Yeni bir siyasi tarih teorisi

Yazan  12 Eylül 2011
Sosyolog ve siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın hemen her kitabı hadise oldu. “Tarihin Sonu ve Son İnsan” ile başlayan yankı “Güven”, “Büyük Çözülme” ve toplam dokuz kitapla devam etti.

Kariyerine sosyolog olarak başlayan, edebiyata merak sarıp Fransa'da Derrida gibi flaş isimlere öğrenci olan, fakat sonunda pişmanlıkla Harvard'a, Samuel Huntington'un yanında siyaset bilimi doktorasına dönen son derece önemli bir akademisyen. Son durağı, Stanford Üniversitesi'nin Demokrasi Merkezi.

Fukuyama'nın muhtemelen kariyerinin zirve eseri olarak planladığı "Siyasi Teşkilatların Menşeleri"nin 600 sayfalık ilk cildi bu yılın başında yayınlandı. Kitabı

"Devlet ve fıtrat":

http://www.stargazete.com/acikgorus/devlet-ve-fitrat-haber-376308.htm

ve

"Evreni sırtlayan kaplumbağalar":

http://www.stargazete.com/acikgorus/evreni-sirtlanan-kaplumbagalar-haber-379437.htm

başlıklı iki yazıda tanıttım.

Fukuyama bir genel siyasî tarih teorisi kuruyor. Ancak bu, insan cemiyetlerinin tarihini, meselâ ilkel toplum- feodal toplum- burjuva toplumu gibi tek yönlü bir ray üzerine oturtan teorilerden çok farklı. Hatta insanların Avrupa'nın veya Protestanlığın liderliğinde modern olmayan çağlardan moderniteye geçtiğini iddia eden Durkheim, Weber v. s. gibi yine tek yönlü teorilerden de çok ayrı. Fukuyama, modernite diye bir şeyin varlığını temelden reddediyor. Ona göre, bütün insanlarda ortak bazı özelikler var. Bunlar bütün insan toplumlarının temel sürücüleri. Tarih bu sürücülere dayanıyor. Fakat her siyasi teşkilâtın, yani devletin veya başka otorite organizasyonlarının teşekkülü, o zamanın, o coğrafyanın ve o çevrenin şartlarına göre bambaşka bir çizgi izleyebiliyor. Aynı sürücüler, fakat zaman ve zemine göre farklı sonuçlar...

Fukuyama'nın temel sürücülerini ben, bizim kültürümüzdeki "fıtrat"a çok yakın buldum. Köklü yenilikler taşıyan teorisinin çok kısa özeti için yukarıda bağlantılarını verdiğim yazılara bakabilirsiniz. O yazılarda temel sürücüleri çok kısa geçmiştim. Aşağıda, Fukuyama'nın insan tabiatının değişmez altı özelliğini anlattığı birkaç sayfanın tercümesini veriyorum.

İnsanlar toplum öncesi bir yapıda hiç yaşamadılar: İnsanların bir zamanlar tecrit edilmiş fertler halinde yaşadığı, birbirleriyle münasebetlerinin ya anarşik şiddet (Hobbes) veya pasif aldırmazlıkla (Rousseau) yürüdüğü fikri doğru değildir. İnsanlar ve onların primat cetleri her devirde akrabalığa dayanan çeşitli büyüklükte sosyal gruplar halinde yaşamışlardır. Bu toplum birimleri içinde o kadar uzun süre yaşadılar ki toplumsal işbirliği için gereken algı (cognitive) ve his melekeleri genetik yapılarına yerleşti. Bunun anlamı şudur: Fertlerin işbirliği yaparlarsa avantaj sağlayacakları hesabı yaparak birlikte hareket ettiklerini iddia eden rasyonel-seçim modeli insan cemiyetlerinde mevcut sosyal işbirliğini büyük çapta ihmal etmekte ve bu işbirliğine yol açan motifleri yanlış anlamaktadır.

Tabiî insan cemiyetçiliği iki ilke etrafında şekillenir: Akraba seçimi ve dayanışma. Akraba seçimi veya iç uyum ilkesi, insanların soylarından gelen akrabalara (veya soylarından gelen akraba olduğuna inandıklarına) karşılık beklemeden destek vereceklerini ve bu desteğin kabaca ortak gen miktarıyla orantılı olduğunu söyler. Dayanışma ilkesi, zaman içinde başka kişilerle temas içinde insanların karşılıklı fayda veya karşılıklı zarara dayanan ilişkiler kuracaklarını ifade eder. Dayanışma, akraba seçiminden farklı olarak genetik soya bağlı değildir. Fakat tekrarlanan, doğrudan ve şahsî temasa ve bu cins temasın yarattığı güven ilişkisine dayanır. Bu sosyal işbirliği şekilleri, ortada başka şahsî olmayan kurumlar ve bu kurumlara uymaları için teşvikler yok iken insanların kullandıkları tabiî yollardır. Gayrı şahsî kurumlar çöküntüye uğradığında da bu işbirliği şekilleri tekrar ortaya çıkar, çünkü insan cinsi için tabiî olanlar bunlardır. Patrimonializm diye etiketlediğim de bu iki ilkeden birine dayanan siyasî tayin mekanizmalarıdır. Çin'de Han Hanedanı'nın sonunda bürokratik makamlar yöneticilerin akrabalarıyla doldurulduğunda, Yeniçeriler evlatlarının ocağa alınmasın talep ettiklerinde veya Fransa'nın eski idaresinde (ancien régime) makamlar satılıp sonra da babadan oğula geçtiğinde tabiî patrimonial ilke yeniden hâkimiyet kurmaktaydı.

