Suriye Kürtleri ve PKK

Yazan  29 Temmuz 2013

GİRİŞ

Tunus polisinin 17 Aralık 2010’da sebze arabasına el koyduğu Muhammed Buazizi’nin kendini yakması ‘Arap Baharı’nı başlatan kıvılcım olmuştu. Mısır, Yemen, Libya derken olayın Suriye’ye sıçrayacağının ilk işaretleri okyanusun ötesinden, yani ABD’den Tunus isyanının 1,5 ay sonrasında verilmişti. Brandeis Üniversitesine bağlı Crown Ortadoğu Çalışmaları Merkezi ve German Marshall Fund uzmanı Joshua Walker, hükümetin kontrolündeki Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, Tunus ve Mısır’daki olayları değerlendirirken, konuyu Türk hükümetinin tutarsız bir dış politika izlediğine getirerek, örneğini Suriye ve İran üzerinden veriyordu. Walker’a göre, Türkiye, Hamas’ın sandıktan çıktığını belirterek, ona arka çıktığını söylüyordu. Ancak Hamas, Suriye’deki rejimin de en önemli yardımcısı olarak ortaya çıkmıştı ve Suriye’deki rejim de tamamıyla diktatörlüktü.[1]

 

Suriye yönetimi ise adeta bu ateşin kendi topraklarına sıçramaması için arka arkaya çıkışlar yapıyordu. Suriye yönetimi kamu çalışanlarının yakacak ödeneklerine yüzde 72 oranında artırılırken, Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad da, Wall Street Journal’a verdiği mülakatta, Mısır’da yaşanan isyan hareketinin ardından reform kararı verdiğini belirtti. Esad, Tunus’ta başlayan ve Mısır’a sıçrayan isyan hareketine yönelik olarak, “Mısır ve Tunus’ta yaşananların öncesinde reform ihtiyacını fark etmediyseniz, reform yapmakta çok geç kalmışsınız demektir” ifadesini kullanıyordu. Esad’ın “Suriye’de bu tür olaylar olmaz. Çünkü halkın inançlarıyla çok yakın bağlarımız var. Yavaş olmakla birlikte kararlı bir reform süreci yürütüyoruz” ifadeleri dikkat çekiciydi.[2]

Esad, Ortadoğu ülkelerinde yaşanan protestoların, bölgede yeni bir “dönemin” yol göstericisi olduklarını ve Arap liderlerin halklarının artan politik ile ekonomik isteklerini karşılamaları gerektiğini söyledi.

 

Ancak bu açıklamaların üzerinden bir buçuk ay sonra Tunus, Mısır derken Suriye’de de olaylar patlak vermeye başladı. Suriyeli Hasan Ali Akleh’in 28 Ocak 2011 tarihinde, aynen Tunus’taki Muhammed Bouazizi gibi kendini ateşe vermesi,  Suriye’deki olayların ilk işareti oldu.[3]

 

Bu süreçte Suriye yönetimi reformlar konusunda adım atmaya çalıştı. Özellikle Esad, gelecek tehlikenin farkındaydı. Ancak reform sözleri, çatışmaların önünü kesmedi. Türkiye’de hükümetin olaylarda taraf görüntüsü vermesi ve silahlı grupları, Batı kamuoyuna da yansıyan şekilde desteklemesi, Şam yönetimini zor durumda bıraktı. Özellikle ülkenin kuzeyinden, Suriye’nin orta bölgelerine yönelen silahlı muhalefet, çok ciddi eylemlerle, Şam Yönetimini zor durumda bıraktı. Suriye yönetimi, ısrarla olayların “Devlet ile terörist gruplar arasındaki çatışmalardan” kaynaklandığını dile getirdi. Ancak Batı dünyası, Türkiye ve Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin yönetimleri Suriye’dekinin bir iç savaş olduğunu ısrarla vurguladı. Birleşmiş Milletler (BM)’in ve Arap Birliği’nin olaylar sonrası Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan eski BM  Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu 6 maddelik “Barış Planı” ile ilgili yaptığı “Barış planının tam olarak uygulanmaması durumunda Suriye'nin bir iç savaşa doğru sürüklenebileceği konusunda oldukça korkutucu ve derin endişelerim var”[4] açıklaması da, Suriye’de “iç savaş yaşandığı” yönünde hakim bir kanaat oluşmasına neden oldu.

 

Türkiye bu olayların “mülteci” boyutuyla da karşı karşıya geldi. Suriye’deki olaylardan kaçanların gelip yerleştirildiği kamplar, sadece Türkiye’nin değil dünyanın da gündeminde yer aldı. Bu kampların dünya gündemine girmesine ünlü aktrist Angelina Jolie’nin ziyaretleri ve özellikle Hatay’daki Apaydın Kampı’nda mültecilerin değil silahlı eğitim verilen militanların bulunduğu iddiaları etkili oldu.

 

Ancak Türkiye’yi esas endişelendiren, Suriye’deki olaylardan çok, ülke içinde artan PKK saldırıları ve Temmuz ayında Suriye’nin kuzey doğusunda yer alan kasabalardan gelen haberler oldu. Terör örgütü PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD-Partiya Yekîtiya Demokrat), sırasıyla 19 Temmuz 2012 tarihinde Halep vilayetine bağlı Ayn al-Arab (Kürtçe adı Kobani), 20 Temmuz 2012’de Halep’in 65 kilometre kuzeybatısındaki Afrin (Kürtçe adı Efrin), 21 Temmuz 2012’de de Haseke vilayetine bağlı Malikiye (Kürtçe adı Derik) kasabalarının yönetimini ele geçirdi. PYD, bu kasabalarda PKK ve PYD bayrakları ve Abdullah Öcalan posterleri ile gösteriler yaparken, “Halk Savunma Komiteleri” olarak örgütlenen silahlı PYD unsurları, Kobani’de yönetimi ele geçirdikten sonra kendilerini “Halk Savunma Birlikleri (YPG)” olarak ilan etti.[5]

 

AKP Hükümeti tarafından Suriye muhalefetinin “Demokrasi, özgürlük, insan hakları, eşitlik” argümanları ile desteklenirken, PKK merkezli bu hareket, Türkiye’de halk ve kamuoyunu tedirgin etti. AKP ve hükümete yakın yayın organları, gerek PKK eylemleri, gerekse de Suriye’deki hareketlenmenin arkasında, Beşar Esad yönetimi olduğunu dile getirmeye başladı. da, Temmuz ayı başında verdiği mesajla, Türkiye’ye PKK terörü ve Kürt meselesi konusunda şu uyarıda bulunmuştu:

“Türkiye’de bir güvenlik boşluğu var. Bu da AKP hükümetinin iç ve dış politikalarının sonucu. Sorununuzu dışarıya ihraç ederek başkalarını suçlamak kolay bir söylemdir. Benim yaşadığım bir sorun varsa bu sana da yansıyacaktır komşum olarak. Senin yaşadığın bir sorun varsa o da bana yansıyacaktır. Bu da gayet doğal.”

 

1. SURİYE KÜRTLERİ

İngiltere ve Fransa arasında 16 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, bugünkü Suriye Kürtleri için de milat oldu. Anlaşmanın müzakerelerini Fransa adına Geoeges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes yürüttüğü için adına Sykes-Picot denen anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti özellikle Ortadoğu'daki toprakları İngiltere ve Fransa adına paylaşılmıştı. Paylaşımda Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmını alan Rusya ise, bu ülkede gerçekleşen Bolşevik Devrimi sonrasında, anlaşmadan çekilmişti. Anlaşmaya göre, Suriye’nin Akkâ’dan itibaren kuzeye doğru Beyrut dahil olmak üzere bütün kıyı bölgesi, Adana ve Mersin Fransa’ya ait olacaktı. Geri kalan topraklarda bir Arap Devleti yahut Arap Devletleri Konfederasyonu kurulacaktı. Bu devletin kurulacağı alanın Akkâ-Kerkük çizgisinin güneyinde kalan kısmı İngiliz, kuzey kısmı ise Fransız nüfûz alanı olarak ayrıldı. Ayrıca, İskenderun serbest liman ve Filistin de milletlerarası bölge oluyordu. 

 

1.1. Anadolu’dan Suriye’ye Kürt göçü

 

Türk ordusunun Anadolu'yu korumak için Ortadoğu'dan çekilmesi üzerine 1920 yılından itibaren Suriye'nin kontrolü Fransa'ya geçmiş oldu. Fransız manda yönetiminin ana hedeflerinden biri Arap milliyetçiliğini engellemek olduğu için, Suriye'deki diğer etnik azınlıkları güçlü tutacak uygulamalara girişti. Bu politika, Kürtlerin de elini güçlendirdi. Fransız manda yönetimi, Kürtlere ordu ve polis içinde yer almaları için nüfus içindeki paylarından çok daha ileride haklar tanırken, Kürtlerin 1928 yılında yaptıkları okul kurma, Kürtçenin resmi dil olarak tanınması ve çoğunlukta yaşadıkları bölgelere Kürt yönetici atanması gibi özerklik anlamına gelebilecek taleplerini ise kabul etmedi.[6] Dini azınlıkların bu yöndeki taleplerine olumlu yaklaşan manda yönetiminin, Kürtlerin bu talebine soğuk bakmasının nedeni olarak Türkiye ve Irak'ın tepkisini çekmemek olarak yorumlandı.[7]

Manda yönetimine bu konuda tepki gösteren Suriye Kürtleri yine de ciddi bir başkaldırıya girişmedi. Ancak irili ufaklı bazı hareketler vardı. Örneğin 1923 yılı Ağustos ayında, Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde, yaklaşık 2 bin Kürt isyancı vardı. Bu isyancılar, özellikle Türkiye sınırına yakın bölgelerde eylemler gerçekleştiriyor ve sık sık Türk ve Fransız askerleriyle çatışıyordu.[8] Yine de 1950'li yıllara kadar çok ciddi bir hareket içine girmediler.. Hatta bu ülkedeki hareket serbestisi nedeniyle 1925 yılında Türkiye'de çıkan Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra, çok sayıda Kürt Suriye'ye göç etti.[9]

1.2. Hoybun’un çalışmaları

Cezire bölgesine yerleşen gruplarla, Şam ve Halep gibi merkezlerdeki milliyetçi çevreleri biraraya getiren, 1927 yılında Beyrut’ta kurulan Hoybun Cemiyeti oldu. Hoybun’un kurucuları arasında eski Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri, Palulu Şeyh Said’in çocukları, 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı yönetimine başkaldıran Botan Emiri Bedir Han Bey’in torunları (Celadet, Kamuran ve Süreyya Bedir Han), Cemilpaşazadeler gibi önemli Kürt ailelerinin çocukları ve Ermeni Taşnak Partisi’nin üyeleri vardı. Hoybun propagandasının ana teması, Kürtlerle Ermenilerin aynı kökten geldiği, sadece dinlerinin farklı olduğuydu.[10]

Suriye Kürtleri için dönüm noktası, Suriye'nin 1946'daki bağımsızlık ilanı oldu. Arap Milliyetçiliği ve BAAS hareketi 1950'li yılların sonuna doğru gücünü artırmaya başladı. Hatta bu çerçevede Mısır ile Suriye, 1958 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurdu. Ancak bu birliktelik 3 yıl sürdü. Suriye Ordusu’ndaki subaylar, Mısır’ın BAC’da baskın olmasından rahatsız olarak bir askeri darbeyle Suriye yönetimini ele geçirmişler ve 1961 yılında BAC’ı sona erdirmişlerdir. Yönetimden memnun olmayan subaylar ise 1963 yılında gerçekleştirdikleri darbe ile Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi birleştiren Baas Partisi’ni iktidara taşımışlardır.[11] 1970 yılında da BAAS iktidarına damga vuracak Hafız Esad iktidara geldi. Esad, 1971 yılındaki halkoylamasında devlet başkanlığına seçildi.

