< < “Eset” den Esat’a Savrulmanın Siyasi ve İktisadi Karşılığı


“Eset” den Esat’a Savrulmanın Siyasi ve İktisadi Karşılığı

Yazan  15 Ağustos 2022

1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı veya daha iyi bilinen adıyla Seyhan Karakol Anlaşmasına kadar Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler başlıca üç nedenle sürekli olarak yüksek gerilim hatları üzerindeydi.

Hatay’ın Türkiye’ye ilhakının Şam tarafındanbir türlü kabul edilememesi, sınır aşan nehirler nedeniyle ortaya çıkan su sorunları ve Şam’ın PKK terör örgütüne verdiği destek, uzun yıllariki ülkenin birbiri ile rasyonel ekonomik ve siyasi ilişki kurmasına engel oldu. Türkiye ve Suriye arasındaki gerginlik,bölgesel işbirliği önünde de ciddi bir engeldi. Ortak elektrik projeleri hayata geçirilemiyor, GAP bölgesindeki barajlarla düzene gireceği düşünülen su rejimi ve elektrik üretimi beklenen katma değeri yaratamıyordu. Türkiye en uzun ve doğal engeli olmayan sınırının ötesinde ticari ve ekonomik varlık gösteremiyor, bu da bölgesel bir ticari işbirliği alanı oluşturma girişimini baltalıyordu.

Suriye ile Yaşanan Balayı Dönemi

Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler mutabakatın imzalanmasından sonra olumlu bir ivme kazandı. Suriye’nin AB kara listesinden de çıkarılmasının da etkisi ve AKP’nin iktidara gelmesinden sonra 10 yıla yakın süren bir balayı dönemi başladı. Önce 2007 de iki ülke arasında diğerlerinden biraz daha geniş kapsamlı tutulan bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma tarım sektörleri arasında da işbirliğini öngördüğü için kısa zamanda bir Serbest Ticaret Alanı oluşturma hevesine zemin hazırladı. Türkiye’nin önde gelen firmaları, Suriye’de tarımsal sanayi yatırımlarına girme taahhüdünde bulundu. O yıllarda bir kez daha bölgesel elektrik şebekesi projesi önem kazandıysa da Arap ülkelerinin İsrail’i tasarım dışında tutma ısrarı projenin teknik ve coğrafi ilerlemesine engel oluyordu.  Ankara ve Şam’ın, sınır boyunda yer alan mayınları birlikte temizleme planlarını dikkatle izlemiştim. Ama asıl 10 sene gibi kısa içinde pekiştirilen dostluk, şark üslubu içinde ve aşırı samimiyet ile “kardeşlik” edebiyatına dönüştüğü zaman, “çok muhabbet tez ayrılık getirir” başlıklı birkaç yazı yazdığımı hatırlıyorum.  Diplomat olmadığım halde yetişme biçimim, bana ikili ilişkilerde sahte tevazu ve laubalilik yerine, ölçülü bir mesafe ve samimi gururun korunması gerektiğini düşündürüyordu.Oysa Ankara, Şam ile ilişkileri bir mahalle komşuluğuna dönüştürmüştü bile. “Kardeşim Esat” la söze başlanıyor, nasıl anlaştıkları ve ortak ne konuları olabileceği belli olmayan “First Lady” lerin birbirleri ile kucaklaşmaları fotoğraf karelerine yansıyordu. Covid’in sosyal mesafeyi engellemediği o günlerde bir kol boyunda tutulmayan kişisel mesafe,diplomatik üslubu rencide ediyor, ulusal vakarı zorluyordu.

Fırtınadan Önceki Sefahat ve Sonrası

“Çok muhabbet” 2010 yılına kadar sürdü. Hatta Eylül 2009 da her iki ülkeyi ilgilendiren birçok alanda mevcut işbirliğinin geliştirilmesi ve pekiştirilmesi amacıyla uzun vadeli stratejik ortaklık kurulması konusunda bir mutabakat toplantısı yapıldı. Aradaki kültürel ve sosyal bağlar ile dayanışmanın ortak tarih, kültür ve iyi komşuluk ilişkileri temelinde geliştirilmesine önem verildiğini duyuruldu.Bunu 12-13 Ekim 2009 tarihlerinde Halep ve Gaziantep’te yapılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSİK) ve Bakanlar Toplantısı izledi. Hamasi sözler, 22-23 Aralık 2009 da Şam’da yapılan YDSİK toplantısında da tekrarlandı. Muhtemelen toplantı davetlerinde “büyük lokmalar” da yutuldu. “Büyük sözler” de verildi. Ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi ile karşılıklı yatırımların ve ortak projelerin teşviki amacıyla her iki ülkeden yaklaşık 350 işadamı, yatırımcı ve firma temsilcisini bir araya getiren Türkiye-Suriye İş Forumu önem kazandı. Bu toplantılardan öte ikili kucaklaşmalarda “kardeşim Esat” a başka ne sözler verildi ve ondan ne sözler alındı bilmiyorum. Ama bu geniş kapsamlı işbirliği çerçevesi içinde enerji sektörleri ikili ve bölgesel işbirliği ve ticareti açısından mutlaka gündemdeydi. Türkiye hep net bir enerji ithalatçısı; Suriye ise sınırlı da olsa bir petrol ve doğal gaz üreticisi olarak bu konuları ele almamış olabilirler miydi? Ayrıca Suriye o tarihlerde gündemde olan ve Katar’dan başlayacak Arap Gaz Boruları(Arab Gas Pipeline) projeleri için coğrafi bir seçenekti. Bu projeye ABD nin desteği önce büyüktü. En önemli iki engel ise Katar ile sınır anlaşmazlığı olan Suudi Arabistan ve ortaya çıkacak doğal gaz ve petrol arzı artışı nedeniyle piyasa fiyatı düşmesinden hoşlanmayan Rusya’ydı. Şam yönetimi Rusya’nın sözünden çıkar mıydı? Hayır. O sıralarda İsrail Akdeniz’de (Leviathan),  Mısır ise Zohr’da zengin doğal gaz yatakları bulunca ABD proje desteğini çekti veya zorlamaktan vazgeçti.Ama Ankara Suriye’den olan beklentileri akim kalınca birden bire sıkı fıkı dostluktan amansız düşmanlığa yalpaladı. Üstelik bu husumet, düzeysiz bir biçimde verilmiş aile adı ile alay edilerek başladı. Esat birden bire Eset oldu. Takvim artık 2011ve ötesini gösteriyordu. “Arap Baharını”, Suriye kâbusu izledi.  Bu kâbus 2015 den sonra artık Türkiye’nin de kâbusu olacak, yüzlerce şehit, milyonlarca mülteci, milyarlarca harcama ve bütçedeki ağır savunma yükü, Türkiye’nin ekonomik gücünü kemirecek, siyasi itibarını ise yerle bir edecekti. Yükselen yıldız, kaymaya başlamıştı.

