Ayak Oyunları

Yazan  30 Mayıs 2017

Son 15 yıldır yaşanan olaylar TC Devleti’nin statik, bürokratik ve bugün git yarın gele programlanmış düzenini alt üst etmiştir. Vatandaş bir lokma bir hırka düzeninin değişeceği umuduyla bu düzen değişikliği fikrine sürekli destek vermiştir. Ancak, ne ekonomisinde, ne hürriyetlerinde, ne insan haklarında ne de eşitlikte hak ettiği noktalara gelemediğini gördüğü halde, inandığı değerlere önem veren, manevi duygularının bugüne dek korunmadığı şekilde korunduğunu gördüğünden ve de daha güçlü liderlere ve projelere sahip muhalefet partilerinin sahnede olmamasından dolayı da ülkeyi bugün yöneten siyasi kadroya teslim etmiştir.

2002 öncesi Türkiye’sinde ve dünyada cereyan eden olaylarla 2002 sonrası olaylar karşılaştırıldığında aslında temelde hiçbir şeyin değişmediği görülmektedir. Çünkü dünya düzeni ezilen ve ezilenlerin mücadelesi şeklinde devam etmektedir. Ekonomideki karmaşa, hayat pahalılığı, huzursuz bir ülke, mezhepler arası anlaşmazlığı körükleyen softalar, Türk’lüğün bekasını sağlayan kahramanlara saygısızlık, bazı köşe yazarlarının toplumu çileden çıkaran sorumsuz yazıları ile iktidarı alkışlamaktan ve yapılanları bizimkiler her zaman en iyisini yapar diyerek kalemlerinden dökülen yalanları topluma sunan basiretsiz yarı aydınlar, bir şeyler yapmaya çalışan iktidar ama karşısında her işe çomak sokan sorumsuz, bilgisiz bir muhalefet, her dönemde olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir.

12 Eylül generalleri karşısında esas duruşta duranların el üstünde tutulması ve o dönem konulan yasaların devam etmesi, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı yapılan terbiyesizliklere ses çıkarmama, TC’nin 36 etnik gruptan ibaret bir mozaik olarak gündeme getirilmesi, hangi İslami anlayışa inanacağımız mozaik bir din anlayışının sürekli topluma zerk edilmesi, söylem ve eylemlerinin nereye gideceğini düşünemeyen ve Türkiye için bırakınız büyük ülküler ortaya koymayı bu ülkenin çağdaşlaşmasını engellemeye çalışan muhalefet partileri ve onların genel başkanları… İçerden ve dışarıdan ülkenin çökmesi için yapılan ayak oyunları…

Ülkemizde son yıllarda meydana gelen olayların arkasında kendini akıllı sananların ayak oyunlarına bir üst akıl yakıştırmasıdır gidiyor. Biraz insaflı hatta ötesinde akıllı davranarak şu soruyu sormak gerekmez mi? Bu üst akıl şimdilerde mi ortaya çıktı? 2002 öncesi bu üst akıl Türkiye’nin işlerine hiç mi karışmıyordu? 1939’dan günümüze dek bu üst aklın Türkiye’ye uğramadığını söyleyebilir miyiz? Bu üst akıl meselesinde vahim olan nokta ise, iktidar yapmak istediklerini bu üst akıl yüzünden yapamadığını gündeme getirirken, muhalefet ülkeyi bu üst aklın yönettiğini dile getirmektedir. Peki, kendini akıllı sananların oynadığı bu ayak oyunları ile hemen her ülkeyi karıştıran bu üst akıl nedir? Kimdir?

