< < Türk-Rus İlişkileri Ve Putin’i Ziyareti


Türk-Rus İlişkileri Ve Putin’i Ziyareti

Rusya’nın yeni bölgesel güç olma stratejisinin sonucu da son aylarda kendisini ortaya koymaktadır. Ancak, Rusya gibi çok geniş bir alana yayılan bir devletin bölgesel güç olma çabası bile dünyanın bir çok bölgesini etkilediği için klasik bir bölgesel

ABD'nin Afganistan, Gürcistan, Irak, İran ve nihayet Ukrayna politikalarından olağanüstü rahatsızlık duyan Moskova elindeki kısıtlı kaynakları etkin bir şekilde kullanmaya çalışmaktadır. Tacikistan'da ve Kırgizistan'da askeri üsler açan Moskova Orta Asya'da varlığını tekrar şekilendirmeye peşinde koşmaktadır.

Moskova, Bush'un ikinci Başkanlık dönemini yeni bir atom bombası ürettiğini ilan ederek karşılamıştır. ABD'nin önleyici darbe stratejisinin benzerini benimsediğini gösteren bir açıklama yaparak, "Rusya Federasyonuna yönelik saldırı merkezlerine füze saldırısı yapacağını" açıklamıştır. Ve nihayet,ABD'nin Gürcistan'dan sonra Ukrayna'dayaptığı atağı, "Ukrayna'yi böleriz" cevabını vermiştir. Moskova, ABD'nin Rusya'yı Büyük Orta Doğu Projesinin bir uzantısı olan bir süreçte Ermenistan, Gürcistan, Ukrayna hattı ile kuşatmaya başladığının farkındadır. Newsweek dergisinin son sayısında a ortaya konulduğu gibi Ukrayna'da olan aslında bir demokrasi mücadelesinden çok ABD ile Ukrayna arasında bir jeopolitik mücadeledir.

Hareket geçen sadece Rusya dış politikasındaki dinamikleri değildir. Rus iç politikası yoğun bir dönüşüm sürecindedir. Bu süreci sistemin otoriterleşmesi olarak tanımlayabiliriz. Putin, demokrasiyi tasfiye etmektedir. Ancak Putin'in demokrasiyi tasfiye etmesinin arkasındaki ana neden 1990'lı yıllarda Rusya'da demokrasi adına yaşanan rezalatler sonucunda ülkenin içine düştüğü yönetilememezlik çukurudur. Putin, Rusya'nın yönetilememezliğine demokrasiye çeki düzen vermek yerine federal sistemin tasfiye edilmesi ve anti demokratik düzenlemelerle cevap vermiştir. Bu düzenlemelerin kısa vade de Rusya'ya bir canlılık verdiği görülmektedir. Ancak uzun vade de bu anti demokratik politikalar devam ederse Rusya'ya sadece zarar verecektir.

Putin Türkiye ziyareti işte böyle bir ortamda başlamıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin'in Türkiye ziyareti Türk basınında ve televizyonlarında hak ettiği ilgiliyi görmeden başladı. Ancak bunun tek suçlusu Türk basını değil. Türkiye ile ilişkileri geliştirme doğrultusunda irade geliştirmeye başlamakla birlikte hala Türkiye'ye yanlış bir psikoloji ile bakmakla israr eden Moskova'da bu sonucun sorumlusu. Moskova Türkiye'ye bakarken kendisini super güç Türkiye'yi ise NATO'nun güneydoğu kanat ülkesi olarak görmekte israr ediyor. Böyle bir bakış her iki taraf ilişkileri ne kadar geliştirmek istese de ilişkilerin ulaşması gereken noktaya ulaşmasının önündeki en büyük engel.

