Amerikan Müdaheleciliği ve Ukrayna

Yazan  21 Mart 2014

Amerika’nın Obama ile birlikte kullanmaya başladığı “geriden idare etme” stratejisi bir zorunluluktan çok bir tercihti ama Ukrayna’da fena yakalandılar. ABD’nin hem sol kanat eleştirmenleri hem de sağ kanattaki Jacksoncıları Ortadoğu’da iki Irak ve bir Afganistan savaşı, Lübnan ve Libya başta olmak üzere çeşitli askeri müdahaleler ile kan dökmekten bıktı. Amerikalılar Ortadoğu’da liderlerin yüzlerini değiştirdiler ama gelen gideni aratıyor, Amerikan düşmanlığı artıyor. Sonuçta kabilecilik, petrol parasına dayalı monarşiler, radikal islam ve bölgedeki nesillerin makûs talihi devam etmektedir. ABD’nin 16 trilyon dolar olan ve her yıl bir trilyon dolar artan bütçe açığı; yeni vergiler, memur reformları, maaş ve emekli aylıkların tırpanlanması ile dengelenmeye çalışılıyor. Bütçe krizinin nedeni üretim eksiği değil, finansal müdahalede geç kalınmış olması. Küresel sermaye tarafından yönetilen ülke yönetim krizi ile birlikte ulusal bir moral karışıklığı da yaşamaktadır[1]. Bugün ABD, Ukrayna’da bocalıyor, yumuşak güçle ülkedeki rejimi değiştireyim derken, Ruslar ülkenin kollarını kopardı. Üstelik ortada öne sürmek için taşeron bir ülke de yok. Türkiye ile ABD’nin Karadeniz politikaları uzun zamandır tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi bu coğrafyada da örtüşmüyor. Uluslararası güç sistematiğinin temel prensiplerinden birisi, büyük güçlerin kendi aralarındaki çekişmelerde Türkiye ya da Ukrayna gibi bölgesel güçlerin beklentilerini dikkate almamalarıdır. Bu makalede, ulusal güvenlik sisteminin genel bir resmine bakarak ABD müdahaleciliğinin kriterlerini ortaya koyacağız.

Amerikan Ulusal Güvenlik Kültürü

Amerikan ulusal güvenlik devletini kuranlar, gerçek kurucular olan George Washington, Thomas Jefferson ya da James Adams değil, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan güvenlik sistemini kuranlardı. Bunlar içinde öne çıkan iki isim ise kardeş olan Eisenhower’ın Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ile CIA Direktörü Alen Dulles’tir[2]. Dulles kadeşlerin merakı dünyanın neresinde olursa olsun kirli savaşlara girmekti. Onların gölge, illegal ulusal güvenlik yapısı oluşturma eğilimi, bugün de ABD’nin El Kaide vb. örgütlerle olan ilişkisinin temelini teşkil etmektedir. Bu yüzden kirli ve çok yüzlü uluslararası her örgütlenmenin arkasından ABD çıkmaktadır. Amerikan sisteminin arasındaki zenginlerin oluşturduğu çıkar grubu, onların gözetimindeki Kongre, silahlı kuvvetler, istihbarat teşkilatları, sivil yapılanmalar vb. hepsi ABD’yi ulusal güvenlik devleti haline getirmiştir. ABD ulusal güvenlik devletinin oluşumunda önemli bir destekleyici yöntem halkla ilişkiler kampanyaları olagelmiştir. Yeni bir silaha ya da güvenlik kurumuna ihtiyaç duyulduğunda medyaya da hâkim olan derin birimler kamuoyu oluşturmaya başlarlar. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan nükleer silah politikası belirlenirken de böyle oldu. Medyaya servis edilen içlerinde Kuzey Carolina’nın bombalanacağı ile haberlerin de olduğu korku hikâyeleri hem birbirinden bağımsız kuvvetlerin yer aldığı büyük bir Silahlı Kuvvetler oluşturulmasına hem de devasa bir nükleer silah kapasitesi oluşturulmasına zemin sağladı[3].

