ABD, Monroe Doktrini'ne Dönebilir mi?

Yazan  26 Kasım 2012
ABD Başkanı James Monroe tarafından, 2 Aralık 1823’de Kongre’ye sunulan bildiri ile açıklanan Monroe Doktrini’ni ABD’nin ‘yalnızlık politikası’ olarak tanımlayabiliriz.

Giriş

ABD Başkanı James Monroe tarafından, 2 Aralık 1823'de Kongre'ye sunulan bildiri ile açıklanan Monroe Doktrini'ni ABD'nin 'yalnızlık politikası' olarak tanımlayabiliriz. Bu doktrin çerçevesinde Amerika, ne kendi kıt'ası dışındaki işlere karışacak, ne de Avrupa'nın o zaman ki sömürgeci güçlerinin kıt'aya müdahalesine izin verecekti. O dönemden beri ABD, Kanada ve Guyana hariç Amerika kıt'asının herhangi bir yerine askeri müdahaleyi kendisine hak gördü. Üstelik ticari ilişkilerde 'en çok gözetilen ulus (the most favored nation)' olmak adı altında Uzak Doğu başta olmak üzere Osmanlılar dâhil dünyanın herhangi bir yerinde sömürge faaliyetleri için Avrupalı dostları ile yarıştılar. İkinci Dünya Savaşı esnasında gelen davet üzerine bu müdahale alanına Avrupa da ilave edildi ve sonrasında Amerikan müdahaleleri tüm dünyayı hedef tahtası yaptı. Soğuk Savaş sonrasında da Amerikan müdahaleri hız kesmedi. Ancak, Obama dönemi ile birlikte müdahaleler kapsam değiştirdi. Oğul Bush döneminin kötü mirası ve yaşanan ekonomik krizin neden olduğu savunma harcamalarını azaltma ihtiyacı Obama'yı birinci döneminde mümkün olduğu kadar az müdahaleye ve hatta Libya ve Suriye'de olduğu gibi arka planda kalmaya itti. Afganistan ve Irak'taki savaşları kaybeden ABD, artık uzun bir süre büyük ordular ile sefere çıkmamayı düşünmektedir. İkinci kez başkan seçilen Obama, yeni dönem için halkına savunma alanında yapacağı indirimleri Amerika'nın içinin onarılmasına harcayağı sözünü verdi. İşte tam da bu dönemde ABD'nin deniz aşırı askeri faaliyetlerinin azaltılması ve bir şekilde Monroe Doktrini'ne dönülmesi tartışılmaktadır. Bu makalede, ABD'nin yaşamakta olduğu sorunları ve önümüzdeki dönemde uygulayabileceği dış politikayı tartışacağız.

Obama'nın Birinci Döneminde Neler Oldu?...

Obama, 2008 yılında iktidara gelirken Bush'un mirası olan çalkantılı dış politikayı düzene sokmak, müttefiklerine gözdağı vermekten kaçınmak, Irak'tan birlikleri çekmek, renkli şifre verilmiş korku politikalarına son vermek ve nükleer silahları azaltmak etmek için aday olmuştu. Seçim kampanyasında parti içi rakibi olan Hillary Clinton onu dış politika tecrübesi eksikliği ile suçluyor, siyasi angajman konusunda farklı görüşler (Hillary, tiranlık denilen rejimler ile önkoşulsuz diyaloga karşı idi) besliyordu. Sonra ekonomik kriz vurdu ve Obama, muhalefeti memnun etmek ve Usame Bin Ladin'i öldürmek için Afganistan'a 30.000 asker daha gönderdi[1]. 2009 yılında Kahire'de yaptığı konuşmada Obama, ABD'nin asla İslam ile savaşta olmayacağını söylemişti. Ama bu sözlerden birkaç ay sonra pek çok Müslüman ülke içinde ABD çıkarlarına uygun görülmeyen hedeflere en radikal saldırılar başlatıldı. Irak'tan çekilen ve 2014'de Afganistan'dan çekilmeye hazırlanan Obama, görevi süresince Bush'un mirası olan El Kaide odaklı küresel terör ile savaşa devam etti. Obama ile İnsansız Hava Araçları (Drone'lar) Amerikan gücünün ve suçsuz sivilleri de öldürmenin sembolü oldu. Bu cinayet sistemi kendilerine de lazım olduğundan Rusya ve Çin durumu izlemekten başka bir şey yapmadılar. Hedefli öldürme sistemi hem ucuz, hem de asgari Amerikan askeri kaybına neden olduğundan iyi bir yöntem olmaya devam etmektedir. Ancak, Drone'ların öldürdüğünden daha fazla terörist yarattığına şüphe yoktur. Obama, terörle mücadele ederken kendi ülkesini terörist bir ülke haline getirdi.

