerinde vurguluyorum? Bu bize nasıl bir model olması gerekli olduğunun belki de bir göstergesi . Birincisi; başkanlık düzeyinde bu işe inanılacak.ve daha da ilginç bir şeyi size söyleyeyim: Son bir araştırma yaptım, yaptığım çalışmada Türkiye'deki petrol üretimleriyle, dünya petrol fiyatlarının arasındaki korelasyonu inceledim. Şunu görüyorum ki, Türkiye çok başarısız bir petrol üretim politikası izlemiş. Yani, en mantıklı petrol üretim politikası devletçi bir birim için söylüyorum bunu. Dünyadaki petrol fiyatları yükselirken, yerli üretimin artırılması hele hele Türkiye gibi yüzde 10'unu yerli kaynaklardan sağlıyor, yüzde 90'ına para ödüyorsanız, en mantıklı politika dünyadaki petrol fiyatlarında gizleyerek bir üretim politikası yapmaktır. Bunun her zaman jeolojik olarak pek kolay değildir, ama ona yaklaşmak mümkündür. Eğer bunu aklınızda bulundurursanız ve dünyadaki petrol fiyatlarıyla, üretimlerini çiziyorsunuz, birbirinin tam tersi, dünyadaki fiyatlar maksimumken, bizde üretim minimuma inmiş, bizde fiyatlar düşünce, bizde üretim çıkmış gibi.

 

Şöyle bir çalışma yaptım: Eğer tama onlar izlenebilseydi, Türkiye aşağı yukarı 8-10 milyar dolar bir ekstra para kazanması da mümkün olabilecek. Bunun ilk kırıldığı zamanlardan birisi demin bahsettiğim 80-90 yıllarıdır. Dünyadaki petrol fiyatlarıyla da, yani hem yerli üretim artırılmıştır, hem de güzel yanı dünyadaki petrol fiyatlarının artış sürece içine girdiği bir dönemde bu yapılmıştır.

 

1991 yılında geldi, ikinci pikimizi yaptık. Demek ki, birinci pikimizi yabancı şirketler piki diyorum ona. İkinci de, yabancı şirketlerin katkısı çok düşük, TPAO pikidir, devletin pikidir, devlet kurumunun pikidir.91'den sonra ne olmuş? 91'den günümüze kadar hemen hemen hiçbir saha bulunamamış. Peki, kâğıt üstünde bumunmuş tabii, açarsanız orada göreceksiniz. Ama, ciddi manada, bu bahsettiğim sahalardan yani, 10 milyon varilin üzerinde bir saha keşfi hemen hemen bildiğim kadarıyla burada arkadaşlar daha iyi bilirler. 90'dan demek ki 16 yıldır TPAO'da bir şey bulunamıyor.

 

Yatırım miktarlarına bakıyorsunuz, yatırım miktarları da düşmüş. Zaten, devlette şöyle bir politika vardır genelde, petrole bakış açısı olarak para geldiği için, üretimi artırın ki verelim falan gibi. Bu üretim düşüyor, 90 bin varile kadar çıkmıştı, hatta TPAO'nın son üretim ikramiyesini almıştım, 4 küsur maaş, 3,40 mı, iki maaş mı öyle de bir TPAO'nın çok hoş o zaman adetleri vardı, üretimin yeni bir düzeyi, hedefi aşarsanız ikramiye alıyordunuz, herhalde o son ikramiyeydi.

 

Geldiğimiz noktada üç senedir bir değişiklik var bu kentte. 2003-04'ten sonra ne var bu değişiklik? Yatırım harcamaları anormal miktarda artmış. 300 milyon dolarlık bir bütçe, 2002-03-04-05'ten sonra TPAO'nun ki bu 91'lerde TPAO tarihindeki yapılan yatırım harcamaları kadar bir zirve var. Ama, bu dönem için söyleyebileceğim bir şey daha var. Yatırımlarla, üretim grafiklerini TPAO tarihinde 54'ten beri çizdiğiniz zaman, inanılmayacak kadar bir paralellik arz ediyor. Yatırım arttıkça, üretim artmış, net bir korelasyon var. İlk defa 2003 yılından sonra bu iki grafik birbiriyle ters yönde hareket ediyor. Yatırımlar yukarı çıkarken, üretim düşüyor, böyle de bir ilginç şey var, peki onun yorumunu nasıl yapmak lazım, yani onu da hemen suçlamamak lazım, nereye gidiyor bu paralar falan gibi. O da tabii Off-Shore Karadeniz'e harcanan paralardan oluşuyor. Onun da kalemlerine bakarsanız, özelikle Karadeniz'de yapılan sismiklerde bir şey oluyor.

 

Bu arada ben atladım, 1981 yılında Tipik'in kurulması, Tipik'in daha sonra yurtdışı TPAO'nın yurtdışı faaliyetlerine geçmesi, Kazakistan, Azerbaycan, Mısır diğer faaliyetlerini ben By-Pass geçtim, onu artık Özer Bey daha detaylı anlatır, bu 2003 yılından sonra da yeni bir değişiklik var, denizlere Off-Shore sanki TPAO öyle bir dışarıdan gördüğüm kadarıyla, karada pek bir şey yok, denize odaklanalım gibi bir mantık var, bu mantık doğru mudur? Bence, belirli ölçülerde doğrudur. Çünkü, denizlere baktığınız zaman, Türkiye'deki denizler aranmamıştır diyebilirim, rahatlıkla diyebilirim. Son derece azdır. Karadeniz'de bildiğim kadarıyla Trakya açıklarında birkaç kuyu var. Gaz bulunduğu söylenilen "söylenileni" de söylüyorum. Akçakoca civarında bir iki kuyu var. Eskiden, İskenderun en çok aranan yerlerden birisi İskenderun'du, yabancı şirkete ilk hücum ettikleri Off- Shore bizim İskenderun'dur; çünkü Türkiye'de ilk bulunan petrol da oradadır, İskenderun Çengen'dedir. Orada epey bir faaliyet var, Adana'da var, Mersin'de var. Off-Shore'nin de Ege'de bir iki Edremit-1 kuyusu var hatırlayabildiğim kadarıyla. Gediz grabeninde bir iki kuyu var.

 

SALONDAN- Marmara'da var.

 

VOLKAN EDÜGER- Dolayısıyla, iyi bir politika denilebilir. Biliyorsunuz, Hopa'da bir Off-Shore açıldı Karadeniz'de, bir jeolog olarak bana sorarsanız, ben Karadeniz'den çok umutluyum, gerçekten umutluyum. "Niye umutlusunuz?" derseniz, oradaki o bizim "parapetiis" diyebildiğimiz bir deniz vardır orada, bütün Akdeniz'in atası. Bir tetis vardır, bir de paratetis vardır. Bu tetis bütün Akdeniz'i ana denizidir ki, dünyadaki petrollerin yüzde 80'i bu tetiste oluşmuştur. Jurasik zamanında açılan iki kıtanın arasında Ekvator civarında konumlanmış bir denizdir, iç denizdir bu.

 

Bu paratetiste daha sonra açılmış, tetisin açılmış değil de, tetis kapanırken oluşmuş bir ara denizdir. Bu Karadeniz'in Romanya'dan başlar bunun ucu, Romenlerin petrol işlettikleri petrollerin hepsi bunun ürünüdür.Oradan başlar, aşağıya kadar Bulgaristan, Karadeniz, hatta Kafkaslara kadar uzanır. Orada bizim maykut diyebildiğimiz bir olibomiyusun sheylerinin devamıdır.

 

Netice itibariyle, ben gerçekten jeolog olarak çok umutluyum. Bulunabileceğine ve çok da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu dediğim o grafiğin nedenlerinden birisi de bu sismiklerin olmasıdır.

 

SALONDAN- Ama, Türkiye Petrolleri orada para harcamadı.

 

VOLKAN EDÜGER- Urfa'dan bahsetmiyorum, diğer yerlerde, Batı Karadeniz'de çok sismik yapıyor, hatta tridi yaptığını da duyuyorum, üç boyutlu çalışmalar yaptığını duyuyorum.

 

Tahmin ediyorum, benim söyleyeceklerim bu kadar, ben noktayı koyayım, daha sonra devam ederim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Bir özel soru soracağım: Osmanlı Devletinin son dönemine ilişkin olaraktan bu Lozan'da falan sınır çizilirken, Irak-Suriye sınırı çizilirken, Kerkük'te vesaire petrol olduğunu biliyor muydu bizimkiler, ona ilişkin belgeler buldunuz mu?

 

VOLKAN EDÜGER- Ortadoğu'daki ilik petrol bulgusu 1800'lü yılların sonlarına rastlar. Bunu da arkeolog adı altında bölgede çalışan Fransızlar bulmuş, ilk bulanlardan birisi, bunu raporlarında bahseden Fransız'dır, 1862-64'lü yılarda yazdığı raporlarda. Daha sonra ilk açılan kuyu Mescidi Süleyman'dır, 1908 İran'da, yani bütün Ortadoğu bölgesindeki ilk açılan kuyu Mescidi Süleyman'dadır; ancak bölgedeki özellikle Kerkük petrolleri aşağı yukarı 12. Yüzyıldan beri bilinmektedir ve Osmanlı İmparatorluğunda buralarla ilgili düzenlemeler yapılmış, petrolün alım satımıyla ilgili vergilerde özellikle, "ne kadar vergi konulmalı?" gibi çok çok bahsedilmiştir.

 

Bunlar takdir edersiniz ki, son derece ilkel yöntemlerdir, yani elle açılan kuyularda 3-5 varil falandır, tabii o zaman petrolün nerede kullandığına bakarsan, petrol genellikle zit yapımında, sağlıkta falan gibi ilaç niyetine kullanıldığı için, çok büyük üretimler gerektirmemiştir. Yani, Kerkük yıllardır bilinmektedir, ama ilk kuyu Mescidi Süleyman tabii, sızıntılar bütün Anadolu'da, bütün Arabistan'da vardı, ilk açılan 1908 yılında bir İngiliz firması açmıştır ve sonra savaş başlamıştır. Zaten savaş da niye başladığını gösteriyor. Ortadoğu'da petrol kanıtlandıktan sonra savaş başlamış.

 

Savaş diğer ilginç bir şey de ikinci bulgu, Baba Gurgur Sahası'dır, 1927'de ancak açılabilmiştir. Bakınız, bu da çok ilginçtir, bunu da bir anekdot olarak söyleyeyim, yani Birinci Dünya Savaşı petrol savaşıdır. 1918'de bitmiştir ve hatta o akada birçok anlaşmalarla paylaşımı da yapılmıştır. 1918'de biten savaş ancak, Baba Gurgurn'da 1927-28'e kadar petrol kuyusu açılamamıştır, yani sıcak savaş bitmiştir, ama masa savaşı bitmemiştir, bir 9 yıl daha o masa savaşı sürmüştür. Ne zamanki bizim Gülbenkyan'ın kurduğu, petrolün kanpaniye yüzde 23,75'i Amerikalılara, yüzde 23,75 İngilizlere, yüzde 23,75 diğer birtakım bölümlere ve yüzde 5'le Gülbenkyan'a verilip, anlaşma imzalanmış, sonra girilmiştir.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Onun yüzde 10'u da bize değil mi?

 

VOLKAN EDÜGER- Yok, bize hiç yok.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Volkan Bey teşekkür ediyorum, çok teşekkür ediyorum. Özer Bey, Volkan Beyden sonra sizin konuşmanızı rica edebilir miyiz?

 

ÖZER ALTAN- Estağfurullah ne konuşacağımı bilemedim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ama, jeolojik yapıdan da bahseder, Türkiye'nin ne var, nesi yoktur serersiniz, buyurun.

 

ÖZER ALTAN- Volkan Beye teşekkür ediyorum, evvela size teşekkür ediyorum. Fiyatlar dolayısıyla herhalde petrolle ilgili tekrar düşünmek lazım.

 

Petrol Kanununun niye beklediğini ben de not olarak yazmıştım, ama bugünkü haberler, ben bugün öğrendim. Zannediyorum, Avrupa Birliği uyum paketi içinde enerji, 14 Haziranda 1902'ye göre, dolayısıyla çok muhtemelen onu bekliyoruz. Ben başka türlü bir şeyler düşünmüştüm ve herhalde böyle bir şey.

 

Volkan Beye benim ilave etmek isteyeceğim bazı hususlar olacak. Osmanlı döneminde bazı şeyler yapılmış, ruhsatlar verilmiş, şunlar bunlar yapılmış da, Osmanlı döneminde bu sızıntılardan elde edilen petrolün değerlendirilmesinden, satışında elde edilen gelirin vergilendirilmesi falan da düşünülmüş. 1864'teki o Maden Kanunu da tamamen satıh verilerinin değerlendirilmesiyle ilgili, yoksa petrol aramasına yönelik benim hatırladığım, değerlendirdiğim kadarıyla büyük bir çalıma yok. Ruhsatlar verilmiş, imtiyazlar verilmiş, fakat bir şey yapılmamış.

 

SALONDAN- Kapitülasyonlar düzenledikleri gibi.

 

ÖZER ALTAN- Birinci Dünya Savaşı hadiseyi belli etmiş. Dolayısıyla, ben orada Osmanlı'da bir şey yapıldığı kanaatinde değilim. Kanun bizim altını çizdiğimi 326'dan evvelki 792 sayılı Kanun da Romanya'dan alınmış bir kanun. Ama, Romenler bir iki sene sonra değiştirmişler hatırladığım kadarıyla, biz onu uzun süre uygulamışız.

 

Genel olarak baktığımız zaman, ben Türkiye'deki faaliyetleri, yapılmış olan çalışmaları fevkalade başarılı buluyorum, neden başarılı buluyorum? Türkiye'nin jeoloji evrimi dolayısıyla geçirmiş olduğu şartlar, yapılanın küçük olması şeklinde tezahür ediyor. Yapılarımız hakikaten küçük. Bu küçük yapıyı da, bu karışık veya kompleks jeoloji içinde bulmak pek de kolay değil. Gerek Türkiye petrolleri, gerek yabancı şirketler fevkalade başarılı bir çalışma yapmışlardır, bu keşifleri gerçekleştirmek için. Petrolümün kalitesi de, maalesef bulunduğu jeolojik ortama göre çok değişik değerler göstermektedir. 42 graniteden 12 graniteliteye kadar ağırlıkta değişen petrolümüz var.

 

Türkiye'de petrol var, 6,5 milyar varillik bir petrol ispatlanmış. İnişli çıkışlı olmuş, iç dinamikler etki etmiş, dış dinamikler etki etmiş, fiyatlar düşmüş, üretimi çoğaltamamışız, fiyatlar yükselmiş, üretimi yükseltememişiz, yani elimizde böyle hazır bir depo yok, açıyım, yükselsin, azalsın diye. Biz sadece arama bazında alışmışız, Türkiye. Bu sahalarımızın içinde 80-100 milyon varilli sahalar da vardır, dünya literatürüne giren büyüklük bakımından sahalarımız da vardır, ama genellikle küçüktür bu sahalarımız. Bu küçük sahaları bulmak için de bu jeolojide oldukça iyi düşünülmüş birtakım faaliyetler yapmak lazım. Her bulduğumuz kuyunun petrollü olması da zaten mümkün değil, Türkiye de bunu gösteriyor.

 

Dolayısıyla, o yönde şu anda Türkiye'de, şu anda değil belki, 20 senedir oluşan bir fikir var. Bir grup arkadaşımız "Türkiye'de petrol yok" diyordu, Bir grup arkadaşımız "Türkiye'de petrol vardır" diyor. bu iki ortada da kalan bazı arkadaşlarımız var. Vardır, yoktur, fakir mi, zengin mi, bu tabii bir mukayeseli bir değerlendirme. Fakir mi, zengin mi sorular da var da, onun için ben oraya giriyorum. Fakir mi, zengin mi nasıl söyleyeceğiz? İhraç edemiyoruz, yerli ihtiyacı da karşılayamıyoruz. Anladığımız kadarıyla, bildiğimiz jeoloji çerçevesinde şuana kadar dünya politikasını etkileyecek çaptaki bir rezervimiz yok. Hatta, belki bölgesel çapta bir rezervimiz yok, ama ulusal çapta bir varil petrolün ehemmiyetli olduğuna inanan bir insanım. Şimdiye kadar da ispatlanmış petrolümüz var. Dolayısıyla, Türkiye'de petrol var, bir petrol oluşumu vardır. Ama, zengin mi, fakir mi derseniz, bu fakire doğru kayar.

 

Türkiye'nin şartları zordur. Ağır petrol meselesi var Türkiye'mizde. Sahalarımızı üretebilme kapasitesinin mahdut olması var, yani Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün bilgilerine göre, bizim 6,5 milyar yerinde ispatlanmış rezervimiz var, ama 1,3-1,4 milyon üretebiliyoruz. Bu dünya ortalamasında üretilebilme katsayısı aşağı yukarı yüzde 35. Dolayısıyla, o yönden de bazı sıkıntılarımız var. Ancak, Türkiye'de ispatlanmış petrolümüz ardır, bundan sora inananlardan biriyim. Aslında, dünyadaki petrolle ilgili rezervlerle ilgili pek çok değişik anlayış var. İki ana değişik anlayış mücadele halinde. Türkiye'de de aynı düşünceler var. Bir görüş yok, bir görüş ben de dahil ona iştirak ediyorum, birtakım imkânlar var, bu imkanları değerlendirmek, bulmamız lazım. Bunun için belirli inançlar sabırla çalışmamız lazım diye düşünüyorum.

 

702 sayılı Kanun değişikliği Volkan Bey bahsetti, siz de söylediniz. Hakikaten, devlet ağırlıklı Türkiye Petrollerine daha fazla yetki veren bir kanun şeklinde düşünmek lazım. Ancak, o sıralarda dünya konjonktüründe de bir devletleştirme esprisi hakimdi. Birçok ülkelerde bunu yapmışlardı, Türkiye tam olarak devletleştirmedi, ama devlet sektörü, devlet şirketine biraz daha yetki verdi. Bu tabii yabancı şirketlerde bir tedirginlik yarattı. Bu tedirginliği hemen görmek mümkün değildi. Alınan ruhsatlara bakarsanız, büyük bir azalma yok, ama moral olarak, fikir olarak hepimizi tedirgin etmiştir.

 

Kanunun birtakım maddeleri yer değiştirerek, aslında yabancı şirketlerin aleyhineymiş gibi havaya atmıştı. Ama, devlet şirketinin yetki verdiği, ama ondan da bazı şeyler beklemiştir. İkincisi ; 208 sayılı Kanunla 1983 yılında daha liberal bir ortama getirilmiştir. İnşallah Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kanun birer birer çıkar da o yöndeki konuşmalarımızı daha biraz sonra yapmak istiyorum.

 

Şimdiye kadar 3140 kuyu delmişiz Türkiye'de, bunun 1187'si arama kuyusu, 2004 yılı Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün yayını. Bu 2,4 milyon metre eder, bu o bilgilere göre. Türkiye'nin bahsedilen Diyarbakır, Adıyaman gölleri petrol sistemi ispatlanmış, bundan sonra da orada çalışacağız, daha güzel neticeleri bulacağız diye ben ümit ediyorum. Volkan Beyin bahsettiği delinmemiş veya düşünülen modele ters gelen uygulamalarla, müspet olmayan neticeler alınmış. Belki, 10-15 o çapta büyük antikanalimiz var, onları da zaman içinde değerlendirecek diye ben düşünüyorum.