2. HAFIZ ESAD DÖNEMİNDE KÜRTLER

Hafız Esad’la birlikte Suriye ‘istikrarlı’ bir döneme girdi. Dış politikada Esad’ın temel hedefi Golan Tepeleri’ni almaktı. Bu hedefe ulaşmak için Esad, öncelikle askeri harcamaları artırarak orduyu güçlendirdi.[12] İçeride ise iki temel  politikayı uygulamaya koydu. Bunlardan ilki, kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve ülkenin istikrarsız günlerine geri dönüşünü engellemek için kurduğu kısıtlayıcı/baskıcı düzendi. Kendi iktidarını güvence altına almak için Esad, kendisinin de mensup olduğu Nusayri cemaatine ait siyasetçileri ve subayları kilit noktalara getirdi. Yaptığı düzenlemelerle hem devlet başkanı, hem Baas Partisi lideri hem de meclisteki partilerle birlikte oluşturulan Ulusal İlerici Cephe (UİC)’nin lideri oldu ve böylece siyasi arenadaki kontrolü eline aldı. İstihbaratı da etkin bir  şekilde kullanarak ülke içinde rejim karşıtı örgütlenmelerin oluşmasını engelledi.

Rejime veya kendi politikalarına karşı çıkmaya çalışan grupları ise sert bir şekilde bastırdı. Bunun en çarpıcı örneği, Müslüman Kardeşler (MK)’in 1982 yılında Hama’daki ayaklanmasında yaşandı. Güvenlik güçlerinin sert müdahalesi ve sonrasında kalabalığın üzerine ateş açması sonucu onbinlerce kişi hayatını kaybetti.[13] Esad’ın ikinci uygulaması ise ülke sınırları içindeki herkese bir Suriyeli Arap kimliği kazandırmaya çalışarak etnik kökenli siyaset yapılmasını ve etnik kimliğin korunmasını, çeşitli kısıtlamalar ve zorlamalarla engellemeye çalışması olmuştur. Esad, önceki Baas iktidarlarının başlattığı ‘Arap kuşağı’ projesini birkaç sene daha devam ettirmiştir. 1970’lerin ortalarında Türkiye sınırı boyunca kurulan 40 ‘model köy’e 7.000 Arap aile yerleştirilmiştir.[14] Buna ek olarak Kürtçe yer ve kişi adlarını Arapça’yla değiştirtmiştir.

Esad, ‘Arap kuşağı’ projesini 1976 yılında terk etmiştir. Bunun nedeni, Esad’ın Irak ve Türkiye ile yaşadığı sorunlarda bu ülkelerdeki Kürtleri, Bağdat ve Ankara’nın istikrarını bozmak için kullanmasıdır. Esad, anlaşmazlık ve rekabet içine girdiği Irak’taki Baas rejimini yıpratmak için Kuzey Irak’taki Kürt hareketlerine destek vermeye başlamış ve onların tepkisini çekmemek için de ülkesindeki Kürtlere uygulanan baskıyı hafifletmiştir.[15] Hatta bu sayede yasaklı Kürt partileri, halen yasadışı olarak kabul edilseler de, Şam’ın da göz yumması sonucu nispeten daha rahat bir şekilde faaliyet göstermeye başlamışlardır. Esad’ın Kürtlere karşı yumuşamasında, yukarıda belirtilen dış etkenlere ek olarak, iç politika da etkili olmuştur. Esad iktidarı, ülkede azınlık olan Nusayri cemaatine mensuptu ve bu nedenle başka bir azınlık olan Kürtleri yanına çekerek desteğini artırmaya çalıştı. Hatta Esad  yönetimi, bu amaçla Kürt milisler yetiştirdi ve 1979’un ikinci yarısında kendi iktidarına tehdit oluşturan MK’ya karşı kullandı.[16]

Esad’ın Kürtlere yaptığı açılımlar bunlarla sınırlı kalmamıştır. 1980’li yıllarda daha fazla açılım yaparak tüm Kürt siyasi mahkûmları serbest bırakmış ve Cezire’de henüz altyapı hizmeti gitmeyen birçok Kürt köyüne bu hizmetleri götürmüştür.

Esad, Kürtler üstündeki Arap milliyetçi baskısını hafifletmiş olsa da her faaliyete göz yummamıştır. 1986 yılında Nevruz kutlamaları yasaklanmış, çeşitli senelerde 1962 sayımının yıldönümünü protesto etmek isteyen veya kültürel haklar talep eden az sayıdaki Kürt grup da polis tarafından tutuklanmıştır.[17]

1991’deki Körfez Savaşı sonrasında Saddam’a karşı savaşan koalisyon güçlerince Kuzey Irak’ta Kürtler için Saddam’ın müdahale edemeyeceği güvenli bir alan kurulmasıyla birlikte burada fiili bir Kürt devleti oluşmuştur. Suriye’deki Kürtlerin de bu tür bir oluşumdan etkilenmesinden ve benzer  talepler dile getirmesinden  çekinen Esad, Irak’taki rakip Baas rejiminin de  iyice zayıflaması sonucu Kuzey Irak’taki Kürt siyasi gruplarına desteğini sona erdirmiştir.

3. SURİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ

Suriye'deki Esad’ın iktidara gelmesini sağlayan Arap milliyetçiliğinin yükselişi süreci Kürtlerin de siyasi olarak örgütlenmeye başladığı dönem olmuştur. Suriye'de illegal olarak kurulan ilk örgüt, Irak'ta örgütlü bulunan Kürdistan Demokrat Partisi'nin Suriye kolu oldu. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi (SKDP) 5 Ağustos 1957 tarihinde kuruldu. SKDP Suriye'deki ilk Kürt örgütlenmesi oldu. Partinin kendi ifadesine göre, eşraftan öğrencilere ve köylülere kadar her sınıf ve katmandan insanlar partiye ilgi duydu. Yani Suriye-KDP "sınıf" partisi değil "milliyetçi" nitelikte bir kuruluştu. Suriye-KDP'nin bazı yöneticileri 1959-60 yıllarında tutuklandı. Partinin başkanı Elazığ Maden ilçesi doğumlu Nureddin Zaza, serbest kaldıktan sonra daha önce de bulunduğu İsviçre'nin Lozan kentine yerleşti. SKDP 1965 yılında sağ ve sol kanat olarak ikiye bölündü. Suriye Kürtleri arasındaki o dönem yaşanan temel tartışma konusu, bu ülkedeki Kürtlerin bir "millet" mi, yoksa bir "azınlık" mı olduğu meydana getirir. "Sol" kanat parti ve gruplar, Suriye Kürtlerinin bir "millet" olduğunu savunurken, "sağ" kanat parti ve gruplar "azınlık" olarak tanımlama yapar. Tartışmalarda "sol" kanatta bulunanlar Kürtler için "otonomi" talebinde bulunurken, "sağ" kanattakilerin programı "kültürel özerklik" üzerine oturtuldu.[18]

Bu siyaseten bölünme sonrası ortaya Suriye KDP'sinin yanında 1975 yılında kurulan Kürt Demokratik İlerici Partisi (KDİP) ortaya çıktı. Bu bölünme, aynen Irak'taki KDP-KYB örgütlenmesi gibi Suriye'de de iki ana Kürt hareketini ortaya çıktı. Daha sonra bu iki örgütlenmeden de kopuşlar yaşandı ve çok sayıda örgüt ortaya çıktı. KDİP'in de Suriye KDP'den koparak kurulduğunu gözönünde bulundurursak, Suriye'deki Kürt hareketlerinin büyük çoğunluğunun bu örgütlenmeden doğduğunu söyleyebiliriz. Günümüze kadar da bu devam etmiştir. Çünkü Suriye'de örgütlü bulunan 14 partinin 12'si SKDP'den türemiştir.[19]

Bu 12 partiyi şöyle sıralayabiliriz:

- Suriye Kürt Demokratik İlerici Partisi

- Kürt Demokrat Eşitlik Partisi

- Suriye Kürt Demokratik Vatanseverler Partisi

- Suriye Kürt Özgürlük Partisi

- Suriye Kürt Sol Partisi

- Kürt Demokratik Birlik Partisi

- Suriye Kürt Birlik Partisi

- Suriye Kürt Demokrat Partisi

- Suriyeli Kürt Demokratik Partisi

- Suriye Kürt Demokrat Partisi-Nasreddin İbrahim Grubu

- Suriye Kürt Demokrat Partisi-Abdurrahman Aluci Grubu

- Suriye Kürt Gelecek Hareketi

Bu yapıların hepsinin temeli, Suriye-KDP'si olmuştur. Bu da Suriye'nin kuzeyindeki Irak Kürtlerinin, yani Barzani etkisini anlamamıza neden olur. Mesut Barzani, geçmişte babası Molla Mustafa Barzani'nin sürdürdüğü nüfûzu devam ettirmekte kararlı olduğunu son bir yılda yaptığı girişimlerle göstermiştir. [20]

4. PKK'NIN SURİYE ÖRGÜTLENMESİ

 

Bu örgütlerin dışında, PKK terör örgütü de 1998 yılına kadar destek aldığı Suriye'de, Ortadoğu'daki ABD politikaları sonucunda örgütlenme yoluna gitmeye karar verdi. Bu çerçevede 2003 yılında Türkçe adı Demokratik Birlik Partisi (Partiya Yekitiya Demokrat-PYD)'ni kurdu. Daha sonra PKK içindeki anlaşmazlık sonucu PYD'den kopan bir grup 2004 yılının Mayıs ayında Suriye Kürt Uzlaşı Partisi'ni kurdu. PYD, kuruluşundan sonra Suriye yönetiminin aldığı tedbirler ve Türkiye ile işbirliği nedeniyle büyük baskı altına alındı. Bu nedenle yöneticileri Irak'ın kuzeyine kaçmak zorunda kaldı. Suriye yönetimi Irak'ın kuzeyinde örgütlenme çalışması yürütüp, Suriye'ye girmeye çalışan PYD yöneticilerine tavizsiz davrandı.Hatta operasyonlar düzenledi. Örneğin, Musul'dan Suriye'ye gizli giriş yapmaya çalışan biri PKK/KONGRA-GEL, dördü PYD yönetici 5 kişi, 29 Kasım 2004 tarihinde Şengal kasabası yakınlarında bir grup silahlı tarafından öldürüldü.[21] PKK kuruluşundan itibaren iyi ilişkiler içinde olduğu Suriye yönetimi ile kanlı bıçaklı olmuştu.

 

4.1. Suriye-PKK ilişkisi

 

Daha önce "Kürdistan Devrimcileri", "Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO)", "Apo'cular" olarak anılan bir hareket 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde yapılan bir toplantıda kuruluşunu tamamladı. Adı, Türkçe Kürdistan İşçi Partisi olan Partiya Karkaren Kürdistan olarak belirlendi ve ilan edildi. Kısa adı PKK olan örgütlenme, kuruluş bildirgesini 1979 yılı başlarında Bucak aşireti ile çatışmaya girişince açıkladı. Örgütün amacı, Marksist-Leninist bir ideolojiyle Güneydoğu Anadolu’da ‘gerilla savaşı’ yürüterek Kürtler için bağımsız bir devlet kurmaktı.

 

Örgüt, silahlı mücadele yöntemi benimsemesi ve militan yapısıyla Güneydoğu'da giderek etkili bir güç olmaya başladı. Gerek kendisinin dışındaki diğer illegal Kürtçü yapılanmaları gerekse de Türk Solu örgütlenmelerine yönelik silahlı saldırıları ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde güç haline gelmeye çalıştı. PKK 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde 354 kişiyi öldürdü, 360 kişiyi ise yaraladı.[22]

 

1984 yılından itibaren "uzun süreli halk savaşı" başlatan PKK, vereceği savaşı üç aşamalı olarak tanımladı: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı.