Moskova'nın Türkiye ile ilişkilerde anlaması ve kabul etmesi gereken husus, ilişkilerin gelecek ile ilgili bir çok ortak menfaati olaniki eski imparatorluğun varisi arasında gerçekleştiği gerçeğidir. Yani eski super güç ve eski imparatorluk olan sadece Rusya Federasyonu değil ayni zamanda Türkiye'dir. Bu da ilişkilerin iki eşit devlet arasında gerçekleştiğini kabullenmeyi gerektirir. Moskova ancak bunu kabul eder ise Türkiye'ye gereken önemi verecektir. Putin'in sadece iki günlük Türkiye ziyareti bile Türkiye'ye gereken önemi vermediğini göstermektedir. Umarız Moskova önümüzdeki yıllarda Türk-Rus ilişkilerin istenen ölçüde gelişmesinin önündeki bu psikolojik bariyeri aşacak politikalar izler. Ama Rus siyasal elitinin önemli bir bölümününün bu yanlış ve olumsuz tavrını eleştirirken, bunun nedenlerini de anlamaya çalışmamız gerekmektedir.

Türk-Rus ilişkilerinin tarihi ve bu tarihin derinliği, her iki milletin kaderinde ortaya çıkardığı sonuçlar açısından bakıldığındaRusya'yı yöneten Sovyet ruhundan sıyrılamayan bazı bürokratların temsil ettiği bu olumsuz zihniyetin artık aşılmasının zamanı gelmiştir. Her iki tarafta da son dönemde 500 yıllık ilişkilerin tarihinden bahsetmek adet olmuştur. Rus Dış İşleri bakanı Sergey Lavrov'da ilişkileri III. Ivan ve II. Beyazıd ile başlatmaktadır. Eğer meseleye Osmanlı-Türk ve Rus imparatorluğu açısından bakarsak bu doğrudur. Ancak tarihin gerçek derinliklerine girer ve Türk-Slav ilişkileri açısından bakarsak ki öyle yapmamız daha doğru olur, ilişkilerin tarihsel ekseni çok daha gerilere gider.

Türk ve Slav halkları, Avrupa-Asya kıta bloğu üzerinde, Kimmerler, Sakalar, Batı Hunları, Avarlar, Tuna Bulgarları, Hazarlar, Kumanlar ve nihayet Altın Ordu dönemleri sürecinde de ayni coğrafi derinlikte karşılaşmışlardır. Hatta bu karşılaşmalardan Türk ve Slav kavimlerinin karışması neticesinde Slav-Bulgar,, Boşnak, Ukran, Don ve Dinyeper Kozakları oluşmuştur. Bir Rus atasözü, "Rusu biraz kazı altından Tatar çıkar" dememiştir boşuna.

Osmanlı Türklüğü ile Rusluğun karşılaşmasından sonra başlayan süreçte ise Rus milleti büyük bir yaşam gücü üreterek, Moskova'dan başayarak çevreye yayılan, genişleyen ve 500 sene süren bir büyüme dönemi yaşamıştır. Bu süre içinde Ruslar çevrelerinde yaşayan bütün halklara zarar vermişlerdir. İskandinav halkları, Baltık halkları, Polonyalılar Rusluk tarafından ezilen halklar olmuşlardır. Rusluğun doğuya yaptığı genişleme once İdil-Ural Türklüğünün siyasal olarak tasfiye edilmesi ile başlamıştır. Bunu, Sibirya Türklüğünün topraklarının işgal edilmesi izlemiştir. Daha sonra Rus orduları iki ayrı hattan güneye ilerlemiştir. Bir hat Anadoluyu hedeflerken diğer hat Kafkasya ve Batı Türkistan'I işgal altına almaya çalışmıştır.