 

Son bir bilgi herkes biliyor herhalde Irak'ın civarında, Türkiye'ye çok yakın olan bir yerde bir kuyu delinmiş, Norveç'li bir firma, güzel bir petrol bulmuşlar. Arkadaşların söyledikleri de doğru. Lidyat formasyonu tabii Türkiye'de de var, Türkiye'de de hakim, birçok kuyularımızda biz geçmişiz, ama o formasyonda bizim şimdiye kadarki tecrübelerimiz daha ziyade su, su hemen hemen her yerde. Bu kuyunun en yakın civarı zannediyorum, Dubai Kulesi orada da 2 bin civarında hatırladığım kadarıyla bol miktarda su almışız. Su almayı müspet ve menfi yönde izah etmek lazım. Su almışız, gayet güzel, suda prozite vardır Yani, o formasyonu prostes deliği var, bir yerden geliyor. Dolayısıyla, o formasyonda prozite var demektir, akış var demektir. Bu formasyonu biz eğer varsa hakikaten bir yerlerde oluşmuşsa, bu formasyonun daha yüksek bir yerinde petrol bulma imkânımız var diye düşünüyorum. Bu yönden bakarsanız, tabi eğer bu oluşmuşsa, oluşmamışsa bir şey yapacağımız bir şey yok, ama bu yönde bile bakıldığı takdirde, uğraşmak lazım gibi geliyor bana. Yani, suyu çok menfi de görmemek lazım bir yerde , birçok sahalarda bu böyle.

 

Dolayısıyla, denizden ziyade yeraltı formasyonlarda toplanan, saptanan petrolü bulma imkânımız farklı görüş açılarıyla daha çok olabilir diye düşünüyorum.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Özer Bey burada bir soru sorsam, tam bu cümlenin sırasında. Volkan Bey "denizler için daha çok umut vardır" dedi, ben de aynı görüşteyim, okuduğum bilgilere göre, sizlerden edindiğim bilgilere göre. Siz bir aramacı olaraktan önceliğin denizlerde mi, yoksa karaları ihmal etmeyelim, karaları iyi bir arayalım da, sonra denize uzanalım, ekonomi bakımından daha uygun diye bir strateji önerebiliyor musunuz?Çünkü sizin görüşünüz önemli.

 

ÖZER ALTAN- Estağfurullah, efendim, ben aslında şöyle düşünüyorum: Belli bir ağırlık vermemiz lazım. Yani, evvela karaya ve sonra denizi arayalım şeklinde değil. Diyelim ki, 100 bütçemiz var, bunun 60-70'ini pahalılık dolayısıyla, denize ayırırsak, yüzde 30-40'ını da karaya ayırabileyim veya 70-30 neyse. Ama, karaları o gün ne yapılabilir? Bazı şeyler söylemek istiyorum, hiçbir zaman ihmal etmemek lazım diye düşünüyorum. Denizler fevkalade enteresan, halen Karadeniz kuyusunun neticesini tam olarak resmen bilemiyorum.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Sezgin Bey boş deyince, Tahir Uysal'ı benim sempozyuma geldiydi, rüzgâr enerjisini anlatmak için, orada "kuyu boş çıkmış " dedim. "nereden çıkarttın kuyunun boş olduğunu" dedi. "Jeologlardan" dedim, sonra kenara çekildi, "boş çıktı" dedi. Yanı, boş çıktığını itiraf etti, ama "açıklayamıyorum, bakanlığın tutumundan ötürü" dedi. Özer Bey buyurun.

 

ÖZER ALTAN- Aynı görüşleri ben de paylaşıyorum, resmen ben bilmediğim için bir şey söyleyemedim. Menfi dahi olsa, o fiyata her yerde bulunamayacak bilgi gibi. İskenderun'dan başladığımız takdirde, eğer başlarsak, İlk yerlerden biri İskenderun yabancılar geldi, on civarında kuyu delindi, bunların hiçbiri İskenderun Körfezi'nin petrol imkânlarını karartmış değil, benim kanaatim. Halen, İskenderun Körfezi'nin, İskenderun, hatta Antakya Körfezi'nin derin denizinde Türkiye arama yapıldığı, var da demek...

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ben onu söyleyeyim Yılmaz Bey "ıbrıs'ın getirdiği, Kafkas'tan bu tarafa doğru petrol var " diyerekten.

 

ÖZER ALTAN- Bir ara biz de çalıştık. Zannediyorum 74'te Kıbrıs harekatı oldu. Kıbrıs'ın konumunu eğer İskenderun Körfezi'nden kopmuş şeklinde düşünürseniz, o zaman aynı jeolojik özellikleri İskenderun Körfezi o yakın civarında beklemek mümkün oluyor, oralarda belki ağırlık vermek lazım diye düşünülmüştür. Orada da bazı kuyular deldik, birtakım emareler de var. Başka yerden getirirseniz ayrıca düşünmek lazım. Antakya denilirken, İskenderun-Antakya o aradaki çukurluğun herhalde bize bakan, Türkiye'ye bakan yönünü enteresan diye kabul etmek lazım. Fevkalade enteresan maliyetlidir.

 

Ege Denizi çok münakaşalı, Ege Denizi olarak birtakım imkânlar var mı, yok mu, olabilir, benim bir kuyu var hatırladığım ortalarda, o da pek müspet netice vermiyor. Saroz Körfezi'nde daha evvel denedi, tekrar değerlendirip, atılabilir. Marmara zaten keşif yapıldı, daha güneyine belki gidilebilir. Granit, volkanik korkusu olabilir her zaman.

 

Karadeniz'in doğusu da, batısı da, ortası da enteresan. Bu kuyu menfi çıkmış, kuyu boş. Bence hiç önemli değil, bunun birincisi bizi bir yerlere götürür. Başka türlü aramıyoruz, ben de bu şekilde düşünüyorum. Şimdilik bu kadar.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Özer Bey katkılarınız için teşekkür ediyorum. Yılmaz Bey müsaade ederseniz size söz vermek istiyorum, çünkü hem tarihçesini işledik, bugüne kadar petrol arama ve üretiminde uygulanan strateji yasalardan çıktı. En son siz bu sürece nasıl bakıyorsunuz?

 

YILMAZ ÖZ- Ediger'in çok güzel sunuşundan sonra, bazı arada bazı noktalar var, onları izninizle doldurmak istiyorum. Bu suretle zannediyorum bütün arkadaşlarımız Türkiye'de, hiç olmazsa Cumhuriyet döneminde petrolün tarihçesini tam olarak,daha sonra muhakkak kitapta bunlar da eminim ki, bir yara alacaktır, ama gerçekten 1954 yılından alırsak ki, benim de aşağı yukarı konularla ilgilenmem o tarihlere rastlar, hatta biraz daha erken 53. Belki bilmeyeceksiniz, ama 1953'te başlayan mesela Diyarbakır'da, Batman'da Türkiye'nin ilk rafinerisi inşa ediliyordu. Bu mütevazı bir rafineri, Batman Rafinerisi. 6750 kapasiteliydi, MTA tarafından iş başlatılmıştı, fakat sonra kanunun çıkmasıyla Petrol Dairesi Reisliğinin vesayetine geçti, TPAO'nun mülkü olarak gerçekleştirildi.

 

Aşağı yukarı benim petrol hukukuna ilik şeyim bu tarihlerde doğdu. Yalnız, 1954'te Batman Rafinerisi inşa edilirken, inşa eden şirket bir Amerikalı şirketti, Rafen Parson diye, bunlar çok, halen de çok faal petrol endüstrisinde inşaatçı şirket olarak da tanınmış bir şirket. Bunlar o tarihte Ünefte'deki gazla ilgilendiler. Türkiye Petrollerinin kuruluşuyla birlikte, Türkiye Petrollerine gittik, İstanbul Elektrik Tramvay İdaresini de aramıza alarak bir şirket kurduk, İstanbul Tabii Gaz Ltd. Yani Türkiye'de gazın tarihçesi Cumhuriyet döneminde oraya kadar gelir, birincisi onu anlatmak istedim.

 

İkincisi; Gerçekten Sayın Ediger'in söylediği gibi, 54 tarihli Kanun, o tarihteki hükümetin bir Demokrat Parti Hükümetiydi, daveti üzerine Mehtibol dinilen bu Amerikalı avukat, jeolog tarafından kaleme alınmış ve tek başına bir petrolcüyü ilgilendiren bütün sorulara cevapları içeren bir metin, yani kendisini davet ettikleri zaman denildi ki, Türkiye'ye yatırım yapacak, özelikle yabancı şirketleri celp etmek istiyoruz. Bunlar gittikleri ülkenin mevzuatında oradan buradan alıp da, hükümleri öğrenmektense, tek bir metinde bütün sorularının cevaplarını görmeyi yeğlerler. Dolayısıyla öyle bir şey hazırlardı. Nitekim, bu görüşle hazırlamıştır.

 

6326 sayılı Petrol Kanunu 200-225 maddeden, 200 sayfadan oluşan bir metin, sanki bu yetmiyormuş gibi üstüne bir de bunun o tarihte nizamname, şimdi tüzük diye andığımız ikinci metin bunun açıklaşıcısı ve tamamlayıcısı ki, o da kanunun kabulünden aşağı yukarı bir yıl sonra falan yürürlüğe girebildi. Ancak, 55'in sonlarına doğru, Petrol Nizamnamesi yayınlandı ve o tarihte tabiri caizse bütün dışarıdan gelen şirketler Türkiye'ye üşüştüler. İrili ufaklı, büyük kız kardeşin içinden birçoğu da buradaydı hakikaten. Hiç unutmam şirketlerin yaptıkları müracaatlar tabii ilk müracaatlar olduğu için, hepsi birbirinin üzerine tedavül etti. Bunu çözümlemek için rahmetli Emin İplikçi Petrol Dairesi Reisi bize hukuk fakültesinin amfisinde topladı. Bütün bu şirketlerin mümessillerini. Güzel bir alışverişten sonra, Mobil Trakya'da Shall'e "ben buradan çekeyim, ama sen de Diyarbakır'dan çek başvurularını, bana orada biraz olanak tanı" dedi. Sen Diyarbakır'da git çalış, ben Trakya'da çalışayım. Hakikaten böyle başladı, ama kader öyleymiş ki, yıllar sonra bu iş ters oldu. Shell Trakya'yı terk etti, Diyarbakır'a geldi ve Mobil'den çok daha başarılı oldu. bunlar hakikaten ilginç yıllardı, Bir kere kanunun kendisi çıkışında çok tartışmalı cereyan etti. Yani, aylarca süren tartışmalar muhalefetin, aşırı muhalefetine rağmen geçirildi.

 

Şunu da söyleyeyim:Aynı tarihlerde Yabancı Sermaye Teşvik Kanunu da geçti. Bunlar birbirine kardeş, iki kamp ama, Yabancı Sermaye Teşvik Kanunu o da benim bir ilgi alanımı teşkil etti sonraki yıllarda. 30 maddeden, 5 sayfadan ibaret bir şey. Onun da yanı biz son doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanununa kadar geldik, fakat Petrol Kanunuyla maalesef yürüyemedik. 58'de ruhsatlandırma faaliyeti bitti, şirketler girdiler, faaliyete başladılar. Bunların içerisinde hatırımda kalan önemli bir şey.

 

58'in sonlarına doğru ESSO Şirketi, bir gün geldi hükümetimize "kusura bakmayın, ben Libya'da büyük petrol buldum" dedi. Zeygten-1 kuyusunda 17 bin 500 varil, Libyalılar da bizimle aynı tarihlerde kanunlarını çıkarmışlar. Ben şu anda her iki ülkeyi birden idare edecek durumda değilim, Türkiye'den çekiliyorum, öyle bir çekiliş yaptı ki,varını yoğunu da Türkiye'de bıraktı. Bütün haritalarını, araziye çıkmak için, ekiplerin kullandıkları ciplerine varıncaya kadar Türk hükümetine bağışladı. Bu sonra gelenler için bence kıymetli bir kaynak teşkil etti.

 

Volkan Bey 64'ü bir pik yılı olarak zikrettiler, doğrudur. Shellmo'nun bulunuşuyla. Orda da hasbelkader benim de bir payım olmuştur, çünkü benim danışmanı olduğum bir şirketin Mobil'de yaptığı müşterek çalışma sonucu bulmuştur. O tarihlerde ilk şeyler göre 40 milyon varil, daha sonra yapılan revizyonlarda 70 milyon varil rezerv biçilen bu saha bugün hâlâ üretiyor, zannediyorum 115 milyon varili geçti.

 

Gerçekten 60'lı yıllarda milli petrol şeyi hakikaten Türkiye'de devamlı gündemde, ön planda ve o kadar aşındırdılar ki, tabiri caizse Petrol Kanununu, 1970'ten itibaren, 73'e gelinceye dek bu kanunda bir reform yapalım, bunun adı da Petrol Reformu Kanunuydu 1702, Cengiz Bey. Bu kanunu hazırladırlar. Nihat Erim Hükümeti zamanındaydı. Fakat, o tarihte bizim anayasal düzenimiz bir kameral sistemdi, bir senatomuz da vardı. Kanun metni Millet Meclisinden geçti, senatoya geldi, senatoda bu iş için kurulan komisyon çok ileri bir görüşle o tarihte hem şirketleri ve bütün endüstrinin bu konuda uzmanlaşmış kimselerini çağırdı. Bendeniz de gittim, beni de dinlediler, 2-2,5 saat. Çok güzel notlar aldılar ve umduk ki, Millet Meclisinden geçen metin senatonun iyileştireceği şekilde kanunlaşsın. Maalesef bu nasip olmadı, çünkü araya bir cumhurbaşkanlığı krizi girdi: Cumhurbaşkanı vefat etti, yeni bir cumhurbaşkanı arayışına girdiler.

 

Senato kendisine tanınan 90 günlük süre içerisinde tekrar iade edemedi metni ve kadük oldu. Senatonun çalışması kadük oldu, fakat kanun Millet Meclisinden geçtiği şekilde yayınlandı. Bu kanun da daha sonra büyük itilaflara gebe olan bir madde vardı, meşhur kur garantisi hikâyesi. Bunu, Volkan Bey bahsetmediler, ama 80'li yıllara damgasını vurduğu için bence bahsetmekte, hatırlamakta yarar var. Bu kur garantisi neydi? Maçbo'nun yaptığı o çok liberal 54 tarihli metin yabancı şirketlere yatırımlarında bir kur garantisi tanıyordu. Getirdiğin para, Türkiye'de harcadığın para o tarihte hangi kurdan girmişse, ileride üretim bulursan onun vasılatını da aynı kurdan geri götüreceksin. Bu özellikle yüksek enflasyon yaşayan bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için çok önemli bir teşvik unsuruydu.

 

1702'nin Nihat Erim Hükümeti tarafından hazırlanan tasarısında ve gerekçesinde bunun kaldırılacağından dem vuruluyor. Hakikaten, bunu artık kaldıralım, petrol şirketleri bunsuz çalışsınlar. Ayrıca, 1954 tarihli Kanunun öngördüğü mali rejimi tamamen değiştirelim. Petrol endüstrisinin kendisine öz muhasebe sistemini atalım, eğer alelade kurumlar gibi kurumlar vergisine tabii tutalım. Hakikaten 1702'yle budanan hükümlerinden bir kısmı da 6326'nın o 112 nci maddesinden sonraki bütün o mali hükümlerdir.

 

Bunlar tabi hep ters gelişmeler, ters tepen şeyler olmuştur. Sanki bu yetmiyormuş gibi, 73'teki o Ortadoğu petrol krizinde bir de bakıyoruz, bizim hükümetimiz büyük üretici ülkelerin ortaya çıkardığı bazı yasal düzenlemeleri tamamı benim diyerek, büyük bir şevkle benimsiyor, bu nedir? Meşhur 20 sayılı Karar. Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki Kanuna göre çıkartılmış 20 sayılı Karar. Bunun özü nedir? 1973 Ekim,-Aralık o krizde, o tarihe kadar varili diyelim ki, 2 dolar 25 Cent'ten satılan petrol bir gecede 5,60'a çıktı, bir hafta sonar 7'ye tırmandı, daha sonra 11-12'ye falan çıktı. Bu petrol o anda bizim Türkiye'de yaptığımız o birinci piki Volkan Beyin ki, hiçbir zaman, gerek birinci pikte olsun, gerek ikinci pikte olsun Türkiye'nin kendi ihtiyacının yüzde 10'unu bile karşılamış bir rakam değildir o, her ne kadar altın yıl olmasına rağmen 84'te.

 

Bunu benimsediler ve şirketlerin ellerinden büyük ölçüde varidatlarını, iratlarını kestiler aldılar. "Merkez Bankasına yatırılacak" denildi. Bu ondan sonraki 15-20 yıllık dönemde hakikaten en büyük köstek teşkil eden unsurlardan birini teşkil etti.

 

80'li yıların ortalarına doğru aman biz artık yanlış yaptık düşüncesiyle, "acaba bu budadığımız teşviklerden bir kısmını geri koyabilir miyiz?" şeklinde bir tutum geliştirildi. Bir ölçüde başarılı oldu, çünkü 20 sayılı Kararı bir hayli yumuşattılar, sonunda da "kaldırıldı" dediler, ama tam olarak kalkmış değil. Diğer şeyleri ciddi tedbirlerle maalesef bir daha, bir türlü getiremediler.

 

1980'lerin başından başlayarak, gelen giden her iktidar "petrol işine el atacağım, Petrol Kanununu yeniden ele alacağım" diye. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü eksik olmasın, daima hazır ve nazır. Onu da söyleyeyim, 72'deki budama sırasında Sayın Özer Beyin söylediği, Volkan Beyin söylediği gibi, Petrol Dairesi Reisliği o eski kendi başına hareket etme kabiliyeti olan direkt hükümetin diğer bakanlıklarıyla direkt olarak temasta bulunma imkânı olan reislik 1972 budamasında Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne dönüştü. Halbuki, biz o tarihte petrol işleri o kadar önemli ki, bunu bir müsteşarlık yapın, hatta yani yeni kurulmakta olan Enerji Bakanlığına bağlamayın, daha onun formalitesi uzun sürecek. Başbakanlığa bağlayın ya da ayrı bir bakanlık olsun, bunun örnekleri Batı dünyasında çok. O da maalesef olmadı. Maalesef onun da sıkıntısını çektik.

 

Neyse, 80-84'ten bu yana her iktidar değiştiğinde Petrol İşleri Genel Müdürlüğü daima bir tasarıyla, taslakla iktidarın önüne çıkmıştır, "şu şekilde düzeltelim, genişletelim" diye. Fakat, bu en son tasarıyla bunların bir farkı var. en son tasarı hakikaten çok şeffaf. Şimdiye kadar hiçbir iktidar döneminde Petrol Kanunun Değişikliği Tasarısı Internet'te yayınlanmış değil. Bu defa bunu gördük, tabii bundan büyük haz duyduk ve herkesin görüşüne de açılmasını istedik.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yayınlandı, tartışıldı ama, ortada bir şey yok.

