< < Suriye İç Savaşı’nda Son Durum ve Askeri Seçenekler


Suriye İç Savaşı’nda Son Durum ve Askeri Seçenekler

Yazan  29 Ağustos 2013

Suriye’de devam eden iç savaşta çatışan taraflar arasında denge zaman zaman değişkenlik gösterebilmektedir. Bir tarafın elde ettiği kazanım savaşın sonlanabileceğine ilişkin bir beklenti yaratabilmektedir. Daha önce muhaliflerin üst düzey rejim yetkililerine yönelik operasyonu, Halep’in önemli bir bölümünü ele geçirmeleri, Rakka ve Deyr ez Zor’da kontrolü sağlamaları ve çatışmaların Şam’da yoğunlaşması ile Esad rejiminin sonuna gelindi mi tartışmaları yapılmıştı. Son aylarda da rejim güçlerinin sahada önemli kazanımlar elde ettiği ve bu sefer muhaliflerin tamamen bastırılabileceği yorumları yapılmaktadır. Bu düşüncenin gelişmesinde rejim güçlerinin stratejik Kusayr kasabasını muhaliflerin elinden almaları, Halep’e doğru ilerlemeleri, Humus’ta muhaliflere karşı kazanımlar elde etmeleri etkili olmuştur. Ancak daha önceki dönemde muhaliflerin kazanımlarına rağmen rejimi yıkacak güçte olmamaları gibi şu anda da rejimin muhalifleri tamamen bastırma imkanı bulunmamaktadır. Mevcut denkleme kritik bir girdi olmadan savaşın sonlanamayacağı öngörüsü geçerliliğini korumaktadır. İki buçuk yıla yakın süredir devam eden ve muhtemelen daha uzun süre iç savaşın sonlanmayacağı Suriye’de dönemsel olarak taraflar bazı kazanımlar elde edecek ve dengeler bir tarafın lehine değişebilecektir. Ancak bu savaşı sonlandırmaya yetecek düzede stratejik değişimler olmayacaktır. Bu tarz bir değişim artık sadece dış aktörlerin verdiği askeri destekte kritik bir değişim (artma ya da azalma) olması durumunda yaşanabilir.

Rejim güçlerinin son aylarda sahadaki kazanımlarının altında yatan da dış desteğin artışı olmuştur. Hizbullah’ın savaşın başından bu yana Esad rejimini desteklemek üzere savaşçılarını Suriye’ye gönderdiği iddiaları dile getiriliyordu. Ancak son Kusayr çatışması ile beraber Hizbullah açıkça ve geniş katılımla Esad rejiminin yanında muhaliflere karşı savaşa katılmıştır. Bunun yanında İran ve Hizbullah desteği ile Ulusal Savunma Gücü adı altında 50 bin kişilik yeni bir milis kuvvet oluşturulmuştur. Rejime sadık kişilerden oluşturulan bu kuvvet düzenli orduya göre sokak savaşında daha etkili bir güç olarak kurulmuştur. Bu faktörlerin devreye girmesi neticesinde son aylarda denge rejim lehine değişmeye başlamıştır.

Ancak bu yeni durum hemen karşı tepki yaratmış ve savaşın Suriye-İran ve Hizbullah lehine kazanımına izin vermeyecek aktörler devreye girerek dengeyi sağlamaya çalışmışlardır. Suudi Arabistan; İran ve Hizbullah’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı güçlendirmesine dünyanın izin vermemesi gerektiğini bildirmiş, Tahran’ın krize müdahalesine ülkesinin daha fazla sessiz kalamayacağını açıklamış ve isyancılara daha fazla askeri yardım çağrısında bulunmuştur. Tam bu dönemde ABD üst yönetiminden Suriye rejiminin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı yönünde açıklamalar gelmiştir. ABD tarafından daha önce kırmızı çizgi olarak açıklanan kimyasal silah kullanımı muhtemelen muhaliflere ağır silah yardımının meşru gerekçesi olarak gündeme getirilmiştir. Bu açıklamaların hemen arkasından kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte Özgür Suriye Ordusu Genel Kurmay Başkanı Selim İdris ellerine uçaksavar ve tanksavar füzelerini içeren yeni silahlar geçtiğini ve birliklere dağıtıldığını açıklamıştır. Tam da bu nedenle Suriye’deki kördüğümün dönemsel güç dengelerindeki değişim ile çözülmesinin mümkün olmadığını söylemek mümkündür.