 

 

Amerikalılar, kriptolojiye yani şifreli mesajları kırmaya oldukça meraklıdır çünkü tarihlerinde pek çok kez bunun faydasını görmüşlerdir. Tıpkı nükleer silah ya da uzay teknolojisinde olduğu gibi kriptoloji konusunda da Amerikan üstünlüğünü ellerinde tutmak isterler, başka ülkelerde kendi teknolojisine rakip olacak bir gelişmeye müsaade etmezler. Bu yüzden son yıllarda Türkiye’deki kriptoloji çalışmaları konusunda oldukça hassaslaştılar, mühendislerimizin başına gelmedik kalmadı. Basınımıza yansımadı ama son 10 yılda İran’da öldürmedikleri nükleer silah uzmanı kalmadı. ABD’nin kriptoloji merakı İkinci Dünya Savaşı döneminde başladı. Haziran 1942’de Midway adası büyük bir Japon filosu tehdidi altında iken, çözülen kriptolar sayesinde Japon savaş planı ortaya çıkarılmış ve önemli güç farkına rağmen ada savunulmuştu. Pearl Harbor’a Japon saldırısı öncesi Amerikalılar Japonların saldırı niyetini anlamışlar ama yer ve zamanını öğrenememişlerdi. Kripto avantajı sadece Japonlara değil Almanlara karşı da deniz mücadedelerini en önemli güç çarpanı oldu. Bir Soğuk Savaş yapısı olarak NSA’nın 1951’de kurulma amacı başta Sovyet Birliği olmak üzere diğer ülklerin elektronik gizli haberleşme kriptolarının deşifre edilmesi idi[4]. Ana endişe kaynağı Sovyetlerin beklenmeyen bir nükleer saldırısı idi. Bir nükleer Pearl Harbour korkusu ile küresel bir bilgi toplama sistemi oluşturuldu.

Dünyada bugüne kadar geliştirilmiş en büyük katliam makinası “stratejik bombalama” adı verilen ve II. Dünya Savaşı’ndan beri ABD ve İngiltere’nin elinde bulunan kabiliyettir. Dünyanın neresinde ABD’nin işine gelmeyen bir gelişme olsa, hemen Amerikan B-52 bombardıman uçakları bir tehdit unsuru olarak o bölgeye gönderilir. II. Dünya Savaşı esnasında Almanya ve Japonya’nın yaptığı hava saldırıları ABD ve İngiltere ile kıyaslandığında ancak bir terör saldırısı gibi nitelenebilir. Çünkü onların saldırıları sadece taktik amaçlı idi ve buna göre hazırlanmışlardı. Örneğin Rotterdam bombalandığında 900 sivil ölmüştü. Ancak Amerikan ve İngiliz bombardıman uçakları sadece Hamburg’ta 42.000 sivili öldürdüler[5]. Bu uçaklar sadece sivilleri öldürmediler, dünyanın pek çok yerinde bilimsel ve ekonomik yatırımları yok ederek, dünya ekonomisine büyük zarar verdiler. Manhattan Projesi ile Japonya’da milyonlarca kişiyi yok eden bu öldürme merakı, Soğuk Savaş’ın Amerikan ulusal güvenlik kurumları (CIA, Pentagon vb.) ile bilim dünyası ve savunma sanayi arasında da acımasızlığa dayalı bir ilişki kurdu. Soğuk Savaş boyunca Latin Amerika’dan Güneydoğu Asya’ya hemen her ülkede darbeler ve suikastler düzenlerken kendilerini masum ve meşru göstermek için Özgür Dünyayı korumaktan bahsedip, Sovyetlerin Küba’ya yerleştirdikleri füzeleri ifşa etmekle övündüler. Bugün ise Çinlilerin ve Rusların kötü niyetlerinden ya da El Kaide’nin Hamburg’daki hücresinden bahsederek, tüm dünyayı dinleme işini meşrulaştırmak ya da Almanya’da irtibat timini yeniden kurmak istemektedirler.