 

Bu saldırılar, güvenlik güçlerinin dikkatini PKK üzerine çekmeye başladı. Örgütün başta Abdullah Öcalan olmak üzere lider kadrosu, 12 Eylül'den kısa bir süre önce Suriye ve Lübnan'a geçti. 1980'li yıllarda PKK Suriye ve Lübnan'daki faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu faaliyetler, Celal Talabani liderliğindeki Irak'ta örgütlü Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)'nin desteği ve Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat'ın onayıyla gerçekleşiyordu.[23] PKK'ya, Lübnan'da Suriye'nin denetimindeki Bekaa Vadisi'ndeki bir kamp tahsis edildi. Suriye o dönem Rızgari gibi çok sayıda Kürt örgütlenmesi’ne de destek teklifi götürdü. Ancak PKK dışındaki örgütlerin yöneticileri bu teklifi reddetti.[24] Suriye bu politikayı, Fırat ve Dicle nehirlerinin yönetimi ile ilgili olarak Türkiye ile yaşadığı paylaşım sorunu çerçevesinde yürütüyordu. Türkiye, Fırat Nehri’nin kendi topraklarından doğan bir nehir olduğunu ve bu nedenle nehrin sularının kullanım hakkının tamamen kendi egemenliğinde olduğunu savunmaktaydı. Suriye ise Fırat’ın Suriye ve Irak’tan da geçtiği için nehrin uluslararası bir su kaynağı olduğunu ve su paylaşımının üçlü bir anlaşmayla netlik kazanmasını istiyordu.[25]

 

Buna ek olarak Türkiye, 1960’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) adıyla çalışmalarını başlattığı ve Fırat ile Dicle nehirleri üzerine sulama ve elektrik üretimi amaçlı barajlar kurulmasını öngören büyük bir proje başlattı. Bu gelişmeler, Suriye’nin su konusundaki kaygılarını artırdı ve PKK’ya verilen destekte önemli rol oynadı.[26]

 

Şam’ın PKK’ya desteğinin ikinci nedeni ise Suriye’nin Hatay’ı kendi toprağı olarak görmesi ve bunun sonucu olarak 1939 yılında Hatay’ın referandum sonucu Türkiye’ye katılmasını kabullenmemesiydi.[27]

 

Üçüncü bir neden ise Türkiye-İsrail arasındaki yakın ilişkiler ve iki ülkenin yaptığı güvenlik ve işbirliği anlaşmalarıdır. İsrail’i tanımayan ve bu ülkeyle hala savaş halinde olan Suriye, Türkiye’nin bu ittifakına tepki olarak da PKK’yı özellikle 1990’larda bu doğrultuda kullanmıştır.

 

Ayrıca MK’nın Suriye’deki faaliyetlerine Türkiye’de bazı gruplarca verilen destek deSuriye’nin PKK’ya karşı destek vermesinde bir unsur olarak yer almakta, Esad yönetimi böylece Ankara’nın elini zayıflatmaya çalışmaktadır.

 

Prof. Dr. Ümit Özdağ da, Suriye’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü hasmane politikanın 3 stratejik hedefe dayandığını dile getirmektedir.[28] Bunlar:

1-      Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını engelleyerek, politik ve askeri bir güç olmasını önlemek,

2-      Diğer Suriye yurttaşları gibi ezilen Kürt kökenli Suriye yurttaşlarını istismar ederek, kendi Kürt sorununu dışarıya ihraç etmek,

3-      Türkiye’ye karşı bölücü çeteyi kullanarak su kaynaklarımız üzerinde baskı oluşturmak ve bölgeye zenginlik getirecek olan GAP’ın gerçekleşmesini engellemek.

 

Esad’ın, Suriye’nin devlet ideolojisi gereği, ülkedeki Kürtlerin kültürel ve siyasal faaliyetlerini yasaklamasına karşın bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı hedefleyen PKK’ya desteği bir çelişki gibi gözükebilir. Ancak Esad’ın desteğini alan örgütün Suriye’deki Kürtlere vaatlerde bulunması örgütün ülkedeki varlığını tehlikeye düşürebilirdi. Ayrıca PKK’nın asıl eylem alanı Türkiye’ydi. Bu nedenle PKK, Suriye’de Kürt milliyetçisi bir propaganda faaliyeti yürütmemiştir. Ayrıca Suriye, örgütte kilit noktalara kendi istihbaratının yetiştirdiği Kürt ve Ermenileri yerleştirerek PKK’yı içeriden de kontrol etmiştir.[29]

 

Buna ek olarak Esad, Suriye’deki Kürtlerin PKK’ya üye olmasını teşvik etmiş, veya en azından buna göz yummuş ve bu sayede Özdağ’ın da belirttiği gibi zaten yasak ve bölünmüş olan Suriye’deki Kürt siyasi faaliyetlerini iyice zayıflatmış, kendi Kürt sorununu Türkiye’ye ihraç etmeyi hedeflemiştir. Özellikle 1962 yılında vatandaşlıktan çıkarılan Kürtlerin çok büyük bir bölümü, örgütün faaliyetlerinde yer almıştır. PKK, örgüte militan ve üye sağlamak için Suriyeli Kürtleri örgüte kaydetmiştir. Hatta Şam yönetimi, PKK’ya katılan Kürtleri askerlik hizmetinden muaf tutmuştur.[30] 1990’lı yıllarda PKK’nın içindeki Suriyeli oranı yüzde 30’lara çıkmıştır.[31]

Bu vatansız Kürtlerin statülerinin belirsiz olması nedeniyle Suriye’deki diğer Kürtlere oranla radikalleşmeye daha  eğilimli olduğu düşünülürse, PKK’nın Esad’ın ne kadar çok işine yaradığı daha açık bir şekilde görülebilir.

 

Suriye, istihbarat örgütlenmesi aracılığıyla PKK militanlarını barındırma, örgüte para, silah, cephane yardımı ve örgüt üyelerine kimlik ve pasaport temini de yer almaktadır. PKK lideri Abdullah Öcalan, 1980’li yılların başında yetiştirilen militanların Türkiye’ye girerken teslim olmaya başlamaları üzerine, örgüt yöneticilerine şunları söylüyordu: “Bu alanlarda boşuna mı barındırılıyoruz? Yüzlerce silah, binlerce mermi bize iş olsun diye mi veriliyor? Şimdiden dağılır, bir şeyler yapamazsak, buralarda hayat hakkı verirler mi? Beni Şam’da bir saniye bile tutarlar mı?”[32]

 

PKK’nın bu ülkede örgütlenmesine yine Suriye açısından bakacak olursak bunun Şam için istisnai bir uygulama olmadığı da görülür. Suriye’nin destek verdiği tek örgüt PKK değildi. Şam yönetimi, İsrail’e karşı koz olarak da 1960’lı yıllardan itibaren Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün özellikle uzlaşma yanlısı olmayan, sol görüşlü gruplarını desteklemiştir. Suriye, bugün de Hizbullah, Hamas ve bazı Filistinli gruplara destek vermektedir.[33]

 

PKK, Bekaa Vadisi'nde silahlı eğitim alırken, bir taraftan da Irak'ın kuzeyine yerleşmek için faaliyetler yürüttü. Ancak PKK'nın yerleşmek istediği bölgelere hakim olan Mesut Barzani liderliğindeki KDP'ydi ve bu örgütten izin alınması gerekiyordu. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, 1981 yılının Kasım ayında başlattığı temaslar sonucunda bu izni aldı.[34] Abdullah Öcalan ve örgüt yönetimi, 1982 yılında El Muhaberat denetiminde Şam’a yerleşerek, örgütü 1990’lı yılların sonuna kadar buradan yönetti.[35] Bu arada ABD’nin de PKK ile ilk temasının ABD Şam Büyükelçisi William L. Eagleton, tarafından göreve başladığı 21 Eylül 1984 tarihinden sonra gerçekleşmesi de dikkat çekicidir.[36]

 

Türkiye PKK’nın Suriye’deki faaliyetlerinden rahatsızlığını defalarca Suriye’ye iletmiştir. 1986 yılında Suriye Başbakanı’nın Ankara’ya ve daha sonra 1987 yılında Türkiye Başbakanı Turgut Özal’ın Suriye’ye yaptığı karşılıklı ziyaretler, su sorununun ele alındığı en üst düzey görüşmeler oldu. Bu ziyaret sırasında imzalanan ve Türkiye’nin sınırdan en az 500 metrüküp/saniye su bırakacağını taahhüt eden “Ekonomik İşbirliği Protokolü” Fırat’a ilişkin yapılan ilk yasal düzenleme anlamı taşımaktadır. Bu düzenleme bugüne kadar geçerliliğini korumuş ve Türkiye, verdiği su miktarını aynı düzeyde tutmuştur. Ancak aynı gezi sırasında, Türkiye, PKK’nın Bekaa Vadisi’ndeki üslerinin ve Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin denetim altına alınmasını amaçlayan güvenlik protokolünü de imzalanmıştır. Protokol ile Suriye, PKK’nın kendi sınırları içinde faaliyet göstermesine izin vermeyeceğini taahhüt etmiştir. Ancak örgüt, Bekaa’daki kampı kullanmaya ve Suriye toprakları üzerinden Türkiye’ye geçmeye devam etmiştir.

 

4.2. Körfez Savaşı sonrası

 

Türkiye ile Suriye ilişkilerinde PKK sorunu, Körfez Savaşı’yla birlikte yeni bir boyut kazandı. ABD’nin 1991 yılında Irak’a saldırması ve arkasından Irak’ın kuzeyinde bir Kürt ayaklanması kışkırtması sonrasında, terörün sıklet merkezi adım adım Irak’ın kuzeyine kayarken, Suriye, PKK üzerindeki tam denetimini yitirmeye başladı. Öcalan’ın yine Şam’da bulunması, bu ülkenin etkisini sürdürse de, PKK üzerindeki denetimin merkezi adım adım Batı dünyasının eline geçti. Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması yönünde artan gelişmeler, Suriye’yi de tedirgin etti. Savaş sonrası Suriye, İran ve Türkiye, hem sınır güvenliğini sağlamak hem de Kuzey Irak’taki fiili Kürt devletinin kendi Kürtlerini etkilemesinden kaygı duydukları için danışma toplantıları düzenlemeye başlamışlardır. Toplantılar sonunda Suriye ile Türkiye, PKK’nın varlığını ortadan kaldırmak için anlaşma imzalamışlar ve Şam, anlaşma çerçevesinde PKK’nın Bekaa’daki kampını tasfiye etmiştir.[37]

 

Buna rağmen Öcalan’ın Şam’daki varlığı ve bu ülkenin örgüte süren desteği Türkiye’nin uyarılarını sürdürmesine neden olmuştur. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, 1992 yılında gittiği Şam’da Suriyeli mevkidaşı Muhammed Harba’ya, PKK’ya verilen rahatsızlığı iletti ve bu ülkenin terör örgütüne yönelik desteğini gösteren bir dosya verdi. Dosyada, ölü ele geçirilen Suriyeli teröristlerden, Öcalan’ın Şam’daki evine kadar çok sayıda veri yer aldı. Bu uyarının somut sonucu, Suriye yönetiminin PKK’yı terör örgütü kabul etmesi oldu.[38]

 

4.3. Öcalan için sonun başlangıcı

 

Tüm bunlara rağmen, Suriye 1980’li yıllarda verdiği desteğin oranında olmasa da PKK’yı desteklemeye devam etti ve Öcalan Şam’da barındı. Türkiye için bardak 1998 yılında taştı. Özellikle 1995 sonrası Hatay’da PKK eylemlerinin artması, Suriye desteğini gündeme getirmişti. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, 1998 yılında Hatay’a yaptığı bir gezide, Suriye sınırında şu konuşmayı yaptı:

“Bazı komşularımız, bizim iyi niyetimizi, gösterdiğimiz yakınlığı yanlış değerlendirmişlerdir. Uzun zamandan beri Apo denilen eşkıyayı kendi ülkelerinde barındırıp, onu destekleyerek Türkiye'yi terör belasına bulaştırmışlardır. Şunu açıkça söylemek istiyorum: Türk milleti artık bu konuda göstereceği iyi niyetin sonuna gelmiştir. Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırmasınlar.”[39]

 

Benzer bir şekilde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1 Ekim 1998 tarihinde yaptığı açılış konuşmasında ‘Suriye’ye karşı mukabelede bulunma’ hakkının saklı tutulduğunu açıkça ifade ederek şunları söyledi:

“PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum.”