 

YILMAZ ÖZ- Yani, böyle bir tarihçeden geldik, yani 1702 sayılı Kanun Nihat Erim Hükümeti tasarısı olduğu halde, kanunlaşmadan evvel bir taraftan cumhurbaşkanlığı krizi, öte yandan yine bir iktidar değişikliği dolayısıyla zannediyorum, AP hükümeti tekrar iş başına gelmişti. Enerji Bakanlığının bünyesinde yahut şahsında bir değişiklik oldu. Yeni hükümetin enerji bakanı okur garantisiyle ilgili maddeyi değiştirtmeden, eski şekliyle geçirtti. Buna rağmen, kanunun maddesi duruyor, hiç değişikliğe uğramadı, fakat gerekçesinde bir niyet ısrarı var hükümetin, "efendim, biz bunu değiştireceğiz, atacağız" diyerek, buna istinaden 80'li yıllarda Sayıştayın bazı elemanları tuttukları raporlarla, ama altını çiziyorum, gerekçedeki ifadeden kuvvet alarak, kanunun metninden değil, şirketlere kur farkını tanımamaya karar verdiler ve bu yılar yılı hâlâ da süregelen bir ihtilaf zannediyorum, en son duyduğuma göre, uluslararası yargıya kadar gitti.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Danıştay'dan da aslında iyi bir karar çıkmıştı ama.

 

YILMAZ ÖZ- Kanun tasarısının, bugünkü tasarının umuyoruz ki çıkar, çünkü şurada bakınız, Millet Meclisinin web sitesinden aldığım üç başlığı kısaca okuyacağım. 25 Mayıs Çarşamba 2005 Sanayi Komisyonu Petrol Kanununda Değişiklik Öngören Tasarıyı Alt Komisyona sevk etti, güzel. Alt Komisyon çalışmaya başladı. Alt Komisyonun bir ifadesi 30 Kasım 2005 yerli ve yabancı sermayenin petrol arama üretme faaliyetlerine daha fazla katılımını s ağlamak için teşvikler getiren Kanun Tasarısı komisyonda kabul edildi. Genel Kurula intikal etti, 2 Aralık 2005 Cuma, hâlâ beklemedeyiz.

 

Bu ne kaderdir? Hakikaten nedir bunu tutan, yani Avrupa enerji bilmem nesinin hazırlığına falan, onu beklemeye gerek yok ki.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Onun nedenini doğru dürüst kimse bilmiyor galiba.

 

YILMAZ ÖZ- Geri dönüp, tarihsel bir saptama daha yapacağım. Bu da denizlerdeki aramalarla ilgili. Orada da kendi bizzat yakın tecrübem olduğu için söylüyorum. Bunu daha önce Volkan Bey anlattı, eminim kitabında da bundan bahsedecektir. Türkiye'de Özer Beyin de söylediği gibi ilk deniz üstüne yönelik faaliyet diyeceğim, bakın, deniz üstü kuyusu demiyorum. Deniz üstüne yönelik faaliyet 1958 Haziranında olmuştur. Ama, bunun yapılması için İskenderun Körfezi içerisinde bir sismik etüt yapılması gerekmiştir. Bunu yapmak üzere orada üçlü bir şirket grubu vardı, Grillen, Mobil ve birisi daha vardı, Bolsa unuttum, o da benim danışman olduğum şirketti.

 

İskenderun Körfezi'nde sismik yapılacak, nasıl olur ya, o zaman dinamit falan patlatılıyor. Daha ilkel metotlar, yani şimdiki 2-d,3-d falan deniz daha sahnede değil. Luiziyana'dan iki adet özel gemi getirttik, Wastın Co Firmasına ait. Adamlar geldiler, İskenderun'da demirlediler, 55 gündür orada bekliyorlar, neyi bekliyorlar? Ankara'da izin çıkmasını. Bize sonunda ihtar çektiler "48 saat içinde gelmezse, biz gidiyoruz" dediler. Nasıl olsa o 48 saat içinde çıkarttık, ben hiç unutmam kendi arabama atladım, 6 saatte İskenderun'a vardım,. Orada Deniz üssü komutana, amirale sundum, "bakın hiçbir şey yok, evet dinamit patlatılacak, ama deniz yüzünden bir iki metre derinlikte 3-5 balık telef olacak doğrudur, ama bu iş böyle yapılıyor" falan dedim.

 

O şekilde başlamıştır ve onların açtığı kuyu, Özer Bey hatırlayacaklar, o zamanın başbakanının da gittiği bir uçak dolusu Ankara dan açılışa gittiler. Grillent'in açtığı kuyuyu hatırlıyor musunuz? İskenderun-1 ve karadan denize doğru açılmış bir kuyudur, burada biter.

 

Geliyor, 58-61'e 61'de yine benim danışman olduğum bir grup şirket Continental, Elverat Alman şirketi ve Pano'yu, Shellmo'yu Mobil'le birlikte bulan. Benden Mersin açıklarında Türkiye karasuları içinde ruhsatlandırma işi, yardım ettik, aldılar. Beş tane, fakat karasuları içinde olduğu için, karasuları da o tarihte sadece 3 mildi, sınır olarak, aldık. Geldik, biraz derme çatma olmakla beraber sismik bir etüt yap/tık, sismik etüt bir yapı gösterdi. Ama, yapı 3 milin dışına taşıyor. Döndüler bana geldiler, diğer şirket ortaklarının hukukçuları kafa kafaya verdik, "dışarı taşıyorsa, bu Türk ülkesinin dışına, karasuları dışına, o zaman şu karasuları dışı kıta sahanlığı, Kıta Eşiği Sözleşmesi gündeme geliyor. Bir de baktık, 1958'de zaten Cenevre'de bütün milletler toplanmış, 85-86 millet, Türkiye de buraya gitmiş, katılmış, derogasyon göndermiş. Amacı 3 mili, 6 mile çıkartmak, Batı blokunun tezi. Halbuki, o tarihte Doğu Bloku başını Rusların çektiği Doğu Bloku daha 912'den beri 12 mil uyguluyor.

 

Bu konuda bir anlaşma olmuyor, fakat bunun dışında dört ayrı konuda ki, bunlardan birisi Kıta Sahanlığı Sözleşmesi, herkes anlaşıyor. Herkes imzalıyor, herkes parlamentosuna sevk ediyor, bizimkiler ne imzalıyor, ne de parlamentoya sev ediyor. Korku, "acaba Ege'de durumu karıştırır mıyız?" diye. Biz bu duruma baktık, imzalama olmasa bile, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, Türkiye Cumhuriyetinin bu bitişik şeyde bir hakkı var. Devletler uluslararası hukuktan doğan bir hakkı var. Gittik, bunu kendilerine sunduk, bir muhtıra olarak "biz bu 3 milin dışına taşmak istiyoruz, bize dışında ruhsat verin" dedik. On ay sonra -bize cevap geldi, "kusura bakmayın Türkiye ülkesi 3 mille biter, size bu ruhsatı veremeyiz, başka düzenlemeler yapılmadıkça" dediler. Bu yazı hâlâ benim dosyada.

 

Aradan beş sene geçti, bu arada Kıbrıs'taki olaylar 63-64'te alevlendi. Bizim de 61'deki askeri darbeden sonra kurulan hükümetlerin "Karasularını kanunla düzenleyelim" görüşü ortaya çıktı. Çünkü, 3 mil aslında uluslararası hukukun teamülünden kaynaklanan bir şeydir. Oturdular, 1964'te Karasuları Kanunu çıkarttılar. İlk defa olarak Türkiye'de karasularının sınırı kanunla saptandı, nasıl saptandı? "altı mil" denildi. Güzel de bir de elastiki bir hüküm konuldu, "altı milin ötesinde karasuları tanıyan ülkeler için Türkiye'nin karasuları da aynı şeydedir" denildi. Dolayısıyla, mesela Akdeniz'de bir Suriye gemisi Türk sularına yaklaşırken, 12 milin içine girdiğinde suç işlerse biz on tevkif ederiz. Bu Karadeniz'de de öyle, ama, Karadeniz'de hiçbir zaman ihtilaf olmadı. Zaten haritası çizildi.

 

Altı bile çıkınca biz bu ruhsatların 3 milden 6 mile uzattık mi, genişlettik, yen bir sismik yaptık mı, yaptık, bu sismikte aynı yapıyı gene göstermedi mi, tamam, o da dışına taşıyor. bu sefer altı milin dışına. 66'da tekrar gittim, bu sefer baktım, 86 milletin 2/3'ü zaten onaylamış, götürdüm Petrol Dairesi Reisi o tarihte de hasbelkader bir hukukçuydu, Dr. Osman Tolun İsviçre'de okumuş, eski Ticaret Mahkemesi Başkanı. "Osman Bey, durum böyle böyle bizim hakkımız var, burada biz ruhsat almak istiyoruz" dedim. Baktı, "tamam" dedi, üç ay sonra kararname çıktı. Süleyman Demirel Hükümetiydi, onu da belirteyim.

 

Bize ruhsat verildi ve bu bir çığır açtı. Bundan sonra açılan bütün kuyular Konoko, Elveratır; Fanoyu'nun açtığı Seyhan-1 kuyusu ki, Seyhan-1 kuyusu Mersin Rafinerisinin 6,5 mil açığındaydı, yani bir şey bulunsa, rafineri orada hazır. Türkiye'nin ilik deniz kuyusu. En derin 4084 metre ve tabii ki en pahalı. Aranan, hedeflenen bilmem Nyosem kuyuları petrolsüz çıktı, fakat çığır açtı. Sonra, İskenderun Körfezi'nde olsun, daha sonra benim hasta olduğum Ege'de bir grup, Foça bu, Dorçestir ve Hadbey, Clomaditare'nin karşısında. Onun da sismiğini yaparak, tespit etmiştik lokasyonu. Sismik yaparken de, bu arada öyle şey ki, tabii ortay hat, Baki Beyin dediği gibi, çünkü orada üç mil falan kalmadı, Ege'deyiz, Foça'nın karşısında da hangi ada var? Sisam mı, Samos mu? Yani, biz sismik yapıyoruz denizde, Yunan destroyer bizi gölgeliyor geliyor, aradan megafonla "300 metre Yunan sularına girdiniz" diyor. Böyle garip şeyler.

 

Aslında ben de denizlerin potansiyeline inanmış, her ne kadar yani teknik bir arkadaş olmama rağmen, o kadar çok teknik görüşmelerde bulunduk, katıldım ki, bende de bu zaaf hasıl oldu. Özer Beyin söylediği gibi zaten Ege'de bulunmuşluğu var. Yunan tarafında, Taşos tarafında.

Gelelim Karadeniz'e, Karadeniz'in de bende özle bir hatırası var. Aslında BP'nin Karadeniz'de açtığı kuyu 12-14 sene geç açılmıştır. Niye? Çünkü, bu kuyuyu BP zaten TPAO'ya 12 sene önce açmaya tekeffül etmişti, ama BP o tarihler her nedense yanlıştır. Tıpkı, Baku-Ceyhan'a ilk şeyde yan çizip de, sonradan katıldıkları gibi. Daha sonraki anlaşmanızdan ötürü, şimdi siz daha sıkı tuttunuz, daha sıkı bağladınız BP'yi, aslında Türkiye petrollerinin Karadeniz'e çıkışı 69 yılında gerçekleşecekti ve 69 yılında siz Amokoy'la bu işi yapacak-tınız, hatta Amakoy'la ön sözleşme imzaladınız, fifti fifti esası üzerinden Amako size "iki kuyu açacağım" demişti, maalesef TPAO son anda devreye giren bir başka Amerikalı şirket Vasteyd "fifti fifti olmaz, ben siz efifti pay veririm,, sizde forti faym kalsın, ayrıca da size 1 milyon dolar bonus veririm" diye onu aldı ve iki kuyu yerine, hatırımda kalana göre İğne Ada açıklarında 1,5 kuyu açtı kapattı gitti. Aslında, eğer Amako gibi partner 69 o iş yürüseydi, belki 70'li yıllarda bizim yüzümüz gülecekti.

 

Şunu söylemek istiyorum: Geriye baktığımız zaman, ben bilhassa, aşağı yukarı 50-52 yıl oluyor benim bu intisabatım denilebilir. Yani, biraz üzülüyorum, varılan sonuç tatminkar değil, hiç olmazsa benim için değil. Niye? Çünkü, ben inanıyorum ki, Türkiye çok daha fazla başarılı olabilirdi, daha iyi bir petrol politikası, enerji demiyorum, petrol politikası yürütülebilseydi. Niye bizden sonra yola çıkanlar Libya'ydı, Nijerya'ydı, Mısır'ıydı, bugün bizden başarılı olsunlar. Ben hicap duyuyorum, "Mısır'dan gaz ithal ediyoruz" diye başlıkları okuduğum zaman. Kanın hakkında ayrıca belki ikinci etapta bazı şeyler söylerim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yılmaz Bey çok teşekkür ediyorum. TPAO'nun çalışmalarına geçeceğim de, geçmeden önce bir şey söyleyeyim: TPAO'nun bir adı, tabii, milli petrol mücadelesinden kaldı TPAO'ya "milli petrol şirketi" derler. Sanki, diğer şirketler gayri milliymiş gibi. Ben Atatürk milliyetçisi bir adamım, ama şirketlerin hepsine eş düzeyde görürüm. Bakanın, şimdiki bakan da hatayı yapıyor, TPAO için bizim şirketimiz veya bazılarının milli şirketimiz demesini -Özer Bey yanlış anlamayın, yani TPAO büyük iş yapmıştır, şunu bunu etmiştir- ama Türkiye'nin büyük bir şirketidir, milli şirket sıfatının başına konulmasını kabul edemiyorum; çünkü şirketler arasında ayrım yapılmasının doğru olmadığı kanısındayım. Eğer, Petrol Yasasını ruhuna göre uygulayacaksak, petrol bulunmasını isteyecek olursak, yerli yabancı sermaye de aynı özelliği vermeliyiz, niçin Alaattin Şirket Cem Beyin milli çalışma yapmıyor mu? O da petrol bulursa millidir. Shell'de bulsa millidir. Hatta, Shell bir ara Tandoğan'da bir tabelası vardı, ben 65'li yıllarda ben öğrenciydim, "Türkiye'de Türk petrolü biz satıyoruz" diyordu, çünkü kendi çıkardığı petrolü satıyordu falan bu şekildeydi.

 

Milli şirketimiz demeden ,Türkiye'nin büyük petrol şirketi TPAO'nın ne yaptığı konusundaki azcı bir mercek altına alalım. Özer Balkaş Beye söz vermek istiyorum. Özer Bey buyurun.

 

ÖZER BALKAŞ- Teşekkür ederim, nazik davetleriniz için ben de teşekkür ediyorum. Şuana kadar olan konuşmalardan da çok yararlandım, onun da altını çizmek istiyorum. Bununla beraber birkaç nokta var. Bunlar olmazsa olmaz noktalar. Birincisi; Konuştuğumuz bu tartışma içe dönük bir konu değil, yani bölgesel global, bir sonuç. Bunu bir slogan olarak değil, bunun tartışma üslubu da o şekilde, yani bir başka şekilde tartışılmıyor. Herhangi bir ülke sadece içe dönük kendi deneyimini tartışıp, doğru sonuçlar üretmesi mümkün değil ki, zaten jeopolitiği hatırlarsak, onunla ilgili olan altını çizmek gerektiğim bu.

 

İkincisi; bu planer bir şey, yani çok farklı deneyimlere, farklı disiplinleri temsil eden çok saygın kişiler, değerli dostlarımız var. Ama bunun bir üslup olarak şöyle olması gerektiğine inanıyorum: Birincisi; bunun nedeni de bu bize göndermiş olduğunuz soru başlıkları, bu gündemden bambaşka şeyler de oluştu. Bugün bu konuşma tarzıyla bu soruların cevaplanması da mümkün değil. Bakın, şu anda ben size en tepede yapılan bir şeyden bahsedeyim, örnek olarak mesela, şimdi 9 uncu plan için yapılan bir hazırlık çalışması var. Yani, bu yapılıyor, daha önceki yıllarda da oldu, öyle kapatılıyor. Yani, ne hazırlık çalışmasını, ne planı bu sadece kitlelerin veya kişilerin, kurumların ilgisizliğinden değil, yani burada böyle kıyı kat dedikleri, yani ayırtmamı veriyor, insanı aydınlatan, yönlendiren bilgi.

 

Bu açıdan bu konuların açılımı böyle olur. Nitekim, geçen ay sonunda bu Samuel Bodman Enerji Sekreteri, bu Amerika'nın national, rezerv komite var, bunu oraya söylüyor. Yani, herkes bunu tartışamıyor, bu bir spesiyal özel, her mesleğin böyle bir yönü var, ama bu bu değerleri böyle tartışılıyor.

 

Şuana kadar çok saygı duyuyorum söylenene, söylediklerimi tabii tenzih ederim, kişi veya amacı olanlarla ilgisi değil. Böyle şikâyet tarzı bir şeyler anlattığımız zaman, olayları anlamaya çalışırız. Burada sonuçlar çıkartırız, istatistik sonuçlar da çıkar. Bunları zaten yapıyorlar, yani Petrol İşleri Genel müdürlüğünün sayfasını açarsanız, TPAO'nun sayfalarında var, diğer taraflarda var. Buna ben sonra tekrar değineceğim, ama bunlar elde ettiğimiz sonuçları tekrar önümüzdeki yıllarda yaşamamızın garantisi falan yok, yani öyle bir şey yok. Petrol konseptini.

 

Onun için ben de özellikle bu da bu anlamda kariyerli bir kişi veya kişiler tarafından yapıldı. Bunlar zaten bilinir, ama şimdi bunlar yavaş yavaş esnedi, değişti, yani bu geçen ay içerisinde Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinde bir konuşma yapıldı, iki parlamenter var, birisi "siz beni kendinizden uzak zannetmeyin, ben Aydın'da kayınpederimin benzin istasyonunda yıllarca çalıştım, onun için bu konulara çok uzak da değilim" dedi falan, böyle acı içinde geçti bir süremiz. Ama, bunun o demesi değil sadece, maalesef kendi misyonumuzda, kendi familyamızdan olanlara da yani, her TPAO'da diyelim ki, 10-20 sene, hatta daha uzun yıllar çalışan maalesef bu anlamda konuyu açacak, açılım yapacak.Bununla ilgili referans bilgiler herkesin bizim kartoteksler vardı, onları açtığımız zaman, kimler ne yaptıysa onlar zaten bilinir. O anlamda o oradan açılım yapılmasında bence büyük yarar var.

 

Bir diğer önemli bir konuda yani, fonksiyonel spesiyalistlerin bu konuyu açması, sonra tartışmalarla zenginleştirilmesini, beslenmesini ben şahsen öyle görüyorum.

