< < Türk-Amerikan İlişkileri


Türk-Amerikan İlişkileri

Türk-Amerikan ilişkilerinin gerilimli bir dönemden geçtiği ve önümüzdeki dönemde de gerilimin hemen ortadan kalkmayacağı anlaşılıyor.

Çünkü ABD'nin Orta Doğu'da yapmayı planladığı birçok jeopolitik ve stratejik düzenleme konusunda Ankara ile Washington arasında ya görüş farkı ya yorum farkı ya da üslup farkı yaşanıyor. Bazen bu üç unsurun bir arada yaşandığı süreçlerde yaşanmıyor değil. Bush yönetimi, Amerikan tarihinin en sert ve saldırgan yönetimlerinden birisi. Bu saldırganlığın arkasında bir yandan 11 Eylül'ün yarattığı şok öte yandan öz güvensizlik krizi var. ABD'nin kendi evinde vurulması Amerikalıların hala kabullenebildiği bir husus değil.

ABD'nin Orta Doğu'da amacı belli ancak nasıl yapacağı konusunda detaylarda oldukça zorlanacağı da açık. Üstelik Suriye ve İran konusunda özellikle de İran konusunda ne yapacağını bildiği söylenemez. Ama her halükarda Türkiye'nin desteğine ihtiyacı var. Ve Irak'da yaşananlardan sonra ilk kez Türkiye tarafından ağır bir şekilde reddedildiğini düşünen Washington gelecekteki taleplerinin reddedilmemesi için Ankara üzerinde psikolojik operasyon boyutu ağır basan bir baskı politikası uyguluyor.

ABD'nin Orta Doğu ile ilgili tasarladıkları ve Türk-Amerikan ilişkilerinin mevcut durumunu doğru tespit amacı ile yarından itibaren bir hafta süre ile Washington'da bir dizi temasta bulunmak üzere ASAM' dan bir heyet ile ABD'de bulunacağım. Bu gezi sırasında gerek resmi yetkililerle gerek ise önde gelen stratejik araştırma merkezleri ile toplantılara katılacağız. ABD'den döndükten sonra, Washington'da temasta bulunduğum kuruluşları ve temas konularını bu köşede sizlerle daha ayrıntılı paylaşmayı umuyorum.

Ancak, mevcut durum hususunda bazı ön tespitleri sizlerle ABD gezisi öncesi yaptığım kısa bir değerlendirme çerçevesinde paylaşmak istiyorum.

2002 Aralığında İsrail'de Turkish Studies Center'da yaptığım bir konuşmada, Kopenhag sonrasında Türkiye'de AB konusunda çok büyük bir hayal kırıklığının yaşandığını belirterek söze başlamıştım. Bu sırada Irak'ta işbirliği konusunda Türk-Amerikan görüşmeleri sürmekteydi. Türkiye'nin Kuzey Irak'taki gelişmeler ve Türkmenler konusunda çok hassas olduğunu eğer Türkiye'ye Türkmenlerin asli unsur olarak Kürtlerle eşit şekilde Irak'ın geleceğine dahil edilme sözü verilmez ise Türkiye'nin ABD ile işbirliği yapmayacağını belirtmiştim.

Bunun sonucunda ortaya sert bir Amerikan tepkisinin çıkacağını, Türkiye'nin de kendisini Kürt konusunda ihanete uğramış hissedip, anti-Amerikancı bir atmosfere kayacağını eklemiştim. Son cümlemde şu idi: "Türkiye'de hep anti-Amerikanizm hep anti-Avrupacılık ihtiyacımız olan şey değil. Ancak, bunun olmaması için her iki kutupta Türkiye'nin ulusal menfaatlerini nasıl tanımladığını anlamalı ve kabul etmelidir." Çünkü Türkiye, her iki kutupla da dengeli, menfaatlerini gerçekleştirme konusunda ısrarcı, ikinden birine teslimiyetçilikten uzak bir politika izlemek zorundadır. Fakat Türkiye'ye karşı farklı nedenlerle olumsuz yaklaşan AB ve ABD Türkiye'nin menfaat tanımlamalarını kabul etmemek ya da büyük bir direnç göstermekten kendilerini alamamışlardır ve halen de alamamaktadırlar.

Irak'taki savaştan sonra bir Amerikan kamuoyu şirketi tarafından yapılan araştırmada Türklerin % 71'inin ABD'yi potansiyel askeri tehdit olarak görmeye başlamıştır. Türklerin % 82'si Irak ordusunun gösterdiği direnişin zayıflığından dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. Özetle, bugün Türkiye'de anti-Amerikanizm için geniş bir sosyo-politik taban mevcuttur. Aynı şekilde basın tarafından bastırılmaya çalışılsa dahi güçlü bir anti-Avrupacılık Türk halkında zemin kazanmaktadır.

