LÜBNAN (DA) TÜRKİYE’DEN “TAM AÇILIM” İSTİYOR


LÜBNAN (DA) TÜRKİYE’DEN “TAM AÇILIM” İSTİYOR

Yazan  29 Ocak 2010
Türk dış politikasının “yeni konsepti” gereği Arap ülkeleri ile ilişkilerde yaşanmaya başlanan yoğun trafiğin son duraklarından biri de, Ortadoğu’nun her anlamda en karmaşık ülkesi olan Lübnan oldu.

Yıllarca iç savaş, savaş ve işgal kavramları ile yoğrulan Lübnan,hem siyasi hem de toplumsal anlamda toparlanmaya başlamışken 2005 yılında eski başbakan Refik Hariri'nin suikasta kurban gitmesi ile yeniden aynı kavramlarla karşı karşıya kaldı. Nitekim ülkede siyasal anlamda milat olarak kabul edilen Hariri Suikastı sonrasında yaşanan siyasi buhran, zincirleme bir şekilde devam eden siyasi suikastlar ve 2006 yazında yaşanılan İsrail-Hizbullah Savaşı ile pekişti(rildi). Hal böyle olunca da Lübnan siyasi sisteminin artık kronik bir hastalığı haline gelmiş olan istikrarsızlık ve kaos yeniden siyasal sisteme hakim oldu. Ülke, uzun yıllar boyunca kendisini hissettiren, din-mezhep ayrılıklarının yanı sıra bir de Batı yanlısı-Batı karşıtı olarak ayrıştı. Bu ayrışma(lar) sadece iç değil dış sorunları da beraberinde getirdi. Yine birçoğu iç politikadaki dinamiklere bağlı olmakla birlikte Lübnan bölgesel sorunlarla gündeme geldi. İsrail ile uzun yıllardır süregelen savaş, çatışma durumlarını bir kenara bırakırsak bu sorunların en ön planda olanları kuşkusuz ki Suriye ve İran ile kimi zaman direk kimi zaman da dolaylı olarak yaşanan sorunlardı. Hatta öyle ki yıllarca vesayeti altında kaldığı Suriye'ye karşı ciddi bir muhalefet başlatan Batı yanlısı gruplar/partiler hükümette ağırlıklarını koyunca ilk iş Suriye'nin Lübnan ile tüm bağlarını koparmasını sağlamak için uluslararası alanda ciddi lobi çalışmasına giriştiler ve baskılar sonucunda Suriye Lübnan'daki askeri varlığını tümüyle geri çekmek zorunda kaldı. Ancak Lübnan'da kendisini 14 Martçılar olarak tanımlayan söz konusu Batı yanlısı grubun Suriye'ye karşı takındığı sert muhalif duruşu geri çekilme sonrasında da devam etti. Aynı zamanda grubun lideri de olan öldürülen Rafik Hariri'nin oğlu şimdiki Lübnan başbakanı Saad Hariri, babasının ölümünden sorumlu tuttuğu Suriye'ye karşı her alanda, her anlamda karşıt politikalar izlemeye devam ediyor. Bir yandan da bölgesel ilişkilerini güçlendirme politikası izleyen oğul Hariri, diplomasi trafiğini canlı tutmaya çalışıyor.

İşte böylesine bir ortamda Lübnan başbakanı Saad Hariri 10-11-12 Ocak 2010 tarihlerinde Türkiye'ye oldukça geniş çaplı bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret geniş çaplıydı çünkü Hariri, Türkiye'de sadece siyaset değil ekonomi dünyasından da son derece önemli isimlerle bir araya geldi. Hükümetteki ekonomi kurmaylarının yanı sıra özel sektörün önde gelenleri ile de görüşen Hariri, TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) ve DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) ile yani iş dünyası ile de görüşmelerde bulundu.

Ziyaretin "stratejik derinliği"

Gelelim ziyaretin her iki tarafın dış politik yaklaşımları çerçevesindeki analizine. Türkiye açısından bakıldığında, Hariri'nin Türkiye ziyaretinin, Ahmet Davutoğlu'nın Dışişleri Bakanlığı'na getirilmesi ile birlikte iyiden iyiye hız verilen "stratejik derinlik" yaklaşımının bir uzantısı olarak görünse de aslına bakılırsa çok boyutlu bir nitelik taşımakta. Zira "Stratejik Derinlik" yaklaşımı çerçevesinde ilkin Ortadoğu'da derinleştirilmeye çalışılan stratejik ilişkiler kapsamında Lübnan her ne kadar Türkiye'nin yoğun ilişkiler içerisinde olduğu bir ülke olarak görülmese de bölgesel "liderlik" özellikle de Arap Ortadoğusu'na "rol-model" olma güdüsü işin içine girince Lübnan'la da ilişkilerin derinleştirilmesi gereği duyulmuş görünüyor. Bu perspektiften bakılınca Ortadoğu genelinde, Arap dünyası özelinde izlenen "aktif dış politika"nın bir parçası olarak görülebilir. Nitekim daha önce aynı politik anlayış çerçevesinde Suriye, Libya ve Ürdün ile yapılan dostluk, işbirliği ve ticaret anlaşmalarının neredeyse aynısı Lübnan'la da imzalandı. Yine adı geçen ülkelerle karşılıklı olarak kaldırılan vize uygulamasının aynısı Lübnan için de geçerli oldu. Yani Türkiye için, söz konusu ziyaret genel anlamda işleyen politik zincirin halkası olarak yorumlanabilir.