 

İkincisi de, mutlaka TPAO,yani TPAO Genel Müdürlüğünü temsilen çünkü, yani TPAO perspektifi olmazsa, yani bu olayları böyle çok oraya, buraya götürürüz, belli yerlere takılırız, saat de saten dört oldu, biraz sonra beşe gelecek. O anlamda da daha verimli, daha etkin bir çalışma olacağını düşünerek.

 

Şimdi, gelelim konumuza. Ben de biraz anlatılanlar dışında konuşacağım. Ben daha farklı bu sorularla ilgili bir açılım yapacaktım, ne zaman kaldı? Zannediyorum, belki o telafi için başka imkânlar bulacağız.

 

Birincisi; kanuna tekrar döneceğiz, ama hikâye içinde yeni olduğu için söylüyorum. Çok kritik üç dönemeç var. birincisi anlatıldı, 6326 sayılı Kanun . Bu kanun olduktan sonra yaklaşık 58 tane petrol şirketi geliyor, 321 kuyu kazıyor. Bir sürü bu istatistiklerde de kaymalar var. Yani, ben Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün tescil tarihini alıyorum. Onun dışında, benim de çok iyi bildiğim bir şey olmasına rağmen, o referans kitaba bakıp, oradan alırım, oradaki kayıtlar geçerlidir çünkü.

 

Burada geldiğimiz nokta, 1969'da pik yapıyorum, yani ben size onun resmini hemen göstereyim, bu burada vardır, bakın 1969'da gelinen noktadır zaten. Sonra bütün şirket o zaman üreten şirketler daha eskiden beyefendilerin anlattıkları Mobil'le başlayan devam eden, diğerleri sonra TPAO'nun Raman ve Gazzan'dan itibaren başlayan öyküsü ve çizdiği pik. Rezervlere girmedim, müsaade ederseniz, ona da sonra gireceğim.

 

Sadece şunu söylüyorum: Baktığımız zaman,1954'te başlayan hikâye ,1969'da tepeye vurmuştur, başka bir durum, başka bir şeyi yok. herkes değişik bir anlatım üslubu içinde bir yerlere 64'te tamam, bir keşif olunca zıplama oluyor, o ayrı bir şey. Ama, üretim değerleri içerisinde baktığımız pik orada. Demin bahsi geçti, ben Volkan Beyin sözünü kesmek istemedim. 1.1.1974'tür yürürlüğe girişi bu 1702 sayılı Yasanın, biri de 1974'tür. Burada yapılan çok ciddi bir müdahale, tabii ki o kur garantisi çok önemli, hâlâ da tartışılıyor, onu uluslararası mahkemede. Kuyu başı fiyatları aynı zamanda Türk lirası .. yani bu sıkıntıyla beraber, bir de üretim cazibesini kaybetti. Demek ki, o andan itibaren o gevşemeyi görüyoruz, yani onun yarattığı bu bir yerde değil, Nasyonalizme etme anlamında bir müdahaledir.

 

Aslında bunu, yani Türkiye'nin, biz Ticaret Müsteşarlığının kamu finansman, orada çok güzel yayınlar var, özellikle son 15-20 değişik tarihlerde de yenilemişler. İstatistikten ziyade yorum var içinde. Onlarla ilgili baktığımızda, Türkiye'nin ekonomik olarak devresel bölünmeleri, farklı görüyoruz ve bizim petrol hikâyemiz ondan sapmalar gösteriyor. Yani, bu arzı bir durum, 72-73'te o günkü hükümet kanalıyla ortaya çıkan, belli bir süre içinde gelişen Yılmaz Beyin de buyurdukları gibi, onun devamında da o öyle kalmış şekilde devam ettiği için, bundan sonra da malumunuz, 7.3.1979 tarihinde 2217 sayılı Kanunla da bir müdahale yapılıyor hükümet tarafından ve buradaki o kıyaklar bu zayıf domastik para biriminden kurtarılıyor.

 

Ondan sonra da, bu güne kadar gelen seyre baktığımızda, genelde büyüklük olarak o çizginin devam ettiğini görüyoruz. Tabii, arada çok sayıda kararnameler, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ve diğerleri, ama bu bölümleme bu üç tane şeyi milat olarak alıyoruz.

 

Ben müsaade ederseniz, ben bunu yazdım, ama bu yazdığımın içinde. Demin söylediğim petrol hikâyesinin şeyi yok, bunu bugün için yazdık. Benim deneyimimde biz buraya 80'li yıllarda, Özer Bey hatırlar, arkası 20 cm olan kitaplar yazıyorduk. 100 eki olan, işte bir ekini açıyorsunuz, 6-7 metre, onu da bir de enine açarsanız 1,5 metre olur. Sonra birkaç şey geçtikten sonra, baktım kim okumuş diye, bir tane vardı, çok önemli, ismini vermeyeyim, bir yapıt. Ona baktım, üç kişi okumuş, o üç kişi de projede çalışanlar. Dolayısıyla, böyle uzun uzun pehlivan tefrikası gibi yazmak yerine, ana hatlarıyla ben bunun Türkiye'nin ekonomik kanallarının yarattığı dönemeçlerle, yani KİT'lerin evrimiyle petrol ve doğalgaz endüstrimize TPAO perspektifi açısından baktığımızda, onu yazdık.

 

Gelelim bundan sonraki kısma. Birincisi; deminki anlattıklarımın dışında söylemek istediğim biz belli bir dil kullanıyoruz, mesela bu dil içerisinde baktığımız zaman, mesela Yılmaz Bey benimle aynı dili kullanıyor, yani bu endüstrinin kendisine mahsus gözlem. Yıllarca iç içe olmanın yarattığı bir özelliktir. Ama, bunun içerisinde baktığımızda, demin mesela değinmek istediğim bir tanesi bu milli şirket kavramı var, tetrisle ilgili bir şey söyleyeceğim: Bir Karadeniz olayı var, bir de Ege değinildi. Biz baktığımız zaman, petrol sistemine bakıyoruz. Petrol sistemi bir kaynak kaynar, yani petrolün türetildiği kaya cisminden bugün mekanda bulunduğu birikinte giden bir sistem, onun unsurları ve onun yarattığı bir potansiyel ve kapasitenin açıklanmasına dayanıyor.

 

Bunun içerisinde ne var: Olgun bir kaynak kaya var. Bu tribün gerçekleşti. Ondan sonra gözenekli olmasının yanında, geçirimli olan bir kaya geçidi, rezervuar dediğimiz bir kaya geçidi var. Yapı, örtü ve rezervuarın bulunduğu bir kapan var. Bu göçün olması için bir migrasyon yolu var, yani atıldığı zaman, su veya gaz hidrokarbonlar, birkaç defada veya tek hareketle gidebildikleri yerlere nasıl gidiyorlarsa onun öyküsü var. Bunun da çıkartılması için çok sayıda, yani yaklaşık bir aramada 36-38 tane fonksiyonel bu işleri açıklayacak fonksiyonel çalıma yapılacak.

 

Artı buna ilave olarak da şunu söyleyelim: Bu migrasyon pertfeyleri dışında özellikle bir doğru zamanlama olacak, yani bu unsurlar birlikte doğru zamanda bir arada olacaklar ve son olarak da bir korunma limitleri dahilinde kalacaklar. O zaman biz bunu tartışıyoruz. Bunu böyle ifade etmediğimiz zaman, yani demin genel ifade olarak söylüyordum, tenzih ederim, bununla ilgili farklı bir görüş değil, ama yani bir şeyden umutlu olmak, bizim aramacılıkta bir şeyden umutlu olmak falan diye bir şey yok, yani denizlerden mi umutlu oluyor, yani tamamen bilginiz olmazsa, fikriniz de olmaz, olmazsa akıl yürütürsünüz, yani herkesle kendine ait bir yaklaşımı vardır, saygı duyuyorum, ama bizim işimizin esasında o işi eğer çalışmadıysanız, o işle ilgili bir üretiminiz yoksa ve o üretiminizi saygınlaştırmak için yazmadıysanız, ancak akıl yürütülür,onu herkes yapar. Ama, bununla ilgili öneride bulunacak kesimin mutlaka fikir sahibi olması lazım.

 

Bundan sonra mesela bu nasıl oluyor? Gelelim bu kavramı biraz açalım: Türkiye'nin çok kompleks jeolojik bir özelliği var, bunu hepimiz değişik haritalardan, ben onunla ilgili üzerinde durmayacağım, ama ona baktığınız zaman, onu ortaya çıkaran bir dizi yapılan çalışma var, yani diyelim ki, o jeodinamik evrimi açıklayan çok sayıda iş yaparız.

 

Sonuçta, o jeolojik fikirlerden arama konsepti yaratılıyor, yani sadece o çalıma sonucunda olmuyor. Arama konseptinden yola çıkarak biz kuvey konseptili kavramlarını yaratıyoruz. O play konseptinde üreten senaryoya doğru yatırım ve ilgi gösteriyoruz ve üreten senaryoyla birlikte de belli 1980'lerde yaşadığımız olan zıplamalar, 91 varillere falan çıkıyor.

 

Çok sayıda birbiri üzerine yapılan çalıma sonucu, kuzeyde bir kenar kurulları dediğimiz, Güneydoğuya baktığımız zaman, kuzeyde öyle balina gibi uzanan bir dağ kuşağı vardır, onun önünde bağlanmış bir kıvrım kuşağı vardır. Özellikle onun kalitenin iyi olduğu kesim içerisinde Sezgin gösteriyor, biz belli bir aralığı tanımladık ve 20-30 kilometrelik bir kesim içerisinde diyelim ki, 50 kilometre sismik yaptık, 4 tane lokasyon verdik, 3'ü petrollü çıktı. Ama, bu evrimin sonucunda bu oluyor. Yani, bu tamamen böyle bir yere gittiğiniz zaman, istatistiki olarak şu dönem veya şu kişi veya şu olayla ilgisi yok, bu bu tarz yapılan profesyonel sistematik bir çalışmanın sonunda böyle bir noktaya geliyorsunuz.

 

Burada kavramlar üzerinde kalmak zorunda kaldım, özür dilerim, birkaç tanesiyle devam edeceğim. Bu arama prosedürleri var. Bu arama prosedürleriyle beraber yönetimin de karar sistemi aşamalarının bunun içinde olması lazım. Yani, sadece teknik, ekonomik bir şey değil olay, tamamen bu ciddi bir karar sistemi içerisinde. Bunun içerisinde pazara olan uzaklıktan, yaptığınız yuvartlara karşı olan risklerden falan çok sayıda nokta var. Bunların hepsini bu yönetim kalitesi, bu tarzdaki bir yönetimin yaptığı değerlendirme sonucu oluyor.

 

Biz aslında dünyada belli kritik şeyler var. Evet 1850'lerde başlamış, hatta daha önceye gidiyor. Demin bir şey söylendi, Ortadoğu'daki şey Babilller'de vardı. Ben mesela gittim, Babil'de yerleri bütün o asfaltın hâlâ bugünkü gibi çok zinde bir parket taşları var, yani oradaki medeniyetin göbeğinde bu biliniyor, oradan bugüne geliyor, Evliya Çelebi'den diğerleri falan, yakın geçmiş içinde yazılı olan fakat, petrolün hikâyesi 1908 Süleyman, İran'daki Sadık ve onunla ilgili ortaya çıkan çok sayıda olaylar var, onlardan bahsettiler.

 

Bu noktada baktığımız zaman, herhangi bir olaya belli bir analiz gücünün gelişmesi lazım. İki şey lazım, birincisi; teknoloji, yani bugün çok ciddi bir çaba var, bu çabaların en çok yoğunlaştığı nokta bu imajla ilgili. Yani, bir kesitte, haritada ortaya çıkan ve irezivisyonun çözümlemesi olan bir vasıta kanalıyla doğru yaklaşmak. Onunla beraber böyle retlik kollu şeyler haritalar üretiliyor. Herkesin kendine ait olan böyle bir hazinesi var ve şirketler bununla ilgili ayrı üniter şeyler kurmuşlar. Bu ana petrol şirketi içinde değil. Mesela Shell bütün veri işlem yatırımlarını bundan sonra yapmıyor, hepsini biliyorsunuz Vedidas'a sattı. Yani, öyle de onunla ilgili artık yatırım yapmıyor, yani daha ziyade hedefleri doğrultusunda yapmak istediği alanlar belli, ne yapmak istediği. Dolayısıyla, bunlarla beraber çalışıyor zaten. Onlarla beraber yap/tığı, rencine ettiği bir düzen var, onunla birlikte de bunu böyle dev ama ediyor.

 

Bu yasayla ilgili olarak kesimden sonra, bir son kesimde tekrar yasayı nasıl tartışacağız? Bilmiyorum, ama bu şeylere bugün girecek miyiz? Onu lütfederseniz, bir madde var "Ülkemiz üzerinden yapılan uluslararası petrol taşımacılığının Türkiye.." deniliyor. Ona bir girersek...

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ayrı bir konu.

 

ÖZER BALKAŞ- Onunla ilgili bir hazırlık yap/tık, ama bir de şunu bahsedeyim, o çok önemli: Bu rezervlerle ilgili rakamlar var, yani bunu herkes söylüyor. İnanın, bunu söyleyenler tekrar söyle derseniz, 3-4 tane rakamı da farklı söylerler. Bunun da anlamı bunun bir önemi yok, bu bir büyüklük. 2004 yılı verileri var, 2004 sonuna kadar 3140 adet kuyu delinmiş, 6 043 853 metre sondaj gerçekleştirilmiş, petrol ülkemizde yüzde 60 gibi, dünyada da yüzde 60 önemli bir noktada birinci sırada yer alıyor. 2004 yılında tükettiğimiz petrolün yüzde 8,7'sini ancak yerli üretimle karşılıyoruz, yani böyle gidiyor. Yani, bu diğer terimlerde hepsi var, bu Petrol İşleri yıllık bülteninde de var. Bu seneki çıkmadı, zannediyorum, eli kulağında çıkacak veya en son 2003'tekiler var.

 

YILMAZ ÖZ- 2004 çıktı.

 

ÖZER BALKAŞ- Çıktı, ama web sitelerinde yok. 2004'ten sonra o kadar şey değişti ki, bunların önemi gerçek zamanda olması gerektiği yerdeyse ancak önemi var, yani bunun getirdiği fasılalar sağlanacak yararda olumsuz etkiliyor, ama benim bu tartışmanın ben çok karşısındayım. Bununla ilgili bir özet çıkardım, bu aslında çok güzel, burada özellikle Ortadoğu petrolleriyle ilgili yapılan spekülasyonlar ispatlanmış kesiti için yapılıyor, onun yarattığı bir büyüklük var. Dünyanın 2/3'ü falan orada, fakat bunun içinde özellikle birkaç tane sonuç var. Müsaade ederseniz, onunla ilgili söyleyeyim.

 

Birincisi; bu zaman içindeki gidişe bakarsak, bakın biz 1857'de Romanya'da başladık, verilen kayıtlarda fakat 1879'da bu petrolle ilgili olan sakıntı, yani büyük miktarlarda olmaması nedeniyle Amerikan jeolojik bunu .. etmiyorlar. Bu 1882 yılında "şu anda kalsa kalsa 95 milyon varil kalmıştır" diyor. 1920 yılında bu Guetyies'in adamı bu "Amerika'da olan petrol 6,7 milyar varildir" diyor. 1926'da hızlı gidiyor, bunları da atlayarak, bu federal Consorvatiın Bord var bu "4,5 milyar petrol kaldı" diyor. 1932'de federal gene aynı kurum "10 milyar petrol kaldı" diyor. Bakın, arada 60 sene geçmiş. 1944'te 20 milyar,.bu yalnız o kayıtlara geçen saygınlıkta malumunuz kurmuşlar. Bu, Amerikan Petrol Enstitüsünün bir değeri var, 1966'da "Amerika Birleşik Devletleri rezervlerine bu -Edıwın diye birinin notlarından bunu okuyoruz- 19 milyar varil ilave yapıldı" diyor. Fakat onun da altına bir şey koymuş, bu çok güzel. Bunlara Allah'ın, tabiatın yarattığı bir hediye değil. "Bu tamamen bilgiye dayalı olarak ve yoğun çalışmalarla ortaya konulmuş bir değer" diyor. Yani akıl yürütmek eyerine ortada bir çalışma ürünü olarak bunu söylüyor.

 

Oradaki onun söylediğini ben aktarıyorum, tartışmaya açmak yerine ben onu söylüyorum. Bütün her şeyi yaratan, vermek istediğim mesaj o değil, ben başka bir şey anlatıyorum, şimdi onunla ilgili söyleyeyim: Demek istediğim, rezerv olarak verilen değerlerde içerisindeki akışta böyle farklılıklar görülür. Sonuçta, iki şey var, birisi 1,2 trilyon, birisi de 1,8 bunlar özellikle ankunvasyonal olan özellikler, şu anda çok tartışılan, bunlardan birisi Venezüella'da, şu anda Çinlilerle görüşüyorlar. Bu büyüklükler mevcut dünyadaki rakamlardan, bir diğeri di Atavaska biliyorsunuz, Kanada'daki meşhur bunlar bildiğimiz konvansiyonel yolla değil, bir madencilik teknolojisiyle işletiyorlar.

 

Bunlarla ilgili olarak Petroloste Venezüella onların milli petrol şirketi. "3 veya 4 trilyon varil var" diyor. 1978'de zaten onun başına ne geldiyse ondan sonra geliyor. Devam edersek, 1980 yılında geriye kalan rezervler 648 milyar varil, 1993'te 999 milyar ve 2000'de de 1016 milyar varil. Görüyorsunuz, yani birilerini tekzip eden ve büyüklükler zaten kavramla bununla ilgili felsefe demin anlattığımız bilgiye dayalı bir endüstri içerisinde yapılan profesyonel, sistematik çalışmalardan geçiyor.

 

Karadeniz bu aşamaları geçmiş bir olgunlukta değil. bu olgunlukta olan kesim benzer birimler var. Biz bu Şapttülarap'tan diyelim ki Güneydoğu Anadolu'daki kenar kırımları kadar uzanan dünyanın en önemli petrol bölgesi var. o kesim içerisinde gerek operasyon sırasında vereyisinde, gerekse yorum, konses ve yorumda ve ondan sonraki safhalarda belli bir algılamamız var. Bu Irak'ta da aynı, Suriye'de de aynı, bizde de aynı, bizde de aynı , Amerika'da da aynı, İngiliz'de de aynı, benzer bilimler var. Onların bir üslubu var, yani belli teknikler var. Onlar uygulayarak, belli yerlere gelirken, birbirimizden yeni teknoloji ve yeni veriye dayalı olarak yeni görüşleri ortaya çıkarmak husussunda yaptığımız işler birbirine çok benziyor. Zaten dirsek temasında da gidiyoruz.

 

Bu sonuçlarla baktığımız zaman, bu istatistiki olarak, yani Türkiye'de de işte 40 milyon civarında yapılan bir tahmin var, ama şimdi Karadeniz'de sadece değil, Karadeniz'in kuzey ve doğusunda biliyorsunuz, bu suyla berber kristalleşip, potansiyel yaratan hidratlar var, yani mesela bunlar hiç aranmadı,sadece kutuplarda veya Kanada çevresi falan değil.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- BP'nin sondajı belki onlar için de çıkmıştır.