Amerikan Hegemonyası

Amerikan hegemonyası temel olarak iki yöntemle işlemektedir; yumuşak gücün kullanıldığı rejimi restorasyonu (Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan’daki renkli devrimler ve diğer içten içe kurgulamalar) ve Irak örneğinde olduğu gibi sert gücün kullanıldığı ülke inşası (nation-building). Eğer hedef olarak seçilen ülkeler siyasi, ekonomik ve kültürel olarak içine sızılmaya ve ağ örülmeye müsait ise yumuşak güç unsurları vasıtası ile ülkedeki rejimin Batılı düzene uygun bir yönetime kavuşturulması için rejim restorasyonu metodu kullanılmaktadır. Demokrasi, kalkınma ve kültürler arası diyalog kapsamındaki projeler kapsamında seçilen aktör, yöntem ve programlar ile hedef ülkenin sivil toplumuna nüfuz edilmekte ve ulusal aktörler kısa devre edilmektedir. NGO-vakıf-enstitü-sivil toplum örgütü gibi kurumlar aracılığıyla, hedef ülkedeki iktidar ve kitlelerle doğrudan ilişkiye geçilerek ülkelerin iç düzenlerinde toplumla devlet arasına giren kurumsal ve bireysel bir ağ oluşturarak, devlet egemenliğine paralel bir egemenlik kurulmaktadır. Amerikan demokrasi geliştirme anlayışı, elit tabakanın kontrolündeki politik sistemlerin emniyetini ve istikrarını değil, sivil topluma nüfus etmeyi ve geniş halk kitlelerini harekete geçirecek yerel elitleri ve mekanizmaları kontrol altında bulundurmayı hedeflemektedir. Bu yeni tür müdahale projesi ile ulusal yöntemler, kısa devre edilerek, NGO-Vakfı-Enstitü-Sivil Toplum Örgütü gibi kurumlar aracılığı ile hedef ülkedeki iktidar ve kitlelerle doğrudan ilişkiye geçilmesi ve dışarıdan kontrolü benimsenmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan beri dünyayı şekillendiren esas itibariyle uluslar üstü küresel sermayenin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Bu yapı içinde birbiri ile ilişkili üç temel örgüt içinde gizlenmiştir; CFR, Bildelberg ve Tri Lateral Komisyon[6]. Bu örgütlerin birincisinde Amerikan finans kapitalinin kalbi New York borsası; ikincisinde Avrupa finans kapitalinin kalbi Londra borsası; üçüncüsün de ise Pasifik’te Japon sermayesinin ifadesi olan Tokyo borsasının geri planda etkili olduğu iddia edilmektedir. ABD inisiyatifindeki demokrasi ve kalkınma projeleri ile kurulan ağlar, Batı değerlerini yaymaya çalışan kültürel kodlu yöntemler sonunda hem ABD ve Avrupa’da, hem de hedef aldığı ülkelerde sözde insanlık adına bir ülkü imiş gibi çıkar ortaklığı taşıyan ve aynı entelektüel anlayışa sahip küresel bir elit tabakanın ortaya çıkmasına neden oldu. Küresel elit tabaka, sivil toplum uygulamalarının öne çıkması ve neo-liberal düzen peşinde çeşitli şirket çıkarlarının ulusal çıkarlarının önüne geçmesiyle daha da genişledi ve kenetlendi. Küresel elit tabakanın güç merkezini; ABD ve Batı Avrupa’da yönetimlerin arkasındaki asıl gücü temsil eden genellikle enerji sektöründeki şirket yöneticileri-medya patronları ve onlara teorik açılımlar sağlayan düşünce kuruluşları-üniversiteler temsil etmektedir. Hemen her ülkede bu elit tabakanın pastasından faydalanmak isteyen şirket sahipleri, işveren dernekleri, gazete ve TV sahipleri, akademisyenler, köşe yazarları gibi şöhret, kariyer ve maddi çıkar peşindeki pek çok kimse bu ağın içinde yer edinme gayreti içindedir. Devlet, parti, üniversite gibi çok farklı yapılar içinde güçlü bir bilgi, çıkar ve milliyetsizlik duygusuyla harekete geçmiş bu kişilerin tanınması ve takibi önemli bir ulusal güvenlik sorunu olarak yüzyılımıza damgasını vuracaktır.