Bükülemeyen Eli Sıkma Zamanı

TSKüç günde Kuzey Suriye’ye girdi.2016 dan bu yana da orada. Kiminle olduğu pek belli değil. Afrin’de, El-Bab’da, Azaz, Cerabulus,  Tel Abyad ve Ras al-Ayn’da. İdlip’de, kısmen Rakka’da. Yapılan tüm askeri harekâta rağmen, geçici olarak bulunulan topraklarda kalıcı olan Süleyman Şah’ın kabrini havi toprak parçası kaybedildi[1].  Ama arada bir zafer ilan edip çıkılmadığı için o gün bugündür Türkiye gırtlağına kadar Suriye’ye saplandı. Siyasi vesayet, askeri giriş ve çıkış planı bilmediği için maalesef Türkiye’nin en önemli gücü Suriye’de kan kaybediyor, diplomatik ilişkilerinin yönünü tehlikeye atıyor. Ankara’nın hatalı politikaları nedeni Suriye’deki varlığı artık tartışmasız hale gelen Rusya ile gereksiz ve bedeli ağır olabilecek pazarlıklara oturuluyor. Bazı konular şeffaflık uzak. Oysa ülkenin geleceğini ipotek altınaalacak adımlar atılıyor. Örneğin Suriye’ye harekât yapılmaması için Rusya’dan ne gibi bir parasal çıkar elde ediliyor? Bu çıkar karşılığı olarak tevatür edilen para Ruble mi? Altın mı? Dolar mı? Rusya Varlık Fonu Türk Lirası mı satın alıyor?

Ama bu arada Ankara, Şam ile yüksek düzeyli temas ve müzakere zemini arıyor. Üstelik “Eset” e yeniden Esat diyerek. Eset yine Esat olunca, bükülemeyen el sıkılmış olacak. Rusya ile ilişkiler zaten dikkatle izlenmesi gereken ilişkiler. Bu hem Türkiye’nin Ukrayna ve NATO ile olan ilişkileri açısından, hem de Suriye ile olan ilişkileri açısından böyle. Ama en önemlisi ülkenin ali menfaatleri açısından. Ankara’nın dış politika zikzakları politika esnekliği değil. Belki bilgi ve aradan geçen 20 yıla rağmen,  deneyim, ehliyet, liyakat ve beceri eksikliği. Belki de aşırı ve karşı durulmayan dış baskı. Ama en kötüsü işin içinde şahsi çıkar pragmatizmi olması ve siyasi gücü elden kaçırmamak için denize düşerken yılana sarılma tercihi. Bütün bu yazdıklarıma rağmen Ankara Eset de dese, Esat da dese, Şam ile anlaşmak zorunda. Tabii hitap düzeltmesi diplomatik bir nezaket olur. Çünkü Esat ülkesini terk etmeyerek, uluslararası meşruiyetini pekiştirdi. Bu belki uzlaşmak için gelinen önemli bir aşama. Zamanı, zemini ve hitabı  iyi kullanmak  gerek.

 

 

[1]20 Ekim 1921 yılında Türkiye ile Fransa imzalanan Ankara Antlaşması'nın 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması'nın 3. maddesi gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilâtı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiş ve Türkiye'ye burada muhafız bulundurma ve bayrağını çekmek hakkı korunmuştu. Ancak bölgeye kurulan bir baraj nedeniyle, mezarın sular altında kalmaması için, bir başka yere taşınmıştı. 21 Şubat 2015 de Türkiye, Suriye'deki iç savaş nedeniyle gerçekleştirilen Şah Fırat Operasyonu sonunda türbe ” geçici süreliğine” sınıra 180 metre mesafedeki Eşme köyüne taşındı.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display