 

ÖZER ALTAN- Hayır tutmaz. Bakın, böyle bir şey Allah insana Özer Beyin dediği gibi akıl vermiş, yani çok özür dilerim, böyle altını çizdiğim için. Yani bunu kullanarak bir noktaya ulaşıyoruz, yoksa tahminde bulunmak sadece bir beklenti içinde olmak falan diye bir şey yok. Bir bilginin maliyeti var.

 

Mesela, demin Yılmaz Beyin söylediği, Docester'in kuyusu, yaklaşık bu şirketin sermayesi 2-3 milyon dolar Türkiye'ye girerken, zaten böyle bir mütevazı bütçeyle geliyor ve kenarda şovlar vardır, oradaki Volkalis, oraya giderler, Ege kıyısında o volkan sedüventlerde petrol şovlarını görürler. Ondan yola çıkarak, denizde gördükleri bir Foça anomanisini deliyorlar, bırakıp gidiyor.

 

Bu maliyette o kadar, fakat siz Karadeniz'de, Doğu Karadeniz'de yaptığınızı sondajla ki, bilgi de elde edilmemiş. Ben kendi kariyerime bağlı olarak konuşuyorum, bunun böyle umutla falan ifade etmek istemiyorum. Bilgi sadece kayıtlarla sınırlıdır. Orada elde edeceğimiz analitik verilerler de, yani ortada bir model yoktur, henüz bir model varsa, mesela diyelim ki, bir yatırım olması için, bir hibe olması için üzerine yatırım ve ilginin gitmesi gereken bir model vardır. Bu yüzeyde gözüken bir Kerkük gibi falan, bahsedilen büyüklükte. Ama, onun dışında, mesela Hazar Denizinde çalışmak çok zordur, biz yılarca çalıştık, neden? Çünkü, su derinliği fazladır ve çok derine gömülmüştür hedefe ve çok komplekstir. Bu kadar zamandan sonra bile ortada belli bir kısım var. Yani, çalışılan bir entervuar var. o kesim içinde belli bir kesinti var, onun altındaki kesim için ancak mutlu olursunuz, akıl yürütürsünüz. Üsteki kalan sığ kısımlarına daha mütevazı hedefler var.

 

Nitekim, 1970'li yıllarda o zamanki Sovyetler Birliği ki, bugünkü onu da şuraya bağlamak istiyorum: Mesela, niye Hazar önemli? Bunu boru hatları konusunda tekrar tartışacağız, ama orada yani gerek Baku takım adalarında, gerekse, Off-Shore'de olanlardan bu Azeri petrol varlığı biliniyordu, Çıralı biliniyordu, bir de Güneşli'nin sığ kesimi ve dere kesimi var biliyorsunuz. Malum o anlaşmayla birlikte gündeme gelenler. Fakat, bununla beraber sayıları 20'yi geçen ve o konsepte uygun başka konsepler vardır, başka büyük hedefler vardır ve model beliydi, her kim gidiyorsa, böyle .. teknoloji dediğimiz üzerine gidilecek olan vasıtalarla onları ortaya çıkarmak açısından, fakat bir iki olay var, birincisi, Penzoli bu Karadağ olayıdır, ilk başta bir şey çizildi, "Ruslar bu dereye gömülmüş kompleks yapıları bu su derinliğinde geliştiremezler. Artı, zemin bozuk, başka bir sürü pazarla ilgili problemleri var.

 

Bu açıdan bunlar Sovyetler Birliğinin çözülmesinden sonra bir fırsat olarak ortaya çıktı. Bir ikincisi de buraya yatırım yapmadılar, Sibirya'ya gittiler, işte burası o zamandan itibaren kaldı. Ben o sırada Grup Başkanıydım, projelerde. İki şey oldu, birincisi Karadağ'ın Penzoli, hemen Afşiionun kuzeyinde boş çıktı. Diğeri de Dalı Düzü'dür. Bir anda bir şafak attı. Acaba hepsi boş mu diye. Çok şükür şantiyenize iyi gelişti,ş onun dışında böyle çok sayıda bugün nitekim ve ilk başta böyle operasyon için herkes sıra alıyordu. Riktilap'lar, diğerleri, yani oradaki operasyon yanında çok sayıda teknoloji tanışmış, bir sürü bağlantılar. Hatta, Amerikalı kaynakların bir kısmı, özelikle bu jeopolitik kritikleri yapanlar 200 milyon varil değerlerden bahsettiler. Şimdi, biliyoruz, orada ortada olanlar 17-18 milyar varil civarında. Bir o kadar yani 40 civarında. Bunun karşılaştırılacağı boyut genelde coğrafik olarak Kuzey Denizi falan. Bu 200 denilince, o zaman Kuveyt artı, Birleşik Arap Emirlikleri geçiyorsunuz, o zaman karşınıza Ortadoğu'ya bir alternatif mi sorusu çıkıyor.

 

Bütün bunlar gelişirken, hem bu kriterlerden ortaya çıktı. Ben bu noktada sözümü bağlarken, ben bu noktada çok rahatsızım, o da bu bizim yaptığımız işin medyatik bulunması, Türkiye'de şu veya bu parti değil.Demin bir şey buyurdunuz. Ben belki doktrinel, belki ideolojik olmayabilir, ama sonuçta buradaki anlayışımızın da siyasi hedefi olması lazım. Bütün bunları biz, çünkü bunlardan çok yararlanılmadığını da biliyoruz, bu tarzda üretip yazılanlardan. Bunun da ancak, TPAO'suz olamayacağını da biliyoruz. Özellikle, rezervler gibi sayısal değerler, analitik veriler, diğerleri açısından baktığımızda. O açıdan, biz bununla çok karşılaştık. Bir araya geldik, mesela özellikle bana göre Türkiye'nin yaşadığı en büyük kariyerli işi bu Azerbaycan onu 1,5 yıl götürdük. Orada "bir işi bölümü yapalım, bir noktasından sonra mesela hiç kimsenin münferit iş yapması fırsatı kalmamıştır, onunla ilgili cezalar gelmişti. Birinin gidip, bir başkası aleyhinde çalışması gibi falan bir şey olmayacaktır. Öyle bir noktaya gelmiştik.

 

Orada ortaya çıkan duruma baktığımızda, Azerbaycan'ın yaklaşık 22 yıl tahmin ediyorum, konsolide bütçesi kadar Türkiye'ye katma değer sağladığını tespit ettim, o zaman bizim yaptığımız şirket çalışmaları içinde mahsuru yok.

 

1980'li yıllarda biz zaten o günkü deneyimle, 1990'lı yıllara geldiğimizde, daha doğrusu ilk başta iyi bir deneyim var, Tiflik'te yaşanan, daha sonra da Sovyetler Birliğinin çözülmesinden sonra ortaya çıkan...

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Özer Bey orayı anlayamadım?

 

ÖZER ALTAN- Azerbaycan'daki asetlerimiz. Yani, biz daha önce neyle finansa ediyorduk? Bizim dikey bir entegrasyonumuz vardı, yani arama-üretim dışında rafinaj taşıma, pazarlama vesaire ve artı bağlı ortaklık ve iştiraklerimiz kanalıyla yaptığımız yatırımlar ve gelir kaynaklarımızdan yararlandık-. Şimdi onlar yok oldu. 1980'li yılların başında bunlar yok oldu.

 

Dolayısıyla, yurtdışında biz bu entegre yapıda çalıma imkânının bulduk ve hem oradan, hem de diğer kesimlerden elde ettiğimiz böyle bir katma değerle karşılaştık. Teşekkür ederim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Özer Bey çok teşekkür ediyorum.

 

VOLKAN EDİGER- Başkanım somut bir şey söylemem mümkün mü?

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Tabii buyurun.

 

VOLKAN EDİGER- Özer Bey bizim aramacı yetiştirdiği en değerli arkadaşlarımızdan birisidir. Yıllardır arama grup başkanlığı da yapmıştır. Çok somut olarak bizim bildiğimiz Türkiye'de şuana kadar aşağı yukarı 1 milyar varil civarında, ispatlanmış, klasifikasyonunda bir rezervimiz var. Özer Bey acaba nasıl görür? Bu Türkiye'deki petrol potansiyelinin daha büyümesi mümkün müdür, mümkünse hangi sahalarda mümkündür? Bu konu hakkında bir bilgi verirse çok memnun olurum.

 

ÖZER BALKAŞ- Estağfurullah. Şimdi, bir kere bununla ilgili Türkiye'de farklı standartlar var. Birincisi; Güneydoğu Anadolu. Burada köşesi, eni boyutu, zaten ciddi dönem, belli dönemlerde Türkiye'ye ilgi gösteren firmalar onun dışında bir başka şeyle konuşmak istemezler. Yani, yönetilebilir riskleri orada iyi yönetmişsiniz, o anlamda söylüyorum.

 

Bu kesim içerisinde bu kıyaslanabilir, karakterizasyon yaparız, kıyaslayabiliriz.

 

VOLKAN EDİGER- Şimdi ben petrol şirketi danışması olsam, desem ki buraya yatırım yapayım mı desem, yapmayım mı desem, bana ne dersiniz?

 

ÖZER BALKAŞ- Onun cevabını veriyorum. Güneydoğu Anadolu dışında Trakya coğrafik olarak küçük bir yer olmasına rağmen, çok doğurgan bir niteliği var. Devamlı yeni arama senaryosunun doğuracağı, mesela Shell oradan demin söylendi, bıraktı, gittikten sonra biz oraya gittik, Özer Beyin zamanında yaklaşık 20 bin kilometrenin üzerinde sismik yaptık, 40'ın üzerinde arama kuyusu ve bugün orada belli .. biz geçirdik. Yani, bir itelasyon var, iş böyle bir yerde başlayıp, bitmiyor. O bittiği noktada yeni bir şey başlıyor.

 

Dolayısıyla, Volkan Beyin sorusunun ikincisi onun dışında, Karadeniz Batıda bir Mezoy Platformu var, yani Romanya'yla Doğu Karadeniz birbirinden farklı. Genetik olarak hiç ilgisi yoktur. O platform parçalanıyor, batıdan, doğuya ben bunu anlattım, DJ-17'de 1,5 sene çalıştım, benim dışımda böyle bir konu başlığında olmayan bir grupla Sofya'da bir panele davet ettiler. "İlgi çekmek için size Allah Karadeniz'i nasıl yarattı? Onu anlatacağım" dedi. Batıdan-, doğuya doğru yani onunla ilgili makaleler de varmış, ilgilenenlere.

 

Sonuçta, doğuya doğru gittiğimizde bu tarzda değişen bir devamlı bir evrim ve en son yayılan olaylarla çok ciddi bir maskeleme var. Yani, bir sürü de kritik değerleri var. Dolayısıyla, buradan biz zaten petrolcülükte petrol vaat etmiyoruz. Yapacağımız işin en iyisini vaat ediyoruz. Böyle bir şey yok yani, "1,5 sene sonra Türkiye kurtulacak" falan diye demeç vermemek lazım.

 

Dolayısıyla, işin tabiatında bu var. Onun dışında kalan kesimlerde konseptler gelişiyor, mesela müsaade ederseniz ,bu soruyu fırsat bilerek bir örnekle bahsedeyim. Mesela, Ege'de hiç petrol konsepti yoktur. Orada bildiğimiz belli hususlar var. Böyle graber sahalarında veya değişik formda majör yapısal unsurlar var. Biz bu kavalayla ve taşozdaki keşiflerden sonra 90'lı yılların ortasında Yunanlılar bize göre çok mütevazı bir petrol kültürüyle geçmiş olmasına rağmen, çok başarılı bir ihaleler yaptılar. Hem granitlerin güneyinde, yani Yunanistan'ın batı kesimi için yaptılar, hem de Ege'nin kuzeyine gittiler. Teksas gibi, çok sayıda böyle ilgi çeken, dosyaları da iyi sattılar, Macar firmalar da vardı.

 

O kesim içerisinde özellikle bizim aramızda belli bir şeyin birden bitip, yeni şeylerin başladığı sınırlar da var, jeolojik olarak. Biz bunlara ilgi gösterdik, oradaki spi pointler, clogirller, bilmem yani belli bizim baktığımız özellikler var. B ir haritaya kesite, diyagrama, olaya baktığımız, bunları aldık ve Ege'de Batı Anadolu'da o Alaşehir'de olan şovla ilgili olarak oradaki petrol konseptini geliştirmeye başladık. Kula'dan itibaren batıya doğru giden grever alanı ki, bir kısmı Off-Shore dahil, Kuşadası Off-Shore gibi, artı bütün kıyı boyunca, yani en kuzeyinden o b izim Çanakkale Boğazı'ndan itibaren, güney kesiminin hem denizdedir, hem karada da yeni datayıtvari.

 

Olayı iki Amerikan üniversitesi, artı bu Norveçliler ki, onların bu kültürü çok fazla. Gelimeli adalarda çok vigorsleri var. Norveçliler dışında TÜBİTAK ve burada çok sayılı şeyle birlikte birkaç raunt konuşmalar, konferanslar, seminerler ve nihayet oraya ekip gitti, batıdan itibaren temel configarisyonunu ortaya çıkarılan, enerjinin dağılımı gibi bir şeye başladık. Fakat, sonra ne oldu? Alaşehir'de iki kuyu deldi, yani biz kuyuyu öyle bir yerde deleceğiz ki, o noktaya kadar yeterli ilgiyi, yani global ilgiyi kastediyorum. Yoksa, bir şeyler o anda keseriz, tekrar o bilgiyi yaratmak çok uzun bir zaman aldı. Bir daha kimse oraya dönüp, geçen yıllarına bakmadı bile. Yoksa, kuyudan TPAO onları delmesi falan, 1200 metrelik bir kuyudur, yani bunların maliyeti falan TPAO'ya problem olmaz, ama bu konsepti geliştirmek çok önemlidir ve petrolcülük de zaten odur.

 

Dolayısıyla, sonuç olarak ben tekrar altını çiziyorum, bu rakamların hiçbir önemi yok. Evet, 1 milyar civarında o var, "40,3 , 5 milyonda ispatlanır" diyorlar, fakat bunlar şirketlerin bir şirketin diğerinin nasıl yaptığını bilmediği, beklenen daha fazla. Fakat, hiçbir şirket bir diğerinin nasıl yaptığını bilmiyor. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü alıp bunları proses ediyor, bu büyüklükler veriyor.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Aslında hesaplamanın bir standardı yok mu?

 

ÖZER BALKAŞ- Bakın, Diyarbakır'ın kuzeyinde Shell mesela birçok konsepti geliştiren, standart lejanttan bütün bunları geliştiren Shell'dir. Bunlar iki kuyu kazmışlar, kuzeyde "allopton" dediğimiz taşınmaz yerinde olmayan örtüler üzerinde ve alttaki istife girmeden, üstte kalmış derin kuyular bunlar. Bunları, Güneydoğu Anadolu'daki taksonomiyi aplike etmiş, yani sanki Güneydoğu Anadolu'nun bir devamı gibi. Yani, o ki bilgi düzeyi Özer Bey hatırlar, Suriye'de maratonla beraber çalıştık, tipik vasıtasıyla. 8 kuyu kazılmıştır, 8 kuyudan sonra yeni başlayan dönemler bütün yapısal konfigrasyon değişti. Yani, o konsepti değiştirdiğiniz anda, bütün o gerilmeli bir model değişti, onun yerine ekaydı yapılar geldi, antilebelandan doğuya doğru, o alfaksonuna doğru uzanan.

 

Bu tamamen o günkü bilgi seviyesi, konseptler, gelinen noktalarda ortaya konulan değerler. Yani, bazen bir sorun üç veya beş doğru cevabı olabiliyor. Böyle çok var, büyük firmalar her şeyin en iyisini yapmıyorlar. Biz, Mısır'da çalıştık, o zaman orada en büyük olan Ramako, Ramako'nun terk ettiği çok büyük bir de keşif yaptı. Bugün bunlar özellikle İran gibi, yani Zagros Havzası gibi, İran çok büyük, dev bir rezervleri var. Yine aynı şekilde Hazar'ın kuzeyinde Hemseveri'de Ruslar yaptılar, hem de Kaçakağan'da geliştiriyor, iki tane devsa .

 

Bunlar var, artı Afrika'nın batısında çok ciddi dünyanın şu anda en önemli aktiviteleri orada Off-Shore,Faroff_Shore oldukça böyle genişleyen bir kesim içerisinde ve çok başarılı gidiyor.

Meksika Körfezi'nde yeni konseptler var. Orası her zaman için Novaskoçya, özellikle Norveç nyortlarından batıya doğru giden kesimler öyle. Endonezya için yeni modeller geldi, yepyeni bir dönem başlıyor, yeni değerler, yeni konuşmalar, yeni bir dünya yaşayacağız. Kuzey Avustralya şelfi kuzeye giden, ama ben size şunu söyleyeceğim: Geçen ayın sonunda bu Altuk 2006 diye bir toplantı yapıldı, bu seralar biliyorsunuz. Josef Stanis diye bir karizmatik bir şeyi var, malumunuz. Mesela, o konuşmasında "bundan sonra suplay nereden olacak?" diye. O da çok güzel bir konuşmadır, kayıtlarında var seranın. Bu Ortadoğu'dan, Sibirya üzerinden giden ve Kanada'ya doğru uzanan bir kuşak çiziyor. Yani, onun getirdiği bir sonuç olarak, yani dolayısıyla bugün, yani dün böyle büyük ölçekte bir başka şey ortaya konuluyor.

 

Dolayısıyla, buna benzer şekilde bizim işimiz hiçbir zaman bir yerde noktalanmıyor, böyle çok örnek var, işin tabiatında var. Yenilenen bir dönem başlıyor, bunları da motive eden arkadaşlarımız oluyor. Yeni data bunu yapıyor, fakat bilgi seviyesi çok önemli Bugün Karadeniz'de o yorumu üretecek bilgi seviyesi şu anda yok. Dolayısıyla, data var, yeni data da elde ederiz, fakat biz arama deyince, kaybettiğimiz kalemi aramıyoruz. Yani, onun altında yatan içi dolu bir konsept var, o konsept yoksa, o götürdüğünüz ilgi ve yatırımdan sadece bir beklenti içinde oluruz ve akıl yürütürüz, teşekkür ederim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ben de çok teşekkür ederim, Özer Bey.

 

ÖZER BALKAŞ- Mesela, birçok şirkette Türkiye'ye Shell çok başarılı bir menajer getirdi, biz baktık, İspanya'da Centra'dan gelmiş, Fakat, hemen hemen hiçbir sorun yaşamadan bütün yaptığımız o komite toplantıları, streen komiteler, her şeyi, yani artı bu Ürdün'de çalışan şeyler, ama gruplar vardı, mesela oradaki blok 280'de jeolog olarak çalışıyor. Adam aslında inşaat mühendisiymiş, Yani, firmalar belli özellikte inşaat, mesela insanları yetiştirme, mesela Yılmaz Beyi çok yarından tanıyorum, ama görüşmelerde, telefonla görüştük, demin de onu örnek gösterdim. Her şeyi aynı şekilde konuşuyoruz, neden? Yılların tecrübesi...