ABD, 11 Eylül 2001'den beri El Kaide ile mücadelede beş unsur kullandı; istihbarat, ordu, kolluk güçleri, diplomasi ve finansal yaptırımlar. Nihayetinde Bin Ladin de dâhil pek çok El Kaide üyesi öldürüldü, örgüt güvenlik amaçlı olarak küçük ölçekte kalmaya devam etti, Afganistan-Pakistan sınırına sıkışıp kalan üyelerinin operasyonel yetenekleri sınırlandırıldı. Kısaca örgüt son yıllarda marjinal hale getirildi ve izole edildi. Ancak, gelinen aşamada pratikte durum değişmedi, dünyanın her yerinde nerede ABD varlığı varsa saldırılmaya devam edilmektedir[2]. Uyguladığı sıkı kontroller nedeni ile ABD içinde eylem yapamayan El Kaide uzantılarının hedefi, bulundukları yerlerdeki Amerikalılar oldu. Üstelik azalan savunma bütçesi nedeni ile ABD'nin terörle mücadeleye daha iyi hazırlandığını söylemek te mümkün değildir. Bu yüzden son seçimlerin diğer başkan adayı Romney sık sık "Umut bir strateji değildir" demekte idi. Amerika'nın demokrasi seferi Irak'ta Şiileri, Gazze'de Hamas'ı, Lübnan'da Hizbullah'ı, Mısır'da Müslüman Kardeşleri iktidara taşıdı. Bunların hiçbiri ABD'nin istediği sosyal reformları yapacak, İsrail ile barış yapacak adresler değildi. Şimdilerde daha çok propaganda ve yeni eleman temini peşinde olan ve aslında büyük bir örgütler grubunun çok küçük bir parçasını temsil eden El Kaide, çekirdeğini korumakta ve hızla büyüme potansiyelini elinde tutmaktadır[3].

Obama 2009'dan beri dış politikada pek çok kumar oynadı. Medvedev ile ilişkiler onun ikinci başkanlık döneminde daha güçlü ve güvenli olacaktı, Çin ile G-2 diyalogundan daha fazlasını bekliyordu ve İran ile yaptırım-diyalog arası görüşmeler bir çözüm sağlayacaktı. Ekonomiyi düzeltemeyen ve işsizliğe çare bulamayan Obama'nın dış politikası çoğunlukla reaktif, odaksız ve etkisiz bir görüntü verdi. Obama'nın öncelikleri doların küresel değerini korumak, kitle imha silahlarının yayılması ile mücadele ve Çin ile iyi ilişkileri korumaktı. Rusya ile "yeniden ayar (reset)" politikası elle tutulur hiçbir sonuç vermedi, İran konusunda tam bir başarısızlık yaşandı. Afganistan konusunda çekilme tarihi vermesi tam bir aptallık oldu ve düşmanları şimdi bu tarihi beklemektedir. Arap Baharı'ndaki kararsızlığı ile ABD, sadece dost diktatörleri değil ayaklanmacıların da iyi niyetini kaybetti. Ortadoğu, Obama döneminde El Kaide ve diğer cihat gruplarının faaliyetlerinin arttığı bir yer oldu. Suriye'de 30.000 kişi ölmesine rağmen Esat hala iktidardadır, Kuzey Kore nükleer teknoloji ihracatına devam etmektedir. Rusya, nükleer silahların yayılması görüşmelerinden Amerikanın azalan etkisi nedeni ile uzak durmaktadır. Yahudilere göre; Obama, Amerika'yı zayıf göstererek düşmanlarına cesaret vermekte, İsrail'i hor görmektedir. Ortadoğu Barışı, Obama'nın kaçamak tutumu nedeni ile kontrolden çıkmıştır. ABD'nin rolü İsrailli yerleşimcilerin Batı Şeria'dan çekilmesi ve diğer ülkelerdeki Filistinli göçmenlerin geri dönüşü denklemine kilitlenmiş durumdadır.

Obama Doktrini

ABD tarihinde pek çok doktrin görüldü; Monroe doktrini (yalnızcılık), Tyler doktrini (Hawaii ve Doğu Pasifik'te stratejik üstünlük), John Hay'in 'açık kapı', Henry Stimson'ın 'tanımama' doktrini gibi. Ancak doktrin ile strateji arasında fark vardır. Doktrin, strateji için esaslar verir ve bu yüzden tartışmaya açıktır yani genişletilebilir. Strateji ise böyle değildir. Herhangi bir güç büyük stratejisi olmadan gidemez. Obama'nın doktrini "stratejik sınırlama (strategic restraint)" kusurlu realizm ile liderlikten imtina eden bir anlayış arasında bir yerdedir[4]. Obama Doktrini'nin esasları şu şekilde özetlenebilir[5]; artan şekilde uluslararası örgütlere dayanmak (pragmatik uluslararasıcı), Amerikan değerleri ve dış politika başarıları için daha fazla tevazu duygusu, askeri güçten ziyade dış yardıma dayanmak. Obama doktrini şu özellikleri ile eleştirilmektedir; düşmanlarına cesaret vermesi, dostlarını göz ardı etmesi, ülkenin değerini düşürmesi.