Irak savaşı sonrasında Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en problemli döneminden geçiyor. Bu ilişkilerdeki ilk kriz değil. Küba-Jüpiter, Johnson Mektubu, Kıbrıs Ambargosu ama iki ülke bu krizlerin hepsini kendi mantığı içinde aşmış ve ilişkiler hep daha yoğunlaşarak devam etmiştir. 1990'lı yılların başında, Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile Wshington ve diğer Batı başkentlerinde Türkiye'nin öneminin azalacağı konuşuluyordu. Sonra Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve hatta Orta Asya'daki gelişmeler bunun böyle olmadığını gösterdi.

Bugün, ulaşılan nokta, ABD' nin Orta Doğu'da yapmayı hedeflediği düzenlemeleri yakından izlemeyi ve bunların Türkiye'nin milli menfaatlerine zarar vermesini engellemeyi gerektirmektedir. Dünya,11 Eylül'ün de desteklediği jeopolitik dinamiklerin etkisi ile hızlı bir değişim sürecinin içinden geçiyor. Globalleşme, Askeri alanda devrim, transatlantik ilişkilerindeki kırılma. AB, NATO ve BM bu dönemden çok büyük ihtimalle şekil ve içerik değiştirerek çıkacak. Bu değişim süreci Türk Amerikan ilişkilerini de etkiliyor. Bu etki Türkiye'nin ABD'yi Irak'ta desteklememesinden tamamen bağımsız. Türkiye, ABD'yi Irak'ta destekleseydi bile Türk-Amerikan ilişkileri, Kürt-merkezli bir gerilime girecekti muhtemelen.

Bu noktada, Türkiye ile ABD arasındaki gerilimin temel nedenlerini incelemek istiyorum. Ankara, 1990'da Washington'un tamamen arkasında bulunmuş olmasına rağmen, birinci harekattan kaynaklanan ekonomik zararlarının asla karşılanmamasını hiç unutmadı. Irak, Türkiye'nin Almanya'dan sonra en büyük ticari ortağı idi. Türkiye, ilk dakikadan itibaren ABD'nin yanında yer almasına rağmen, 1990'lı yıllar boyunca içinden çıkamadığı ekonomik krizler zincirinde hep Irak savaşı sonrasında yalnız bırakılışını hatırladı. Washington'un 1990lar boyunca Türkiye'ye yönelik uyguladığı gizli silah ambargosunu da unutmak mümkün değildir. Ankara'da ABD'ye olan güven köklü bir şekilde sarsıldı. Bunun Amerikalıların çok umurunda olmadığını ayrıca görmek mümkündü.

Üstelik Kuzey Irak'ta doğan politik boşluk, PKK'nın Kuzey Irak'ı Türkiye'ye karşı yürüttüğü terörist cephe gerisi olarak kullanmasına neden oldu. Bu savaşta Türkiye, 1990'lı yıllar boyunca 25 bin insanını yitirdi. Bir yandan ABD'nin Çekiç Güç daha sonra Kuzey Keşif Gücü operasyonlarına destek vermek zorunda kalış, öte yandan PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığının yanında bir Kürt devletinin KDP ve KYB tarafından geliştirilmesi, Ankara-Washington ilişkilerini derinden zehirledi.

ABD güçlerini altı ay için Türkiye'ye kabul eden Ankara bu güçleri on yılı aşan bir süre geri yollayamayınca, ABD'nin Irak'ın geleceği hakkındaki niyetleri konusunda şüpheleri sürekli arttı.

Bu çerçevede taraflar 2002 sonunda Irak operasyonu konusunda işbirliği için oturduğunda Türkiye'de Ordu dahil bir çok çevrede ABD'nin niyetlerine, gücüne ve bunu kullanma şekline yönelik endişeler arttı. Açık bir ifade ile Türkiye birçok çevre ABD'nin Türkiye'ye yerleşmesini teklif ettiği 62 bin askerin operasyondan sonra çıkıp çıkmayacağı konusunda şüphe ifade etmeye başlamıştır. Gerçi, yapılan anlaşma ile Amerikan askerlerinin Türkiye'de kalış süreleri 3 ay ile sınırlandırılmıştır ama Ankara'da şüphe ortadan kaldırılmamıştır.