Dünya petrol rezervlerinin %47,3’üne (108,7 milyar ton) ve doğalgaz rezervlerinin de %42,8’ine (80 trilyon m3) sahip olan bir bölgeye hâkim olmak istemek akıl ve güç sahibi olanlar için her ne pahasına olursa olsun normal görülmektedir. Diğer taraftan Barzani’nin başında bulunduğu Peşmergelerin Türkmen şehri olan Kerkük’ü emperyalist güçlerin yardımıyla ele geçirmesi sonrası bölgedeki enerji kaynaklarına el koyarak fiilen Irak Devleti’nin bölünmesi için gereken adımın atıldığı da bilinmektedir. Türkiye için Musul, Kerkük, Telafer birer Türk şehri olarak kabul edildiğinde kırmızı çizgilerin koyuluğunun ne kadar arttığı açıkça ortaya çıkmaktadır.  Ayrıca Irak ve Suriye’de kurulacak Sünni, Şii ve Kürt Devletlerinin ileride Türk Devleti’ni sıkıntıya sokacağı şimdiden bellidir. Bu sebeple:

1. Kerkük’ün değiştirilmeye çalışılan demografik yapısı sonrası oldu-bittiye getirilmeye çalışılacak bir referandumla 1947 yılında 12 Ada’nın elden çıkması gibi bir sonuçla karşılaşmaması için çok dikkatli olunması gerekmektedir.

2. 19,3 milyar ton petrol ve 4 trilyon m3doğalgaz rezervi bulunan Irak’ın Kerkük ve çevresindeki petrol rezervi 6,2 milyar ton, doğalgaz rezervi de 2 trilyon m3’tür. Bu rezervler, Türkiye’nin 200 yıllık petrol ve 40 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılamaktadır. Bugün için bölgede yaklaşık 50 petrol ve doğalgaz ihtiva eden sahada Çok Uluslu Şirket (BP, Exxon Mobil, Chevron, Gazprom, Total, Statoil, Eni, CNPC) ayrıntılı çalışmalar yapmaktadır. Bu sebepten dolayıdır ki, bölgede Türkiye söz sahibi olmalıdır. Türkleri savaşarak yenemezsiniz diyen W.Churchill’in ’’Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ sözü günümüzde ’’Bir damla petrol milyonlarca damla kandan daha değerlidir’’ ifadesine dönüşmüştür. Diğer taraftan B. Shaw’ın şu sözü de akıllardan hiç çıkarılmamalıdır: ’’Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikeli olan şey, petrol kokusu almış ABD emperyalizmidir.’’ ABD-İsrail emperyalizminin üst aklının ayak oyunlarına çok dikkat etmek gerekir. Bu sebeple de hamleye karşı hamle stratejileri sürekli hazır halde bulundurulmalıdır.

Diğer taraftan Kıbrıs ve çevresinde özellikle Doğu Akdeniz’de Filistin Halkına ait doğalgaz sahalarının İsrail tarafından değerlendirildiği bilinmektedir. Doğu Akdeniz doğalgaz ve petrol bölgesi bu üst aklın gündeminden hiç düşmemektedir. Bölgede yaklaşık 13 trilyon m3 doğalgaz rezervi ve tahminen 3,5-4 milyar varil petrol bulunmaktadır. Bu doğalgazın ve petrolün bölgeden Avrupa’ya taşınması Türkiye üzerinden yapılacağına göre ortaya çıkacak iktisadi ve sosyal gücü iyi düşünmek gerekir. Türkiye bu gücün kontrolünü eline aldığı takdirde Batı için yenilmesi gereken Türk Devleti artık yenilemez hale gelecektir. Herkesin açıkça bildiği üst akıl işte bu bölgeyi ele geçirmek için pervasızca fikirler ortaya atarak, her türlü ayak oyununu sahneye sokarak Türkiye’nin de huzurunu kaçırmıştır.