Her iki tarafı destekleyen güçlerin verdiği askeri desteğin artışındaki bir diğer neden ABD ve Rusya arasında varılan mutabakat çerçevesinde Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulma ve Cenevre sürecinin işletilmesi kararının alınmış olmasıdır. Eğer sorun masada çözülecekse taraflar masaya daha güçlü oturmak ve pazarlıklarda elinin güçlü olmasını istemektedir. Bu da tarafları sahada kazanım elde etmeye itmektedir. Ancak bu yaklaşım kendi içinde siyasi sürecin mantığı ile ters düşmektedir. Bir tarafta siyasi bir çözüm arayışı söz konusu iken diğer tarafta askeri mücadelenin devam etmesi sürecin mantığına aykırıdır. Böyle bir dönemde taraflar arasında ateşkes zorunludur. Tam da bu nedenle 2. Cenevre Toplantısı Haziran ayı içinde yapılması planlanmış olmasına rağmen gerçekleşmemiştir. Bu sürecin yeniden işletilmesi Suriye’de tarafların belli bir süre daha bilek güreşine tutuşmaları sonucunda gerçekleşebilir. Bir taraftan rejimin sahada kazandığı başarılar diğer taraftan Mısır’da gerçekleşen iktidar değişimi dengeleri Esad rejiminin lehine değiştirmiştir. ABD ve Rusya Cenevre süreci konusunda halen istekli olmasına rağmen böyle bir dönemde muhaliflerin masaya oturmasını beklemek mümkün değildir.

 

Suriye’de değişim için askeri seçenekler

Suriye’de rejim ile muhalifler arasındaki mücadele nispeten bir dengeye oturmuştur. Mevcut şartlarda ne rejimin muhalefeti bastıracak gücü vardır ne de muhalefetin rejimi yıkabilmesi söz konusudur. Muhalefet eylem düzenleme kapasitesi, kontrol edilen alanların genişletilmesi, savaşan birliklerin daha organize hale gelmesi gibi konularda ilerleme kaydetmektedir. Düzenli orduya karşı yürütülen mücadelede daha profesyonel taktikler kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Suriye muhalefeti ve Özgür Suriye Ordusu’nun iddialarına göre, ülke topraklarının yüzde 60’ından fazlasının kontrolünü ellerinde bulundurmaktadırlar. Özgür Suriye Ordusu’na katılımlarda generallerin sayısında da bir artış gözlemlenmektedir. Son aylarda Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait az sayıda da olsa uçak ve helikopter düşürülmüştür. Bütün bunlara karşın Suriye’deki mevcut güç dengesine yeni bir faktör girişi olmadığı takdirde silahlı muhalefetin mevcut haliyle düzenli orduyu yenebilmesi mümkün gözükmemektedir. Mevcut denkleme eklenerek muhalifleri rejimi yıkmaya taşıyabilecek unsurlar ise şunlar olabilir:

- Suriye güvenlik birimlerinin çözülmesi,

- Suriye silahlı muhalefetine, düzenli ordu ile savaşabileceği çapta her türlü lojistik desteğin sağlanması,

- Suriye dışından bir aktörün (ya da aktörlerin) askeri müdahalesi ya da bazı askeri zorlama tedbirleri alması.

Birinci unsur açısından bir değerlendirme yapıldığında şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Suriye’de ordu ile silahlı mücadele yürüten grupların önemli bir bölümü ordudan kopan askerlerden oluşmaktadır. Daha önce yayınlanan raporlardan yola çıkarak Suriye ordusundaki toplam asker sayısının yedek kuvvetler ile birlikte 600 bin civarında olduğu söylenebilir. Ancak kendi iddiasına göre Özgür Suriye Ordusu’nun toplam 60 bin civarında üyesi bulunmaktadır. Özgür Suriye Ordusu’nun tamamı da ordudan ayrılan askerlerden oluşmamaktadır. Önemli bir kısmı silahlanmış gençlerdir ve az sayıda da olsa dünyanın çeşitli ülkelerinden savaşmak için Suriye’ye gelmiş kişiler yer almaktadır. Niceliğin yanı sıra nitelik olarak da ayrılan askerlerin nispeten düşük seviyede kaldığı görülmektedir. Ordudan kopuşlar genellikle er seviyesinde gerçekleşmektedir. Ayrıca Suriye’deki çatışmanın mezhepsel boyutunun giderek belirginleşmesi orduya sirayet etmiş ve Suriye ordusunda savaşan birliklerin çoğunluğu rejime sadakatinden şüphe duyulmayacak kişilerden oluşturulmaya başlanmıştır. Bu nedenle orduda tamamen bir çözülmenin yaşanması en azından kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Muhaliflere ağır silahları içeren daha geniş kapsamlı destek verilmesi de giderek zorlaşmaktadır. Suriye’deki çatışmanın artık diktatör yönetime karşı meşru mücadele yürüten Suriyeliler şeklinde tek bir boyutu bulunmamaktadır. Ülkede kaos derinleştikçe ve kamu otoritesi ortadan kalktıkça kimsenin tam olarak içeriğini tespit edemediği, yabancı savaşçıların ve El Kaide ile PKK gibi terör örgütlerinin de dahil olduğu çok boyutlu bir çatışma ortamı doğmuş durumdadır. Merkezi idareden yoksun, hiyerarşik bir şekilde örgütlenmeyi başaramamış ve BM raporlarına göre zaman zaman insanlık suçu dahi işleyen bir silahlı yapıya destek konusunda bütün aktörler çekinceli davranmaktadır. Bu destek dış aktörleri Suriye’de demokrasi mücadelesine destek vermekten ziyade zaman zaman kirli bir savaşa dönüşebilen çatışmanın tarafı haline getirebilmektedir. Kontrol dışı bu yapılar halen silahlı muhalefetin büyük bir kısmını oluşturmasa da dış aktörlerin davranışlarını etkilemektedir.