Keza, Ankara için en önemli husus olan Türkmenlere Kürtlerle eşit statü tanınması konusundaki Amerikan tavrı Ankara'da büyük şüphe ile karşılanmıştır. Amerikalı müzakereciler o kadar pro-Kürt bir tavır takınmışlardır ki, Türk heyeti başkanı Amerikan heyeti başkanına, "Bayım, sizin adınız Bay Barzani mi?" sorusunu sormuştur. Özetle, ABD'nin Irak ve özellikle kuzeyinde Türkiye aleyhine projeleri olduğu şüphesi yaygınlaşmıştır.

Ayrıca, bütün dünya yaygın olan operasyon karşıtı hava Türkiye'deki anti-savaş süreci etkilemiştir. ABD, harekatın hukukiliği, gerekliliği, aciliyeti, başarı şansı, harekat sonrasındaki düzenin Türkiye'nin çıkarlarını gözetip gözetmeyeceği gibi konulardaki soru işaretleri giderememiştir. Kamuoyunun Türk dış politikasındaki rolü arttığı da ayrı bir gerçektir. Avrupa faktörü Türk dış politikasında önemli olmaya başladı ve direk ya da endirekt müzakere sürecini etkilemiştir.

ABD, Irak operasyonunu Türk topraklarını kullanmadan gerçekleştirmiş ve kısa süre içinde başarmıştır. Ancak, savaş sonrasında ABD'nin Türkiye'ye tepkisi ölçüyü aşan bir nitelik kazanmıştır ve Washington, Ankara'ya haksızlık yapmaktadır. Ankara'nın Amerikan operasyonuna sağladığı askeri fayda birçok ulusun sağladığı faydanın daha fazladır. Ankara, her şeye rağmen Türkiye üzerinden birçok araç-gerecin Irak'a geçmesine izin vermiştir. Daha da önemlisi, Ankara'nın tavrı Bağdat'ın Kerkük ve Musul'da iki kolordu bulundurmasına neden olmuş, güneydeki askeri yapılanma zayıflamıştır. Amerikan uçakları savaş boyunca Türk hava sahasını kullanmışlardır. Özetle, Ankara'nın ABD'ye yardımcı olmadığı tezi yanlıştır.

ABD ise Türkiye'ye karşı savaştan sonra bilinçli bir baskı ve intikam politikası izlemeye başlamıştır. Türkiye'nin çok önem verdiği Kürt-Türkmen dengesi tamamen ihlal edilmiştir. Türkmenlerin hakları anti-demokratik bir şekilde çiğnenirken, savaştan önce söz verilmiş olmasına rağmen Kerkük bir Kürt kenti haline getirilmiştir. Irak'taki Amerikan güçleri, Türkmenlere baskı yaparak Ankara'nın desteklediği ve Washington'un Türkmenleri temsil eden örgüt olarak tanıyarak değişik belgelerde ortak imza attıkları Türkmen Cephesi'ni dağıtmalarını talep etmektedirler.

Ayrıca, ABD, Türkiye'den Kürtlerin Irak'taki imtiyazlı statüsünü tanımanın dışında Washington'un İran ve Suriye politikalarına destek vermesini talep etmektedir. Bütün bunlar, Türk-Amerikan ilişkilerini zor bir deneme ile karşı karşıya bırakacaktır. Ankara, ABD'nin Orta Doğu stratejisinin ne olduğunu ve kendisi için ne tür riskler ve fırsatlar çıkaracağını merak etmektedir. ABD'nin İran'da rejimi devirmesi durumunda ortaya çıkacak bağımsızlıkçı Kürt taleplerinin Irak'taki Kürt talepleri ile birleşmesi durumunda Türkiye'ye yönelik ortaya çıkacak tehdit Ankara'yı huzursuz etmektedir.

Üstelik politikanın farklılıkları ortadan kaldırma sanatı olduğunu düşünür isek ABD'nin Türkiye'ye yaklaşımı politik yaklaşım olmaktan çıkıp dayatmacı bir nitelik göstermektedir. Geride bıraktığımız on yılın yüksek tansiyonu ile bugünün gerilimi birbirine eklendiğinde Türk-Amerikan ilişkilerinin sıkıntıların ortadan kaldırılması amacı ile yeniden tanımlanması kaçınılmazdır.

Mevcut durumu ile Türk-Amerikan ilişkileri çok dengesiz ve tek-taraflı bağımlılık üzerine kurulmuş bir yapıdadır. Ankara'da birçok çevre, Türkiye'nin çantada keklik görünmesinden bıkmış görünmektedir. Her iki taraf da birbirine yardım ettiğini ama karşılığını alamadığını düşünmektedir ancak bu konuda Türkiye'nin ortaya koyabileceği somut örneklerin sayısı çok fazladır.