Ancak ziyarete Lübnan açısından bakıldığında durum ciddi anlamda farklılaşıyor. Son dönemde karşılıklı ziyaretlerle ilişkiler yumuşatılmaya çalışılsa da yukarıda da zikredildiği üzere halen Suriye karşıtı bir duruş sergileyen Lübnan hükümeti, Suriye'nin dış dünyaya açılmaya yönelik attığı adımlardan rahatsızlık duyuyor. Bu bağlamda Suriye'nin özellikle Türkiye ile kurduğu ilişkiler Lübnan tarafından dikkatle izleniyor. Suriye'nin içinde bulunduğu ABD-Batı kaynaklı baskı döngüsüne karşı Türkiye'yi nefes borusu olarak görmesi ve bu yönde görece başarılı adımlar atması Lübnan'ın derhal harekete geçmesine neden oldu ve bu süreçte Lübnan'ın Türkiye ziyareti gerçekleşti. Suriye ile imzalanan anlaşmaların tamamının Lübnan ile de imzalanması istenildi, Suriye ile olduğu gibi vizeler kaldırıldı ve Başbakan Hariri Türkiye'den Lübnan ile "tam açılım" yapılmasını isteyerek niyetini açıkça ortaya koymuş oldu. Görüldüğü üzere Saad Hariri'nin Türkiye-Lübnan ilişkilerinin geliştirilmesi konusundaki istekleri ve hedefleri salt "ikili ilişkiler" çerçevesinde değerlendirilmemeli. İşin içinde Suriye'nin de olduğu ve hatta bölgesel güç dengelerinin de olduğu göz ardı edilmemeli.

Ziyaretin göz ardı edilmemesi gereken bir diğer boyutu da kişisel ticari çıkarlar boyutu. Arap dünyasının en zengin ailelerinden biri olan Haririlerin sahibi olduğu Oger Grubu Türkiye'deki özelleştirmelerle uzunca bir süredir yakından ilgileniyor. Hatta hali hazırda, özelleştirilen Türk Telekom'un %55'ine sahip olan Hariri ailesi, ardından MNG Bank'ı satın alarak Türkiye'deki yabancı yatırımcılar arasında önemli bir yer edinmiş durumda. İşte bu noktada Lübnan Başbakanı sıfatı bir yana "iş adamı" sıfatıyla Saad Hariri'nin Türkiye ziyaretini, yaptığı görüşmeleri bir kez daha, bir de bu yönden düşünmek gerekiyor. Zira Arap basınında ve iş çevrelerinde Hariri'nin Türkiye'de yeni hedefleri olduğu, yeni özelleştirmeleri dört gözle beklediği, özellikle de yakın dönemde özelleştirilmesi öngörülen otoyollara talip olacağı, enerji alanında yatırımlar yapmayı planladığı, hava yolu sektörüne girmek istediği ve daha da önemlisi Telekom'un geri kalan hisselerini de almak istediği belirtiliyor.

Sözün özü Lübnan başbakanının Türkiye ziyareti birçok konuda olduğu gibi sadece aynadan yansıyan görüntülerden ibaret değil. Görünen ve görünmeyen yönleriyle ilişkiler ciddi anlamda farklı boyutlar içeriyor. Bu bağlamda hem Lübnan-Türkiye ilişkilerini hem de Hariri-Türkiye ilişkilerini dikkatle izlemek gerekiyor. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemlerde, Lübnan'lı ya da Lübnan'sız; işadamı ya da başbakan sıfatıyla Saad Hariri ismini Türkiye'de daha çok duyacağız…

_______________________________________________

[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu Araştırmaları Bölümü Bilimsel Danışmanı.

Miray VURMAY

1982 yılında Hatay'da doğmuştur. Lise eğitimini Ankara çankaya Lisesinde tamamlamıştır. 2003 yılında Selçuk üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun olmuştur.  2004 yılında Hacettepe üniversitesi Sos. Bil. Ens. Tarih Bölümünde  Yüksek lisans eğitimine başlayan Vurmay, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra 2008 yılında Ankara üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü doktora çalışmalarına başlamıştır. 

 

Makale Ve Röportajlar

Cumhuriyet Strateji'de 192 adet olmak üzere, birçok yerli ve yabancı dergi, gazete, televizyon ve radyoda yayımlanmış makale, yorum, röportaj.

Cumhuriyet Strateji'de 21 adet kitap eleştirisi.

 

Kitaplar

Devrik Bir Cümlenin Sözde öznesi: Ortadoğu, MET-VAK Yayınları, Ankara, 2007,Yazar

Külebi, Ali, Yeni Dünya Stratejileri ve Kilit ülke Türkiye, MET-VAK Yay., Ankara, 2005,Editör

Külebi, Ali, Türkiye'nin Enerji Sorunları ve Nükleer Gereklilik, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2008, Editör

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display