Türkiye PKK, PYD/YPG, IŞİD, FETÖ ve aşırı sol örgütlerle içerden, AB, Kıbrıs, Adalar Denizi, NATO ve BM’deki ayak oyunlarıyla dışarıdan adeta kıskaca alınmak istenmektedir. Türk Devleti’nin Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Orta Asya’ya ulaşmada tek engel olduğuna bir asır öncesinden karar verilmesi sonrası artık zamanı da geldiği için Arap Baharı ile başlayan yıkım hareketi Türkiye’yi de içine alacak şekilde başlatılmıştır. Bunun için ordusu kumpaslarla dağıtıldı. Yargısı bir cemaat tarafından ele geçirildi. Siyaset yeniden programlandı, ekonomi üretemeyen bir ekonomiye dönüştürüldü, sıkı maliye politikaları izlenmesi tavsiyeleri ile halk fakirleşti…

Türkiye’yi yönetenlerin bu ülkenin tüm değerlerini korumak ve kollamak mecburiyetleri vardır. Şu anda Sayın Cumhurbaşkanı’nın sıkça dile getirdiği ’’tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet’’ ifadesine "tek dil" de eklenerek bundan böyle hazırlanacak yeni anayasanın dibacesinde mutlak surette yer almalıdır. Açlığa dayanan, sıkıntıya katlanan, sahtekârlıklara tahammül eden bu toplumun devletine saldırıya asla ve asla müsamaha göstermediğini cümle âlem bildiğine göre herkesin bu konuda dikkatli olması gerekmektedir. Ülkeyi yönetmeye talip siyasiler, gereksiz çekişmelerle toplumu gerginlikten uzak tutmaya gayret göstermelidir.

Özellikle 15 Temmuz sonrası ortaya atılan iddiaların toplumu rahatsız ettiğini dikkate almak gerekmektedir. Darbe girişimi kontrollü ise bunu delilleriyle ortaya koymak, TBMM’de cemaatçi milletvekilleri varsa bunu belgeleriyle adalete teslim etmek her şeyden önce bir vatandaşlık görevi değil midir? İktidar ise bu konuda hiç kimsenin korunup kollanmasına müsaade edilmemesine dikkat etmelidir. Yoksa yine bir şeyler isteyip durular. Hak, hukuk ve adalet terazisi İslam’ın vazgeçilemez ilkeleridir. Sınav sorularının çalınması ne kadar İslami’dir? Onlara bu yolu açanlar ne kadar Müslüman’dır? İktidarın %50’lerde gezinmesinin iki sebebinden biri refah seviyesinin yükselmemesi ise diğeri de sadece bu cemaate verilen önemdir. Herhangi bir cemaate mensup olan insanların gereğinden fazla kollanması toplumun diğer kesimlerini haddinden fazla üzmüştür.

16 Nisan sonrası kurulması düşünülen yeni düzende bu konu üzerinde ciddi olarak durulması ülkenin geleceği için faydalı sonuçlar doğurabilir. Fetöcü milletvekili, general, vali, belediye başkanı, bürokrat, iş adamı her gün yerden fışkırıyor adeta… Bu durum nasıl bu şekilde devasa bir hale geldi? Bunun sosyolojik olarak incelenip değerlendirilmesi ve devletin üst kademesinde bir teşkilatlanma ile bu ve benzeri cemaat veya diğer örgütlerin çalışmalarını izlemek ülkenin menfaatleri bakımında müspet sonuçlar verebilir. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı’na destek akıllıca ve sürekli olmalıdır. Türk Milleti’nin topyekûn bir mücadeleye hazırlanması şarttır. Türk Milleti’nin dinci, cemaatçi, altın ve Marksist-Sosyalist nesillere güveni kalmadığı için artık bu zihniyetteki nesillerin devlet yönetiminde bulunmaları ne kadar doğru olabilir? Bu nesillerin Türk Milletini, TBMM’ni, milletin seçtiği Cumhurbaşkanını ve demokrasiyi koruyamadıkları açıkça görülmüştür. Milli değerlere inanmış vatansever nesillerle her türlü zorluğa göğüs germek mümkün değil midir?

Ferideddin-i Attar İlâhiname adlı eserinin bir yerinde şöyle diyor: ’’… O rahmet denizinden bir katresini halka bölüştürsen ne eksilir o denizden? … Tanrı yoluna girmeye lâyık görüyorsan kendini, heva ve heves gözüne tümden mil çek. İstek, dilek gözün görmez olursa, seni doğru yola götürecek gözün görmeye başlar.’’ İslam’ın bir ahlak, fazilet ve dürüstlük dini olduğuna inananlar olarak, İslami değerlerimizin korunduğu ve savunulduğu bu dönemde faizin arttığı, savurganlığın önüne geçilemediği, yeni zenginlerin türediği, fakirliğin giderek arttığı bir ortamın oluştuğunu görmekteyiz. Neden?