 

Başbakan Mesut Yılmaz da soru üzerine Suriye konusunun bölücü terör örgütü ile bağlantılı olarak Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun daimi gündeminde olduğunu, bu tavrını sürdürdüğü sürece de MGK’nın gündeminde kalmaya devam edeceğini vurguladı.[40]

Tam da bu dönemde 3 Ekim 1998 tarihinde Türk ordusu Kuzey Irak’a girerek PKK’lıların kamplarına yönelik operasyon başlatmıştır. Operasyon devam ederken bazı PKK gruplarının Suriye yönetiminin baskısı ile Suriye’den Kuzey Irak’a geçtikleri tespit edilmiştir. Ayrıca bazı Türk birlikleri yer yer Suriye sınırını aşarak baskınlar yapmış ve Şam’ın sinirlerini zorlamıştır.[41]

 

Bu gelişmeler ardından taraflar, İran ve Mısır’ın arabuluculuğuyla 1998’in Ekim ayında Adana’da bir araya gelerek Adana Protokolü’nü imzalamışlardır. Anlaşma sonrasında Suriye, Öcalan’ı sınır dışı etmiş ve böylece ülkedeki PKK varlığı tamamen sona ermiştir.[42]

İşbirliği süreci, 2011 yılının Şubat ayına kadar sürmüş, 9 Şubat 2011 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Terör ve Terör örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı” adıyla TBMM’ye gelen tasarı Suriye ile terörle mücadelede daha etkin bir işbirliğini öngörmüştür.

 

PKK’nın Suriye’deki Kürtler arasında siyasi bir hareketlenme yaratamamasına dair Batılı kaynaklar da çeşitli iddialar öne sürmüşlerdir. McDowall’a göre Suriye’deki Kürtler ilk yıllarda örgüte büyük destek vermekteydi ve PKK, bu sayede Suriye’deki Kürtleri örgüte kolaylıkla kaydediyordu. Bu desteğin nedeni, PKK’nın bağımsız bir Kürdistan’ı savunması, Suriye’deki Kürtler arasında işsizlik oranının yüksek olması ve Kürt milliyetçi hareketinin bölgede hız kazanmasıydı. Ancak örgüt, 1990’larda Suriye’deki Kürtlerin desteğini kaybetmişti çünkü bölgedeki Kürtlerden zorla para ve erzak topluyordu. Ayrıca örgüt lideri Abdullah Öcalan, Esad’la ters düşmemek için Suriye’deki Kürtlerin hepsinin Türkiye’den iltica ettiğini ve oraya dönmeleri gerektiğini savunmuş, bu açıklama da Kürtlerin desteğinin azalmasında rol oynamıştı. Hatta Öcalan, İmralı’daki yargılaması sırasında da bu ifadeleri kullanmıştı. Öcalan mahkeme başkanı Turgut Okyay’ın “Suriye, Kürtlerin askeri alınması için büro kurmuş… Bu doğru mu?” sorusuna “Suriye Kürtleri Türkiye’den gitmedir. Bu temelde bize katılıyorlar. Suriye Devleti’nin askere almamızda bilgisi vardır. Ancak askere alma gibi özel büro konusuna rastlamadım” demiştir.[43]

 

5. BEŞAR ESAD DÖNEMİ

 

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın 10 Haziran 2000 tarihinde öldü. Yerine oğlu Beşar Esad geçti. Reform yanlısı olarak bilinen Beşar Esad, internetin ülkeye girmesini sağlaması ve açıklık, şeffaflık sözü vermesiyle Suriye için umut oldu. Beşar Esad’ın devlet başkanı olması ve sonrasındaki uygulamalar, Şam Baharı olarak adlandırıldı.

 

Başkanlığının ilk senesinde oğul Esad, Kürtlere karşı önemli bir açılım yapmış ve iki üst düzey Baas yetkilisini 2001’in Ağustos ayında yasadışı altı Kürt partisinin oluşturduğu Kürt Demokratik İttifakı’yla görüşmeye göndermiştir.[44]

 

Türkiye, Suriye’deki bu değişime temkinli yaklaşmış ve adım adım ilişkileri geliştirmeye çalışmıştır. Suriye de, Türkiye’ye karşı özellikle Kürt kartını geri plana çekmiş ve hatta PKK ile mücadelede işbirliğini ön plana çıkarmıştır.

 

11 Eylül olayları sonrası ABD’nin Ortadoğu’yu hedef alması ve 2003 yılında Irak’ı işgaliyle başlayan süreç, Türkiye ile Suriye’yi yakınlaştırdı. Birinci Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta oluşan Kürt devleti tehdidi, Suriye’yi de tedirgin ediyordu. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında kurulması planlanan Kürt devleti, Suriye’den de toprak alıyordu.[45]

 

Kuzey Irak’taki gelişmelere paralel olarak Türkiye ve Suriye bir Kürtçü terör tehdidi ile adım adım karşıya geliyordu. Türkiye, Kuzey Irak’ta ABD’den aldığı destekle eylemlere hazırlanan PKK saldırılarını göğüslemeye hazırlanırken, Suriye de, Kürt kökenli Suriyelilerin yaşadığı kentlerde hareketlilik yaşıyordu.[46]

 

Kürtlerin lehine gibi gözüken tüm bu olumlu gelişmelere rağmen ABD’nin, 11 Eylül saldırılarından sonra Irak ve İran dışında Suriye’yi de “otoriter yönetime sahip olmakla” suçlaması ve tehdit, Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ve ülke içinde de, yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü, görece rahatlık döneminin sona ermesiyle eski kısıtlamalar ve baskılar geri dönmüştür.

 

Türkiye ile ilişkilerde de ilerleme sürdü. Ocak 2004 tarihinde, Suriye lideri Beşar Esad üst düzey bir heyetle Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. 57 yıl aradan sonra Türkiye’ye gerçekleştirilen ziyaret sırasında Şam yönetimi Türkiye’nin sınırlarını resmi düzeyde tanıdı ve böylelikle Hatay sorunu da aşılmış oldu.[47]

 

5.1. Kamışlı Olayları

 

2004 yılı hem Türkiye hem de Suriye açısından Kürt meselesinin ön plana çıktığı bir yıl olmuştur. Türkiye’de, 1999 yılında Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte Kuzey Irak’a çekilen ve “ateşkes” ilan eden PKK terör örgütü, bu yıl yeniden eylemlerine başlamıştır. PKK’nın saldırıları 1 Haziran 2004 tarihinde başladı. Sonrasında Türkiye yoğun birk terör dalgası ile karşı karşıya kaldı.

 

Irak’ın kuzeyindeki boşluk ve Kuzey Irak’taki Barzani ve Talabani kontrolündeki yönetimin, ABD desteğiyle, Türkmen kenti Telafer’e saldırıları, 2004 yılında başlamıştı. Irak’la Suriye’deki Kürtler arasında adeta tampon bölge işlevi gören Telafer’e yönelik ABD ve Peşmerge operasyonları sonrasında, Suriye’nin Telafer’e komşu Kürt bölgelerinde de hareketlilik başladı. ABD’nin Irak’ı işgalinin ilk faturası Suriye yönetimine Kamışlı’da ortaya çıktı. 12 Mart 2004’te, Suriye’nin kuzeydoğusunda, Türkiye sınırına bitişik Kamışlı şehrinde bir Arap takımıyla bir Kürt takımı arasındaki futbol maçı, spordan çok çatışmalarıyla gündeme geldi. Maç sırasında karşılıklı atılan siyasi sloganlar, Araplar ve Kürtleri karşı karşıya getirdi. Gerginlik çatışmaya dönüşürken, çatışmaların nasıl başladığına ve kimin tarafından başlatıldığına dair çeşitli iddialar vardır. Bazı kaynaklar, Arapların, ellerinde Saddam Hüseyin'in fotoğraflarıyla, ‘Yaşasın Saddam, Kürtlere ölüm’, Kürtler’in de ‘Barzani’ lehine sloganları atması üzerine çatışmanın çıktığını dile getirdi.[48] Başka bir iddiaya göre ise futbol maçı hiç başlamamış; maçtan önce stadyumdaki Kürtler, Talabani ve Bush yanlısı sloganlar atarak Araplara saldırmış ve olaylar bu şekilde büyümüştür.[49]

 

Stadyumdaki kargaşa kısa sürede  dışarıya taşmıştır. Kürtler, Kamışlı’daki  Araplarla ve güvenlik  güçleriyle çatışmaya başlamış, ‘özgür Kürdistan’, ‘işgal bitene kadar ayaklanma’ gibi Suriye’de o ana kadar hiç dile getirilmemiş ayrılıkçı sloganlar atmışlardır. Kamışlı’da başlayan olaylar, daha sonra Kürtlerin yoğunlukta olduğu Amude, Seri Kaniye ve Deyrulzor ilçelerine de sıçradı.

 

Ayaklanmanın büyümesi üzerine Suriye hükümeti, bu bölgelere takviye birlik göndermek zorunda kalmıştır. Güvenlik güçleri, çatışmalar sırasında Kürtlere sert bir şekilde müdahale etmiş ve hatta bazı görgü tanıklarına göre misket bombası kullanmıştır.

 

Statyumda ölenler için düzenlenen cenaze törenine katılan 10 bin Kürt, asker ve polislerin yanı sıra Kamışlı’daki resmi binalara saldırmıştır. Polis, kültür ve gümrük binaları ateşe verilirken, tabutlara Kürt bayrağı sarılmış, Barzani yanlısı sloganlar atılıp Esad’ın resimleri yakılmıştır. Olaylarda aralarında polislerin de bulunduğu 52 kişi yaşamını yitirmiş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır.

 

Kısa bir sürede Kürtlerin de yaşadığı Ras el-Ayn, Haseke, Amude, Afrin ve Halep şehirlerine de yayılmıştır. Afrin’de Kürtlerin düzenlediği bir miting sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 7 kişi ölmüş; Haseke’de ise Araplar, Kürtlere ait işyeri ve dükkânları yağmalamış, Kürtler de Araplara ait araç ve işyerlerine zarar vermişlerdir.

 

Amude şehrinde ayaklanan Kürtler ise bir karakolu taşlamışlardır. Diğer şehirlerdeki olaylarda da yine Kürtler, devlet binalarına ve özel mülkiyete saldırmışlar, bazı araç ve binaları ateşe vermişlerdir.

 

Suriye yönetimi, olaylar için Kuzey Irak’taki Barzani ve Talabani yönetimini suçlamıştır. Olayların yaşandığı bölgelerden olan Haseki’nin Vali Yardımcısı Halid Hodr, kentte bir grup protestocunun ateş açtığını, ancak güvenlik güçlerinin onları dağıttığını anlatarak Irak'taki gelişmelerin ışığında bazı Kürt siyasileri suçlarken, "Bazı yoksul Kürtleri kullanarak kışkırtmaya çalışıyorlar” açıklamasını yapmıştır.[50]

 

Suriye’deki bu olaylar, Türkiye,  İran ve Irak’ta da kaygı ile izlenmiştir.

 

Olayların başlamasının hemen ardından Suriye yönetiminin hedefindeki Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Mesut Barzani, Suriye’yi Kürtlere baskı yapmakla suçlamış ve sorunun diyalog yoluyla çözülmesini talep etmiştir. Suriye yönetiminin güç kullanmasını eleştiren Barzani ayrıca Suriye’deki Kürtleri, Kuzey  Irak’a mülteci olarak kabul edebileceğini de açıklamıştır.