İnsanlar normlar veya kurallar koyma ve onlara uymaya tabiî bir eğilim gösterirler. Kurumlar temelde kişinin hürriyet ve seçimini sınırlandıran kurallar olduğu için, bu ifadeye eşdeğer olarak, insanların kurum tesisine tabiî bir eğilimi bulunduğunu söyleyebiliriz. Kurallar, kendi çıkarlarını azamiye ulaştırma hesabı yapan fertlerce akıl yoluyla çıkarsanabilir ki bu durumda başka fertlerle sosyal sözleşmelere girmeleri lazım gelir. İnsanlar, mahkûmun açmazı tipinde içtimai işbirliği problemlerini çözebilecek algı yeteneğiyle donanmış olarak doğarlar. Gelecekteki iş birliğine kılavuz olabilecek geçmiş davranışları hatırlarlar; güvenilirlikle ilgili bilgileri dedikodu ve başka bilgi paylaşımı yollarıyla birbirlerine ulaştırırlar; ses ve görüntü ipuçlarından yalanı ve güvenilmez davranışları fark eden keskin algı yetenekleri vardır ve konuşarak veya konuşmadan malumat paylaşmalarını sağlayan ortak iletişim modalitelerine sahiptirler. Kural koyma ve kurallara uyma kabiliyeti, sosyal alışverişin etkileşim maliyetini büyük çapta azaltan ve verimli ortak eyleme izin veren bir tasarruf davranışıdır.

Fakat insanın kurallara uyma içgüdüsü genellikle akla değil, hisse dayanır. Suçluluk, utanç, gurur, öfke, mahçubiyet ve takdir gibi hisler Locke anlamında, ferdin, dışındaki ampirik dünya ile alışverişinden kazandığı öğrenilmiş davranışlar değildir. Bunlar küçük çocuklarda tabiî olarak uyanırlar. Sonra çocuklar, davranışlarını, genlerinden gelen, fakat kültür tarafından taşınan kurallar etrafında inşa ederler. Kural koyma ve kurallara uyma kapasitemiz, lisan kapasitemize epey benziyor: Kuralların içeriği konvansiyoneldir ve cemiyetten cemiyete değişir, fakat kuralların derin yapısı ve bunları edinebilme kabiliyeti doğuştan gelir.

İnsanların kurallara bizatihi değer atfetmesi, cemiyetlerin olağanüstü muhafazakârlıklarını açıklar. Kurallar belirli çevre şartlarına uyabilmek için geliştirilmiş olabilir, fakat cemiyetler, bu şartlar değiştikten, kuralların faydası ortadan kalktıktan hatta engel haline geldikten çok sonra da onlara sarılmaya devam ederler. Memlukler, yararı Avrupalılarca ispatlandıktan çok sonra bile ateşli silahları kullanmaya direndiler, çünkü belli bir süvari harp usulüne hissî yatırımları vardı. Bu tutum, uyuma daha açık olan Osmanlılara yenilmelerinin yolunu açtı. Birbirinden farklı insan cemiyetlerinin hepsinde kurumların muhafazası genel bir ilkedir.

İnsanların şiddete tabiî bir eğilimi vardır. Varoluşlarının ilk anından itibaren tıpkı primat cedleri gibi insanlar, başka insanlara şiddet uyguladılar. Ruso'nun dediğinin aksine, şiddet, insan tarihinin belli bir döneminde ortaya çıkmış ve sonradan öğrenilmiş bir davranış değildir. Buna paralel olarak şiddeti kontrol edip yönlendirmeye matuf toplum kurumları da her zaman var oldu. Gerçekten, siyasî kurumların en önemli işlevlerinden biri, tam da şiddetin ortaya konulacağı seviyeyi kontrol altına almak ve toparlamaktır.

İnsanlar, tabiatları icabı sadece maddî kaynakları değil, tanınmayı da isterler. Tanıma, bir başka insanın izzeti nefsini veya kıymetini tasdik etmektir ki bu statü olarak da anlaşılır. Statü için verilen mücadelelerle kaynaklar için verilen mücadelelerin cinsi çok farklıdır, çünkü statü görecedir, mutlak değildir. İktisatçı Robert Frank'ın "konumla ilgili ürün" dediği şeydir. Başka bir ifadeyle, birinin yüksek statüye sahip olması, ancak geri kalan herkesin daha düşük statüye sahip olması ile mümkündür. İşbirliğiyle oynanan oyunlar veya serbest ticaret, pozitif sonuç oyunlarıdır ve bunlarda oynayanların tamamının kazanmasına müsaade vardır. Bunlardan farklı olarak; görece statü üzerindeki mücadeleler sıfır toplam oyunlarıdır ve bir oyuncunun kazancı, ister istemez diğerinin kaybı ile mümkündür.

