Kalkınmakta Olan Türkiye

Yazan  04 Ekim 2016

Kalkınma çok basit bir ifade ile bir ülkenin iktisadi ve sosyal yapısını geliştirerek gelişmiş ülkeler seviyesine yükselmesi olarak tanımlanabilir. Daha anlaşılabilir bir ifadeyle kalkınma bireylerin daha iyi bir hayata kavuşmalarını ifade etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus iktisadi büyüme ile iktisadi kalkınma ilişkisidir. İktisadi kalkınma, ülkede yaşayan bireylerin yaşam kalitelerinin kısacası refah seviyelerinin yükselmesidir. Gelir dağılımının yükselmesi, eğitim ve kültürel yapının iyi yönde değişmesi, yaşam kalitesi ve süresinin artması yani sosyal ve kültürel yapının olumlu bir şekilde değişmesidir. İktisadi büyüme ise ülkedeki iktisadi faaliyetlerin ve kişi başına düşen gelirin büyümesini ifade etmektedir.

Onuncu Kalkınma Programı (2014-2018) içinde, Türkiye’nin kalkınmasına yönelik tedbirler sıralanırken şu iki madde dikkat çekmektedir:

“M.8. Kalkınmanın amacı insanların refahını artırmak, hayat standartlarını yükseltmek, temel hak ve özgürlüklerini güçlendirerek adil, güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamı tesis etmek ve bunu kalıcı kılmaktır…  M.24. Ülkemizin kalkınma sürecinin başarıyla devam etmesi için büyümenin yüksek oranda, istikrarlı ve sürdürülebilir bir yapıda sağlanması, tasarruf oranlarının artırılarak yatırımların ve büyümenin finansmanında dış kaynaklara olan bağımlılığın azaltılması büyük önem taşımaktadır. Gelişmekte olan ülkelere kıyasla düşük tasarruf oranlarına sahip ülkemizin yurtiçi tasarruf oranlarını artırması, kendi potansiyelini daha fazla harekete geçirmesine imkân tanıyacaktır.”(1)

Bir ülkenin kalkınmasını etkileyen faktörler arasında; insan gücü ve bu gücün olumlu değerlendirilmesi, ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği, uluslararası güçlü bir sermayenin yer aldığı bilimsel bir gerçektir.

İktisadi kalkınmanın tarım ve hayvancılıkla başladığı bir vakıadır. Geçen zaman içinde sanayileşmenin başlaması ve teknolojik gelişmenin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi insanoğlunun daha iyi hayat şartlarını oluşturma ve bu şartlarda yaşama alışkanlığını gündeme getirmiştir. Sanayileşme demek enerji kullanımı demektir. Sanayileşen ve enerji kaynaklarını daha çok kullanan ülkeler günümüzde gelişmiş ülkeler arasında yer almaktadırlar. Türkiye ise yaklaşık 50 yıldır gelişmekte olan ülkeler kategorisindeki yerini muhafaza etmektedir. Bunun sebepleri nelerdir? Kaynak kıtlığı mı? Savurganlık mı? İyi yönetilememek mi? Bu ve buna benzer soruların cevaplarını siyasilere ve ekonomistlere bırakarak ülkemizin içinde bulunduğu kaotik ortamda kalkınma konusundaki bazı bilgileri paylaşarak enerjinin kalkınmadaki önemine geçelim.

İKTİSADİ GÖSTERGELER

23 Eylül 2016’da uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu Baa3 seviyesinden Ba1 (Yatırım yapılamaz, spekülatif) seviyesine indirdi. Buna karşılık, not görünümünü ‘durağan’ olarak belirledi. Gerekçe olarak da 15 Temmuz sonrası ülkede cereyan eden ve edecek olan olaylar sonrası büyümenin yavaşlayacak olması, dış finansman ihtiyacından kaynaklanan risklerin artması ve kurumların gücünün zayıflaması gösterilmiştir. “Batılı dostlar sizler Türkiye’yi ne zaman güçlü görmek istediniz de şimdilerde göreceksiniz?” demeden edemiyorum..

Bu kararın kalleşçe yapılan bir darbe teşebbüsünü atlatmış ve hızla yaralarını sarmakla uğraşan, diğer taraftan içte ve dışta terör örgütleriyle amansız bir mücadeleye girişmiş olan Türkiye’yi zor durumda bırakmak için alınmış siyasi bir karar olduğunu herkes açıkça görebilmektedir. Ayrıca görülmesi gereken çok önemli bir nokta da bu karar, Türkiye’nin uluslararası yatırım yapılabilirliğini yok edecek bir karar değildir. Türkiye kendi imkânları dâhilinde, düşerek-kalkarak iktisadi hayatını düzenlemeye yeterli bir ülkedir. Peki, iktisadi hayatımız çok mu iyidir? İktisadi verilere kısaca göz atalım ve yazılanları çizilenleri hiç yorumlamadan aktaralım. Maliye Bakanı Sayın Ağbal, bütçe sunuş konuşmasında; “2016 yılında GSYH’nın 2 trilyon 207 milyar TL, büyümenin %4,5, TÜFE’nin %7,5, ihracatın 155,5 milyar dolar, ithalatın 210,7 milyar dolar, 2015 yılındaki büyümenin %4 olacağının tahmin edildiğini” ve “enflasyonun da 2017’de %6, 2018’de de %5 seviyelerine gerileyeceğini” ifade etmiş, “Türkiye’nin brüt dış borcunun 2015 yılının üçüncü çeyreği itibariyle 406 milyar Dolar olduğunu” açık bir şekilde kamuoyuna aktarmıştır.(2) Şimdi bu değerler Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmesi için yeterli midir?