 

İran’da ise, Kamışlı olaylarıyla birlikte Irak’ta Kürt özerk bölgesinin kurulmasına imkan veren geçici anayasanın onaylanması sonucu İran’daki Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye ve Irak sınırına yakın şehirlerde gösteriler düzenlenmiştir. İran güvenlik kuvvetleri, olaylara müdahale etmiş, kalabalık ile polis arasında çatışmalar yaşanmıştır. Olaylar sonrasında ise bu şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.

 

Türkiye ise olayları dikkatle takip etmiş ve sınırdaki güvenlik önlemlerini artırmıştır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, olayların Türkiye’ye sıçraması için hiçbir neden olmadığını çünkü Türkiye’de bir Türk-Kürt çatışmasından söz edilemeyeceğini belirtmiştir. Bu arada Türkiye güvenlik tedbirlerini artırmış, Suriye sınırına takviye birlikler kaydırılmıştır. Bu birlikler arasında özel harekat timleri de yer almaktadır. Türkiye’de, Kamışlı olayları “Pandora’nın kutusunun açılması” şeklinde yorumlanmıştır.[51]

 

Olaylar yatıştıktan sonra yönetim sert tedbirler aldı. Büyük çoğunluğu Kürt olan yaklaşık 2000 kişi tutuklanırken, Suriye hükümeti de, yasadışı faaliyet gösteren tüm Kürt partilerine birer yazı göndererek, lisansları olmadığı için bu partilerin faaliyetlerinin yasak olduğunu belirtti.

 

Aynı günlerde o dönem AKP Hükümeti’nin Milli Savunma Bakanı olan Vecdi Gönül’ün, Gaziantep’te yaptığı “Suriye sınırlarındaki mayınlar temizlenecek” açıklaması dikkat çekti.[52] Bu hamle o dönem, Ankara’nın Şam’a yönelik Soğuk Savaş dönemindeki tutumunu değiştirme adımı olarak yorumlandı.[53]

 

Olaylar sürerken Esad hükümetinin üst düzey yetkilileri, ilk defa yasadışı Kürt partilerinin tümünü birden muhatap alarak bu partileri çağırmış ve Şam’da gizli bir toplantı düzenlemişlerdir. O dönemde çıkan haberlere bakıldığında devlet yetkililerinin, olayların durdurulması için Kürt partilerle pazarlık yaptığı anlaşılmaktadır. Kürt partiler, görüşmelerde bölgedeki askerlerin çekilmesini, tüm tutukluların serbest  bırakılmasını ve Kürt kimliğinin tanınmasını talep etmişlerdir. Hükümet yetkilileri ise son istek hariç tüm talepleri kabul etmişlerdir. Bunlara karşılık devlet yetkilileri ise Kürt partilerden gerginliği azaltıcı rol oynamalarını istemişlerdir.[54]

 

Anlaşmaya rağmen, Suriye yönetimi ve bu ülkedeki Kürt örgütleri birbirini suçlamaya devam ettiler. Suriye yönetimi olaylarda 25 kişinin öldüğünü söylerken, Kürt gruplar bu sayının 94 olduğunu ileri sürdü.

 

Kamışlı olayları, Türkiye ile Suriye’yi daha da yakınlaştırdı. Bu bağlamda Suriye ile ilişkilerin stratejik düzeye çıkmasında Aralık 2004’te Başbakan Erdoğan, ardından da 2005’te Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Batılı ülkelerin muhalefetine rağmen Suriye’ye düzenledikleri resmi ziyaretler etkili olmuştur. Her iki ziyaret birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin Suriye’ye karşı düzenlenmesi düşünülen bir askeri müdahaleye karşı çıkacağının uluslararası kamuoyuna açıklanması olarak nitelendirilmiştir.

 

5.2. Türkiye ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği

 

Başbakan Erdoğan’ın 2004 yılının Aralık ayında Şam’a düzenlediği iki günlük resmi ziyaret ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ünlü Suriye gezisi Ankara-Şam hattında var olan ve tarihi geri planı Fransız işgal dönemi sonrasına dayanan karşılıklı önyargıların, güvensizliklerin ve kuşkuların aşılmasında anahtar rolü oynamış ve ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Söz konusu iki ziyaret Suriye’nin Türkiye’ye olan güvenini en üst düzeye çıkarmıştır. İlişkilerde bugün gelinen nokta ortak tehdit algılamalarının yanı sıra karşılıklı güven ve diyalog temelleri üzerine kuruludur. Diğer bir deyişle bazılarınca öne sürüldüğü üzere Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tarihsel geri planı zayıf ve güvenden yoksun olduğu yaklaşımı gerçekçi olmadığı gibi aksine aşağıda belirtildiği üzere oldukça kritik süreçlerin getirmiş olduğu bir tarihsel ve politik zemin üzerine inşa edilmiştir.[55]

Özellikle, ABD baskısına rağmen Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinin hemen ardından 13-14 Nisan 2005 tarihlerinde gerçekleşen Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyareti, Türk-ABD ilişkilerinde gerilime neden olmuştur. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Edelman Bursa’daki temasları sırasında bir gazetecinin Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretini gündeme getirmesi üzerine ABD, AB ülkelerinin ve Mısır’ın Suriye’ye bir yaptırım uygulanması konusunda fikir birliği içinde olduğunu ve Türkiye’nin de uluslararası camianın kararlarını desteklemesini beklediğini ifade etmiştir. Büyükelçi Edelman sözlerinin devamında ise üstü örtülü bir şekilde ziyaretin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uluslararası kamuoyu tarafından dışlanacağı mesajını vermiştir. Edelman’a göre “Tabii ki bu uluslararası camiaya uyup uymamak konusu, Türkiye’nin kendi kararıdır.”[56]

 

Suriye yönetimi, Türkiye’de 2009 yılının Temmuz ayında resmen başlatılan “Kürt açılımı”na ise ihtiyatlı yaklaşmış, Kürt açılımının kendilerini de etkileyeceği değerlendirmesinde bulunmuşlardı.[57] Aynı günlerde, Suriye’de başvuran bin 500 Suriyeli PKK’lının affedileceğini açıklamıştı. Bu açıklama dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından da olumlu olarak yorumlanmıştı.[58]

 

6. ARAP BAHARI

 

Türkiye ile Suriye arasındaki işbirliği, Suriye’deki olaylara dek sürmüş, ortak Bakanlar Kurulu toplantıları ve vizesiz geçişlerin sağlanması ile tavan noktasına ulaşmıştır. Ancak 2011 yılının Mart ayında başlayan olaylar, iki ülke ilişkilerini germeye başlamıştır. Türkiye’de AKP Hükümeti, Suriye yönetimini, muhalif güçlere baskı uygulamak ve kendi halkına karşı zor kullanmakla suçlamaktadır. Olaylar sonrasında Türkiye’ye kaçan Suriyelileri de bu söylemine argüman olarak kullanmaktadır. Ancak Türkiye’de, Suriye’deki olayın tedirginlikle yaklaşılmasının en önemli nedeni, bu ülkenin kuzeyindeki Kürt varlığıdır. PKK ve Barzani’nin bölgede etkin olması, Türkiye’de, “Kürt devleti kaygılarını ön plana çıkarmaktadır”. Barzani’nin, Suriye’nin kuzeydoğu bölgesini de ele geçirerek Akdeniz’e açılmayı planladığı yönünde güçlü yorumlar yapılmaktadır. İsrail’e ait olduğu belirtilen Suriye’yi parçalama planına göre, “Halep ve Şam, Kamışlı’dan Akdeniz’e uzanan bölgede ayrı ayrı gruplar halindeki Kürtleri birleştirerek bir Kürt devleti kurulacak. Bu devlet Irak’ın kuzeyiyle bağlantılı olacak ve ileride birleştirilecek. Bu durumda Barzani’nin kuracağı devletin Akdeniz’e uzanması gündeme gelecek. Yani deniz yolu açılacak”tır.[59]

 

6.1. KUK ve PKK

 

Suriye’de olaylar başladığında, Suriye’deki Kürtler, gösterilere tam katılım sağlamadı. Kürt gruplar, sık sık bir araya gelerek, kendi aralarında istişarelerde bulundu.

 

26-27 Ekim 2011 tarihlerinde Kamışlı’da yapılan bir toplantıdan sonra diğer muhalefet örgütleriyle görüşmelerde avantaj sağlamaya ve ulusal bir gündem oluşturmaya yönelik Erbil’de Kürt Ulusal Konseyi (KUK) isimli bir çatı örgüt oluşturulmuştur. Mayıs 2011’de kurulan Kürt Vatansever Hareketi’ne mensup partilerden PYD, Gelecek Hareketi, Aluji’nin KDP’si ve Rekefftin dışındaki tüm partilerin katıldığı toplantıya 100’ü partilerin üyesi, geri kalanı da çeşitli gruplardan temsilciler olmak üzere 257 kişi katılmıştır. Bu konferansta 45 kişiden oluşan bir Yürütme Komitesi seçilmiştir.

 

Toplantıdan çıkan en önemli talepler şöyledir:

- Suriye’deki kriz sadece otoriter ve totaliter sistemin değişmesi ile mümkündür. Güvenlik devleti yıkılmalı ve yerine demokratik, çoğulcu, parlamenter ve ademi merkeziyetçi bir yapı kurulmalıdır.

- Güvenlik güçleri ve ordu şehirlerden çekilmelidir.

- Kendi tarihsel topraklarında  yaşayan Kürt halkı Suriye’nin sosyal, ulusal ve tarihsel yapısının önemli bir parçasıdır. Bu durum Kürt halkının Suriye ulusunun önemli bir parçası

olarak tanınmasını ve Kürtlerin  birleşik bir Suriye  devleti içinde  kendi  kaderini tayin hakkının kabul edilmesiyle demokratik olarak sorunlarının çözümünü gerektirir.

- Din özgürlüğü ve azınlık hakları anayasayla garanti altına alınmalıdır.

- Suriye muhalefetinin bir parçası olarak, Konferans rejimle bireysel diyalogu reddetmektedir. KVK içinde temsil edilen partilerden oluşan geçmişte oluşturulan tüm Kürt Koalisyonları (Siyasi Konsey, Kürt Demokratik Koalisyonu, Koordinasyon Komitesi) dağıtılacaktır.

 

PYD’nin de içinde bulunduğu bazı gruplar ise bağımsızlık ve özerklik gibi daha ileri talepler dile getirmektedir.[60]

 

PYD, daha sonra yürütülen görüşmelerde ise KUK’a katılma şartı olarak, kendisinden kopanların kurduğu Suriye Kürt Uzlaşı Partisi (Rekeftin)’nin alınmamasını koşmuştur. Rekeftin, 2012 yılı başında KUK’a kabul edilmiştir.