Obama, Amerikan istisnacılığı konsepti yerine nötr-değerli bir yaklaşım sergiliyor. ABD, Obama döneminde mümkün olduğu kadar düşük ve ılımlı bir profil çizmeye çalıştı; Irak'tan çekilme, İran ile olan sorunlar, Libya saldırısı, Suriye direnişi ve Afganistan'dan çekilme gibi konularda çok öne çıkmayarak uluslararası kamuoyunu mümkün olduğu kadar provoke etmemeye ve böylece ABD'ye daha az saldırı yapılmasını hedefledi. Ekonomik sıkıntı içindeki ABD, savunma bütçesini kısmak için rolünü ve hedef olma konumunu sınırlamak istedi. Böylece her ülkeyi masaya getirmeyi ve eninde sonunda anlaşmayı amaçladı. Onun düşüncesine göre dünya, eşit değerli parçalardan oluşan bir bilmeceye benzemekte ve birbirine uyumlu hale getirilebilir. Ancak, Rusya ve Çin'e göre dünya bir satranç tahtasıdır ve bu ülkeler ABD'nin manevra kabiliyetini kısıtlamak için hızla hareket etmektedir. Ortadoğu'daki ayaklanmalara karşı gelişmelere liderlik edeceğine tek tek ülkelere göre reaksiyon göstermesi, Mübarek'in yalnız bırakılması, ABD'nin bölgedeki itibarı ve ahlaki otoritesini oldukça sarstı. Afganistan'da ülke inşası çuvalladı, herkes ABD'nin bir an önce çekilmesini bekliyor.

Gerek uluslararası ilişkiler gerekse ABD içindeki siyasi ve ekonomik yapısal kaymalar, ABD büyük stratejisinin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Küresel resim; servetin Batıdan Doğuya kaydığını, Ortadoğu'daki yapının sosyal inanışlar ve ötesinde pek çok şey nedeni ile hızla değiştiğini göstermektedir. Libya'da ABD Bingazi Büyükelçiliğine yapılan saldırıdan sonra ABD nerede hata yaptığını daha fazla sorgulamaya başladı. Cumhuriyetçi Hunstman ise Avrupa ve Asya'daki Amerikan askeri sayısının Afganistan hariç 15.000'e düşürülmesini istemektedir. Bazıları Çin ile işbirliğini desteklerken, bazıları ise askeri tehdit olarak görmektedir. ABD'nin hegemonya kurgusu demokrasi, serbest pazar ve insan hakları baskısı altında hedef ülkelerin içine siyasi, ekonomik ve kültürel olarak sızmayı ve bu ülkelerde rejim değişikliği yaparak Amerikan müvekkili bir ülke haline dönüştürmeyi amaçlar. Ancak, artık demokrasi geliştirme "ahmaklık", ülke inşası "kasıntılık", dış müdahale ise "felakete davet" olarak görülmeye başlandı. Amerikan kurgusu, kimlik ve din üzerinden yeni dönüştürme metotları denemektedir. 2008 yılında sosyal medya, kamu diplomasisi ve stratejik iletişimi de kurguya dâhil eden ABD, 'akıllı güç[6]' uygulamaları yeni dönemde de işi ucuza getirerek, halk hareketleri yoluyla dönüşüm politikalarına devam edecektir.

Azalan Amerikan Gücü

Amerikalılara göre, 1945 yılından beri dünya ABD'nin sayesinde ayaktadır ama nasıl bir dünyada yaşadığımız ve ne tür bir dünya kurmamız gerektiği cevaplanmamıştır. Dünyadaki yönetimlerin çoğu ABD'nin sağladığı hizmetlerle ülkelerini idare etmektedir. Dünyanın anaparası olan dolar'ı sağlayan ABD, Asya başta olmak üzere pazar imkânları ile dünyanın herhangi bir yerinde ekonomik gelişmenin öncüsüdür. Amerikan denizciliği dünya ticaret yollarının güvenliğini sağlamaktadır, Avrupa ve Doğu Asya'da güvenlik ABD askeri gücü ile sağlanmaktadır. ABD askeri İran Körfezi'nden petrolün dünyaya aktarılmasının garantisidir. Amerikan istihbaratı, diplomasisi ve askeri çağdaş uluslararası politikanın en tehlikeli trendi olan nükleer silahların yayılmasını önlemeye çalışmaktadır. ABD'nin sağladığı küresel yönetişim sayesinde dünyanın geri kalanı ekonomilerini düzeltmekte ve böylece ülkelerinde birlik ve güven sağlamaktadır. ABD'yi büyük yapan şeyler şu şekilde sıralanmaktadır[7]; iyi yaşam, eşitlik, mutluluk arama (daha fazla fırsat ve sosyal hareketlilik, sıradan insanların refaha kavuşabilmesi), iş ahlakı, din özgürlüğü, Amerikan fazileti (en özgür toplum olma).