İnsan siyasetinin önemli bir kısmı tanınma mücadelelerinin etrafında dönüp dolaşır. Bu Göğün Tasdikini arayan bir Çin hanedanı için geçerli olduğu kadar, Sarı veya Kırmızı Türbanlılar gibi zavallı çiftçi isyancılar veya Fransız Bonnets Rouges için de geçerlidir. Arap kabileleri dinleri Islamiyet'in tanınması peşinde kendi aralarındaki geçimsizlikleri bir yana bırakıp Kuzey Afrika ile Orta Doğu'nun büyük kısmını feth ettiler. Avrupalı savaşçılar da Yeni Dünya'yı, Hristiyanlık bayrağı altında fethetti. Daha yakın zamanlarda modern demokrasinin yükselişini, çekirdeğindeki eşit olarak tanınma talebini fark etmeden anlamak mümkün değildir. İngiltere'de, tanınma taleplerinin yapsında giderek ilerleyen bir kayma meydana geldi. Önce kabilelerin haklarının tanınması istendi, sonra İngilizlerin haklarının tanınması, ve en sonunda Locke'nin, insan haklarının tanınması.

İnsan motivasyonunu kaynaklardan elde edilecek ekonomik çıkara indirgemenin cazibesine kapılmamak gerekir. İnsanlık tarihinde şiddet, sık sık, maddî zenginlik isteyen değil, tanınmak isteyen insanlar tarfından uygulanmıştır. Çatışmalar, iktisadî anlamın çok ötesindeki noktalara taşınırlar. Tanınma bazen maddî zenginlikle ilişkili olabilir, fakat bazen da maddî zenginliğin kaybı bahasına istenir. Dolayısıyla tanınmayı, bir ekonomik mal gibi görmek aşırı ve faydasız bir basitleştirmedir.

Devlet ve Fıtrat

Fukuyama, "insanlar önce tek tek yaşıyordu¸ sonra karşılıklı menfaat alışverişini bir anlaşma, bir kontrat haline getirip cemiyetleri oluşturdular" teorisinin zamanın hiçbir noktasında geçerli olmadığını söylüyor.

İskender ÖKSÜZ

Doğum: İzmir , 14 Eylül 1945 

Yabancı Dil: İngilizce/ Almanca 

Eğitim: 1969 Yale University (Ph. D.) 

            1968 Yale University (Master of Science) 

            1966 Ege Üniversitesi (Kimya- Fizik Lisansı) 

İş hayatı:

2002-        :Prof., Gazi Üniversitesi Mühendislik Fak., Kim. Müh. Bölümü     

1987- 2002 :Sağlık ve bilişim sektörlerinde çeşitli firmalarda profesyonel üst yönetici. Çeşitli şirketlerde Yönetim Kurulu üyeliği, Genel Müdürlük, Holding Genel Koordinatörlüğü. (Sağlık, bilişim ve eğitim sektörleri)

1981- 1987 :Prof., University of Petroleum and Minerals, Suudi Arabistan Akademik ve İdari Görevler, bilgisayar destekli öğretim koordinatörü, yeni öğretim üyesi seçimi ve terfi komitesi üyeliği. 

1968- 1981: Bölüm Başkanlığı, Rektör Yardımcılığı, Rektör Vekilliği (ODTÜ), Kürsü Başkanlığı, Senato Üyeliği (ADMMA), Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu 7. Dönem üyeliği, Atom Enerjisi Konusunda Bakan Danışmanlığı. KÜBİTEM kurucu üyesi ve başkanı. Töre-Devlet Yayınevi yöneticisi.

Bilimsel yayınlar: 30’un üstünde bilimsel yayını 700’ün üzerinde atıf almıştır.

Yönetim uzmanlık alanları:

Sağlık, toplam kalite yönetimi, bilişim ve pazarlama.

Bilimsel uzmanlık alanları: 
Teorik Kimya, Fiziko-Kimya, Bilgisayar Uygulamaları ve Programlama (C#, .NET, CSS, C, C++, FORTRAN, IBM 360 Assembler, x86 Assembler, PC Sistem Programcılığı), Nümerik Metotlar (optimizasyon, matrisler, simülasyon, Monte Carlo metotları, Görüntü işlem " Image Processing"), Bilgisayar Yardımıyla Eğitim (CAL). 

 

Siyasî- sosyal çalışmalar:

Töre, Devlet, Bozkurt, Türk Yurdu dergilerinde makale ve başka yazılar. Son Havadis, Yeni Ufuk, Ayyıldız gazetelerinde köşe yazarlığı.

Kitap:

Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi- Teori (Ayhan Tuğcugil müstearıyla, 1978)

Son ekleyen İskender ÖKSÜZ

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...