Amerikan kaynaklı küresel kültürel devrim, dünyadaki genç nesillerin neredeyse tamamının törelerini, kültürel değerlerini, cinsel yaşantılarını, kişisel zevklerini ve bireysel maddi beklentilerini yeniden tanımlamaktadır. Özelikle kentlerde yaşayan yeni nesil giderek daha fazla ortak tutkuya, eğlence alışkanlıklarına ve mal edinme dürtüsüne sahip hale gelmektedir. Amerikanın bu çekiciliği bir kültürel ayartma aracı haline gelmiştir. Sonuçta Amerika eğitimde ve idari becerilerde olduğu kadar film, popüler müzik, internet, markaların bilinirliği, mutfak, dil ya da kısaca bilim adamlarının Amerikan hegemonyasının “acıtmayan gücü” dedikleri alanların tamamında dünyanın her yerinde egemen durumdadır.Medya, toplumdaki güçlü sınıfların kontrolünde olduğundan, bu yolla yaygınlaştırılan iletiler elit tabakayı besler ve toplumun güç yapısı da medya sahipliği yoluyla korunur.Medya size bilmek istediğinizi, istihbaratçı ise bilmeniz gerekeni söyler. Medyanın görevi, ABD politikalarının ve bu politikaların etkilerinin bütün izlerini silen, standart tarihsel hafıza kaybı ve “yön değişikliği” tekniğini uygulamaktır. Önemsizmiş gibi gösterilen ABD’nin uyguladığı şiddetin etkileri ve kaydının silinmesiyle birlikte, bir sonraki aşamaya geçilerek çekilen bütün acılar, hoşnutsuzluklar ve rahatsızlıklar kötü ruhlu rakip ülke ve gruplara yüklenir[7]. Bütün bunlar, “gelişmeler denetimden çıkmadıkça” ve “ABD’nin çıkarlarını olumsuz yönde etkilemedikçe” diğer ülkelerin kendi kaderlerini kendilerinin denetlemeleri gerektiği doktriniyle uyum içerisindedir.

11 Eylül 2001 sonrası ise ABD güvenlik bürokrasisi CIA ve Özel Kuvvetlerin öne çıktığı ve insansız hava araçlarının (drone) acımasızca kullanıldığı bir katliam sistemi geliştirdi[8]. CIA, 2001 yılından sonra dünya genelinde çeşitli ülkelerdeki yerel operasyon kabiliyetini oldukça artırdı. Pakistan, İslamabad’taki CIA istasyonu en önemlilerinden biridir ve buradaki CIA çalışanları istedikleri gibi para harcamak, hedef seçmek ve drone saldırıları yapmak yetkisine sahiptir. Amerika’nın Afganistan ve Irak’taki savaşları en öne çıkan simgesi insansız hava araçları (İHA) oldu. Bunlar arasında da en dikkati çeken iha’lar üzerinde silah taşıyan MQ-1 Predatoer ve MQ-9 Reaper idi. İHA’lardan silahsız olan ve 1994’de ilk defa uçan RQ-1 Predator modeli 11 Eylül 2001’in çok öncesinde Afganistan üzerinde uçuyordu. 11 Eylül 2001’in üzerinden bir ay geçmeden silahlı olanları üretilmeye başlandı. Predator ve Reaper modelleri hala üretiliyor ve yakın hava harekâtı desteği dâhil pek çok görevde kullanılıyor. 2013 itibarı ile 2 milyon saatten fazla uçuş yapan Predator ve Reaper’ler için ABD Hava Kuvvetleri uzayda 65 yörünge kullanıyor. 2005 yılında İHA’lar ABD askeri uçak filosunun %5’ini teşkil ederken, bugün %30’una ulaştılar[9]. Önümüzdeki 10 yılda ise %35’e çıkması planlanıyor. ABD Hava Kuvvetleri her yıl 48 adet olmak üzere 2016’ya kadar 288 Reaper daha almayı planlıyor. Bu araçlar Afganistan, Pakistan, Irak’ın kuzeyi, Yemen, Afrika’da Somali ve seçilmiş diğer yerler ile Meksika sınırında kullanılıyor.