Türkiye iktisadi açıdan oldukça sıkıntılı dönemleri yaşamaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri faiz lobisinin uyguladığı getirim (rant) ekonomisidir. Paradan para kazanıldığı, halkı cendereye sokan sıkı mali politikaların takip edildiği, üretime yönelik yatırımlar yerine, sadece inşaata dayalı bir kalkınma şekli sonucunda Sayın Maliye Bakanının 2016 Bütçe Sunuş Konuşmasında (1) açıkladığı şu tablo önümüzde durmaktadır. Sayın Ağbal konuşmasında,’’2016 yılında GSYH’ nın 2 trilyon 207 milyar TL, Büyümenin %4,5, TÜFE’ nin %7,5, İhracatın 155,5 milyar dolar, ithalatın 210,7 milyar dolar, 2015 yılındaki büyümenin %4 olacağının tahmin edildiğini ve enflasyonun da 2017’de %6, 2018’de de %5 seviyelerine gerileceğini ifade etmiş ve Türkiye’nin brüt dış borcunun 2015 yılının üçüncü çeyreği itibariye 406 milyar dolar olduğunu açık bir şekilde kamuoyuna aktarmıştır.  Şimdi bu değerler Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek için yeterli midir? Sayın Bakan ayrıca, 2008’de Milli Gelirin 742 milyar dolar, 2014’de 801 milyar dolar ve 2015’de de 722 milyar dolar olduğunu ifade etmiştir.

Diğer taraftan borçlanarak büyüyen Türkiye’nin borç tablosunu da Sayın İ.Kesici’nin(2) kamuoyuna aktardıkları rakamlardan inceleyelim: Türkiye’nin 2002 yılı kamu iç+dış borç toplamı 154 milyar dolar iken bu rakam 2015 yılında 265 milyar dolara yükselmiştir. Kamu ve özel toplam dış borç miktarı 2002 yılında 107 milyar dolar civarında iken 2015’te bu rakam 405 milyar dolar olmuştur. Özel sektörün 2002’de 43 milyar dolar olan dış borcu 290 milyar dolara yükselmiştir. Toplam dış borumuz % 279 civarında artarken, özel sektörün dış borcu % 575 civarında bir artış göstermiştir.’’ Son 13 yılda görüldüğü gibi Türk iktisadi hayatının 3 kat büyüdüğü görülmektedir. Ne var ki, insanların refah paylarında gözle görülür bir yükselmenin olduğunu söylemek ne kadar doğrudur? Burada önemli olan nokta Türkiye reel olarak ne kadar büyümüş, vatandaş ta bu reel büyümeden hangi oranda faydalanmıştır. 2003-2016 arası büyümenin % 4,6 olması büyümenin istenildiği seviyelerde seyretmediğini açıkça göstermektedir.

Demokrasiye geçiş sancılarının yaşandığı, 1960 askeri darbesinin gerçekleştiği, 12 Mart uyarısının demokrasiyi rafa kaldırdığı, anarşinin ülkeyi bölme noktasına getirdiği, 1980 İhtilali’nin ülkeyi allak bullak ettiği ve 1994-2001 krizlerine rağmen 1946-2002 arasındaki büyümenin % 5,1 olduğu da asla unutulmamalıdır. Nisan 2017 Türkiye’sinde açlık sınırı 1.518 TL, yoksulluk sınırı ise 4.944 TL’ye yükselmiştir. Et, canlı hayvan, saman, buğday, arpa, mercimek, mısır, pirinç, pamuk, çay, kahve, demir cevheri, bakır, alüminyum, gübre hammaddesi, altın, kömür ve enerji kaynakları ithal eden bir ülkenin ekonomisinin düzlüğe çıkması ancak ve ancak üretime dayalı bir politikanın hayata geçmesi mümkün olabileceğine göre, artık şu inşaata dayalı rant ekonomisinin terk edilmesi gerekmez mi? 