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yılmaz Bey hukukçudur, ama bir jeolog kadar da petrol hakkında bilgiye sahiptir.

 

YILMAZ ÖZ- Türkiye'de haklı veya haksız şöyle bir kanı: Bu, Güney Arabistan kalkanı bu Diyarbakır'ın kuzeyinde biten bölgede yeterince derin araştırma yapılmadığı söylenir durur, bu doğru mudur? Yani, derindeki prospekle?

 

ÖZER BALKAŞ- O soruya ben cevap vermedim. Onun bir karşılığı var, bu masada o konuşulmaz, benim bir görüşüm var. Bunu karşılığı saati 500 dolar. Güneydoğuda nerelere yönlendirilmeli? Mesela, sana söyleyeyim. Pınarca'dan doğu kısım aranmamıştır. Yüzeyde bir problem var, bu problemi giderirsek, o potansiyel orada coğrafik olarak kesilmiyor. Cudi Dağı'nda biz çalıştık, oradaki bütün şovları çalıştık, zaten Hakkari biliyorsunuz, 4 yıl orada çalışıldı. Orada çok fazla göç var, onun dışında o yüzeye çıkanlar dışında alt kesim için yine kalite sorunumuz var. Orada Şevron aldı, Şevron da fors mejor olarak uzun yıllardır elinde tuttu. İlave ilgi ve alaka göstermediği için öyle duruyor, aslında oralar önemli yerler. Yarışacak olanlar kuzeyde sürüklenen örtülerin altında.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Bugün gazetelerde Suriye sınırında mayınlı bölgede o sürülgen tabaka mı?

 

ÖZER BALKAŞ- Müsaade ederseniz iki şey söyleyeceğim: Birincisi; o petrol iyi kalitede değil. Ağır petroller, yani bizim orada sahalarımız var, İkiz Tepe, falan onların güneye doğru Suriye'ye de giden devamlılıkları var. Fakat, belki bugünkü fiyat trendiyle, yani gelişmelerle falan onlar yeniden ekonomik olarak gündeme gelir. Nasıl bu ankonvansiyonel alanlar geliyor, bunlar da gelecek.

 

Bakın, biz onları işlettik, Özer Bey de bilir, façal düzeydeki o Batman kuzeyindeki iyi kalitedeki petrolle karıştırıp, rafineride işledik. Yoksa, bunlar hiçbir rafineri kabul etmiyor, ne olacak? Bunu alacaksınız, bu skalaya sahip bir rafineriye satmanız lazım. Sadece bir petrol varlığı değil, onunla ilgili en son kullanıcıya kadar giden bir akış semasını, bu Petrol İşlerinin güzel bir şeması var, onu garanti edeceksiniz. Ama, mesela hatırlarsınız, Suriye çok güzel bir örnektir, 190 bin petrol, hatta Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği teknolojisi, biz de çalıştığımız sarada öyleydi. Kimse çok umutlu değildi, yani Suriye öyle bir ülkeydi. Fakat, o Shell'in terk ettiği ruhsatlarda, bu yeni gelen grup Alfartta keşif yaptılar. Öyle bir yeni dönem başladı ki, o yeni bir dönem başlardı ve yeni bir konseptle yapılan keşiflerle 600 bin varile çıktı. Yani, hiçbir şey üzerinde böyle direnmek, bu böyledir, başkası doğru değildir falan demek doğru değil. Bu tamamen bir dizi yapılan profesyonel sistematik çalışmalar sonucunda ulaşılan bir nokta.

 

Do6çekter'ın tabii ki saygı duyuyorum, ama girerken öyle giriyor, öyle giriyor, yani 2-3 milyon dolarla sermayeyle yapacağınız işlerle ilgili, o böyle oynayıp çıkıp gidiyor. Ama, diğer majör firmalar Shell'dir, Mobil'dir, TPAO'dı ,diğerleriydi, bunlar geniş bir uzanımda, belli bir üretim limitinden sonra değişik fonksiyonel üniteler kuruyorlar. En sonunda ürün olarak, ürün a, ürün b, ürün c yanı, bugün Azerbaycan'ın apayrı bir kültürü var. Hafco Türkiye'ye geliyor vurup kaçıyor, Endonezya'daki Hafco değil. 10 yıl kaldığı, yaptığı iş, saygı duyuyorum, ama zaten o işle çalışan adam. Çok saygı duyduğum bir firma, ama Endonezya'daki Hafco değil, Türkiye'deki, o sırada yaptığı işlerin karşılığı da demin konuştuklarımızın açıklayacak soruların cevaplarını üretecek bir çalışma değil en azından.

 

Mesela, Shell geliyor, Adıyaman'daki demin Volkan Beyin bahsettiği petrol aileleri var. Yani, üç tane tanıdığımız petrol ailesi var. Biz bugün Adıyaman petrollerini nerede görürsek, görelim bir sürü petrolle karıştırırım, ben onu hemen tanırım veya TPAO'da çalışan onun içerisinde o karakterize ettiğimiz orada bir şey. bunu Shell'le konuşabiliyorsunuz, Shell'in öyle bir yatırımı, ilgisi, fonksiyonel alanları bir büyüklüğü var. Ama, Türkiye'ye öyle gelmiyor, yani belli mütevazı bütçelerle veya Amaco çok büyük bir firma, hele Mısır'da en büyüktü, ama Türkiye'ye geldiği zaman, mütevazı bir senaryoyla geliyor.

 

YILMAZ ÖÇ- Yalnız size şunu söyleyeyim: .. hazırlayıcısı Meltboll'un bir ifadesidir.

 

ÖZER BALKAŞ- Esas konuşma şekli bu, siz ne düşünüyorsunuz, Türkiye'de Hafco'yu nasıl tanımlıyorsunuz?

 

SALONDAN- Geldi, çalıştı.

 

ÖZER BALKAŞ- Tamam, herkes çalışıyor. Hafco Türkiye'ye ne bütçe soktu ve hangi işi üretti? Yani, Güneydoğuya, o arka arkaya yaptığı taahhütlerle girdi. Gelişi sırasındaki senaryosunda devamında getirdikleri birlikte hiçbir zaman böyle büyüklüklerle ben Hafco'yu onu tartışmak da istemiyorum.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Sevgili arkadaşlarım; Hafco'yu tartışmayalım, genel olarak gidelim. Ara veriyoruz.

 

İKİNCİ OTURUM

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Buyurun.

 

CEM SAYER- Bu fırsatı tanıdığınız için çok teşekkür ediyorum. Bu kadar sektörün duayenleri bir aradayken tabii, fazla bir şey kalmıyor. Ama ben kendi perspektifimden, bizim penceremizden biz hadiseyi nasıl görüyoruz…

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Deneyimleriniz var tabii.

 

CEM SAYER- Bunları ifade etmek isterim. Öncelikle bir düzeltmeyle başlamak istiyorum. Geçen günkü telefon görüşmemizdeki bir ifademe gönderme yaptınız, "umudumuzu kestik" diye. Biz Türkiye'nin hidrokarbon potansiyelinden umudumuzu kesmiş değiliz.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Onu anladım da Türkiye'nin düzeni…

 

CEM SAYER- Biz Türkiye'deki yasal düzenlemelerin…

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Bugünkü yönetimle, onu ben öyle anladım zaten, yanlış ifade etmişim.

 

CEM SAYER- Hayatta kalma mücadelesi vermemiz gerekiyor, bizim arkamızda devlet olmadığından dolayı. Dolayısıyla nerede iş varsa, âdeta gitmek zorundayız. Biz Türkiye'deki en büyük independent şirketiz ve Mobil ve Shell'in Türkiye'den çekilmesinden sonra, özel şirket olarak da 1962 yılından beri hak sahipliği devam eden Türkiye'nin en eski petrol arama ve üretim şirketiyiz. Dolayısıyla çok fazla deneyimimiz var. Hatta geçenlerde bir kamu kuruluşuyla sorduk, bizden bazı bilgilerin istiyorlar. Dedik ki, "niçin bunları bizden istiyorsunuz, Petrol İşlerinden veya Türkiye Petrollerinden istemiyorsunuz?" "Efendim, alıştık, 1972'den beri sizden alıyoruz, buraya da birkaç kere yazdık, cevap gelmedi, sizden almaya devam etmemizin bir sakıncası var mı?" dediler. "Yok, bir sakıncası yok, katkıda bulunalım yeter" dedik. Biz de elimizden geldiği kadar devletimizin her kurumuna kendi ölçeğimizde yardımcı olmak istiyoruz, sektörümüzün önü açılsın istiyoruz, ülkemiz daha çok aransın istiyoruz.

 

Bu vesileyle de ben Türkiye'de kuyu açmış, bir kilometre sismik atmış, bir kilometre bile sismik atan hangi şirketse, hangi ülkenin şirketiyse, yerli-yabancı hiç fark etmez, bir sektör çalışanı olarak teşekkür etmek isterim. Çünkü Türkiye'de hakikaten sismik yapmak büyük bir hadisedir, Türkiye'de kuyu açmak daha büyük bir hadisedir. Her ne kadar boş olsa da, bu kuyuların hepsi çok değerlidir, hepsi çok önemli bilgiler verir. Tabii ki, kuyulardan belki daha fazla bilgi almak, sismikleri belki daha doğru parametrelerle daha isabetli neticeler almak mümkündür; ama yapılmış olan her şey çok önemlidir, çünkü ülkemizin hakikaten aranması gerekli; ülkemiz aranmamıştır. Güneydoğu Anadolu'nun bile neredeyse yarısından daha fazlası sismikle henüz taranmamıştır ki, bunun tamamlanması gerekir. Ülkemiz ne kadar ciddi bir üretici olacak, bunu zaman gösterecek; ama bizim bu konuda yaptığımız bazı saptamalar var.

 

Mesela, bunlardan bir tanesi, bizim inancımız odur ki, Türkiye'de bundan sonra yapılacak keşiflerin, özellikle kara Türkiye'sinden bahsediyorum, independent petrol şirketleri yapacaktır. Çünkü ülkemizde artık büyük petrol şirketlerinin kara Türkiye'sinde çok fazla faaliyeti olmadığı aşikâr. … Cudi Dağı'ndaki ruhsatı dışında, büyük petrol şirketlerinin Türkiye'de karasal alanda ruhsatı yoktur, ilgisi da yoktur, olmadığını da beyan etmişlerdir. Tabii, bu zaman içerisinde değişebilir, ciddi bir keşifle anında değişebilir. Çünkü genelde dünyada büyük petrol rezervlerini zaten büyük petrol şirketleri bulmazlar, genelde independent'lar keşfederler, daha sonra büyükler el koyarlar veya satın alırlar veyahut da ülkesine göre kamulaştırılırlar. Dolayısıyla ülkemizde de aramacılığın önünü yine independent'ların açacağını düşünüyoruz. Bizim gibi independent şirketlerin de ülkemizin aramacılığında çok önemli bir görevi olduğunu düşünüyoruz.

 

Ülkemizde birçok değişik hükümetler döneminde Petrol Kanunu konusu gündeme geldi. Bunların ne yazık ki büyük bir kısmı kadük oldu. İşte ancak bu mevcut tasarı komisyondan geçti ve hakikaten bunun yasalaşmasını bekledik. Fakat yapmış olduğumuz istihbarata göre, bu da kadük olmuş vaziyette, kanunun çıkmayacağı yönünde çok kuvvetli duyumlar aldık.

 

SALONDAN- Kadük olmuş mu, olacak mı?

 

CEM SAYER- Olmak üzere diye.

 

CENGİZ CÜCÜ- Temmuz gelse, tatile gidersek, kadük olacak.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Bu ay, Haziranın sonunda biter.

 

CEM SAYER- Kanunun çıkartılması yönünde Enerji Bakanlığında yapmış olduğumuz istihbarata göre, bilgiler de şu anda ortada yok. Bu da bazen şunları düşündürüyor bizlere: Acaba bütün bu kanun çıkarma telaşı ve bu geçirdiğimiz, yaşamış olduğumuz yasalaşma süreci, tamamen BP'nin Karadeniz'de açacağı kuyudan dolayı ortada sallanan bir havuç muydu diye düşündük âdeta.

 

CENGİZ CÜCÜ- Orada bir menfaat yoktu yani, anlamadım yani.

 

CEM SAYER- Şu anda yapmış olduğumuz istihbarat gösteriyor ki, bu kanunun çıkması yönünde Hükümet arzulu ve istekli değil. Zaten diğer kanunlara bakarsak, Doğalgaz Piyasası Kanunu olsun, daha sonra Petrol Piyasası Kanunu, diğer beklenen kanunlar silsilesine bakarsak, Petrol Kanununun en sona kalmış olması, zaten Hükümetin bu konuya da ne kadar öncelik tanımış olduğunun göstergesi. Dolayısıyla hükümetin bu konuyu her ne kadar o şekilde ifade edilse de, her ne kadar, hemen hemen her hükümetin bahsettiği istisnalar dışında, hükümet programlarında yer alsa da, bunlar tamamen kamuoyunu telkin etmeye yönelik, âdeta artık kemikleşmiş bir politikanın parçası. Fakat gerçekten yapılmak istenen bir şey olduğunu düşünmüyoruz.

 

Çünkü gerçekten petrol arama ve üretimine teşvik sağlamak isteyen, bu yönde faaliyetleri hızlandırmak isteyen bir hükümetin hakikaten yapması gereken çok fazla şeyler var. Örneğin, şu anda eğer bir kanun çıkartmaya uygun bir ortam yoksa ki, hakikaten uygun ortam var, tek parti hükümeti, çok uygun bir zaman, tıpkı 1954'te Petrol Kanununun çıktığı gibi. Bu tip kanunların koalisyon dönemlerinde çıkması çok zor, çok kuvvetli bir hükümet iradesi gerektiren kanunlar. Ne yaptığını bilerek, inanarak, emin olarak karar alınmasını gerektiren bir kanun, çünkü çok fazla spekülatif, çok fazla eleştiriye açık bir mevzuat var karşımızda. Çünkü ne olduğu da tam olarak bilinmediği için, "ülkemizin kaynakları peşkeş çekiliyor, çekilmiyor", ucu açık tartışmalar. Geçen komisyon tartışmalarında bazı sivil toplum örgütlerince işte royalti indirimleri hususunda olsun veyahut diğer konularla ilgili olsun çok aşırı milliyetçi olarak nitelendireceğimiz, aslında ne kadar milliyetçi olduğu da tartışmalı görüşler ifade edildi ve hakikaten hükümetin belki de bir noktada gözü korkutuldu bu kanunla ilgili, yani bunu düşünmek lazım. Çünkü genelde siyasi irade çok fazla tenkit almak, yıpranmak istemiyor. Zaten Türkiye'nin ortamı siyasi iradenin işini zorlaştırıyor birçok açıdan. Böyle bir kanunun, bir de inanmıyorsanız bu potansiyele, "bunun için bu kadar mücadele vermeye değer mi?" soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

 

SALONDAN- Tamamen o.

 

CEM SAYER- "Dolayısıyla bu mücadeleye girelim, nedir bunun esprisi? Zaten petrol olmadığı söyleniyor" deniliyor. Birkaç tane enerji bakanımız şu veya bu meseleyle, geçmiş olduğumuz son 15-20 yıllık dönemde, yurtdışında konferanslarda, şurada, burada, "Türkiye'de zaten aranmıştır, bitmiştir, hedef kalmamıştır, ümidimiz kalmamıştır" gibi talihsiz beyanlarda bulunmuşlardır. Bir Yunanistan'ın Enerji Bakanı bile, ülkede … sahası dışında bir saha keşfedilmemişken, bu şekilde ifadeler vermekten imtina ederken, bizim ülkemizde bu kadar petrol sahası var, iyi kötü yetişmiş eleman kitlesi oluştu Türkiye'de, mühendislerimiz var, ara kadrolar için meslek liseleri kuruldu Türkiye'de, Batman'da olsun, Adıyaman'da olsun, teknik seviyede elemanlar yetişiyor vesaire. Türkiye'nin aslında bazı kazanımlar oldu, bu şekilde beyanatlar vermemek lazım. Tabii, genelde bakanlarımız da konulara çok dağıldığı için, tabii bu haliyle arama ve üretimde daha önce ifade edildiği gibi, işte reislikten genel müdürlüğe indirgendi, Enerji Bakanlığının içindeki genel müdürler silsilesinde kayboldu, yani önemini kaybetti. Dolayısıyla bir inanç da kalmadı.

 

Bu çok ciddi bir problem, çünkü inanılmayan bir konuda önünü açmak için, hani cansiperane meclis kürsülerinde savunmak, yabancı sermayenin önünü açmak, risk yatırımın Türkiye'ye gelmesini sağlamak için, çünkü zaten yaşanmış çok ciddi bir problemler de var. Mesela, bugün bir Kurgenes problemiyle ilgili, gidip problemi dile getirdiğimiz zaman mecliste, "biz bu konuda bir düzenleme yapamayız, bize vatan haini derler" diyor milletvekilleri. Yabancı sermayenin ülkeye gelmesini engelleyen bir fiili durum çıktı orta yere, düzeltin bu durumu bir kanunla, tekrar bir şeyle, ülkemin alnına sürülmüş bu kara lekeyi temizleyin, 40 yıl uygulanan kanunu uyguladınız, 40 yıl uygulandı hiçbir problem çıkmadı, sadece 1973'teki genel gerekçeden hareketle kanunun uygulaması tartışmaya açıldı, yani bunun savunulmayacak bir tarafı yok, bu gayet savunulacak bir konu. Ama şimdi Türkiye'de öyle problemler var ki bu dönemde, kanunun işleyişini engelliyor. Mesela, kur garantisi, geçen sene çıkan bu 20 sayılı Fonla ilgili de, neyse o iyi bir kötü bir kontrol altına alınabildi, kur garantisi kadar talihsiz gelişmedi.

 

Ülkemizde son zamanlarda bir denetim terörü ne yazık ki orta yere çıktı. Çeşitli kuruluşlar, kurumlar, kendi adına denetim yaparak, farklı yorumlarla hakikaten kanunların işleyişine çok ciddi engeller getirdiler. İşte kur garantisi bunun çok güzel bir örneği. 20 sayılı Fonda da, ne yazık ki, bunu geçen sene tecrübe ettik, yaşadık. Son dakikada onu eski şekline döndürmek mümkün olabildi. Bir kere, bu denetim terörünü orta yerden kaldırmak lazım, yabancı sermayenin problemlerini orta yerden kaldırmak lazım. Mesela, kur garantisi konusunda 1997'den beri Türkiye'de yabancı petrol hakkı sahibi şirketler Petrol Kanununa uygun olarak sermaye transferi yapmıyorlardı. Öyle bir konsept oturdu ki, öyle bir zihniyet var ki, o da çok sakat, "devletin ödeme külfeti altına sokmayan her yol mubahtır" zihniyeti gelişti. Dolayısıyla "şirketler transferini yapsın da, nasıl yaparsa yapsın, … ne yaparsa yapsın, dolayısıyla o yönde olan bütün transfer müracaatlarını kabul edelim" şekliyle, şu anda şirketler transferlerini kanuna uygun olmayan bir şekilde yapıyorlar. Bu aslında hukuki değildir. Aslında şu anda hukuken yanlış bir transfer uygulaması yapılıyor, aslında bunun denetlenmesi lazım.