Amerikan İstihbaratı

İstihbarat dünyasında başka ülkelerdeki istihbarat irtibat unsurları Batı istihbaratının odak noktasıdır ve Amerikan istihbaratının özü yani çekirdeğidir. Hiçbir istihbarat servisi her kötü kişi devlet ya da olayı izleyemez ve diğer sevislere, çoklu işbirliklerine dayanır. Bunun en iyi örneği ABD-İngiliz insan ve sinyal istihbaratı arasındaki özel işbirliğidir. Ancak bu işbirliği sadece bu iki ülkenin çıkarlarına, ekonomisine, askerlerinin korunmasına yardım eder. Aktif anlamda ise pek çok ülke içine düzenlenen istihbarat ve örtülü operasyonların kurt kapanıdır. 11 Eylül 2001 sonrası terörle mücadele CIA’nın ana görevi olunca, teşkilat sözde El Kaide hakkında bilgi toplamak için bütün Arap ülkelerinin istihbarat servisleri ile yakın ilişkiler kurdu ve buna 22-Dümen (Catch-22) adı verildi[10]. Bu ilişkileri sürdürebilmek için CIA, yerel işlere burnunu sokmaktan kaçındı. Ancak bu ülkelerde uzun vadeli ilişkiler için edindiği elemanlar, Arap hareketlerinde önemli istihbarat sağladılar. CIA, diğer ülkelerdeki temas noktalarını “irtibat (liaison)” diye tanımlar. Aslında liaison kelimesinin diğer bir sözlük anlamı da ‘gizli ilişki’dir. Tunus, Kahire, Amman gibi Arap başkentlerinde kurduğu irtibatlar ile CIA, bu ülkelerde Amerikan çıkarları için tek taraflı operasyonlara girişir. Bunu yaparken yani hakkında casusluk yaptığınız ev sahibi ülke ile nasıl çalışmaya devam edeceği CIA için çözülmesi gereken bir sorundur. Örneğin Mısır’daki ayaklanmalar başladığında daha önce ülkenin istihbarat şefi olan ve daha sonra ikinci başkan olan General Ömer Süleyman’ı edinmiş olan CIA, protesto olaylarını istediği gibi yönlendiremedi.

Mısır’da 1980’li yıllardan beri CIA’nın Kahire istasyon şefi düzenli olarak Müslüman Kardeşler ve diğer muhalif grupların liderleri ile bir araya geliyordu. Ancak 1990’larda bu tür buluşmaların yerini istihbarat servisleri ve onların verdiği raporlar aldı. 2001 öncesi ülkelerin istihbarat servislerine bağımlılık nedeni ile Amerikan yanlısı rejimleri ayakta tutabilmek için Tunus, Mısır, Ürdün, Yemen ve Pakistan’daki dost servislere milyonlarca dolar verildi. Ancak Arap hareketleri ile rejimleri en çok sallanan ülkeler de bunlar oldu. Bu dönemde gelişmiş haberleşme teknolojisi Amerikan casusluk faaliyetlerine yardımcı oldu ama CIA istasyon şefleri sanki boyunlarında elektronik bir tasma var gibi hissediyordu. CIA’nın El Kaide’ye odaklanmış olması, diğer sorunlardan uzak kalmasına neden olmuştu. Yereldeki temasların sınırlı olması yakın zaman sonra ne olacağını görmelerini engelliyordu. CIA’nın Yakın Doğu Başkanlığı küçük çaplı operasyonlar ile meşguldü. CIA içinde bir grup, teşkilatın bir yandan irtibat ve tek taraflı operasyonlara devam etmesini savunuyordu. Mısır’daki ayaklanma sırasında askerler tarafından desteklenen rejim yabancı casusların ülkedeki muhalif kişilerle bir araya gelmesinden çok rahatsız oldu. Mısır yönetimi CIA elemanlarını tek tek öyle izlemeye başladılar ki, CIA elemanlarına altı haftalık özel bir “Düşman Ortamda Faaliyet Kursu” vermeye başladı. Böylece yasaklanan bölgelerde de faaliyet gösterebileceklerdi. ABD bir yandan Mısır ve ordusuna milyonlarca dolar verirken diğer yandan CIA, Kahire’de sanki Moskova ya da Pekin’de imiş gibi çalışıyordu. Bu Amerikalılarca bir çelişki idi. Bunu aşmak için askerler arası ilişkileri ve diğer özel bağları kullandılar, gizli operasyonlar yapıldı ve sonuçta CIA, Mısır’da istediği alanı yarattı. Ancak, Mısır’da kriz büyüdükçe ABD hale istediği bilginin gerisinden geliyordu. Tunus’ta da ordunun kısa sürede Başkan Ben Ali’yi desteklemekten vazgeçmesi CIA için sürpriz olmuştu.