Fakirlik Türk Devleti’ne hiç ama hiç yakışmamaktadır. Bir tarafta lüks arabalar, lüks evler, yurt dışına seyahatler, lüks lokantalar. Diğer tarafta pazar yerlerinden domates, patates, biber ve meyve toplayan ve kasaplardan çorbalık tavuk kemikleri alan fakir insanlar. Bir ülkenin % 22’sine yakın kısmı yoksulluk sınırında yaşıyor ve 5 kişiden 2’si yardıma muhtaç ise sosyal adaletten bahsetmek biraz zor değil midir? TÜİK’in verilerine göre, nüfus yüzde 20’lik dilimlere ayrıldığında; en alttaki yüzde 20’lik gruptaki 15 milyon insan, toplam gelirin % 6,1’ini, en varlıklı 15 milyon kişi ise toplam kullanılabilir gelirin yüzde % 46,5’ini paylaşıyor. Bu durumun düzeltilmesi için yeni dinamiklerin devreye girmesi şart değil midir? 2023 yılında 10. Büyük ekonomiye sahip olmak ve kişi başına milli gelirin 25 bin dolar olması için öncelikle bu fakirliğin ortadan kaldırılması gerekmiyor mu?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri ülkede bugüne dek yapılanlarla Türkiye’yi ayağa kaldıracak büyük hamlelerin ortaya konamadığını açıkça dile getirmektedir. ’’… Önümüzdeki aylar Türkiye’nin terörle mücadeleden ekonomiye, hak ve özgürlüklerin genişlemesinden yatırımlara kadar her alanda adeta bir sıçrama dönemi olacaktır… Biz milletimizin bu mesajını aldık. Reformları süratle hayata geçirmekte kararlıyız.’’ İşte yeniden ayağa kalkmak, dirilmek ve kendimize dönmek için dikkat edilmesi gereken hususlar konusunda bir vatandaş olarak şu hususları dile getirmekte fayda görmekteyim:

1. Bürokratik Oligarşinin behemehâl ortadan kaldırılması gerekmektedir. Özellikle denetim organlarını içindeki statükocu grupların varlığı devan ettiği sürece hiçbir zaman atılım yapılması mümkün değildir. Devlet şüpheci insanların insafına terk edilebilir mi?

2. Dış politika konusunda hamleye karşı hamle inceliğinden asla vazgeçilmemelidir. Musul, Kerkük ve Telafer’in Türk Devleti’nin sınırlarının güney ucu olduğu gözden ırak tutulmalıdır. AB konusunda bir ileri bir geri adım atılmaması, gerekirse halkın fikrinin alınması, Kıbrıs ve Adalar Denizi’nde Türkiye’nin menfaatlerinin unutulmaması ve Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye’nin vazgeçilmezleri arasında olduğu Batıya anlatılmalıdır. Kriterlere inanmak bizim değil onların meselesi olmalıdır.

3. Teröre karşı içerde dışarıda sürekli mücadele edilmesi, özelikle de dinci cemaatlerin, etnik grupların ve ihtilalci solun müesses Cumhuriyet nizamını yıkmaya yönelik girişimlerine karşı ciddi ve etkili bir programla devam edilmelidir. Milli birlik ve beraberlik sağlanmadıkça ve Türk’lük unutturulmaya çalışıldığı sürece dirilişin sağlanması mümkün değildir. Sosyalistlerin, dincilerin, sosyalist ve liberallikten cemaatler dünyasına geçiş yapanların tümü milli bağların zayıflaması için uzun zamandır birlikte çalışmaktayken, bu kurnazlığı fark edenler tarafından devre dışı bırakılmışlardır. Bu grubun tezviratlarına çok dikkat edilmelidir. 15 Temmuz'da foyalarının meydana çıkması çok ama çok iyi olmuştur.  İçerden ve dışarıdan kuşatılmak istenen Türkiye’de hürriyet, adalet ve eşitlik tüm halkın isteği ve hakkıdır. Ancak ülke son yıllarda her türlü komplonun, kumpasın, iftiranın, yalanın, suistimalin, haksızlığın yaşandığı bir ortama özellikle dış güçler ve onun içerdeki işbirlikçileri ile sürüklenmiştir. ABD ve İsrail’in ayak oyunlarının kurbanlarının da hürriyet, adalet ve eşitlik istediği unutulmamalıdır. Devlet kendini yıkmaya çalışan güçlere karşı acaba demokrasi havarisi kesilen ABD, Avrupa ve Rusya’da acaba nasıl bir tavır sergilemektedir?  