 

Mesut Barzani, Suriye’deki Kürtleri kendi kontrolünde tek bir çatı altında toplama yönünde bir adım daha atmıştır. KUK’un, 17-18 Aralık 2011 tarihlerinde Irak’ın Erbil kentinde toplanması planlanan, ancak çeşitli nedenlerle ertelenen toplantı 28-29 Ocak 2012 tarihlerinde Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin Erbil’deki en büyük toplantı salonu Saad Abdullah’ta yapılmıştır. Toplantının ilan edilen hedefleri şu şekilde açıklanmıştır:

- Kürt entelektüel ve sivil toplum mensuplarını Suriye Kürtleri’nin sorunları üzerine bir araya

getirmek

- Suriye Kürtlerinin talepleri hakkında ortaj bir yaklaşım geliştirmek

- Esad Rejimi’nin  düşmesinden sonraki olası aşamaları tespit etmek ve oluşabilecek güvenlik açığını kapatarak Kürtleri korumanın yollarını aramak

- Suriye Kürt partilerini tek çatı altında birleştirmek.[61]

 

6.2. PYD-KUK işbirliği[62]

 

Kürtlerin silahlı eylemlere geçişi, 2012 yılının Temmuz ayında başlamıştır. 19 Temmuz 2012 tarihinde Kobani şehrinde Kürt partilerin  yönetimi ele geçirmesi ve sonrasındaki birkaç gün içinde bazı şehir ve kasabaların daha Kürt partilerin (asıl olarak PYD’nin) eline geçmesi Suriye Kürtleri açısından önemli  bir  dönüm noktasıdır. 2004 Kamışlı olaylarından bu yana Suriyeli Kürtlerin en kapsamlı ve stratejik eylemi olarak değerlendirilebilecek bu  gelişmenin öncesinde ise bir yılı aşkın bir süredir Kürt parti ve ittifaklarının beklentileri ve  politikaları çelişkili olmuştur.

 

Aslında Suriye’de Esad yönetimine karşı gösterilerin başlamasından itibaren Suriyeli Kürtlerin de  gösterilere katıldıkları  görülmektedir. Uzun süre ülke  genelindeki muhalif gösterilerle eş zamanlı ve eş sloganlarla yürütülen Kürt partilerin  yürüttüğü gösteriler sıklıkla şiddet olaylarına sahne olmadığı için dikkat çekmemiştir. Fakat Kürtler  gerek kendi aralarında kurdukları ittifaklar, gerekse çeşitli muhalif hareket  ya da koalisyonların üyesi olarak Suriye muhalefetinin bir parçası olmuşlardır. Bu süreçte yukarıda anlatıldığı üzere çeşitli  koalisyonlar ve oluşumlar kurulmuştur. Ancak ortaya iki temel aktör çıkmıştır: Bu aktörler PYD ve KBY’nin  bir çatı altında topladığı KUK’tur. İki aktör arasındaki ilişkiler uzun süre  çatışma eksenli ilerlemiştir. KUK rejim karşıtı muhalefetin içinde yer alarak tabanının genişletmeye çalışırken PYD Esad yönetimi ile kurduğu ilişkiler aracılığıyla Suriye Kürtleri arasında güçlenmeye çalışmıştır. Zaman zaman iki aktör de birbirlerine karşı ılımlı mesajlar göndermelerine rağmen Haziran 2012 tarihine kadar bu aktörler karşıt saflarda yer almıştır. Bununla birlikte aşağıda aktarılacak nedenler ve olgular çerçevesinde PYD ile KUK ortak hareket etme kararı almıştır. Bu kararın alınması hemen sonuç vermemiş Haziran ayındaki Erbil Anlaşması’nın tam anlamıyla uygulanmaya konulması Temmuz ayını bulmuştur. 12 Temmuz’da yapılan son görüşmeden sonra ise PYD ve KUK oluşturduğu ortaklık 19 Temmuz sürecini başlatmıştır.

 

19 Temmuz’da Kobani’de başlayarak Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bazı bölgelerin  bu partilerin ortaklığı tarafından kontrol edilmeye başlaması aslında önemli bir stratejik hamledir. Kürtlerin bu son hamlesiyle en önemli hedefi Suriye içinde uzun vadede oluşturmak istedikleri bir Suriye Kürt bölgesinin temellerini atmaktır. Şu ana kadar ne Suriye muhalefeti ne  de rejim Suriye’de bir Kürt bölgesinin varlığını kabul etmemiştir. “Suriye Kürdistan”ı ya da “Batı Kürdistan” olarak adı geçen bölgenin nasıl bir yapıya sahip olabileceği, nereleri kapsayabileceği, nüfusu ve kim tarafından nasıl yönetilebileceği büyük belirsizlikler taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki tartışmalarda  “ ‘Kuzey Suriye’ var mı, yok mu, olabilir mi?” gibi sorular sorulmaktadır. Ancak görülebildiği kadarıyla Kürtler için önemli olan bir bölge kurmanın zorlukları ya da belirsizliklerin nasıl çözümlenebileceğinden ziyade aşağıdaki maddelerde sıralanmış olan önceliklerdir:

1. KUK ile PYD Suriye’de ortak bir hamle yaparak bir Kürt bölgesi oluşturma yolunda önemli  bir girişim  başlatmıştır. Bu durum, Suriye’deki Kürt hareketi üzerinde on yıllardır devam eden Türkiye kaynaklı Kürt hareketleri (PKK) ile Irak kaynaklı Kürt hareketleri (KDP-KYB) arasındaki rekabetin yerini işbirliğine  bırakabileceğinin  bir işaretidir. Geçmişte rekabet üzerine kurulu bir ilişkiden işbirliğine geçen Kürt hareketlerinin bu politikalarının arkasındaki faktörler olarak şunlar ileri sürülebilir:

a. Her iki aktör de Esad Yönetimi’nin gideceğine kesin gözüyle bakmaya başlamıştır. PYD son iki ay içinde bir tavır değişikliğine gitmiş, kademeli olarak Esad ile arasına en azından görünürde  bir mesafe  koymaya  başlamıştır. Benzer bir biçimde uzun süredir Suriye Kürtleri konusunda temkinli adımlar adan KDP de aynı şekilde Esad’ın gideceğine inanınca trenin kaçırılmaması için düğmeye basmıştır.

b. Bugüne değin iki parti arasındaki mücadeleden zararlı çıkan yine bu partiler olmuştur. Tarihsel rekabetin ideolojik, kültürel, siyasi ve uluslararası boyutları bulunmaktadır. Fakat gelinen noktada PKK’nın KDP’den gelecek lojistik ve mali destek olmadan Suriye’de istediği gibi bir yapıya ulaşamayacağını düşündüğü anlaşılabilir. KDP ise kendisine yakın olan siyasi partilerin aslında Suriye içinde güçlerinin son derece zayıf olduğunun farkındadır. Suriye Kürtlerin yaşadığı bölgelerde batıya doğru gittikçe KUK’un içindeki partilerin etkinliği yok denecek kadar azdır. KUK’daki partilerin halihazırda etkinlik kurabildiği az sayıda yerleşim bulunmaktadır. Hatta, Kamışlı dışındaki  bölgelerde  büyük  ölçüde etkinliklerini yitirdikleri görülmektedir. Bu nedenle KDP, Suriye Kürtleri üzerinde PKK ile açık bir güç mücadelesine  girse  dahi mevcut şartlarda kendisine yakın grupları etkin kılabilme şansı yok denecek kadar azdır.

c. KDP, Suriye Kürtleri üzerindeki etkinlik sağlama çabasına uluslararası destek bulabilse dahi KBY sınırları içindeki Kürt partilerin Suriye’deki Kürt partileri ve gelişmeler konusunda tek bir politikası bulunmamaktadır. Örneğin KYB Suriye Kürtleri konusunda çok daha temkinli  bir politika izlerken KBY’deki muhalif partiler de sıklıkla KDP’yi yürüttüğü

politikadan dolayı eleştirmektedir.

d. Şu anda Suriye’deki çatışmalar Esad yönetimine bağlı güçler ile Özgür Suriye Ordusu arasında  gerçekleşmesine rağmen, Kürtler sonunda Suriye’nin etnik ve/veya mezhepsel bir savaşa sürükleneceğine inanıyorlar. Bu tür bir savaşın çıkması halinde gerek mevcut rejimin taraftarları  gerekse iktidara talip olan yeni oluşumlar için Kürtler çok önemli bir müttefik  ya da denge sağlayıcı bir aktör haline geleceklerdir. Yani, Suriye’de Esad’ın devrilmesinden sonra aynı Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra olduğu gibi

Şiilerin Sünnileri Sünnilerin Şiileri  dengelemek için Kürtlere ihtiyacı olacaktır. Bunun için Suriye’de rekabet eden Kürt partiler önceden kendi aralarındaki sorunları en azından kısa süreliğine bir kenara koymaları ve ortak çalışmaları gerektiğini düşünmeye başlamışlardır.

2. PKK ile KDP arasında işbirliğinin başlamış olması aynı zamanda aralarında  bir rekabet olduğu  gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. İki güç arasında bir yandan işbirliği başlamışken diğer yandan mücadele sürmektedir. Kürt grupların kontrol altına aldığı şehirlerde 19 Temmuz’dan beri  yapılan gösterilerde ortak bayraklar açılırken ele geçiren  devlet  dairelerinde sadece PYD flamaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra kontrol edilen bölgelerde büyük ölçüde PYD’nin sözü geçtiği, yönetimin ortak olması gerekmesine rağmen pratikte buna uyulmadığı görülmektedir. Özellikle bazı şehir ve  kasabaların  kontrol  edilmesinden sonra iki aktör arasındaki gerginlik daha da belirginleşmiştir.  Örneğin KUK, Derik’in kontrolünün ele geçirilmesinden sonra PYD’ye bağlı silahlı güçlerin kentin adliye ve polis merkezini ele geçirdiğini bunun kendilerinden habersiz yapıldığını ileri sürmüştür. Ayrıca Kürtlerin kontrolünde olan bölgelerde PYD bayraklarının ağırlığı ve KUK’un bu konuda geri kalması sonucunda bir tartışma çıkmıştır. Sonuçta bayrak-flama sorununun yarattığı gerginliğin giderilmesi için ortak bir bayrak kabul edilmesi çalışmaları başlatılmıştır. PYD ile KUK (KDP ile PKK) arasındaki güç mücadelesinin devam ettiğinin bir diğer kanıtı da PYD’nin Suriye’de olduğu iddia edilen 2000 civarındaki militanına karşılık bazı kaynaklar bu sayıyı son  dönemde 4-5 bine çıkarmaktadır. KUK’a bağlı partilerin önde gelenleri (hatta mevcut lideri) kendilerinin de silahlanma ihtiyacında olduğunu açıklamıştır. Bütün bunlara ek olarak olayların gelişim sürecinde Mesut Barzani Suriyeli Kürtlerin Kuzey Irak’ta eğitildiğini ve geri gönderilmeye hazır olduğunu ilan etmiştir.

KBY tarafından yapılan açıklamada KBY’de eğitilen Suriye Kürtlerinin Suriye’ye geri dönmesi çabasının Suriye’deki Kürtleri Esad  yönetiminden korumak olduğu ileri sürülmektedir. Fakat KDP’nin bu Kürtleri Suriye rejiminden korumak mı, yoksa PYD’nin silahlı gücü ve tabandaki örgütlenmesi sayesinde sağladığı etkinliğe karşı bir etkinlik kurmak ya da etkinlik kurma çabasında olanlara fiziki destek sağlamayı amaçladığı tartışılır. Barzani’nin gözetiminde Erbil’de  yapılan toplantıya katılan kişilerin bile Suriye’ye döndüklerinde PYD tarafından gözaltına alındığı ve ancak bazı siyasilerin araya girmesiyle serbest bırakıldığı dikkate alındığında KDP ile PKK’nın tam olarak ortak hareket ettiğini söylemek zordur.