Obama’nın ikinci dönemi ile birlikte CIA içinde siyasi müdahalelerin artma eğilimi yaşanıyor. Sorgulamalar ve casusluktan sorumlu CIA Harekât Başkanlığı’na tarihinde ilk defa bir kadın lider atanacak iken Obama bunu engelledi. Sebebi ise zaten bu kişinin işkence olaylarına karışmış olması yani adının kötüye çıkmış olması. Böylece CIA Başkanı Brennan’ın en önemli istihbarat kaynağı olan işkenceli sorgulama yöntemleri büyük bir darbe yedi. Bu aynı zamanda Brennan’ın diğer icadı olan masum insanların da öldürüldüğü insansız hava aracı (drone) saldırılarını da etkileyebilir. Başkan’a göre drone saldırıları kısa süreli başarılar sağlıyor, sorgulamalardan gelen istihbaratın ise devamlılığı yok.  Gelinen aşamada CIA’dan tecrübeli olanlar ayrılıyor ve nitelikli yeniler gelmiyor. Bu yüzden Suriye, Bingazi ve Afrika’da sıkıntılar yaşandığı söyleniyor[11]. NSA ve CIA’nın kapısı özel şirketlere çok yakındır. Yapılan düzenlemelere rağmen her yıl pek çok NSA ve CIA çalışanı özel sektöre geçmekte ya da özel şirketten geri dönmektedir. Örneğin eski NSA Direktörü Michael McConnell, Booz Allen’de 10 yıl çalıştıktan sonra 2007 yılında Bush’un ulusal güvenlik direktörü oldu, şimdilerde ise tekrar Booz Allen’de çalışmaktadır. Bu tür kişiler en iyimser bir yaklaşımla kendi şirketleri için lobicilik yapmaktadırlar. Snowden olayı özel şirketlere verilen işlerin oranını azaltacak ve bu şirketlerin çalışanları üzerinde bir denetim getirecektir.