ABD dış politikasında pek çok konuda kilitlenme yaşanmakta, içeride ise borç açığı ve büyüme konularına çare aranmakta, ulusal gücün doğru kullanılması ile ilgili riskler kapıda iken gücün ekonomik boyutu erimekte, yeni yükümlülüklere kapıları kapatmaktadır. Bu yüzden seçim kampanyaları iç politika üzerine yapılmaktadır. Seçim kampanyalarının hedef kitleleri; etnik gruplar (yerliler gibi), belirli endüstri (gemicilik sanayi gibi) ve bölgeler, parti kanatları (İran ile savaş lobisi gibi) veya editörler ve ciddi ulusal medyadır[8]. Eleştirilere göre; Obama, ülkenin gücündeki azalmaya öyle inanmaktadır ki sadece gerçek gücünde değil örnek olma yani yumuşak gücünde moral otoritesinin de azaldığına ikna olmuştur[9]. Bu eğilim özellikle İran, Rusya ve Mısır karşısında izlenen politikalar ile ortaya çıkmaktadır. Obama'nın "geriden liderlik etme" diplomasisi sadece Rusya ve Avrasya'da değil, Ortadoğu'da da başarısız oldu. Yumuşak güce aşırı yoğunlaşma zayıflık ve kararsızlık imajı oluşturdu ve diğer güçler bunu istismar etti. Obama'nın Rusya ile "yeniden ayar" politikasının mimarı olan Michael McFaul'a göre bu politika ile Afganistan'daki Amerikan birlikleri için transit geçiş rotası sağlandı ve Rusya'nın İran'a uzun menzilli S-300 uçaksavar füzeleri satması önlendi ve başka faydalar da sağlandı.

Obama'nın dış politikada reaktif, geriden liderlik etme yaklaşımı pek çok eleştiriye neden oldu. Obama'nın bu yaklaşımının arkasında iç öncelikleri yani 25 Haziran 2011'de açıkladığı "artık kendi evinde ülke inşası zamanının geldiği" düşüncesi yatmaktadır[10]. Obama'ya göre şimdi ABD'nin içeride güçlenme zamanıdır ve yeni yol, köprü, okul yaparak, araştırma ve teknolojiyi daha çok destekleyerek bunu sağlayacaktır. Ancak, 2011 yılında ABD'nin dünyadaki küresel rolü daha önce hiç olmadığı kadar sarsılma tehlikesi içindedir. Romney, bunu söylediği yani dış politikaya daha çok önem verdiği için seçimi kaybetti. Gittikçe sosyal refahına düşkün hale gelen Amerikan halkı Obama'yı seçti. ABD İslam dünyası ile yaşadığı tecrübelerden sonra güç dengesi politikalarına farklı yaklaşmakta, Rus tehlikesi karşısında Avrupa güç dengesinin ne olacağı artık kendi çıkarlarını ilgilendirmemektedir. Üstelik artık tehdide müdahale etmektense, işi bölgesel güç dengelerine bırakmayı tercih etmektedir. Yeni Amerikan stratejisi hem uluslararası, hem de iç sorunlara uyum sağlamalıdır. Amerikan dış politikasının 1982'deki "askeri güç yolu ile barış" dönemine dönmesi artık mümkün değildir.

Amerikan Güvenliği

Amerikan ulusal güvenliğini uzun vadede tehdit eden iki alan Batı Pasifik ve İran Körfezi'dir. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ile Haziran 2012'de yapılan ve TV'de yayınlanan mülakatta, Panetta ABD'nin savaşmakta olduğu ülkeleri Pakistan, Yemen, Somali ve Kuzey Afrika olarak sıraladı[11]. Bu ülkeler ABD'nin savaşmak için topraklarını kullandığı ülkelerdi. Panetta, asker göndermeksizin savaşılan ülkelerin başına İran'ı koydu ama diğer ülkeleri sıralamadı. Yürütülen çoklu savaşlar ve örtülü operasyonlar ile liste çok daha uzundur. ABD'nin kendini en yakın hissettiği ülkeler İngiltere, İsrail ve Japonya'dır. Kanada ve Meksika ile ilişkiler streslidir ama en ciddi sonuçlar Çin ile ilişkilerin arkasında yatmaktadır. En gergin ve sinir bozucu ilişkiler Pakistan ile yaşanmaktadır. Suriye'de bugün Batılılar az ya da çok Libya modelini uygulamak istiyorlar. Amerikalı düşünürler Suriye meselesinin ABD'den çok, başını Türkiye, S.Arabistan ve Katar'ın çektiği Sünni ittifakın meselesi olduğunu düşünüyor ve bir askeri müdahaleye onların öncülük etmesini bekliyorlar. İsrail, ABD'nin Ortadoğu'daki en önemli müttefikidir. Ancak, Washington artık Afganistan, Irak ve İsrail-Filistin çatışmasını yönlendirecek kaynaklara ve görev tanımına sahip değildir[12].