Çarlık çökerken Sovyet ideolojisi Rusluğa yeni bir güç vermiş, 2. Dünya Savaşı sonrasında Rus orduları, Çarların hayal dahi edemediği kadar geniş bir alanı kontrol altına almışlardır. Bu büyük imparatorluğun çökmesi ise beş yıl içinde olmuştur. Üstelik, Ruslar orduları yenilmeden tarihin en büyük imparatorluklarından birisini "tarihi emperyal yorgunluğun" neticesinde yitirmişlerdir.Öte yandan Osmanlı-Türk devletinin 1774'de başlayan nihai gerilemesi 1918'de sona ermiştir. Yani Rusların beş senede kaybettiğini biz Türkleri 150 senede kaybetmiş olmamıza rağmen içimize sindiremezken Rusların ayni şeyi on sene içinde yapmasını beklemek biraz haksızlık olabilir. Ancak, iki milletin menfaatleri ve geleceği, tarihin psikolojik yüklerinin bir an once aşılarak, demokrasi, zenginlik ve refahı üretmeyihedefleyen bir geleceği paylaşmaya kilitlenmelidir. Aslında bu bağlamda unuttuğumuz bir gerçekte Soğuk Savaş'ın en gerilimli dönemlerinde bile iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin çok iyi olduğudur. Türkiye, SSCB'nin Varşova Paktı ülkelerinin bir çoğundan daha fazla kredi verdiği bir ülke olmuştur. Türkiye'de çelik, aliminyum, petrol rafinerileri gibi bazı temel sanayi yatırımları, 1960 ve 1970'li yıllarda Moskova ile yapılan işbirliği sonucunda gerçekleşmiştir.

Son on yılda iki ülke ve iki halk arasında yaşanan deneyimlerin bir çoğu, bazı olumsuzluklara rağmen gelecekteki işbirliği konusunda cesaret vermektedir. Bir diğer ifade ile Türk ve Rus halkları, işbirliği ve karşılıklı hoşgörü konusunda her iki başkentteki siyasal kararalıcıları aşmışlardır. Verilen rakamlar doğru ise son on üç sene içinde 500 bin Türk erkeği Rus kızları ile evlenmiştir. Bunların yarısı Rusya'da yarısı Türkiye'de yaşamaktadır. Bu çok ilginç ve üzerinde olumlu ve olumsuz sonuçları ile ayrıca düşünmemiz gereken bir gelişmedir. Ancak üzerinde durmamız gereken husus Bat dünyası ile 60 seneden bu yana politik olarak içiçe olan Türkiye'de Batılı kadınlarla Türk erkekleri arasında bu kadar evlilik olmaz iken Ruslarla olduğu gerçeğidir.

Keza, her iki ülkenin jeoekonomik dinamikleri, üstesinden gelinebilecek jeopolitik gerilimleri aşarak önemli gelişmeler kaydetmişlerdir. Bunun sonucunda Rusya Türkiye'nin ikinci büyük ticaret ortağı haline gelirken, Türk ticaretinin Rus dışalımı içindeki önemi artmıştır.Artık iki ülke arasındaki jeopolitik sorunların aşılması ve siyasal işbirliğinin ekonomik ve teknolojik işbirliğinin önünü açacak bir niteliğe ulaşmasının zamanı gelmiştir.

Son onyılda Türk-Rus İlişkilerinde jeopolitik merkezli olarak önplana çıkan ve gerlime neden olan konular, Hazar petrolllerinin taşıyacak boru hatlarının geçiş yolları, Çeçen ve PKK meseleleri olmuştur. Moskova bu iki konuya Ankara'nın "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne Türk Dünyası" söyleminin Rus mantığında yarattığı korku ile bakarken, Ankara'da Rusya'ya "Yakın Çevre" politikası ile hep kaybettiklerini geri almaya çalışan emperyal güç olarak bakmıştır. Her iki ülkedeortaya attıkları söylemleri hem çok doğru izah etmemiş hem de altlarını doğru dürüst dolduramamışlardır.