Amerika’da özel istihbarat şirketlerinde çalışan yarım milyon kişi çok gizli güvenlik kleransına sahiptir ve bunlar kendi ülkelerinin vatandaşlarını bile takip edebilirler[12]. Bu kişiler ne NSA, ne Kongre, ne de diğer şirketlere karşı hesap vermezler, sadece kendi şirketleri ve hissedarlarına karşı yükümlüdürler. Milyarlarca doların söz konusu olduğu bu pazarda çekişmeler, birbirinin çukurunu kazmalar, rüşvet ve yolsuzluklar kaçınılmazdır. NSA’nın sinyal istihbaratını özelleştirmek isterken (Trailblazer program) 7 milyar doları çöpe attı ve program 2006’da ertelendi. NSA, CIA ile birlikte örtülü operasyonlar yapmaktadır ve NSA adına çalışan özel şirket elemanları çok gizli ve hassas operasyonlar yaparken herhangi bir gözetimden uzaktır. Örneğin Bingazi’de CIA ile işbirliği içinde iken öldürülen iki elemanın kim tarafından kiralandığı hala bilinmemektedir. Özel istihbarat şirketi çalışanları, tüm dünyada terör şüphelisi arayan ve öldüren ABD Özel Kuvvetleri adına görüntü ve sinyal istihbaratı analizi yapmaktadırlar. Blackwater’ın kötü şöhreti göz önüne alındığında çok gizli ve hassas görevler yapan bu kişilerin içinden görevlerini istismar edecek çıkması zor değildir. Ama bu şirketler ve araştırma merkezleri aynı zamanda Amerikan ulusal gücünün en önemli güç çarpanıdır. Örneğin şu aralar, ABD Hava Kuvvetleri’na bağlı Ohio’daki UES Araştırma Laboratuarı’nda kimyasal olarak isyancıları koklayan bir uçak konusunda çalışma yapılıyor. ABD Deniz Kuvvetleri için çalışan PAE askeri lojistik grubu, Afrika sahillerindeki askeri trafiği izlemek için SureTrakelectronic isimli gözetleme ağını kurmaya başladı.

Sonuç; ABD Müdaheleceliği..

Son 40 yılda ABD; otoriter rejimler bahanesi ile Afganistan, Granada, Haiti, Irak, Libya, Panama, Somali ve Sırbistan’a müdahale etti. Bu müdahalelerde genellikle bazen hava, bazen kara, bazen de bu kuvvetlerin karışımı kullanıldı. Ancak, hedef Suriye ve İran olunca, müdahale için farklı kriterler ortaya çıktı;

- Hedef ülke nükleer silaha sahip olmamalı; Pakistan, Kuzey Kore ve İran, ABD’nin yakın bir müttefikini tehdit etmedikçe müdahaleden muaf demektir[13]

- Nüfusu 30 milyondan fazla olan ülkelerde (İran gibi) rejim değişikliği zor olduğundan tercih edilmemekte, daha çok hava bombardımanı ile yola getirmek denenmektedir.

- Hedef ülke Rusya ve Çin ile komşu olmamalı; bu prensip 11 Eylül’ün sağladığı atmosferde Afganistan için uygulanmadı.

- Mümkünse BM ve Kongre onayı ve yaptırımı olmalı; bu prensipte Sırbistan, Libya, Irak, Panama ve Granada için göz ardı edildi.

- Petrole rağmen Afrika’ya açık askeri müdahaleden uzak durulmalı, soykırım bile askeri müdahale nedeni olmamalı.

- Mesafenin daha uzak, ülkelerin daha büyük ve güçlü olduğu Güney Amerika yerine, Orta Amerika tercih edilmeli.

- Müdahale edilecek ülke seçimi ideolojik olabilir. Demokratlar; Haiti, Libya, Sırbistan ve Somali’yi seçerken, Cumhuriyetçiler Afganistan, Granada, Panama, Irak ve Libya’ya müdahaleyi savundular.

- Müdahale gerekçesi bazen insani yardım (Haiti, Sırbistan, Somali), bazen misilleme (Afganistan) gibi gösterilse de hepsinin arkasında başta petrol olmak üzere Amerikan çıkarları gelmektedir. 

- Müdahale edilcek hükümette yeni hükümet kurulacaksa kara kuvvetleri gereklidir. Kara Kuvvetleri olmadan sağlanan etki sınırlıdır.

- Hedef her zaman teröristler, kabilelerden ziyade hükümet, yani kontrolü ele geçirmektir. Böyle olmadığı zaman (Haiti, Somali, Afganistan) başarısız olundu.

- Genellikle oyunun adı diktatörü kovmaktır ama bu ülkeye istikrar getirmemektedir.

- Amerikan halkı genellikle müdahaleye medya kampanyası ile hazırlanır ancak yüzlerce Amerikalı ölmeye başlayınca kamuoyu desteği tersine döner, öncelikle liderleri suçlar.