Bugün iki aktör arasında bir işbirliği zemini oluşmasına rağmen bu işbirliğinin uzun vadeye yayılması ve derinleşerek devam etmesini zorlaştıran iki temel unsur bulunmaktadır:

Bunlardan  birincisi KDP’nin Irak içindeki konumu ve ikincisi ise iki aktörün  bölgesel ittifaklarıdır. KDP’nin sadece Irak’taki Kürtlerin değil tüm Kürtlerin liderliğine oynadığı bir süredir açıkça görülmektedir. Ancak, son aylarda Irak’ta yaşanan olayların da gösterdiği gibi KDP’nin diğer Kürt partileri belli bir amaca kanalize etme yeteneğinin ve kapasitesinin sınırları bulunmaktadır. Hatta, KDP’nin Irak içinde bile Kürtlere tam olarak hakim olmadığı görülmektedir. Gerek KYB’nin gerekse İslamcı muhalefet ile Gorran’ın KBY içindeki güç dengelerinde ihmal edilemez birer güç olduğu unutulmamalıdır. Son olarak, KDP’nin hem Irak içindeki gücünün  hem  de KBY içindeki ittifakların sınırlarını Maliki  krizinde gördüğü ileri sürülebilir. KDP Maliki’nin düşürülmesi çabalarını KBY’deki iç  politik değerlendirmelerin  dışında Kürtlerin ortak bir sorunu olarak resmetse ve Irak’taki Kürt davasının bir parçası olduğunu ileri sürse de sonuç Kürtlerin ortak çıkarları ve mücadelesi jargonunun Bağdat’ta işe yaramadığının görülmesi olmuştur. Bağdat’ta ne Gorran ne de KYB, KDP ile birlikte hareket etmiştir. Bugün Kürtlerin ortak davası söyleminin KDP tarafından Suriye olayında kullanıldığı görülmektedir. Fakat tüm Iraklı Kürt siyasi partiler Suriye Kürtlerine yönelik KBY’nin politikasına söylemsel destek vermelerine rağmen pratikte tüm partilerin aynı şekilde davranmadığı gözlenmektedir.

KDP-PKK işbirliğinin derinleşerek devam etmesini engelleyecek diğer unsur ise her iki

aktörün de dış güçlerle ilişkileri/ittifaklarıdır. KDP’nin Türkiye ile ilişkileri ve Türkiye’nin PKK konusundaki hassasiyeti KDP-PKK ilişkisini sınırlamaktadır. Son birkaç  yıl içinde Iraklı Kürtler (özellikle KDP) ile Türkiye arasında gelişen yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler her iki taraf için de kolaylıkla bir kenara atılamayacak kadar önemli hale gelmiştir.  Özellikle son dönemde Irak merkezi hükümeti ile yaşadığı siyasi sorunlara bir de petrol anlaşmalarından kaynaklanan sorunların eklenmesi KBY için son derece stratejik bir gelişmenin önünü açmıştır. KBY’nin Irak merkezi hükümetinden bağımsız imzaladığı petrol anlaşmaları çerçevesinde çıkartmış olduğu petrolü doğrudan Türkiye’ye göndermesi Kürtler için son dönemdeki en önemli stratejik kazanım olarak görülebilir. Birkaç yıldır Bağdat’tan alması gereken payın çok altında gelir elde ettiğini ileri süren KBY için Türkiye ile doğrudan ticarette elde ettiği paranın miktarından ziyade petrolü Irak merkezi hükümetinden bağımsız  bir gelir  kaynağına çevirmenin ilk adımı olması açısından önemlidir. Bu durum Kürtler için nihai stratejik hedef olan bağımsız devletin ilan edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır. Buna karşılık Türkiye’nin her geçen gün artan enerji ihtiyaçlarını petrol ve doğal gaz açısından bir fırsat olarak gördüğü KBY’den sağlaması son derece önemlidir. Fakat Türkiye ve KBY’nin karşılıklı olarak doğrudan petrol satışı üzerindeki  fırsat-maliyet dengesi analizi yapıldığında KBY için çok daha vazgeçilmez olduğu görülmektedir.

 

PYD’nin politikaları ve kazançları

 

Bugün Suriyeli Kürtler arasında, süreçten en kazançlı çıkan grup olarak gözüken PYD, Türk kamuoyunda da gündemin ilk sıralarına yerleşti. Bu durum, PYD’nin Esad yönetimiyle olan ilişkisi sonucunda ortaya çıkan kısa süreli gelişmelerin sonucu değildir. PYD’nin izlediği yol kabaca şu başlıklar altında toplanabilir:

1. PYD pragmatik davranarak güç kazanmıştır. Bir  yandan Esad yönetimiyle arayı  bozmayan PYD onun tarafından  desteklenmiş ya da bazı konularda önü açılmıştır. Örneğin Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde okul, kültür merkezi vs. gibi kurumların açılmasını PYD üstlenmiş ve kendi lehine bir faktöre çevirmiştir. PKK ile Suriye rejimi arasındaki tarihsel ilişkiler ve Türkiye Suriye ilişkilerinin bozulması sonucunda Şam PYD’nin Suriye Kürtleri arasında etkinlik sağlamasını  kolaylaştırmıştır. Örneğin Suriye’de olaylar başladıktan bir süre sonra Suriye hükümeti 640 PYD’liyi  hapishaneden serbest  bırakmıştır.

Buna  karşılık, PYD, rejimi  devirmek isteyen muhaliflerle ortak hareket etmemiş, tersine Esad yönetimine açıkça muhalefet eden Suriyeli Kürtleri sindirme sürecinde önemli bir aktör olmuştur. Esad yönetimi ile PYD arasındaki ilişkiler bugün ne tamamen bozulmuştur ne de stratejik bir ittifaktır. Esad için PYD muhaliflerin üstelenebileceği  yeni alanlar oluşmasını engellemenin araçlarından  birisi olarak görülmektedir. Suriye  yönetimi ile PKK arasında geçmişten gelen iyi ilişkiler bugünkü ilişkinin temeli olabilir. Fakat muhtemelen Esad  yönetiminin PYD’yi muhatap seçmesinin nedeni, bu örgütün sınırlılıklarıdır. PYD hem ideolojisi itibarıyla  (yani demokratik özerklik ya da Kürtlere tanınmasını talep ettiği siyasi haklar) diğer Arap muhalefetten büyük tepki görmekte hem de Türkiye nedeniyle uluslararası destek alması çok güçtür. Yani, Esad Yönetimi, bugün PYD’nin kontrolünde ve kendisine karşı yeni saldırıların planlanıp yürütülmediği Kürt  bölgelerini, muhalefetin veya Barzani’nin kontrolünde gelecekte kendisine daha fazla sorun  yaratacak bölgelere tercih etmektedir. Şu anda Esad için Suriye’de kurtarılmış Kürt bölgelerinin olması bu bölgeler muhalefete hizmet etmediği sürece çok önemli değildir.

2. PYD örgütlenmesini  geliştirmiştir. Diğer Kürt örgütleri birbirleriyle rekabet edip liderlik mücadelesine girişmiştir. Bunun yanı sıra hangi Suriyeli muhalif grup içinde yer alınması gerektiğine ilişkin birbirleriyle mücadele ederken PYD tabandaki gücünü artırmıştır. Bunun için KUK içinde rekabet eden  partilerin birbirlerine karşı zaaflarını kullanmıştır.Ayrıca aşamalı olarak bulunduğu bölgelerde tam hakimiyet kurmaya başlamıştır. Okul, vs.gibi çeşitli  kurumları üstlenmiş, seçimlerde yer almıştır. Rejimin sağladığı ya da kendisinin elde ettiği silahlarla silahlı birlikler oluşturmuştur. Ayrıca Suriyeli Kürtlerden PKK mensubu olanların  silahlı mücadele tecrübesinden yararlanarak güçlenmiştir. Eylül ayından itibaren Irak’taki bazı PKKlıların kademeli olarak Suriye’ye geldiği bilinmektedir. Bunların varlığı örgütlülüğü ve silahlı  gücü diğer partilerin hareket sahasını kısıtlamıştır. Son olarak diğer partilerin söylemsel belirsizliğine karşılık PYD’nin “ne istediğini bilmesi” geçmişte PYD’ye destek vermeyen bazı Kürtler için PYD’yi çözüm merkezi haline getirmiştir.

3. PYD, diğer Kürt partilerinin izlediği politikalardaki zayıflıklardan yararlandı. KUK diğer Suriyeli muhalif hareketlerle ilişkisini oturtamazken PYD temelde iki söylem üzerinde durdu. Birincisi, “Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Türkiye’nin bir aracıdır” bu nedenle Kürtlerin varlığını tanımak bile istememektedir. Hatta Kürtlerin haklarını tanımak bir yana ezmek istedikleri bile ileri sürülmüştür. KUK’un ise bu süreçte SUK ile ilişkiye girme çabası ve  bu çabaların  başarısızlıkla sonuçlanması PYD’nin eline koz vermiştir. SUK toplantılarında KUK’un ya da ona bağlı partilerin bireysel olarak başarısızlıkları PYD’yi güçlendirmiştir. Arap muhaliflerin Kürtlere tepki göstermesi, hatta SUK Başkanı Burhan Galyun’un “Suriye Kürdistan”ı  yoktur ifadesi Suriye’de milliyetçi bilinci ciddi bir yükselişte olan Kürtler arasında KUK ve SUK’a mesafeli duran PYD’nin destek bulmasını  kolaylaştırdı. PYD’nin  kullandığı ikinci söylem ise asıl düşmanın Türkiye olduğudur. Bu söylemde Esad zaten zayıflamış ve gidici olarak tasvir edilmekte, bu nedenle bundan sonra ondan Kürtlere yönelik büyük bir tehlike gelmeyeceği ileri sürülmüştür. PYD’ye göre Türkiye hem  kendi Kürtlerine hem  de  diğer ülkelerdeki Kürtlere karşı  geliştirmiş olduğu politikalarla asıl tehlikedir. Suriye Kürtleri arasında Türkiye karşıtı damarı kullanmak çok etkili olmuştur.

4. PYD, KDP’yi ancak istediği kadarıyla sürecin içinde tutmaya çalışmıştır. Örneğin peşmergelerin varlığı ya da Erbil’de eğitim almış Suriyeli Kürtlerin geri  dönüşü  konusunda PYD çok temkinli hareket etmiştir. Bir  yandan ortada ortak bir Kürt hareketi kurulduğu ve bunun Kürt  davası için  büyük bir işbirliği olduğu  yorumu  bulunmasına rağmen öte yandan yukarıda ele alındığı gibi her iki aktör de birbirinin niyet ve politikalarından şüphe duymaya  devam etmektedir. Özetle, KDP ya da Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)’ni Suriyeli Kürtler arasında ya da uluslararası alanda bir meşrulaşma aracı olarak gören PYD, şu ana kadar ancak ihtiyacı olduğu durum ve zamanlarda KBY’ye başvurmuştur.

5. Suriye’de olaylar  başladığı  dönemden itibaren Türkiye’de PKK’nın öne sürdüğü proje olan demokratik özerkliği söylemde ve pratikte uygulamaya koymaya çalışmıştır. Bunun için öncelikle Kürtler arasındaki  yapılanmasını güçlendirmeye girişmiştir.

6. PYD’nin stratejisinin en önemli  boyutlarından birisi kendisine bağlı silahlı gruplardır. “Halk Koruma Komiteleri” adı altında faaliyet gösteren  bu silahlı güçler iki amaca  hizmet etmiştir. Bir yandan Kürt yerleşim birimlerinden gönderilen Esad’a bağlı siyasilerin yerine “devlet” görevi üstlenirken diğer yandan 19 Temmuz’dan itibaren elde edilen kazanımları korumaya yaramıştır. PYD, 19 Temmuz’da Afrin’de oluşturduğu tugay büyüklüğündeki silahlı gücüne, 5 Ekim’de duyurusunu yaptığı Kamışlı’daki tugayını da eklemiştir.[63]

 

SONUÇ

 

Kürtlerin Suriye’de ezildiği yönündeki propaganda, Suriye’de hakim güç olan Nusayriler dışındaki etnik ve dinsel unsurların da aynı sıkıntıları çektiği gerçeği karşısında çürümektedir. Suriye yönetiminin Kürtler’e bir nebze de olsa farklı yaklaşmasının nedeni, Türkiye, Irak ve İran’daki Kürt hareketliliği ve Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölünme tehlikesidir. Beşar Esad dönemiyle birlikte çok sayıda Türkmen’den, özellikle Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin artmasıyla birlikte, Türkmenlere bakış açısının da değiştiğini ve baskının azaldığını çok sayıda görüşmemde dinledim. Ancak olayların Suriye’ye sıçramasıyla birlikte, Türkmenlerin geçmişteki sıkıntıları yeniden yaşama korkusu ortaya çıktı. Kürtler ise silahlı örgütlenmeleri nedeniyle fırsatı değerlendirme politikası izlemektedir.