Afganistan ve Irak, ABD'ye savaşlarını seçerken daha dikkatli olmayı, riski iyi değerlendirmeyi, silahlı ülke inşası için gerekli tüm kabiliyetleri geliştirmeyi, silahlı ülke inşası için etkili ve entegre sivil-asker gücü oluşturmayı ve gerekli programları etkili şekilde uygulamayı öğretti. Ancak, ABD hassas güdümlü mühimmat veya akıllı bombalar üzerindeki tekelini kaybetti. Çin, artan sayıda hassas güdümlü balistik ve cruise füzeleri imal etmektedir. Bu füzelerin hedefi Batı Pasifik'te Japonya-Okinawa adasındaki Kadena gibi Amerikan üsleri olacaktır. Çin hava ve deniz kuvvetlerini yüksek hızlı anti-gemi cruise füzeleri ile donatarak ABD gemilerini hedef almakta ve yeni DF-21 anti-gemi füzeleri geliştirmektedir. Amerikanın savaş gücünün sinir sistemi uydular ve fiber optik veri linkleridir. Bunlarla kuvvetlerini koordine etmekte, güdümlü silahlarını hedeflerine yöneltmekte ve insansız Predator gibi hava araçlarına manevra yaptırmaktadır[13]. Çin son yıllarda bu sistemi yok edecek anti-uydu lazerleri ve roketleri üretmekte, siber silahlar üzerinde çalışmaktadır. Bütün bu hazırlıkların nedeni Çin'in ABD ile şimdilik savaş yapmak istememesi değil, Batı Pasifik'te askeri denge kurarak ABD'nin güvenlik ortakları Japonya, Güney Kore ve Tayvan'a yeterli askeri destek vermesini önlemek, böylece bölgenin Finlandiyalaşmasını sağlamaktır.

ABD'yi ilgilendiren tehditler konvansiyonel silah sahası menzilinin üstünde ve altında kalmaktadır; bir yanda kitle imha silahları, diğer yanda terörizm. ABD'nin caydırıcılık politikası her iki tehdidi de önlemeye yöneliktir. Ancak Irak ve Afganistan da yaşanan başarısızlıklar yanında küresel güç dengesindeki rakiplerinin artan güç kapasiteleri ABD'nin askeri yeterliliğini de gittikçe sorgulanır hale getirmektedir. Öte yandan, ABD Silahlı Kuvvetleri'nin 2020-2030'lu yıllara hazırlık kapsamındaki dönüşümü kritik bir safhaya girmektedir. Mevcut tehdit değerlendirmelerine bakarak üç tür ordu yapılanması öngörülmektedir[14]; (1) Terörle mücadele (El Kaide vb.) esasına göre ordu; hafif, mobil ve özel kuvvetler merkezli. (2) İstikrar operasyonları (Irak, Afganistan vb.) için; yüksek yoğunluklu çatışmalara girmeyecek, hafif, daha yavaş ve muharebe alanında uzun süre kalacak bir ordu. (3) Klasik devletler arası savaş (İran, Kuzey Kore veya Çin) tehdidine yönelik; büyük, kesin sonuçlu savaş yapacak (hedef orduyu yok edecek), aynı anda çeşitli ölçeklerde küçük ya da büyük savaşlara yeterli bir ordu. ABD, bir yandan Afganistan Savaşı'nın masraflarını karşılarken, orta vadede ordunun elinde hazır bir güç bulunması için modernizasyon, uzun vade için ise dönüşüm çalışmaları yürütmektedir. ABD Silahlı Kuvvetleri geleceğini aramakta ama hem yeni konsept üretmekte, hem de teknoloji üretmede bocalamaktadır. Üstelik sadece ABD değil, yakın müttefikleri ve kendi modernizasyon çalışmalarını ABD ile paralel yürütmek isteyen ülkeler de bu işten sıkılmış durumdadır.

ABD'nin İçinde Bulunduğu Sorunlar..

21. yüzyılın en önemli problemi kültür olacaktır. "Amerikan İstisnacılığı" denilen Tanrı'nın sevdiği ülke olma ve Amerikan değerlerinin dünyanın geri kalanı tarafından da kabul edilmesi illüzyonu ile bütünleşen kendini beğenmişlik yeni yüzyılın aşması gereken sorunlardan başlıcasını teşkil etmektedir. Geçmişte Amerika bu kibri "dünyanın geri kalanı için özgürlük umudu olma" teması ile kullanırdı. Şimdilerde ise "Amerika'nın büyüklüğü" imajı ile rıza edinmeye çalışıyor. Amerikan tipi özgürlükler bugün totaliter, terörist ya da tiranlık kabul edilenlere karşı savaşla getirilmeye çalışılıyor ve bir işe yaramıyor. Ekonomisi çöken, işsizliğin had safhaya geldiği ve borçların hızla arttığı ABD'de, istisnacılığının bir illüzyon olduğunu düşünenler şu gerekçeleri öne sürmektedir; hapisteki insan ve obez sayısı, silah miktarı ve enerji tüketiminin yüksek olması ve ana okullarında dört yaşında oldukça az sayıda çocuk olması. Jimmy Carter'dan başlayarak ABD yönetimleri dünyanın geri kalanına iyimserlik kaynağı olamadılar. Özetle son 20 yılın Amerikan istisnacılığı macerası en büyük Amerikan Amerikan kâbusuna dönüşmektedir. Amerika istisna kalabilmek için 21. yüzyılın dört zorluğunun üstesinden gelmek zorundadır[15]; küreselleşme, bilgi teknolojisi devrimi, büyük ve artan bütçe açığı, enerji tüketimi.