Her iki tarafın gündemleri ve menfaat tanımlamaları arasında farklılık var. İlişkileri nasıl nitelendirmek gerektiği konusunda bile anlaşılamadığı görülmektedir. Türkiye, ABD'nin stratejik ortağı mıdır yoksa stratejik müttefiki midir? Birçok Türk ABD'nin Türkiye'yi hiçbir zaman gerçek bir stratejik ortak olarak değerlendirmediğini düşünmektedir.

Gelecekte Türk-Amerikan ilişkilerinin çerçevesi çok iyi tanımlanmış bir "stratejik müttefik" yapısı içine oturtulması gerekmektedir. Son elli yılın olumlu ve olumsuz deneyimlerinden istifade ederek, ilişkilerin geleceğinin, sağlam, eşitlik ilkesini muhakkak gerçekleştiren temeller üzerine oturtulması gerekmektedir. Yaşananlar, ilişkilerin eskisi kadar yakın olmasa bile eskisinden de sağlam olması gerektiği ortaya çıkarmıştır. Ankara ve Washington, ortak çıkar alanlarını belirlemelidir. Türkiye ve ABD'nin çıkarlarının aynı olmadığı ya da aynı olsa bile bu çıkarları gerçekleştirme metot ve enstrümanlarında ayrıldıkları yerleri açık yüreklilikle ortaya koyması gerekmektedir.

1990'lı yıllarda yapılan en büyük hata tarafların sorunları çözmeyi ertelemesidir. Üstelik ikili ilişkilerde sorunların her iki tarafta da birincil tarafları, en yakın ilişki içinde olan Türk ve Amerikan silahlı kuvvetleri olmuştur. Belki de bugün ilişkilerde yaşana deprem bundan dolayı bu kadar şiddetlidir.

Önümüzdeki dönem de daha çok diyalog, diyaloğu kurumsallaştırmak, sadece bir tarafın diğerini bilgilendirmesi şeklinde değil de karşılıklı danışmanın kurulması şeklinde olmalıdır. İki ülke arasındaki güven eksikliğini azaltmak için daha fazla diyalog, açıklık, gerçekçilik, samimiyet, 'güven arttırıcı önlemler,' karşılıklı saygı, ülkelerin ortak çıkarları hakkında daha mütevazı olmak gerekmektedir. İlişkilerin ortak çıkarlar ve değerler üzerine bina edilmesi gerekir. Böyle olmazsa ilk sarsıntıda zarar görebilir ya da en az bir tarafı hayal kırıklığına uğratabilir.

Bu genel teorik çerçeveden sonra kısa ve orta vade de ikili ilişkileri bekleyen challengelar ve bunların aşılmasının yolları üzerinde durulmalıdır. Washington'un Türkiye'yi "cezalandırma güdüsünü" aşması gerekmektedir. Türkiye'yi,kendisine karşı gelecek ülkelere gözdağı vermek için örnek bir ülke olarak kullanmayı düşünmesi kadar yanlış bir politika olamaz. Ancak, bugün Washington'da en azından bir gruba hakim olan yaklaşım budur. Ankara'ya artık ikili ittifak ilişkilerin parametrelerinin değiştiği ifade edilmektedir. Soğuk Savaş'ın bittiği, Balkanlardaki gerilimin yatıştığı, Kafkasya'nın görece bir istikrara kavuştuğu, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının Irak petrollerinin devreye girmesi ile önemini yitirdiği,Afganistan ve Avrasya'da yapılacak bir işbirliğinin kalmadığı, Irak'ta ise Türkiye'nin işinin kalmadığı eklenmektedir. Böylece, ABD Türkiye'ye ancak iki ittifak konusu önermektedir. Bunlar WMD'nın yayılmasının engellenmesi ve terörizme karşı işbirliğidir. Ayrıca, yukarıda da vurgulandığı gibi, Suriye ve İran'a karşı işbirliği ve Irak'ta Amerikan çözümünün tartışmasız kabulü işbirliği için önşart olarak koşulmaktadır.

ABD'nin koyduğu bu çerçeve çok dar ve akıldan çok duygularla çizilmiş bir çerçeve olarak görülmektedir. Gerçeklerle de çok uyum içinde değildir. Avrasya'da Afganistan, Gürcistan ve Azerbaycan'da Türkiye ile ABD arasında politik, askeri ve ekonomik işbirliği devam etmektedir. Daha çok yeni bir tarihte Türk firmaları ABD'den Kabil-Kandahar yolunun inşası projesini almışlardır. Gürcistan ve Azerbaycan'da Türk-Amerikan askeri işbirliği devam etmektedir.

