Türkiye Bölücülüğü Aşacak

Yazan  26 Kasım 2013

 

         İçinden geçtiği günlerde vatandaşlarımızın çok büyük bir bölümü ülkemizin ve milletimizin geleceği ile ilgili büyük bir endişe içindedir. Bu endişelerin korkuların yersiz olduğunu söylemek mümkün değildir. 2. Viyana Kuşatmasının mağlubiyet ile bittiği 1683 ile Batı’dan Doğu’ya doğru çekilmemizin son tarihi olan Sakarya Savaşı’nın tarihi olan 1921 arasında yaşananlar sanki sosyal hafızamıza ve genlerimize kazınmış gibidir. 1990 sonrasında da gerek Türkiye’de gerek Türkiye’nin geniş çevresinde, SSCB, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşanan devlet parçalanmaları ile 1683-1921 arası karşılaştırılınca endişe ve korkuların beslenmesi ve güçlenmesi için haklı bir zemin oluşmaktadır.

         Özetle, kendilerini bilerek veya bilmeyerek sahte bir iyimserlik ile besleyenler ve ahmaklar ile alçakların dışındaki herkes için Türkiye’nin geleceği ile ilgili kızgınlık, korku ve umutsuzluk hiç de haksız duygular değildir. Burada sorulması gereken husus, bu kızgınlık ve korkuların yanında gelecek ile ilgili umutsuzluklarımız haklı mıdır? Bu soruya cevap vermenin en doğru yolu geçmişe bakmak ve geçmişten ders çıkarmaktır.

         Birinci Dünya Savaşı yenilgimiz ile bitmiştir. Ordularımız Kafkasya’ya Bakü’ye ve Dağıstan’a kadar ilerlemişlerdir ancak bugün üzerinde Suudi Arabistan, Sina Çölü, Lübnan, Ürdün, İsrail, Suriye’nin güney ve ortası ile Irak’ın orta ve güneyinin olduğu dev bir coğrafya kaybedilmiştir. Kudüs’e son Haçlı seferi ruhu ile giren Hıristiyan ordular şimdi de İngiliz başbakanının ifadesi ile “Asya’nın kızılderilileri olan Türklere, Kızılderililerin akıbetini” hazırlamaktadırlar. Ordumuz dağıtılmıştır. Ülke kaynakları tükenmiştir. Anadolu’da yaşayan insan sayısı 9 milyondur.  

         İşte böyle bir ortamda, 1918’in karanlık günlerinde Yahya Kemal şöyle demektedir:

Vatanda korkulu rü’ya içindeyiz gerçek,

Fakat bu çok sürmez, mutlaka şafak sökecek.

Ateş ve kanla siler, bir gün ordumuz lekeyi,

Bu insan oğluna  bir şeyn olan, Mütarekeyi.

      Yahya Kemal, 1918’in en karanlık günlerde gelecek ile ilgili inanç ve iman doludur.

         Sene 1920 Ziya Gökalp Malta Adasından İngiliz esaretinden kızlarına yazdığı mektuplarda Türk milletinin istiklalini kazanacağını yazıyor ve İstiklal sonrasında zengin ve güçlü bir Türkiye için kızlarına kendilerini nasıl geliştirmeleri gerektiğini öğütlüyor. Ziya Gökalp, İngiliz esaretinde uzaktan bin bir zorluk ile örgütlenen İstiklal Harbini izlerken, Türk Milleti’nin  geleceği ile ilgili esarette umut doludur.

         Tarihi yaşayan tarihçi Muhittin Nalbantoğlu’nu dinleyelim şimdi: Türk Ordusu Eskişehir-Kütahya muharebelerini kaybetmiş, geri çekilmiş, ordunun büyük bir bölümü firar etmiştir. Şimdi Sakarya ve Aras nehri arasına sıkışan ve anılan tarihte 300 milyon olan dünya Müslümanlarının ancak % 2.5’unu oluşturan tek özgür Müslümanlar olan Türkler. Sakarya Savaşı’na hazırlanmaktadır.

          22 Temmuz 1921’de Türk Ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmeye başlamış ve güneyden kuzeye bir hat üzerinde mevzilenmiştir. Türk Ordusu’nun çekilişinden sonra Yunan birlikleri 3 gün herhangi bir çatışma olmaksızın hızla ilerlemiş  ancak ilerleme istikametleri Türk birlikleri tarafından tespit edildiği için arzu ettikleri gibi bir  baskın saldırı yapamamışlardır. 14 Ağustos'ta Yunan ordusu tekrar ileri harekata geçmiş ve 23 Ağustos'tan itibaren Haymanave Mangal Dağı’nın  güneydoğusunda kuşatıcı taarruzu başarılı olamamıştır. Yunan ordusu Haymana istikametine yönelmiştir. Artık düşman Ankara istikametini zorlamaktadır. Top sesleri Ankara’dan duyulmaya başlamıştır. Büyük Millet Meclisi çalışmalarına devam ediyordu.