Amerika'nın 20 trilyon dolar resmi borcu var ve bunu düzeltmenin yolu içeride daha az devlet müdahalesi, dışarıda daha güçlü Amerikan liderliğidir[16]. Amerikan bütçesinin sorunlarının başında artan yaşlanan nüfus nedeni ile sağlık ve emeklilik masrafları gelmektedir[17]. 10 yıllık savunma bütçe kısıtlamasının yaklaşık olarak 1 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir[18]. Obama'ya göre askeri bütçede belirleyici artık siyaset değil stratejidir. Maaşlar, sağlık masrafları ve emekli tazminatları gibi personel masrafları bütçenin %8-10'unu oluşturmaktadır. Amerika'nın çöküşünü bürokrasinin artmasına bağlayanlar da bulunmaktadır. Verilen örnek şudur; İkinci Dünya Savaşı esnasında ABD yılda 1.000 gemi üretiyordu ve bu iş için büroda 1.000 kişi çalışıyordu, 1980'lerde yılda 17 gemiye karşılık 4.000 kişi çalışırken, bugün yılda 9 gemi için 25.000 kişi çalışmaktadır[19]. Çin, ABD'den dört kat daha fazla bilim adamı yetiştirmekte, Amerikanın mevcut eğitim sistemi insan kaynaklarını küreselleşme tarafından şekil verilen dünya ekonomisinin ve bilgi teknolojisi devriminin iyi para kazanan işlerine hazırlamamaktadır. Federal ve yerel hükümetlerin bütçe açıkları kontrol altında değildir. Fosil yakıtlara bağımlılık devam etmektedir.

Obama iktidara geldiğinden beri Wikileaks dâhil altı bilgi sızması yaşandı[20]. Bu da Obama iktidarının gizli bilgileri koruyamadığı eleştirilerini yükseltti. Şeffaflığa söz vererek ve özgür dünyanın lideri iddiası ile iktidara gelen Obama bugün hiç olmadığı kadar gizlilik içinde çalışmak, yaptığı işleri saklamak peşindedir. Yemen'deki suikast haberinin yayınlanmaması için Associated Press'e baskı yapması[21], Usame Bin Ladin'in öldürülmesinden sonra tek bir resim dahi yayınlanmaması, nasıl öldüğünün ve gömüldüğünün muamma olması Amerikalıların kafasını meşgul etmeye devam ediyor. Teröristleri mahkemeye çıkarmadan öldürmek isteyen; terör soruşturmaları, Körfez politikası ile dibe vuran; ülkesinde kömür endüstrisini çökerten; araba sanayii ve bankaları devreden Obama şimdi ulusal güvenliğimiz tehlikede kartını oynamaktadır. Bazı yazarlar ise Obama'nın zayıf gözüktüğü bir zamanda bu bilgileri kasten sızdırarak Amerikan güvenliği konusunda ne kadar güçlü bir rol oynadığı imajını yaratmak istediğini düşünüyor. Obama'nın Amerikası dünya genelinde Bush dönemi kadar kötü bir imaja sahiptir. Amerika'nın hatalarını arayanlar genellikle ekonominin zirvesinde sıfır toplamlı mantıktan, dışarıda ABD politikalarının kendi aleyhine sonuçlar doğurmasından, ekonomik adaletsizlik ve yanlış göçmen politikalarından şikâyet etmekte, bazı şeyler ise abartılmaktadır.

ABD'nin Yeni Dönem Dış Politika İçin Öngörüler..

Obama'nın ikinci dönem için açıkladığı politikalar birinci dönem ile neredeyse tamamen aynı olduğu için yeni dönemi Obama'nın 'ikinci ilk dönemi' olarak adlandırabiliriz. Bu dönem için Obama'nın içeride ciddi harcamalar, borç azaltması ya da sosyal güvenlik ve sağlık konularında gayretlerinin yetersiz olması karşısında ABD'nin iflasa gidebileceğini düşünenler var. Obama'nın planı kısaca savunmadan kıstıklarını diğer alanlara harcamak ve toplayabildiği vergilerle gittikçe yapısı büyüyen hükümet masraflarını karşılamaktır[22]. ABD, İran konusunda öncelikle İsrail'i herhangi bir askeri operasyona girmemesi için sakinleştirmeye çalışmakta ve bir süre daha yaptırımlara devam etmek istemektedir. İsrail'in vurmak için seçebileceği en önemli hedef Harg adasındaki petrol tesisleridir. İran ihraç ettiği petrolün %80'ini buradan çıkarmaktadır. İran bütçesinin %65'ini petrol gelirleri karşılamaktadır. Buranın bombalanması sadece nükleer programın değil, rejimin de sonunu getirebilir. Ancak böyle bir durumda petrol fiyatlarının varil başına 150 doların üstüne çıkması beklendiğinden, dünya genelinde bir ekonomik kriz ile birlikte her kıtada milyonlarca kişi işini kaybedebilir.