Suriye’deki mevcut dengeyi değiştirebilecek son unsur olarak dışarından bir güç ya da gücün askeri müdahalede bulunması ya da askeri zorlama tedbirleri alması kalmaktadır. Doğrudan bir askeri müdahale bölgesel ve bölge dışı güçlerin pozisyonları incelendiğinde neredeyse imkansız gibidir. Böyle bir operasyonun öncülüğünü yapması beklenen ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkeler gerek iç kaygıları gerekse de Suriye’deki şartların askeri müdahaleyi mümkün kılmaması gibi nedenlerle askeri müdahaleye uzak olduklarını göstermektedirler. ABD’nin askeri müdahale konusundaki isteksizliği iç politik nedenlerden kaynaklandığı kadar Suriye’ye müdahalenin başarı şansının düşük olması, Libya’daki gelişmelerin etkisi (ABD Dışişleri Bakanı Clinton Libya Büyükelçisinin öldürülmesi sonrasında “özgürleştirdiğimiz bir ülkede bu nasıl olabilir şeklindeki tepkisini dile getirmişti.), Suriye’nin elindeki kitle imha silahlarını İsrail’e karşı kullanma olasılığı, El Kaide ve Selefilerin müdahaleden kazançlı çıkmaları gibi kaygılardan da kaynaklanmaktadır.

Geriye tek seçenek olarak askeri zorlama tedbirlerinin alınması kalmaktadır. Bu noktada sürekli olarak Suriye’de sınır bölgelerinde güvenli bölgelerin oluşturulması tartışılmaktadır. Türkiye’nin güvenliği açısından bu noktadan sonra Esad rejiminin değişmesi dışında bir seçenek kalmamış gibi gözükmektedir. Ancak esas çelişki Esad, rejiminin ani çöküşünün Türkiye açısından da güvenlik riskleri doğuracak olmasıdır. Bu nedenle rejimi yıkmak yerine rejimi çekilmeye zorlamak en uygun seçenek olarak kalmaktadır. Ancak Baas rejimi iktidarı bırakmama yönünde her türlü aracı kullanarak sonuna kadar mücadele etme konusunda iradesini sergilemektedir. İktidardan çekilme ancak ve ancak rejimin yenilginin kaçınılmaz olduğunu anlaması ile mümkün olacaktır. Bu noktada da Suriye içinde “güvenli bölge” oluşturulması ülkedeki dengeyi bozabilecek tek araç olarak kalmaktadır. Güvenli bölge Suriyeli sivilleri korumak amacıyla oluşturulsa da esasında bir askeri zorlayıcı tedbir olarak da düşünülebilir. Çünkü bu bölge Suriye toprakları içinde kurulacaktır ve bu nedenle başka bir ülkenin egemenlik alanına doğrudan müdahalede bulunulacaktır. Güvenli bölgenin oluşturulması için karadan ve havadan askeri koruma sağlanması gerekecektir. Ayrıca Rusya ve Çin vetosu nedeniyle BM kararına dayanmayacağı için bu adımın meşruluğu da tartışmalı olacaktır. Dolayısıyla gerçekten bu adımın devletlerarası ve hatta bölgesel bir savaşa doğru evrilmesi riski söz konusudur.