          26 Ağustos günü BMM’nin çalışmalarına kısa bir süre ara verdiği sırada Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’dan Adnan Adıvar’a muharebelerin Ankara’ya intikal edebileceği ve ilgili devlet kurumlarının Kayseri’ye intikali için gereken hazırlıklar ile alakalı çalışmaların yapılması konusunda bir telgraf gelmiştir. Telgrafı alan Adnan Adıvar, hiç vakit kaybetmeden Tacettin Dergahı’nda dinlenmekte olan Mehmet Akif Bey’in yanına gitmiş ve telgrafı kendisine uzatmıştır. Telgrafı okuyan Mehmet Akif Bey “Geleli 850 sene oldu” dedi. Evet, o gün, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’nın 850. Yıldönümüdür. (Mehmet Akif Bey için Arnavut diyenler Onun milli bilincini kavrayamayacak kadar fikri sefaleti temsil etmektedirler. Mehmet Akif Bey, okuduğu en sarsıcı telgrafı okuduktan hemen sonra “geleli 850 sene oldu” diyebilecek bir milli kimliği temsil etmektedir.)

           Sonra Adnan Adıvar, Mehmet Akif Bey ile Tacettin Dergahı’ndan  çıkmışlardır. Yanlarında Hasan Basri Çantay ve Hamdullah Suphi Tanrıöver vardır. Top seslerinin yarattığı endişe içinde bir kısım halk Ankara’yı terk etmek üzere hazırlıklara başlamıştır. Mehmet Akif Bey bir at arabasının üzerine çıkarak, elinde Kuran-ı Kerim halka hitaben sakinleştirici kısa bir konuşma yapmıştır. “Ankara düşmeyecek” demiştir. “Çünkü Ankara’nın düşmeyeceği Kuran-ı Kerim’de yazıyor.” Diye eklemiştir. Halk sakinleşmiş, yatışmıştır.

             Öte yandan 2 Eylül'de Yunan birlikleri, Ankara'ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı'nın tamamını ele geçirmiştir. Muharebeler Ankara’ya daha da yaklaşmıştır. Türk Ordusu Ankara’ya çekilmeden  Başkomutanın “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” emri ile alan savunmasına başlamıştır. Türk süvariler Yunan ikmal hatlarına saldırarak Yunan saldırısının hızını kesmiştir. Yunan ordusu bu sert Türk direnişi karşısında 9 Eylül'de saldırıları durdurmak ve savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül’de karşı taarruza geçerek Yunan Ordusuna savunmada kalma fırsatı vermemiş ve geri çekilmeye zorlamıştır. Türk birlikleri ilk hamle de Çal Dağı geri almıştır. 13 Eylül’e kadar süren Türk saldırısı sonucunda Yunan Ordusu Eskişehir-Afyon hattının doğusuna çekilmiştir.

            Yahya Kemal, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif, Türk İstiklal Savaşı’nın sonucunu görmeden önce, 13 Eylül 1683’de Viyana önünde başlayan geri çekilme süreci daha devam ederken, bütün dünya Müslümanları emperyalist devletlerin yönetimi altına girmiş sadece Sakarya ile Aras nehirleri arasına sıkışmış olanlar bir ölüm kalım savaşı verirken dahi geleceğe büyük bir inanç ve iman ile bakmışlardır.   

           Türk İstiklal Harbini görmüş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin 90. Yılını, bağımsız soydaş Türk Cumhuriyetleri’nin 22 bağımsızlık yılını görmüş olan bizlerin, bu kadar büyük umutsuzluk içinde olması ne kadar doğru olabilir?

           Evet, karşı karşıya olduğumuz durum çok ağır ve zor bir durumdur. Ancak Mehmet Akif’in  “Ankara düşmeyecek. Çünkü Ankara’nın düşmeyeceği Kuran-ı Kerim’de yazıyor” derken dayandığı Hicr suresi 9. Ayet de yerinde durmaktadır. Hicr suresi 9. Ayette şöyle denmektedir: “Şüphe yok ki, o Kur’an’ı Biz indirdik. Biz;her halûkârda onu muhafaza edeceğiz!” Mehmet Akif, Ankara’nın düşmesinin Kur’an-ı Kerim’in korunmaması olduğunu düşündüğü için Ankara’nın düşmeyeceğinin Kur’an-ı Kerim’de yazdığını söylemiştir.

          Türk Milleti 26 Ağustos 1071’de Alparslan ile Romen Diyojen’den ve Bizans ordusundan aldığı Anadolu’nun egemenliğini A. Öcalan ve PKK ile paylaşmayacaktır. Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır.”

 

Prof. Dr. Ümit Özdağ

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Başkanı

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display