- Rusya ve Çin, genellikle Amerikan müdahalesine karşı çıkar, destekleyen ülkeler ise bunu genellikle perde arkasından yapar, kendi kamuoyu hazır olduğu ölçüde desteğini bildirir.

- BM, diktatörü kovmaktan ziyade soykırımı durdurma gerekçesine daha az problem çıkarır.

- Hiçbir müdahale bir diğerine model teşkil etmez.

Bütün bu kurallara bakarak günümüzle ilgili şu sonuçları çıkarabiliriz. ABD’nin Suriye’ye bir müdahelede bulunsa idi bu daha çok insani yardım (diktatörü kovma değil) müdahalesi kapsamında ve sadece hava kuvvetleri ile sınırlı olurdu. Müdahale için Kongre ve BM yaptırımı beklenmeden (Sırbistan ve Libya’da olduğu gibi) Esat’ın gücünü zayıflatacak hedefler seçilirdi. Bu müdahale sonrası Rusya ve Çin ile ilişkiler soğuk bir döneme, Suriye’ye istikrar gelmez ve harekâtı destekleyen ülkeler bile ABD’yi eleştirmeye başlardı. İran’a yapılacak bir harekâtın rejim değişikliği getirmesi beklenemez, karadan ve havadan İran’ın nükleer tesisleri bombalanırdı. Ancak, bunların hepsi geçmişin kuralları ve bir model değildir. Ukrayna için ise Rusya Federasyonu’na komşu olması nedeni ile askeri bir müdahale söz konusu değildir. İki ülke ilişkileri daha çok ekonomik ve sosyal kapsamda soğuk bir savaşın eşiğindedir. Ukrayna, ABD ile düşüp-kalkmanın cezasını çok ağır bir şekilde ödüyor. Ne yazık ki Amerika ile birlikte Ortadoğu’da çevirdiği dolaplar ve Kürt projesi nedeni ile Türkiye’de böyle bir bedel ödemeye yakın. Sonuçta kaybeden hiçbir zaman büyük güçler olmaz, sadece piyonlarını değiştirirler. Yapılması gereken, kendi oyununun aktörü olmak, başkalarının gücüne dayanmamak, fırsatları hazırlamak, kendi ulusal çıkarlarını sağlayacak bağımsız ulusal gücünüzü hazır tutmak ve gerektiğinde kullanmakta tereddüt etmemektir. Tıpkı Rusya Federasyonu gibi..

 

 



[1]Victor Davis Hanson: Decline or Decadence, The National Review, (April 26, 2012).

[2]Stephen Kinzer: The Brothers: John Foster Dulles, Allen Dulles, and Their Secret World War, Times Books, (2013), p.65.

[3]Eric Schlosser: Command and Control: Nuclear Weapons, the Damascus Accident, and the Illusion of Safety, Penguin Press, (2013), p.74.

[4]George Friedman:Keeping the NSA in Perspective, Stratfor, (Tuesday, July 16).

[5]Richard Overy: The Bombing War: Europe, 1939-1945, Allen Lane Publications, (2013), p.87.

[6]Sr. Robert Gaylon Ross: The Elite Don’t Dare Let Us Tell the People, Ross International Enterprises, (San Marcos, 2004), p.3-26.

[7] Noam Chomsky: Necessary Illusions: Thought Control in Democratic Societies, Türkçesi “Medya Gerçeği”, Çev. A.Yılmaz, Everest Yayınları, (İstanbul, 2001), 151.

[8]Jeremy Scahill: Dirty Wars: The World is a Battlefield, Nation Books, (2013), p.154.

[9]Stratfor: Armed UAV Operations 10 Years On, (January 12, 2012).

[10]David Ignatius: In the Middle East, a Catch-22 for the CIA, Washington Post, (February 10, 2011).

[11]Jon Yoyo: Damage at the CIA, National Interest, (April 3, 2013).

[12]Tim Shorrock: Put the Spies Back Under One Roof, The New York Times, (June 17, 2013).

[13]Victor Davis Hanson: Taking Out Dictators, National Review, (Feb 29, 2012).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display