Moskova, Hazar petrollerini taşıyacak olan petrol boru hatlarının Türkiye üzerinden geçmesini engellemeye çalışmakla enerjisini yitirirken,bu petrol rezervlerinin Batılı şirketlerin kontroluna girmesine nedense ayni önemi vermemiştir. Keza Gürcistan'da tekrar hakimiyet kurmaya yönelip boşuna Ankara ile gerginlik yaratmış, sonunda bu ülkede Amerikan hakimiyetini kabul etmek zorunda kalmıştır. Moskova'nın Ermenistan politikası da ayni yanlış stratejik yaklaşımı içermektedir ve sonuç büyük ihtimal ile Gürcistan'da olduğu gibi olacaktır.

Moskova'nın Türkiye'ye yönelik olumsuz algılamaları Yeltsin döneminde şekillenmiştir. Putin'de iktidara geldikten sonra ayni politikaları iktidarının ilk günlerinde benimsemiştir. Ancak,Putin kısmen 11 Eylül sonrası gerçekleşmeye başlayan ve ABD'nin ana dinamiklerini oluşturduğu küresel yeniden yapılanmanın da etkisi ile Rusya'nınmilli menfaatlerini yeniden tanımlamıştır. Bu yeniden tanımlama doğrultusunda Putin Rus dış politikasının hedeflerini yeniden tespit etmiştir. Rusya, etkisiz bir küresel aktör konumundan istifa ederek, etkili bir bölgesel aktör olmaya yönelmiştir. Bu yeni yaklaşımın Türk-Rus ilişkileri üzerinde olumlu sonuçlar doğurduğu görülmektedir.

Nitekim, 16 Kasım 2001'de iki ülkenin Dış İşleri Bakanlarının imzaladığı "Avrasya'da İşbirliği Eylem Planı:İkili İşbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa"11 Eylül sonrası süreçte canlanmaya başlamıştır. Rusya, Çeçen ayaklanması konusunda Türkiye'yi suçlamaktan vazgeçmiş, Kıbrıs konusunda Türk tezine destekler bir konuma yaklaşmıştır. Putin, Bakü-Ceyhan hattına "evet" demese dahi Türk Boğazlarının aşırı yüklü olduğunu Kabul etmiş ve başka taşıma seçeneklerinin bulunması gerektiğini söylemiştir. Türkiye ise Rusya'nun İslam Konferansı Örgütü'ne girmesini kolaylaştırıcı destek vermiştir.

Bütün bunların yanında ilişkilerde eksik olan boyutlarda vardır. Bunların başında ekonomik ilişkilerin tek boyutlu oluşu gelmektedir. Rusya Türkiye'ye ağırlıklı olarak doğal gaz satmaktadır. Türkiye ise Rusya'ya müteahhitlik hizmetleri vermektedir. Oysa iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin boyutları nerede ise sınırsızdır ve yeterince değerlendirilemediği ortadadır.

Türk-Rus dostluğu sadece kısa vadeli ticari bir dostluk olrak değerlendirilmemeldir. Aksine, iki ülke arasında güçlü bir işbirliğini 21. yüzyıldaAsya ve Avrupa kıtasında ortaya çıkma eğilimi içinde olan jeopolitik ve demografik gelişmeler zorunlu kılmaktadır. Bu ilişki zemininin oluşması kaçınılmazdır. Rusya'nın içinde bulunduğu yanlış zemindeki üstünlük psikolojisini aşması sağlıklı ilişki modelinin bir an once yaşama geçirilmesi için kaçınılmazdır. Ancak altı çizilmesi gereken önemli bir husus da son günlerde AB olmaz ise Rusya ile birlikte oluruz şeklinde ifade edilen tezlerin yanlış olduğudur. Bu yaklaşım iki açıdan yanlıştır. Birincisi Rusya ekonomik kapasitesi ile AB'nin yerine konulabilecek bir seçenek değildir. İkincisi, Türkiye'nin bir güç merkezi olma politikasını AB'ye veya Rusya'ya eklemlenerek gerçekleştiremeyeceği gerçeğidir.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display