Almanya ve Fransa'nın ABD'nin savunma politikalarına askeri ve siyasi desteği keseli uzun zaman oldu. Rusya, ABD'nin zayıflığını kullanarak füze savunma sisteminden vazgeçirmeye, kendisinin Orta Asya, Kafkasya ve Ukrayna ve Beyaz Rusya gibi ülkeler üzerindeki hegemonyasını kabul ettirmeye çalışıyor. Suriye krizinde görüldüğü gibi Rusya-Çin ilişkileri sıkılaşıyor ve bir Avrasya koalisyonu belirginleşiyor. Amerika'ya ise beğenmediği küçük ve orta çaplı ülkeler ile "takoz" politikası izlemek kalıyor[23]. Uzak Doğu'da ise Japonya, Hindistan, Endonezya, Vietnam, Tayland, Filipinler, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve belki de yakında Myanmar Çin'e karşı bir denge oluşturabilirler hatta Rusya'yı bile yoldan çıkarabilirler. 11 Eylül 2001 ile birlikte ABD'nin İslamcı savaşçılar ve İran ile mücadelesinden Rusya ve Çin oldukça yararlandı. ABD hem kaynaklarının çoğunu terörle mücadeleye harcadı hem de Rusya ve Çin ile ayrıca ilginemeyecek kadar meşguldü. Ancak Afganistan'ın da tünelin ucunun görünmesi ile birlikte ABD, daha düşük masraflı ve daha getirili bir stratejiye aramaya başladı. ABD, iki uzun savaştan çıktıktan sonra Libya modeli savaşı kendilerine örnek almayı düşünmektedir. Bu yeni model savaşta; az masraf, savaş alanında asker bulunmaması ve diktatörün düşürülmesi cazip gelmektedir[24].

Amerikalılara göre isyancıların Tripoli harekâtı hem onları meşru kılmış hem de yabancı güçleri işgalci konumundan kurtarmıştır. ABD, Libya operasyonundan iki ders çıkarmıştır. Birincisi başarılı bir rejim değişikliği yabancı güçlerden ziyade yerel siyasi hareket tarafından yürütülmelidir. İkincisi masrafın paylaşılması bu tür harekât ile daha kolay olmuştur[25]. Amerikalılar için Suriye'deki rejimin yıkılması iki önemli fırsat sağlayacaktır. Öncelikle ABD askeri müdahalesi olmasızın, biraz siyasi biraz da ekonomik baskı (arkadan liderlik etmek) şeklindeki yeni rejim değişikliği yönteminin çalışır olduğu tekrar test edilmiş olacaktır. Öte yandan bölgede oluşacak yeni güç dengesi ile İran ve Irak'ın karşısına Türkiye dikilerek, Amerika perde arkasına çekilecektir[26]. Suriye'deki rejim değişikliği ABD'nin Ortadoğu'ya olan ilgisini artık azaltacak ve başka küresel konulara yönelmesine neden olacaktır ki bu da Rusya ve Çin'in istemediği bir şeydir. İran konusunda da şimdilik acele etmiyor. Bunun yerine İsrail'e yakın zamanda başlatılan Geliştirilmiş Güvenlik İşbirliği Hareketi kapsamında gelişmiş mühimmat ve havadan yakıt ikmali kabiliyeti satıyor.

Sonuç Yerine; Monroe Doktrini'ne Dönüş mü?..

Obama, füze savunma sistemi unsurlarını Çek Cumhuriyeti ve Polonya'dan çekerek Akdeniz'e taşıması ile Rus endişelerini gidermiş ve hedefin İran olduğuna ikna etmiş oldu. Bu aynı zamanda Obama'nın Rusya için uyguladığı "yeniden ayar" politikasının iflasının ve Rusya'ya boyun eğişinin bir göstergesi idi. ABD, artık Avrupa'da pek fazla bir çıkarının olmadığını düşünmektedir. Bu nedenle Avrupa'dan tüm kuvvetlerini çekip, sadece füze savunma sistemi ve Akdeniz'de bir deniz gücü bırakmayı düşünüyor[27]. ABD, Kuzey Kore ve Çin'e karşı da bir yandan füze savunma sistemi kurarken, 1972 yılındaki Şanghay Anlaşması ile Tayvan için tuttuğu 7. Filo'yu gereksiz bulabilir. Bazı Amerikalılar ABD'nin Ortadoğu'da daha fazla ileri gitmesine gerek olmadığını ve hatta Filistin-İsrail sorunu dışında oynayacağı başka bir rol kalmadığını düşünüyor. ABD, Ortadoğu'dan çekilmeyi düşünürken İsrail, Kuveyt ve Bahreyn'i yoğun şekilde donatmaya devam etmektedir. Amerikan derin devletinin başı olarak görülen CFR'ın şimdiki başkanı Richard Haass, ekonomik kriz nedeni ile içe dönmeyi, restorasyonu önerirken, pek çok muhalif son yılların başarısızlıkları karşısında ABD'nin dışarıda yapacağı pek çok şeyi olmadığını düşünmekte ve 'yalnızcılık' eğilimi göstermektedir.