İncirlik askeri anlamda önemini ciddi oranda kaybetmiş olabilir. Ama Türkiye,üç kıtanın kesiştiği alanda önemli bir güç olmaya devam etmektedir. Orta Doğu'da demokrasi, ve serbest piyasa ekonomisi için Amerikan gayretlerinin yoğunlaştığı bir dönemde NATO üyesi, demokratik olan tek Müslüman ülke olan bir Türkiye'nin önemsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Üstelik Türkiye bütün Amerikan politikalarından bağımsız olarak da mevcut durumu ile büyük bir bölgesel güçtür.

Ayrıca, Türkiye Orta Doğu Barış sürecinde önemli bir rol oynamaya devam edecektir. Türkiye-İsrail ilişkileri, barış sonrasında da İsrail'in Orta Doğu'ya entegre olmasını kolaylaştıracaktır. Üstelik Orta Doğu barışı Filistin-İsrail barışından ibaret değildir. Suriye ve İran'ın içinde olmadığı bir barış olmayacaktır. Türkiye'ye karşı 1980'lerin başından beri PKK terörünü, Ermeni terörünü ve radikal İslamcı terörü destekleyen iki ülke olan İran ve Suriye ile Türkiye'yi ayni safa itmek ancak çok yaratıcı politikaların sonunda olabilir.

Türkiye, her iki ülkede demokrasinin gelişmesini arzu etmektedir. Ancak komşularının toprak bütünlüğünü önemsemektedir. Yakın zamanda Ankara'nın İran ve Suriye ile geliştirmeye çalıştığı diyalog, bu ülkeleri 'ayaklarını denk almaları' yolunda uyarmak, ticareti geliştirmek, dış politikasını terörden arındırmak amaçlıdır.

Bugünler Washington'da ileri sürülen bir görüşde Türkiye'nin Suriye ve İran ile yaptığı temasların amacının Batı dünyasından kopmak olduğudur. Türkiye'nin Batı'dan kopmak gibi bir niyeti olmadığını iki Türk gazetesi okuyan ilkokul mezunları bile anlamaktadır. Ancak, Türkiye'nin kiminle nasıl bir temas kuracağını belirlemek konusunda Washington'un söyleyeceği çok fazla bir şey olamaz. Türkiye egemen bir devlettir ve ilişkilerini dilediği şekilde sürdürmelidir.

Ancak, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini kökten etkileyecek husus, Türkiye'nin ABD tarafından Irak'ın geleceği ve Türkmenler konusunda kendisini ihanete uğramamış hissetmesine bağlıdır. Irak'ın geleceğinin pro-Kürt ancak anti-Türk, anti-Türkmen ve anti-Arap politikalarla şekillendirilmesi çözüm olmayacaktır. Ankara, demokratik, bütün azınlıklara Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılacak bir nüfus sayımından sonra eşit haklar veren, serbest piyasa ekonomisini kabul etmiş bir hukuk devletinin Irak'ta kurulmasını en fazla arzu eden ve kolaylaştıracak olan başkenttir. Ancak, Kerkük'te 80 yıl önce İngilizlerin gerçekleştirdiği ihaneti unutmayan Ankara 2000'lerin başında Washington'un gerçekleştireceği ihaneti de asla unutmayacaktır.

Kısa vade de Ankara Irak'tan dışlanabilir ama uzun vade de Türkiye yerinde kaldıkça Irak'taki gelişmeleri doğal bir süreç içinde etkilememesi kaçınılmazdır. Çünkü jeopolitik bunu dayatmaktadır. Türkmenlerin hukuklarının tanınması Ankara'nın Irak'taki bütün bir politik sürece daha olumlu bakması sonucunu doğuracaktır. Aksi takdirde bölgede gerilim asla sona ermeyeceği gibi Türk-Amerikan ilişkileri ağır bir darbe alacaktır.

Özetle, Ankara Orta Doğu'da her şey daha yeni başlarken, Türkiye'nin ulusal menfaatlerine saygı gösteren bir ABD ile demokratik bir bölge yapılanması için işbirliği içinde olabilir. Üstelik daha Afganistan ve Avrasya'da her şeyin kontrol altında olduğunu düşünmek ve Türkiye'nin desteğine ihtiyaç olmadığını söylemek çok erken varılmış bir yargıdır.Türkiye'nin menfaatlerinin savunulması hususunda AKP hükümetine çok büyük bir görev düşmektedir. AKP'nin şimdiye değin Kıbrıs'ta ve Kerkük'te verdiği sınavlarda kaldığı görülmektedir. Bundan sonraki süreçte Türkiyeli bir hükümet olarak değil de bir Türk hükümeti gibi davranırlarsa sonuç alabilirler. Çok şey mi istiyoruz?

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display