 

Eğer kanundaki mevcut transfer mekanizmasını devletin aleyhine işliyorsa, onu da yasa değiştirerek yapmak lazım. Böyle, "uygulanmış, ama … böyle" şeklinde yaklaşımlarla değil. Kaldı ki, Sayıştayın da kanun yorumuna girmemesi gerekir. Sayıştay yetkisini aşmıştır, fakat bir denetim yapan kurumun yetkisini, denetim sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiği de belli değildir, âdeta oturup kanun yorumlama işini girmiştir Sayıştay; Sayıştayın görevi bu değildir. Sayıştayın görevi devletin hesaplarını incelemektir. Hesaplarda bir yanlışlık varsa, onunla ilgili gereken işlemleri yapmaktır. Tutup Petrol Kanununa yeni bir normal getirip, 40 yıl yapılan uygulamayı tersine döndürmek ve ülkeye gelen yabancı sermayeyi veya ülkede tesis edilmiş istikrar ortamını bozucu yönde hareket etmek olmamalıdır. Fakat bu konuda da Türkiye'de çok ciddi problemler olduğunu görüyoruz.

 

Türkiye'de yerli şirketlerin de önünü açacak, yerli sermayenin de petrol arama ve üretiminde daha aktif şekilde yer almasını sağlayacak bazı düzenlemeler de yapılması gereklidir. Zaten 1954'teki kanun bu yönde hazırlanmıştı, çünkü 1954 yılında Türkiye'de ne bir sermaye birikimi vardır, ne de bir kadro mevcuttur; know-how da yoktur, parası da yoktur, malzemesi yoktur, hiçbir şeyi yoktur. Dolayısıyla 6326 o dönemin şartlarına göre gayet uygun olarak hazırlanmıştı. Tabii ki, bugün 6326'nın bazı maddelerinin güncelleştirilmesi gerekir. Aslında yeni bir kanun çıkartılması gereğine de inanmıyoruz. Kaldı ki, bu AB düzenlemelerine uyum gerçeksinin çok doğru bir gerekçe olduğuna da düşünmüyoruz. O konuda da bir şey söylemek istiyorum: Bir kere, bizim 1954'teki Petrol Kanunumuz hâlâ mevcut olan AB direktiflerinin ötesinde, daha liberal bir kanundur. AB direktiflerine uyumu konusu mevzubahis değildir. Zaten AB'nin kriterlerinden çok daha liberal bir yapı kanunumuzda öngörülmüştür. Sadece Petrol Kanunumuzun AB direktiflerine uygun olmayan iki yönü vardır. O da, TPAO'nun petrol bölgelerinde diğer hak sahiplerine göre daha fazla adet olarak daha fazla ruhsat alma hakkı ki, o çok kolaydır, bir madde tadiliyle orada eşitlik sağlanabilir. Bir de, ruhsat müracaat prosedür, bizde dört günlük zaman öngörülmüştür, o da AB direktiflerinde belirli sürelere bağlanmıştır. Sadece bu iki maddede çok cüzi bir tadille, o sorun aşılabilir. Dolayısıyla AB düzenlemelerine uyum bahanesiyle kanunun yeniden yazılması vesaire. Bu konuda bir açıklama yapmak gerekli, yani bu konuyla tamamen bu AB konusu tamamen çözülür.

 

Tekrar yerli şirketler konusuna döneceğim: Ülkemizde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, tabii ki çok değerli çalışmaları var, tabii ki TPAO'nun bu çalışmalarının artan bir hızla devam etmesi lazım. Bir de, kamu şirketi olduğu için, Türkiye'yi hiçbir zaman ihmal etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun bir hükümet politikası da değil, yani partiler üstü bir politika olması, TPAO'nun zaten kuruluş amacına uygun olarak arama faaliyetlerine devam etmesini düşünüyoruz. TPAO'nun kesinlikli bu arama faaliyetinin dışında tutulmasının isabetli olacağını düşünmüyoruz. Her şeyden önce onu açıklıkla ifade etmek isterim. Fakat Türkiye Petrollerinin kesinlikle entegre bir yapı içerisinde olması gerekirdi. Ne yazık ki, TPAO'nun bu entegre yapısı şu anda mevcut değil. TPAO'nun bu şekilde bir entegrasyon içinde olmayışının, ülkemizin arama ve üretim sektörüne de mevcut tesirleri olmaktadır. TPAO'nun hem ülkemizde, hem de uluslararası camiada daha güçlü bir petrol şirketi olması için, muhakkak entegre yapıya kavuşması gerekiyor. Şu anda bazı zorluklar vardır, mesela TÜPRAŞ'ın özelleştirmesi tamamlandı, ama yine de TPAO'nun entegrasyonu için çok geç olmadığını düşünüyorum. Bu yönde hükümet isterse, bazı adımlar atabilir diye düşünüyorum.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yeni kurulacak bir rafineri vesaire şeklinde mi düşünüyorsunuz?

 

CEM SAYER- Olabilir. Türkiye Petrollerinin aslında bir anonim ortaklık olmasından dolayı, kendi bünyesinde hâlâ bazı imkanları revize etmek mümkün ve hükümet bu konuya istekli yaklaşırsa, TPAO'nun entegre yapıya kavuşmasını sağlayıcı yönde hareket edilebileceğini düşünüyorum; ama bu yönde de gördüğüm kadarıyla, ne şimdiki hükümetin, ne de bundan önceki hükümetlerde bir arzu, bir istek yok. Dolayısıyla bunu bir şekilde hükümetlere anlatmak lazım. Yani TPAO'nun önemini, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyanın bize getirdiği fırsatların değerlendirilmesi ve burada TPAO'nun oynayacağı önemli role daha iyi hazırlanmasını teminen, bu şirketin bir kere acele olarak entegre yapıya kavuşması gerektiğine inanıyorum. Ama bu entegre yapıya da girmişken, bazı konularda da TPAO'nun mevcut işleyişinden daha değişik bir şekilde hareket etmesi gerektiğini de düşünüyorum. Mesela, TPIC niye kurulmuş bir şirkettir? Türkiye Petrollerinin yurtdışı faaliyetlerini yapsın diye. TPIC'in amacı, sondaj kuleleriyle Türkiye'de gidip, kuyu açan firmalar … olmamalıdır. Biz ve bizim gibi yerli şirketler, kendileri sondaj kulesi, independent şirketler için çok önemli, çünkü kuyu açmak çok büyük maliyet, bugün dünyanın sondaj makinesi sıkıntısı da var. Bizlerin kuyu açması lazım, kuyulardan da para kazanalım. Bu kazandığımızı … yönlendirelim, çünkü bizler büyük … edemediğimiz için, bir şekilde bizlerin para kazanması lazım. Sondaj müteahhitliğinden kazanalım, jeofizikten kazanalım, diğer etütlerden kazanalım, bir şekilde kaynak teşkil edelim. Fakat son yıllardı TPIC Türkiye'de o kadar aktif bir şekilde iç piyasada sondaj müteahhitliğine soyundu ki, biz şimdi makinelerin bazılarını Mısır'a kaydırdık, orada kuyu açıyoruz. Niye bunu yapıyoruz? Çünkü Türkiye'de biz TPIC'le rekabet edemiyoruz, biz devletle rekabet edemeyiz. Dolayısıyla TPIC'in ve dolayısıyla TPAO'nun Türkiye'deki özel sektörün kaynağını kısıtlayıcı yönde hareket etmemesi gerektiğini düşünüyoruz, çünkü TPAO'nun amacı bu olmamalı.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Mısır'da sondajları kimin adına yapıyorsunuz?

 

CEM SAYER- Bir İngiliz şirketine yapıyoruz, şu anda orada üçüncü kuyumuzu açıyoruz.

 

SALONDAN- Baradun mu?

 

CEM SAYER- Baradun'un kuyularını açıyoruz, ondan sonra da … kuyularını açacağız. Dolayısıyla biz niye bu kapasiteyi Türkiye'ye getirdik? Bizde Türkiye'nin en büyük sondaj makinesi var, 25 bin fit derine inebilen … Türkiye'de kalsın, Türkiye'de çok derin kuyular açılabilir, bunlar, Türkiye'nin potansiyeli değerlensin biz bu makine parkurunu Türkiye'de kurduk. Türkiye için çok önemli bir fırsattır bu makine parkının Türkiye'nin bulunması. Fakat bunu Türkiye'de değerlendiremiyoruz, bir de karşımıza TPIC engeli çıktı. Dolayısıyla TPAO'nun bir adım atarken, çok dikkatli atması lazım, çünkü TPAO zücaciye dükkanına girmiş bir fil bizim için. Küçük bir hareket yaptığı zaman, beş tane kavanoz kırıyor. Dolayısıyla her adımını çok dikkatli atması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer Türkiye'de yerli sektör gelişecekse, diğer sektörlerde olduğu gibi, bu müteahhitlikle olacaktır. Nasıl bugün Türkiye'ye iyi döviz getiren müteahhitlik şirketleri var, inşaat şirketleri var, yurtdışında rafineriler kuruyorlar, hastaneler, konutlar inşa ediyorlar falan. Türkiye'mizde de eğer yerli sektör gelişecekse, müteahhitlikle gelişecek ve bunun önünü açmamız lazım.

 

Yine Petrol Kanununda, bu Petrol Kanuna göre yapılan ithalat mekanizması tamamen şu anda suni teneffüsle yaşıyor diyelim, tam uygulanamaz bir hale gelmiştir. Zaten Petrol Kanununun 112 nci maddesinde başlayan, işte 113, 114, transferler, ithalat ve ihracatla ilgili hükümleri tamamen keyfekeder bir şekilde uygulanıyor şu anda, yani tam olarak kanun şu anda uygulanamaz halde, çünkü Petrol Kanunu, Türkiye'ye sıkı para politikaları takip ettiği, Türk Lirasının konvertıbl olmadığı bir dönemde çıkmış. Dolayısıyla vidayı bile ithal ederken izin alıyorsunuz, onun için fiyat uygunluk belgeleri veriyorsunuz. Niye bu kadar sıkılmış bu? Kur garantisi olduğu için. Şimdi hem kur garantisinden faydalandırmıyorsunuz, hem de bu sıkı rejime, bir yandan … şöyle veya böyle devam ediyorsunuz. Kaldırın o zaman bunu, bir kural getirin, bundan sonrası için de bir yol açın. Bugün Türkiye'de çamaşır makinesi fabrikası kuruyorsunuz, o istediği parçayı yurtdışından getiriyor, istediği gibi kârını veya sermayesini transfer edebiliyor. Siz Türkiye'de petrol … oluyorsunuz kanuna göre, petrol keşfediyorsunuz, belirlenen fiyatlar üzerinden rafineriye Türk Lirasıyla satıyorsunuz, fakat paranızı transfer edemiyorsunuz ve bu fiili durum hâlâ 1997'den beri devam etmekte, dokuzuncu yılımıza girdik, daha bir Allah'ın kulu bu konuda bir düzenleme yapmadı. İşte Hazineye gidiyorsunuz, Enerji Bakanlığı baksın diyor, Enerji Bakanlığına gidiyorsunuz, bu konudan Hazine sorumlu, ben transferlerle ilgili değilim diyor. Dolayısıyla top orta sahada devamlı, kimse girmek istemediği için, "ben dokunmayayım, üstüme kalmasın, ne olursu olsun" diye, aynen ortadayız şu anda, yani hiçbir şey yoktur. Ne oldu şimdi? Uluslararası yargıdan bir karar çıksın, ondan sonra herkes o karara bağlansın, ona göre 1997'den beri kur makası önemli, devletin aleyhine belki 8 kat açıldı. Bunun bir mantığı da yok, hakkaniyetle bağdaşır bir tarafı da yok, ama ne yazık ki, ülkemizde böyle talihsiz hadiseler yaşanıyor.

 

Bugün sismik ekip ithalatında problemler var. Sismik ekip ithal ediyorsunuz, ithal ettiğiniz vibratör aracının Türkiye'de bayisi yokmuş, Türk Standartları Enstitüsünden şey alın falan.Geçenlerde casing ithal ederken, bir parça kesildi, parça da Türk Standartları Enstitüsüne getirildi. Neymiş? … kütüphanesinde Türk Standartları Enstitüsüne uygun şeyi aranmaz fıkrası yokmuş falan gibi. Fiyat uygunluk belgesi 50 bin doların üzerinde her malzeme için. Geçen sene 3 bin dolara ithal ettiğiniz, bu sene 4 500 ödemişsiniz. Niye 4 500 dolar ödemişsiniz, ben bunu saymam, 3 bin dolar falan. Dünyada arz ve talebe göre casing fiyatları, yani ben de meraklı değilim pahalı matkap almaya. Sonra fiyat uygunluk belgesi … Biz bugün yurtdışından malzeme alıyoruz, Hazine Müsteşarlığı "fiyat uygunluk belgesini gönderin, yoksa tescil edemeyiz" diyor. Biz de dönüyoruz firmaya diyoruz ki, "bize fiyat uygunluk belgesi verin" Onlar bize gülüyorlar, "neymiş bu fiyat uygunluk belgesi" diye. Ne demek yani, dünyada olmayan sistemler, sektörün işleyişine ters…

 

CENGİZ CÜCÜ- O ithalatı engellemek için yapılan şeyler.

 

CEM SAYER- Üretsinler Türkiye'de. Brezilya'dan pompa getirdik, bir de İtalya'da gemi aktarması yaparken pompalar kayboldu geçen hafta. Sigorta parasını ödesin diyor, ben ne yapayım parasını, kuyu üretime kapalı, pompa yok; yani olsa alacağım buradan. Uçakla gelmiyor, çok uzun, sığmıyor; yani bin bir türlü problemler var. Oradaki fiyat uygunluk belgesi, yani neyin fiyat uygunluğu? Siz bunun fiyatının uygunluğunu takdir edebilecek tecrübeniz, bilginiz var mı? Kimden alacağız bu belgeyi? Yani hakikaten tamamen bir bürokrasi.

 

Petrol Kanununun dört tane bacağı olması lazım, yani dört bacaklı bir masa olarak düşünelim bunu. Masamızın bir bacağı Petrol Piyasası Kanunuyla kesildi, şimdi üç bacaklı bir masada oturuyoruz, her an masa devrilebilir. O kesilen bacağımız da … Orada satış ve piyasa fiyatının oluşmasıyla ilgili düzenleme Petrol Piyasası Kanununa konuldu. Biz o zaman Sayın Bakana da arz ettik, "bunu Petrol Kanunu uhdesinde tutun, yapın bu konuda bir düzenleme, ona da bir şey demeyelim" Aslında Petrol Kanununda yapılan düzenleme, işte memleket ihtiyacından bahsedilmiştir, orada kurulan emsal petrol sistemi, yani bunun çok fazla teferruatlarına girmeyeceğim, çünkü daha fazla vaktinizi işgal etmek istemiyorum o konuyla ilgili, çünkü çok teknik bir konu. Ama Petrol Kanununun 13 üncü maddesi içerisinde yer alan ve diğer ilgili maddelerinde yer alan bir sistem vardır, bir fiyat sistemi, bir emsal petrol fiyatının oluşmasıyla ilgili ki, orada yetkiyi Bakanlar Kuruluna vermiştir. Bu fiyat sistematiği tamamen çıkartılmıştır, onun yanlış bir uygulama olduğunu düşünüyoruz. Bir kere, bu Petrol Kanununun içerisine, artık bu tasarı yasalaşırsa, bu yasalaşmazsa, yeni kanuna veyahut yeni bir petrol kanunu çıkartmak da şart değil, Petrol Kanunu değişiklik tasarısının içerisine…

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Öyle başladıydı zaten de, sonra bu oldu.

 

CEM SAYER- İçerisine alınması gerektiğini düşünüyoruz. Biz Türkiye'de âdeta Donkişotluk yaptık şirket olarak, çünkü Mobil, Shell, bunlar Türkiye'ye kendi entegre yapıları içerisinde geldiler, kendi rafinerileri var, petrollerini buldular, kendi rafinerilerini götürdüler, hiçbir başka rafineriyle yüz yüze kalmadılar. TPAO zaten, eskiden … kamu iktisadi teşebbüs. Dolayısıyla ilk defa Türkiye'de bu sektörün içinde işleyişi sağlayan örnek firma biz olduk. Mesela, Arcadur da iyi bir örnek olamadı, çünkü o da TPAO şemsiyesi altında olduğu için, TPAO'ya verdi … O çarpışmayı biz göğüsledik küçük bir şirket olarak. İlk defa hani, kendi petrolünü bulup, ülkedeki hem … zamanında TÜPRAŞ'a petrol satan, çünkü Türkiye'de petrol bulursanız, şunu gördük; petrolü bulmak daha kolay, petrolü satmak daha zor. Biz Türkiye'de petrol bulmanın zor olduğunu düşünüyorduk. Hakikaten arandı mı petrol bulunuyor Türkiye'de. Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde ararsanız, bulursunuz. Ama Türkiye'de asıl problemler petrolü bulduktan sonra başlıyor. Dolayısıyla artık bugün Shell olmadığına göre, TÜPRAŞ da özelleştiğine göre, şimdi herkes bizle aynı statüye kavuştu, dolayısıyla biz bunlardan da memnunuz, çünkü şimdi herkes uğraşsın bu dertlerle, çünkü biz tek başımıza yıllardır uğraştık, çok da yoruldu, zorlandık. Dolayısıyla şimdi herkes aynı cepheye geldi, çok da memnunuz bundan.

 

Efendim, denetim teröründen de bahsettik.

 

Güvenlik sorumluluğu, şimdi diyorlar ki bize, Şırnak'ta kuyu açacağız mesela, Özel Güvenlik Teşkilatı Kanununa göre gidin özel güvenlik teşkilatı kurun. Biz zaten 3 tane şehit verdik 1992'de, çok kıymetli 3 mühendis arkadaşımız, kendilerini rahmetle anıyorum. Hatta bir tanesinin adı Hakan Yılmaz, şimdi açacağımız bir arama kuyusuna verdik adını, çok da heyecanlı bir kuyu olacak, çünkü ilk defa … bir kuyu açacağız Güneydoğu Anadolu Bölgesinde.

 

SALONDAN- Ne zaman başlıyorsunuz?

 

CEM SAYER- İnşallah, güvenlik güçleriyle…

 

SALONDAN- Kalktı mı o şeyler, onu merak ettim.

 

CEM SAYER- Teşkilatınızı kurun diye bir yazı gönderdiler. Ben özel güvenlik teşkilatı kuramam, yani Cudi Dağı'nın eteğinde, devletin baş edemediği PKK terörüyle, ben ordu kurup şey yapamam. Özel güvenlik teşkilatı, ben iplik fabrikası kurmayacağım orada, yani şehir merkezinden de çok uzaktayım.