Yalnızcılık politikasını savunanlara göre; ABD, uluslararası güvenliği dünyanın her yerine yaydığı ve çürümekte olan bir ordu yerine, içeride güçlü bir para, daha iyi bir eğitim sistemi, yozlaşmış hukuk sistemini temizleyerek, sağlık sistemini iyileştirerek ve ulusal çıkar kavramına yeni bir anlam yükleyerek sağlayabilir. Ancak, ABD ne zaman içe dönse sonuç felaket oldu. En yalnızcı politika 1930'larda idi ve İkinci Dünya Savaşı ortaya çıktı. 1970'lerin "Evine dön Amerika" söylemi Güney Vietnam'ın kaybedilmesi, Kamboçya'da soykırım, İran ile rehin krizi ve Sovyetlerin Afganistan'ı işgali sonucunu verdi. Amerikalılar arasında eğer tekrar yalnızcılık'a dönülürse İran, Kuzey Kore, El Kaide serbest kalacak, Pakistan Batıya sırtını dönecek, Ortadoğu'daki kaos yayılacak, Çin'in büyümesi engellenemeyecek endişesi vardır. Sonuç olarak, Monroe Doktrini'ne dönüş tartışması ABD'nin dünya üzerindeki jandarma rolüne olan ihtiyacı vurgulamak için bir gösteri olmaktan öteye gidememektedir. Kaynaklardan tasarruf etmek isteyen ABD'nin kendi askeri yerine yeni dönemde daha çok sivil ağına önem vereceği, Türkiye başta olmak üzere bölgesel taşeronlarını öne çıkaracağı açıktır.

 

 

 

 


 

* İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[1] James Traub: The Elephants in the Room, Foreign Policy, (November, 2011).

[2] Pete Hegseth: Which is More Provocative to America's Enemies – Strength or Weakness? National Review, (October 9, 2012).

[3] Scott Stewart: Defining al Qaeda, Stratfor, (October 18, 2012).

[4] Frank J. Gaffney Jr.: Obama's Destructive Foreign Policy, The Washington Times, (July 5, 2011).

[5] Kim R. Holmes, Henry R. Nau, Helle Dale: The Obama Doctrine: Hindering American Foreign Policy, The Heritage Foundation, (November 29, 2010).

[6] ABD Akıllı Güç kurgusu için bakınız, Sait Yılmaz: Akıllı Güç, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2012).

[7] Thomas L. Friedman, Michael Mandelbaum: America Really Was That Great, Foreign Policy, (November, 2011).

[8] Heather Hurlburt: Some Thoughts After Hearing Huntsman and Romney, Democracy Arsenal, (October 11, 2011).

[9] David Shorr: How Critics of Obama Foreign Policy Get it Wrong, Defense News, (October 19, 2011).

[10] Michael J. Green: Zakaria's Flawed Defense of Obama's Non-Doctrine, Foreign Policy, (July 7 2011).

[11] Glenn Greenwald: Leon Panetta: Macho Renaissance Man, The Cincinnati Beacon, (Jun 11, 2012).

[12] David Shorr: How Critics of Obama Foreign Policy Get it Wrong, Defense News, (October 19, 2011).

[13] Andrew F. Krepinevich: Panetta's Challenge, Washington Post, (July 15, 2011).

[14] Jaap De Hoop Scheffer: 21 st Century Choices, Defense News. (Oct 10, 2005), s.21.

[15] Thomas L. Friedman, Michael Mandelbaum: America Really Was That Great, Foreign Policy, (November, 2011).

[16] Claudia Rosett: Foreign Policy as Alternative Universe, National Review, (October 23, 2012).

[17] Anthony H. Cordesman: Rethinking a Resource-Based Strategy, Center For Strategic Studies, (Jul 12, 2011).

[18] Robert Burns: Panetta, Mullen to Testify on Iraq, Budget Cuts, The Associated Press, (Sep 22, 2011).

[19] Jacob Stokes: Previewing Romney's Foreign Policy Speech, Democracy Arsenal, (6 Oct 2011).

[20] Brad Knickerbocker: Obama Administration Scrambles to Show It's not Leaking National Security Secrets, The Christian Science Monitor , (Jun 09, 2012).

[21] Michael Calderone: New York Times Scoops Spur Calls For Investigation, White House Responds, Huntington Post, (June 6, 2012). http://www.huffingtonpost.com/2012/06/06/new-york-times-leaks-white-house_n_1574499.html

[22] Larry Kudlow: Obama's Little Plan, National Review, (October 24, 2012).

[23] Michal Kuz: The Abandoned Alliance, National Review, (August 8, 2012).

[24] Susan Glasser: The Wars America Doesn't Talk About, Foreign Policy, (September 12, 2011).

[25] Josh Rogin: White House: Obama Method for Regime Change Better than Bush Method, Foreign Policy, (August 24, 2011).

[26] George Friedman: Consequences of the Fall of the Syrian Regime, Stratfor, (July 24, 2012).

[27] Conrad Black: Putting Our House in Order, National Review, (23 Aug 2012).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display