Suriye’de etnik olarak nüfus yüzdesine göre, önemli bir yer tutan Kürtler, bugünlerde son derece hareketli günlerden geçmektedir. 1920’li yıllardan bu yana ilk kez Suriye’de bu kadar önemli bir güç haline gelmeleri, gerek PKK ve Suriye kolu PYD’yi, gerekse Barzani yönetiminin iştahını kabartmaktadır.

PYD’nin Suriye’deki pragmatist tutumu, son olarak eşbaşkanları Salih Müslim’in Stocklohm’de yaptığı açıklamayla daha net anlaşılmaktadır. Müslim, katıldığı bir toplantıda, Suriye yönetimini Kürtleri ezmekle suçlayarak, “Kürtler Suriye Devriminin bir parçasıdır” dedi.[64] Türkiye’de Kandil ile PYD arasında Suriye’ye bakışta farklılıklar var değerlendirmelerine rağmen, PKK’nın ana hedefleri düşünüldüğünde, PYD’nin Beşar Esad yönetimi ile er ya da geç karşı karşıya geleceği kaçınılmazdır. Suriye’de “Demokratik Özerklik” söylemini ön plana çıkaran PYD ile PKK’yı, geçmişte olduğu gibi bir dış politika aracı olarak kullanmak isteyen Suriye yönetimi arasında gerilimin artacağı kuvvetle muhtemeldir. Çünkü PYD, PKK’nın da dile getirdiği gibi önce Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki bölgelerde oluşturulacak konfederatif yapıyı ve sonrasında da bağımsızlığı savunmaktadır.

 

 

 


[1] Walker’ın açıklamaları, Anadolu Ajansı tarafından 29 Ocak 2011 tarihinde servise kondu. Bu açıklama aynı gün, gazetelerin internet sitelerinde yayınlandı.

[2] Wall Street Journal, Interview With Syrian President Bashar al-Assad, 31 Ocak 2011

[3] “Ankara: Diplomasi kapısını sonuna kadar açık tuttuk”, Akşam Gazetesi, 19 Mayıs 2012

[4] “İç Savaş Konusunda Korkutucu ve Derin Endişelerim Var”, Habertürk Gazetesi, 9 Mayıs 2012

[5]Kürtler Kobani'den sonra Afrin'de de yönetime el koydu”, Fırat Haber Ajansı, 20 Temmuz 2012

[6] “Suriye'de Kürt Hareketleri”, ORSAM Raporu, Rapor No: 127, Ağustos 2012, s. 15

[7] Pierre Rondot, “Les Kurdes de Syrie”, La France Mediterraneenne et Africaine, Cilt 2, Fasikül 1 (1939), aktaran Emir Hasanpur, “Kürdistan’da Milliyetçilik ve Din: 1918–1985”, çeviren İbrahim Bingöl ve Cemil Gündoğan Avesta, İstanbul, 2005), s. 238.

[8] M. S. Lazarev, “Emperyalizm ve Kürt Sorunu”, Öz-Ge Yayınları, Rusça’dan çeviren: Mehmet Demir, 1989, s. 230.

[9] Bu sayının yaklaşık 22 bin olduğu ileri sürülmektedir. Bkz. Erol Kurubaş, “Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye”, Cilt 1, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004, s.164.

[10] Ayşe Hür, “Suriye Kürtlerinin Hali Nicedir”, Taraf Gazetesi, 19 Haziran 2011

[11] Abdi Noyan Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Merkezi Raporu, http://www.usak.org.tr/

[12] Moshe Maoz, “Esad: Şam’ın Sfenksi”, çeviren Hakan Gündüz Akademi Yayınları, İstanbul, 1991, s. 99–100.

[13] Hama’daki olaylarla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz. Maoz, “Esad: Şam’ın Sfenksi”, s. 252.

[14] Mustafa Nazdar, “The Kurds in Syria”, Gerard Chailand (der.) içinde, People Without A Country: The Kurds and Kurdistan, İngilizce’ye çev. Michael Pallis (Londra: Zed Press, 1980), s.217.

[15] Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, agy.

[16] Gerard Chailand, “The Kurdish Tragedy”, İngilizce’ye çev. Philip Black (Londra ve New Jersey: Zed Books, 1994), s. 87.

[17] Chailand, “The Kurdish Tragedy”, s. 87.

[18] Rafet Ballı, “Kürt Dosyası”, Cem Yayınevi, Üçüncü Basım, Ocak 1992, s. 553.

[19] “Suriye'deki Kürt Hareketleri”, ORSAM Raporu, s. 18.

[20] Uzun yıllar Molla Mustafa Barzani’nin yanında bulunan ve ağırlıklı olarak dış politikasını yöneten Celal Talabani de, Irak’ta ikinci Kürt gücü olacak olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni 1975 yılında Suriye’de kurmuştur. 1975 yılında İran ve Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması sonrasında Barzani güçlerinin ağır yenilgi almasını fırsat bilen Celal Talabani, Irak ordusunun KDP’yi ezmesinin ardından Irak’tan kaçan Kürtleri kendi himayesinde toparlamaya çalıştı. Talabani karargah olarak Suriye’nin başkenti Şam’ı seçmişti. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hakkı Öznur, “Cahşların Savaşı-Kuzey Irak Kürt Hareketi ve Musul-Kerkük Meselesi”, Altınküre Yayınları, Birinci Baskı, Nisan 2003, s. 457

[21] “Şam 2004: PKK’ya 5 Kurşun”, Hürriyet Gazetesi, 5 Aralık 2004

[22] Prof. Dr. Ümit Özdağ, “Türkiye'de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve PKK”, Üç Ok Yayınları, Ankara, 2005, s.7

[23] Ümit Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi’, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 34.

[24] Doğu Perinçek, “Türkiye Solu ve PKK”, Teori Dergisi, Ağustos 2011

[25] David Kushner, “Turkish-Syrian Relations: An Update”, Modern Syria: From Ottoman Rule to Pivotal Role in The Middle East, M. Maoz ve d. (der.) içinde (Brighton ve Portland: Sussex Academic Press, 1999), s. 233-4.

[26] Robert Olson, “Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Rusya  ile İlişkileri: 1979-2001”, İngilizce’den çeviren Süleyman Elik, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. XV

[27] Aslında Esad’ın, Hatay meselesini hatırlatmak için kullandığı tek terör örgütü PKK olmamıştır. Suriye istihbaratı, Esad’ın talimatıyla 1989 yılında ‘İskenderun Kurtuluş Örgütü’nü kurmuş ve Hatay’da eylemler düzenlemek için Türk vatandaşı olan 1.500-2.000 kadar Nusayri’yi eğitmiştir. Ancak Türk güvenlik ve istihbarat birimleri, örgütü yakın takibe almıştır. 1990’ların başında örgüte karşı düzenlenen etkili operasyonlar sonucu örgüt ciddi darbe almış ve Türkiye’ye bir tehdit oluşturamamıştır. Emre Özkan ve Murat Soğangöz, “Syria and Turkey: Warming Relations”,  Journal of  Turkish Weekly, 13 Mart 2006, http://www. turkishweekly.net/ news.php?id= 27721, erişim: 24 Temmuz 2006, aktaran Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, agy

[28] Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi”, s. 207.

[29] Erdem Erciyes, “Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri”, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.105.

[30] Özcan, “PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöndemi”, s. 251.

[31] Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi”, s. 207.

[32] A. Cem Ersever, “Kürtler, PKK ve A. Öcalan”, KİYAP Yayın, Ankara, 1993, s. 91-92.

[33] Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, agy.

[34] Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi”, s. 35.

[35] Nihat Ali Özcan, “PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi”, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 79.

[36] Turan Yavuz, “ABD’nin Kürt Kartı”, Milliyet Yayınları, Birinci Basım, Nisan 1993, s.102

[37] Kushner, “Turkish-Syrian Relations: An Update”, s. 236-7.

[38] “Sezgin: Bellerini Kırdık”, Milliyet Gazetesi, 19 Nisan 1992

[39] “Orgeneral Ateş Suriye’yi Uyardı”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Eylül 1998

[40] “Türkiye, PKK’yı Barındırmakla Suçladığı Suriye’ye Sert Çıktı-‘Diplomasi Dışına Çıkarız’”, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Ekim 1998

[41] Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi”, s. 209.

[42] Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, agy

[43] Arslan Tekin, “Son İsyan-Güneydoğu’daki Kirli Savaşın Hikayesi”, Elips Kitap, İkinci Baskı Temmuz 2005, s. 388.

[44] Gary C. Gambill, ‘The Kurdish Reawakening in Syria’, Middle East Intelligence Bulletin, Cilt 6, Sayı 4, (Nisan 2004); Aktaran Özkaya, “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları”, agy

[45] Harita için bkz. “Parçalama Planı”, Cumhuriyet Gazetesi, 7 Temmuz 2006

[46] ABD’nin PKK ve Kürtçü örgütlenmelere desteği için bkz. Ceyhun Bozkurt, “Mission Kurdistan-ABD-PKK İlişkilerinin Stratejik Analizi (1978-2012)”, Kripto Kitaplar, Ocak 2012

[47] Banu Eligür, “Are Former Enemies Becoming Allies? Turkey’s Changing Relations with Syria, Iran, and Israel Since the 2003 Iraqi War”, Brandeis University Crown Center for Middle East Studies, No. 9 (August 2006), ss.2-3

[48] “Suriye’de Maç Sonrası Kürt-Arap Savaşı”, Hürriyet, 14 Mart 2004

[49] Sami Moubayed,  “US Designs on Syria’s  Kurds”,  Asia Times Online, 9 Nisan 2005, http://www.atimes.com/atimes/Middle_East/GD09Ak01.html

[50] “Suriye'deki Kürt İsyanı Bölgeyi Gerdi”, Radikal Gazetesi, 15 Mart 2004

[51] Mehmet Yılmaz, “Pandora’nın Kutusu Açılıyor”, Aksiyon Dergisi, 22 mart 2004

[52] “Suriye Sınırlarındaki Mayınlar Temizlenecek”, Hürriyet Gazetesi, 22 Mart 2004

[53] Soner Çagaptay-Nazlı Gençsoy, “Improving Turkish-Russian Relations: Turkey’s New Foreign Policy and Its Implications fort he United States”, Washington Institute for Near East Policy, January 12, 2005

[54] “Kürtler Hem İsyanda Hem Pazarlıkta”, Radikal Gazetesi, 18 Mart 2006,

[55] Yrd. Doç. Dr. Veysel Ayhan, “Türkiye Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Kasım 2009

[56] “ABD: Suriye’ye Bastırın”,  Radikal Gazetesi, 15.03.2005

[57] İsmail Küçükkaya, “Suriye Lideri Esad: Açılım Bizi de Etkiler”, Akşam Gazetesi, 15 Eylül 2009

[58] Murat Yetkin, “Genelkurmay Başkanı: Suriye olumlu, Irak'ta gelişme var”, Radikal Gazetesi, 23 Eylül 2009

[59] “Peşmergeye Deniz Yolu Açma Planı”, Yeniçağ Gazetesi, 26 Mart 2012

[60] “Dr. Abbas: Syria’s Kurds Must Go With One Voice”, Kurd Media, 27 Mayıs 2006

[61] “Suriye'de Kürt Hareketleri”, ORSAM Raporu, s. 28

[62] “Suriye'de Kürt Hareketleri”, ORSAM Raporu, s. 29-33.

[63] 6 Ekim tarihli gazeteler

[64] “Suriye Devrimi’nin Parçasıyız”, Fırat Haber Ajansı, 4 Ekim 2012

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display