 

SALONDAN- Devletin koruması…

 

CEM SAYER- Burada İçişleri Bakanlığında bir odada oturup, böyle klimalı bir ortamda bu yazıları yazmak kolay, ama gidip orada, Cudi Dağı'nın eteğinde sondaj kampında aylarca oturup, çalışıp, orada ha çıktı çıkacak diye beklerken, askerin koruması yanında olmadan biz nasıl bu işi yaptırabiliriz? Mümkün değil. Dolayısıyla devletin bu konuda destek olması lazım, bu stratejik önemi olan bir konu. Her ne kadar bazı talihsiz beyanatlar geçmişte olduysa da, "istediğimiz yerden istediğimiz kadar petrolü istediğimiz fiyata alırız, artık hiçbir şey stratejik değildir" gibi biliyorsunuz, bazı başbakanlarımızın ifadesi de olmuştu geçmişti. Ama biz öyle olmadığını düşünüyorum.

 

Son cümle, değinildiği için bu konuda da bir açıklık getirmek istiyorum, Suriye sınırında … denildi. Türkiye'de biliyorsunuz, Anayasamız diyor ki, yeraltı zenginlikleri devletin hüküm ve tasarrufu altındadır diyor. Dolayısıyla petrol aramak ve üretmek için Petrol Kanununa göre imtiyaz verilmesi lazım. Dolayısıyla Petrol Kanunu dışında bir imtiyaz vermesi herhalde bu noktada mümkün değil. Orada bir ruhsat verilecekse, Petrol Kanunu hükümlerine göre ruhsat verilmesi gerekir diye düşünüyorum. O noktada mayın temizlemesi vesaire yapılır, orası organik tarıma açılır, inşallah olur, pek de isabetli olur. Tabii ki, mayınların temizlenmesi lazım, mayınlar ülkelere, toplumlara hiçbir faydası olmayan, ne yazık ki geçmişte döşenmiş mayınlar, bunların toplanması lazım. O toprakların altındaki madenin yerüstü haklarına ilişkilendirilmesinin devletin menfaatine olduğu konusunda ciddi tereddütlerim var. Yerüstüyle ilgili, tarımla ilgili, şununla, bununla ilgili devlet ne yapacaksa yapsın, ama yeraltıyla ilgili Petrol Kanunu hükümlerine göre hareket etmesi devletin daha menfaatine olur düşüncesindeyim.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Yani sadece devlet değil, özel sektör de oraya gidip, arasın.

 

CEM SAYER- Petrol Kanunu hükümlerine göre programını versin.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Tabii, aynı görüşteyim zaten.

 

CEM SAYER- Petrol Dairesi, hangisinin programı daha iyiyse, ona versin ruhsatı, arattırsın; konu bundan ibarettir.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Çok teşekkür ediyorum Cem Bey.

 

ÖZER BALKAŞ- Entegre yapı diyoruz, bu slogan haline geldi. Bakın, Türkiye Petrollerinin o bağlı ortaklık ve iştiraklerinden alamadığı sermaye yapısından, hâkim hisseler çoğunda alabiliyorsunuz, TPAO'nun 15'in üstünde şeyi var, bu bağlı ortaklık ve iştirakler, hem de kâr payları; yani burada bir demokrasi sorunu var, bunlara el konuldu. "Entegre yapı içinde bugünkü halleriyle onları devralır mısınız?" deseler, benim şahsi fikrim hayır. Ama bu hakka sahip olması lazım. O firmalar konsept olarak da eskimiş, diğer açılardan da eskidi.

 

CENGİZ CÜCÜ- Mal sahibi öyle demiyor, Hazine öyle demiyor ki.

 

ÖZER BALKAŞ- Başka bir şey işlemeye çalışıyorum, yani şu aşamada şikâyet ettiğimiz nokta, oradaki sermaye paylarımız ve tahakkuk etmiş olan kâr paylarımızdır. Dolayısıyla bu bir demokrasi sorunudur.

 

İkincisi de; yeniden kurulduğu zaman bu hakka sahip olmalı, dikey entegrasyona. Fakat bu eskimiş, hem kavram olarak, hem de fiziki olarak bu noktaya gelmiş olanları devralmak değil tabii. Bu açıdan onu bu şekilde yapmak.

 

Bir de, en son bir şey söylediniz, Türkiye'nin bu tarzda refleksleri yok. Hatırlar mısınız, 1990'lı yıllarda güvenlikle ilgili kavram, Payfaralla diye bir platform var, 169 kişi öldü, Kuzey Denizi'nde. Bu olduktan sonra hemen oradaki faaliyetlere el konuldu ve Lord Culler diye bir şey yazdılar ve bu SMS dedikleri Safety Managament System'den … managamente dönüldü. Bu tamamen oradaki çalışmanın tabiatına uygun olarak getirilen bir tedbirdir aynı zamanda ve dolayısıyla bu refleks öyle yapıldı. Bugün biz Azerbaycan'da, hemen hemen projenin, yani 5 ayrı bölüm içerisinde mütalaa edersek, bir tanesi bunun için ciddi bir bütçe ayırmalıyız. Türkiye'de bu yok, yani aslında bu … ben de müsaade ederseniz, bu Sayra Şirketler Grubunun çok güzel şeyler yaptığına inanıyorum, ama onunla birlikte işin tabiatında belli bir refleks var. Bunu aynı zamanda şeye yansıtırsak, bugün gelişen değerler. Özellikle Doğu Avrupa için getirildi tedbirler, sadece Avrupa Birliği değil. Charter Trate var biliyorsunuz, buradaki mentalite, hatta burada kullanılan lügatçe Doğu Avrupa'da hiç bilinmiyor, yani aynı dili konuşamıyorsun. Ama kavramlar içerisinde hâkimiyet hükümranlık haklarınızdan, çevreyle ilgili olan, getirilecek olan tedbirlerden, yani bir sürü konuda, artı yapılan yatırımların güvence altında kalmasında, dolayısıyla bir ortak dil, ortak felsefe ve metotlar yaratıp, onun içerisinde birlikte uzun yıllar çalışmak. Biz bunlara giriyoruz, yani AB'yle ilgili müracaatımız var, artı charter trate'e üyeyiz. Fakat bu değerler gelip yansımaya başladığı zaman, başka türlü davranıyoruz. Yasa benim içinde olduğum siprelden hiç beslenmedi mesela. Bunu bir dar grup içerisinde nasıl yapıldıysa, siyasi veya onun dışında kalan uzantılarıyla bir şey yapıldı.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Özer Bey, bu konu birazcık daha ayrıntıda şu anda. Önemli tabii de, ama daha geniş kapsamlı konuşalım da. Sezgin Beye bir söz vermek istiyorum, Sezgin Beyin de görüşünü alalım genel mahiyette.

 

SEZGİN AYTUNA- Benim görüşüm, yabancı şirketlerin, Arcon, El Paso gibi büyük şirketlerin Türkiye'deki … çok iyi biliyorum. Bizim TPAO olarak önce, TPAO'nun … şirketleri Türkiye'ye çekme çabası olması lazım. Küçük şirketlerin de olsa, … şirketleri çekme çabası olması lazım. TPAO bunları zamanında çok iyi yaptı, bunu çok iyi yapması tamamen kişilerle ilgili. İşte Özer Bey gayet iyi bilir, ne zaman ben Amerika'ya gitsem, herkes Özer Beyden bahsediyor; ama mesleği dışındaki genel müdürlerden kimse bahsetmiyor. Bizim … bir lafı vardır, çok güzel bir laftı bu … Yani yabancı şirketlerin burada yatırım yapmasını, sırf kanun değil, kişisel … çok daha önemlidir. Maalesef, daha önceki, yani Özer Beyden sonraki yönetimde bu hep aşağıya doğru düşmeye başladı. Mesela, TPAO Karadeniz'de çok iyi işler yapmaya çalışıyor, çok büyük para harcıyor, ortak arıyor. En son duyduğum, Petrogras TPAO'yla çok iyi bir anlaşma yapmış. Ruhsatların bazılarını TPAO kendine ayırmış, alabilir. Fakat dünyada hiçbir şirket tek başına petrol aramaz; buna BP dahil. Daima riski paylaşacak biri oluyor. TPAO gördüğüm kadarıyla, genellikle kendi gitmek istiyor. Halbuki bu doğru değil, yani kendi gitmekten kastım, ortakla beraber gitmesinde yarar var. TPAO, özellikle Karadeniz, çünkü çok derin. İnşallah, Petrogras TPAO'yla ortaklığı çok iyi sonuçlar verir ve bu en son duyduğum bizim … çok güzel bir yerdir. Burası yıllardır BP'nin elindeydi, BP bunu yıllarca açmadı, gitti doğu bölgemize açtı. Stratejik bir karar, gerekçesi neydi bilmiyorum. Doğuya açtı ve doğuya kuyu açarken TPAO'yla ortaktı. Kuyu başladı, … kuyuya ortak oldu, yani hemen riski paylaşıyorlar. Yabancı şirketler Türkiye'ye geldiği vakit, mesela TPAO'yla görüşmeye gidiyoruz, TPAO çok iyi davrandı, diyorlar ki "size çok iyi arama sahaları gösterelim" Bakıyorlar, diyor ki "bu çok riskli, ben buna girmem" "Elinizde terk ettiğiniz üretim sahası var mı?" diyorlar, "sizinle konuşamayız da, veremeyiz de" diyorlar. "Niye?" diyorlar, "Çünkü ileride bir şey bulursanız, bizim hakkımızda soruşturma açılır" diyorlar, yani işi soruşturmaya getiriyorlar. Halbuki bu işin paylaşımı, yani yabancı sektör, mesela bir kavram var Kazakistan'da, tuz altı, tuz üstü.

 

SALONDAN- Ama aynen öyle olur.

 

SEZGİN AYTUNA- Tuz üstü Ruslara ait, "tuzun altını kim yaparsa yapsın" diyor. Böyle kavramlar TPAO'ya çok yeni, bunu bir türlü, özellikle üretim grubu çok bozuluyor bu konuya. Katiyen, tabiri caizse burnundan kıl aldırmıyor derler ya, görüşmek bile istemiyorlar. Halbuki benim bildiğim kadarıyla, Genel Müdür çok açık, yani yeni teknolojiye… Mesela, gelen şirket, "ben yatay kuyu açarım, hidrofrat yaparım" diyor, bu yeni bir teknoloji. TPAO, arkadaşlar der ki, "biz bunu daha önce yaptık, olmadı" Adam parasını harcayacak, senden para da istemiyor, bir de senin kuleni kullanacak, bırak yapsın. Ya üretim artarsa; fena mı? O zaman tehlikeye giriyor iş.

 

SALONDAN- Evet, böyle bir zihniyet var.

 

SALONDAN- Hiçbirimiz katılmıyoruz böyle bir düşünceye tabii ki.

 

SEZGİN AYTUNA- Ben olsam soruşturma yapan grup, "sen niye katılmadın?" diye soruşturma yaparım, yani adam sana gelmiş, hayır diyorsun.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Ama işte Türkiye'de derler ki, "kasıtlı terk ettin, o adama peşkeş çektin"

 

SEZGİN AYTUNA- Tersi de doğru, ama yatırıma mani oldun.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Doğru. Şu peşkeş kelimesi, hiçbir lügatte, yabancı lügatte karşılığı olmayan bir kelime. Ama Türkiye'ye girmiş, özel sektörün önünü kesmek için kasıtlı üretilmiş bir kelime gibi sanki.

 

SALONDAN- Müfettişlerin terörü var.

 

SEZGİN AYTUNA- Benim hasbelkader bir müfettiş akrabam var. TPAO'yu o değil de, onun arkadaş grubu denetlerken, bana dedi ki, "sen petrolcüsün, şu raporun şu kısmına bir bak, bir hata var mı?" En büyük gördüğüm hata, yani güldüm artık. Efendim dediler, BP burada kuyu açacak, bütün datayı almış, Londra'da değerlendiriyor, bu milli menfaate aykırı falan. Ben dedim ki arkadaşa, TPAO Kazakistan'da kuyu, datayı aldı, Ankara'da değerlendirdi. Orada nasıl aykırı olmuyor, burada nasıl aykırı oluyor? "Ha, ben öyle olduğunu bilmiyordum" dedi. Milli menfaatle, BP bu denizi alıp, buradan Londra'ya götürecek, duruyor zaten burada.

 

Büyük şirketler Türkiye'ye niye geliyor? Birincisi, Türkiye'de politik risk yok. Arco da bunu yaptı, El Paso da. Politik risk hakikaten görmüyorlar.

 

İkincisi; TPAO'nun teknik birikimi süper. Bu konuda ben kiminle çalışırsam çalışayım, herkes diyor ki, TPAO'nun teknik bilgisi hepsinden üstün.

 

SALONDAN- Bugünkü TPAO 30 yıl önceki TPAO değil bir kere.

 

SEZGİN AYTUNA- Orası öyle, ama en azından bilgiler var, yani bir tane … o bilgiler zamanında alınmış ve TPAO bunu çok iyi yapmış. Sizin zamanınızda da biliyorsunuz, Arco'yla ilişkilerde, ilişkiler süper. Yani süperden kastım, çok iyi bir uyum var, hiçbir sorun çıkmıyor; ne Petrol Kanununda, ne kontratlarda, Yılmaz Bey de biliyor; yani TPAO çok iyi uyum sağlayabiliyor yabancı şirketlere. Ama maalesef çok atak değil, özellikle yurtdışında. Yani bunu ben TPAO'yu tenkit etmek için söylemiyorum, önündeki bürokratik engellerden dolayı oluyor. Birdenbire karar vermesi lazım; "ben Sudan'a gidiyorum" Çinliler girmişler 2 yıldır, şimdi 100 bin varil petrol üretiyorlar. Yani Çinliler kim ki, yani International Arena'dan bahsediyorum.

 

Bir de, … yabancı şirket geldi, Petrol İşlerine ruhsat müracaatı yaptı. Ocağın 17'si, bugün 31 Mayıs, hâlâ haber yok. Soruyoruz, ne oldu? Bakana onaya gitti diyorlar. Ne alakası bakanla, yani Petrol İşleri karar verdiyse…

 

CENGİZ CÜCÜ- Kanun gereği milli menfaatler yönünden her şey bakana gidiyor.

 

SEZGİN AYTUNA- Bakan Bey bu şirketi alıp detaylı inceliyor mu? Yok.

 

CENGİZ CÜCÜ- Danışmanları var, müsteşar yardımcısı, müsteşar, danışmanlar bakıyor, bakan vakit bulunca, biraz ısıtıyorlar, arada bir ihbar gidecek mi ona.

 

SALONDAN- Sen de ama kötü bir örnek diye söylüyorsun herhalde, savunmuyorsun yani.

 

CENGİZ CÜCÜ- Savunmuyorum, ben bakanın neden geciktiğini anlatıyorum.

 

SEZGİN AYTUNA- Eğer Petrol İşleri karar verdiyse, tamam.

 

CENGİZ CÜCÜ- O yeni kanunda çıkıyor.

 

SEZGİN AYTUNA- Ama yeni kanun da çıkamıyor maalesef. Bakın, bugünlere bakın, bir tane şirket çıkmış, süper tekstil firması, tül perde yapıyor, 35 tane petrol ruhsatı var. Biliyorsunuz kim olduğunu. Hasbelkader bunlar beni aradılar, dediler ki "İngilizce sunum yapılacak bir adam lazım" Tamam, ben yapayım. Dediler ki, "… yolla. Ben İngilizce yolladım. Adam okumuş, "ben bundan bir şey anlamadım" dedi. "Ne yapayım?" dedim, "bunu tercüme et" dedi. "Bunlar teknik tabir, ben bunu tercüme etsem anlayacak mısın?" dedim, "ben pazarlamacıyım, anlarım" dedi. Bu adamlar petrol ruhsatı aldı.

 

YILMAZ ÖZ- Maden Kanununa dönüştürdüler, maden ruhsatı gibi, spekülasyon.

 

SEZGİN AYTUNA- Bu beye hasbelkader benim danışmanlık yaptığım şirket gitti, demişler ki, "sen bize Trakya'da ortak ol, bize 1 milyon dolar para vereceksin" Petrol İşleri Genel Müdürlüğü bu tip şirketleri ayıklamalı, yani nasıl ayıklayacaksa ayıklamalı.

 

CENGİZ CÜCÜ- Sezgin, bunu söylerken kolay da, Petrol Kanununda bir ruhsat başvurusu yapıldığı zaman, onu şirkete vermek için hiçbir objektif kriter yok, takdire esas…

 

SALONDAN- Kıstaslar var.

 

CENGİZ CÜCÜ- Kıstaslar var da, 1970 diyeyim, o zaman gözlüğüyle bakıyorum; şimdi şartlar değişti. Yeni kanununda çok güzel şeyler koyduk. Ben de onun ıstırabını çekiyorum. Sen bunları söylüyorsun da, biz her gün yukarıda, niye buna vermiyorsunuz, ne eksiği var diye.

 

SEZGİN AYTUNA- Tahmin ediyorum.

 

CENGİZ CÜCÜ- Cem Bey biliyor, program esaslı, buna göre teminat mektubu alarak ruhsatlar verecek.

 

SALONDAN- Kanun çıkarsa.

 

SEZGİN AYTUNA- Aynı şekilde başka bir şirket … o şirketin sahibinin scat meeting yapmaya parası yok, petrol şirketi hakkı sahibi; yani bu kadar da olmaz. Buna nasıl ruhsat verilebilir, yani kasap dükkanı değil ki bu. O şirketlere ruhsat veriliyor? O zaman sen de kur, ben de kurayım, bakkal dükkanı, yani olmaz ki, yani bunun bir raconu, bir ciddiyeti var.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Bugün burada noktalıyoruz.

 

ÖZER BALKAŞ- Ben kayıt içi bir şey söylemek istiyorum: Demin bir rasyonel dediniz, bir sistemli topluluğu üzerinde bir şeyler söylemek, yoksa kimse inançlarına filan böyle dokunmak değil. Artı, iyi örnek verdim, nedir? Arcodur. Bu evrensel değerleri getirip, Türkiye üzerine prova yapacaksınız, öyle yaklaşacaksınız. Ben bütün bu şirketlerin yaptıkları her şeye saygı duyarım, ama Arca bench marking olarak bakarsak, iyi bir örnek. Geldi, cendere gibi, Güneydoğu Anadolu'nun göbeğinde TPAO'yla ortak, işte budur.

İkincisi; Dochester geldi, Foça'da bir anomaliyi test etti, gitti. Onun da vizyonu o. Vizyonu değil de, daha doğrusu misyonu o. O da onu yaptı, bu ikisini ayrı yere koymak lazım.

Bir sürü esasta, temelde çok ciddi katkıları var, yani Mobil'in var, Shell'in var, diğerlerinin de var, hepsinin değişik boyutta katkısı var. Dolayısıyla şirketlerle ilgili konumuz spekülasyon veya kim kimden daha filan değil, değil mi? Onu bu şekilde tekrar edip, altını çizmek istiyorum. Hepsini saygı duyuyorum, yalnız iyi örnekler var. Biz bugün bunları, bir Arco'yu ayrı bir yere koymalıyız.

 

MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR- Teşekkür ederim.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display