4. Hayat pahalılığı karşısında halkın aracı ve tefecilerden korunması, haramdan daha çok kazananın önüne geçilmesi, tarım, hayvancılık ve sanayi yatırımları ile halkın ekonomik hayatının güçlendirilmesi, halkın gelirinin artırılmasına özen gösterilmesi, ülkenin kendi kaynaklarının kullanılarak yatırıma dönüştürülmesi ve üretim ekonomisinin önünün açılması şarttır. Zira ülkenin iktisadi hayatı pek tozpembe görülmemektedir. 2023 yılına dek sadece enerji yatırımları için toplam 118 milyar dolar, 2023 sonrası planlanan enerji yatırımlar için de 333 milyar dolara ihtiyaç vardır. Bu ve buna benzer yatırımlara kaynak sağlamak halkın hayatını zorlaştıran vergilerle değil de üretimden kazanılacak gelirlerle karşılanmasının çok daha iyi olacağı açıkça görülmektedir. Halk artık vergi yükünün altında ezilmek istememektedir.15 yıldır takip edilen sıkı maliye politikaları ülkeyi zenginleştirmiş midir? Enflasyonun % 12’ler, işsizliğin % 13-20’ler (yaklaşık 7 milyon işsiz bulunuyor) civarında seyretmesi ülkenin geleceği için pek iyi görülmektedir.

5. Toplumun % 80’nin değer verdiği şahsiyetlere saygılı davranılması gerektiğinin vatandaşa devleti yönetenler tarafından sıkça hatırlatılması, TC’nin geri verilmesi, andımızın iadesi, Türk’ün tarihinin sadece Selçuklu’dan, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’ten ibaret olmadığının muhteşem bir tarihin Orta Asya’dan başladığının unutulmaması, ayrıca hürriyet, adalet ve eşitlik için toplumun geri kalan % 50’sinin dikkate alınması, yeni sistemin ciddi manada yol almasını sağlayacak önemli bir husustur. % 50’nin üzeri, fakir halk ve milliyetçilerin ellerinde olduğu gözden ırak tutulmalıdır.

6. Ülkeyi müspet ilme ve akıla dayalı inançlı kadroların esenliğe çıkaracağı gerçeği ortada dururken yeni sistemde cumhurbaşkanının düşünen, bilim ve akla dayanan reformist, pragmatist, radikal, çalışkan ve liyakatli kadrolarla devleti yönetmesi ülkenin âli menfaatleri bakımından çok önemlidir.

Toplum gerginlikten, yalandan, suistimalden, adam kayırmaktan, terörden, cemaat baskılarından, muhalefetin vurdumduymazlığından, iktidarın kandırılmasından, halkla alay eden yeni zenginlerden arınmış, haklarının sürekli korunduğu, adalete güveneceği huzurlu ve ayak oyunlarından azade, milletin egemenliğinin esas olduğu demokrasiye sahip bir Türkiye’de yaşamak istemektedir. Türkiye'yi yönetmeye talip olanlar bu gerçekleri görmeli, buna uygun vaad ve politikaları uygulayacaklarına söz vermeli, sözlerinden de dönmemelidir.

 

1.      Maliye Bakanının 2016 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması.

2.      This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display