Güvenli bölgenin oluşturulması konusunda iki soru akla gelmektedir. Bunlardan ilki, “güvenli bölgenin hedefinin ne olacağıdır.” Burada da iki ayrı beklentinin olması ihtimal dahilindedir. Birincisi insani amaçlar ve yoğun göç dalgasının Türkiye’de yaratacağı sıkıntıları önleme hedefidir. Bu durumda; 

- Suriye ordusunun saldırılarından kaçan insanların sığınabilecekleri güvenli bir alan oluşturulacak,

- İnsan akınının çok büyük rakamlara ulaşması durumunda Türkiye sınırları içinde çıkabilecek sosyal, güvenlik ve ekonomik sorunlar sınır ötesinde karşılanacaktır.

Ancak hedef bununla sınırlı tutulmayabilir. Güvenli bölge, siyasi ve askeri hedeflere ulaşmanın bir aracına dönüşebilir. Bu durumda güvenli bölgenin stratejik hedefi “Esad rejiminin değiştirilmesi” olacaktır. Hedef bu şekilde belirlenirse güvenli bölgenin şu taktiksel amaçlara hizmet etmesi beklenmelidir:

- Suriye ordusu, istihbaratı, üst düzey siyasetçi ve bürokratları arasından muhalif kampa geçmek istediği halde güvenlik endişesiyle rejim içinde kalmayı seçen kişilerin tercihleri etkilenebilecektir. Bu şekilde rejim içinde küçük çapta oluşan çatlak derinleştirilebilir.

- Suriye askeri muhalefeti kalıcı bir güvenli bölge oluşturamadığı için organize olamamaktadır. Muhalifler kurtarılmış bölge ilan ettikleri alanlarda kalıcı otorite sağlayamamaktadır. Güvenli bölgeye sığınacak askeri muhalefet Suriye ordusu müdahalesine maruz kalmadan örgütlenme şansına sahip olacaktır. Ayrıca askeri muhalefet daha kontrol edilebilir bir nitelik kazanacaktır. Bu durum Suriye muhalefetinin silahlandırılması yönündeki kaygıları da ortadan kaldırabilir.

- Suriye yönetiminin göstermelik değişikler yaparak zaman kazanma stratejisinden vazgeçerek gerçek demokratikleşmenin önünü açması sağlanabilir. Yani güvenli bölge yönetim üzerinde baskı oluşturarak Suriye’de barışçıl değişime de hizmet edebilir.

- Suriye’den Türkiye’ye yönelecek terör faaliyetleri engellenebilir.

Güvenli bölgenin oluşturulması konusunda akla gelen ikinci soru ise güvenli bölgenin nerede kurulacağıdır. Güvenli bölgenin, 910 kilometre uzunluktaki Türkiye–Suriye sınır hattı üzerinde 5 ile 25 kilometre arasında değişen bir derinlikte kurulması beklenebilir. Ancak 910 kilometrenin tamamını kapsayan bir hatta güvenli bölge oluşturulması kontrol edilebilirlik, güvenlik ve maliyet açısından sıkıntılar doğuracaktır. Dolayısıyla yukarıda sıralanan hedefleri gerçekleştirmeye imkan sağlayacak ve Türkiye açısından en az riskli bölgelerde güvenli bölge oluşturulması muhtemelen tercih edilecektir.

Bu alanın tespiti için dikkate alınacak unsurlar şu şekilde olabilir:

- Güvenli bölge kurulması düşünülen alanlarda yaşayan nüfusun etnik, dinsel, mezhepsel dağılımı.

- Yerel unsurların Suriye rejimi ve muhalefeti ile ilişkisi, ayaklanma hareketine bakışları.

- Yerel halkın Türkiye’ye bakışı ve bir güvenli bölge oluşumuna nasıl yaklaşacağı.

- Bölgede Türkiye açısından güvenlik tehdidi oluşturabilecek devlet dışı güçlerin varlığı.

- Bölgenin coğrafi durumu.

Bu bölge her şeyden önce Suriye ordusunun operasyonlarından kaçan Suriyeli sivillerin Türkiye topraklarına girmeden karşılanması ve güvenlik riski altında olmadan barınmalarına hizmet edecektir. Türkiye böylece büyük göç dalgalarının yaratacağı, ekonomik ve sosyal problemlerin önüne geçmeye çalışacaktır. Ancak güvenli bölgenin oluşturulmasının nihai amacının ne olacağına ilişkin sorunun yanıtı, güvenli bölgenin nerelerde ve nasıl oluşturulacağına da ışık tutacaktır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display