Büyüme bilindiği üzere üretime bağlı bir neticedir. Büyümekte olan ülkelerin üretimleri de her yıl bir önceki yıla göre sürekli artış göstermektedir. İktisadi göstergeler konusunda gerçekçi yorumlar yapan ve rakamlarla meseleleri açıklayan Sayın İlhan Kesici; “1946-2002 arasındaki ortalama yıllık büyümenin % 5,1, 2003-2015 döneminde % 4,7 ve 2007-2009 arasında ise % 3,4 olduğunu” ifade etmektedir. 2002 yılında kişi başına düşen milli gelir 3.500 Dolar civarında bulunmaktaydı. Sayın Kesici, kişi başına milli gelirin 2008’de 10.444 Dolar, 2012’de 10.459 Dolar ve 2015’de 9.286 Dolar olduğunu açıklarken, 2008’de Milli Gelirin 742 milyar Dolar, 2014’de 801 milyar Dolar ve 2015’de de 722 milyar Dolar olduğunu ifade etmiştir. Diğer taraftan borçlanarak büyüyen Türkiye’nin borç tablosuna da Sayın İ. Kesici’nin kamuoyuna aktardığı rakamlarla göz atalım: Türkiye’nin 2002 yılı kamu iç+dış borç toplamı 154 milyar Dolar iken, bu rakam 2015 yılında 265 milyar Dolara yükselmiştir. Kamu ve özel toplam dış borç miktarı 2002 yılında 107 milyar Dolar civarında iken 2015’te bu rakam 405 milyar Dolar olmuştur. Özel sektörün 2002’de 43 milyar Dolar olan dış borcu 290 milyar Dolara yükselmiştir.(3) Yani, toplam dış borcumuz % 279 civarında artarken, özel sektörün dış borcu % 575 civarında bir artış göstermiştir.

Son 13 yılda Türk iktisadi hayatının 3 kat büyüdüğü görülmektedir. Ne var ki, insanların refah paylarında gözle görülür bir yükselmenin olduğunu söylemek ne kadar doğrudur? Burada önemli olan nokta Türkiye reel olarak ne kadar büyümüş, vatandaş da bu reel büyümeden hangi oranda faydalanmıştır? TÜİK’in açıklamalarına göre Türkiye’nin en zengin %20’sinin milli gelirden aldığı pay bir yılda %45,9’dan %46,5’e çıkmış, en fakir %20’nin payı ise %6,2’den %6,1’e gerilemiştir. Diğer taraftan TÜİK’in verilerine göre, Türkiye nüfusunun % 22,4’ü, yani yaklaşık 17 milyon kişi, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Diğer taraftan 2002 yılında 231 milyar Dolar olan milli gelir 2015’de 722 milyar Dolara yükselmiş, ancak Türkiye dünyanın en büyük ekonomileri arasında 16-18. sıradaki seyrine devam etmektedir.

 

YATIRIMLAR

Yatırım, belirli bir plan ve programa göre mevcut kaynaklarla mal ve hizmet üretimidir. Yani sanayi tesislerinin kurulması, çalışmakta olan tesislerin yenilenmeleri ve kapasitelerinin artırılması yatırım olarak kabul edilmektedir. Yatırım, milli gelirin artırılması ve iktisadi olarak büyümeyi ifade etmenin yanı sıra, yapılan faaliyetlerin yatırım olarak kabul edilmesi için yapılan tüm faaliyetlerin üretim ile ilgili olmasını da içermektedir. T.C Kalkınma Bakanlığının 2016-2018 Yatırım Programları Hazırlama Genelgesi’nde Türkiye’de yapılacak yatırımların genel ilkeleri ve yapılacak yatırımlar anlatılmaktadır. Genelgenin giriş bölümündeki şu ifadeler ülkemizin iktisadi hayatının nasıl olacağını açıklamaktadır:

“Hükümetimizin temel amacı, vatandaşlarımızın refah ve mutluluğunu artırmaktır. Bu amaç doğrultusunda büyümeyi hızlandırmak, istihdamı artırmak, cari işlemler açığını azaltmak, enflasyonu düşürerek fiyat istikrarını korumak, yurtiçi tasarrufları artırmak, kamu mali dengelerini iyileştirmek ve böylece makroekonomik ve finansal istikrarı korumak temel önceliklerimizdir… Kamu yatırım harcamalarında kalkınma potansiyelini destekleyici mahiyetteki iktisadi ve sosyal altyapı yatırımlarına öncelik verilecektir. Kamu kesimi yatırımları bütüncül bir yaklaşımla, özel kesim yatırımlarını tamamlayacak şekilde ele alınmaya devam edilecek, kamu-özel işbirliği yöntemlerinin yaygınlaştırılmasıyla kamu yatırımlarında özel sektörün katılımını sağlayan uygulamalara ağırlık verilecektir.”(4)

Kamunun 2016 yılında yatırımlar için ayırdığı kaynakların toplamı; ulaştırma 19.872.982.000 TL, tarım 7.900.076.000 TL, sağlık 5.328.458.000 TL, enerji 4.871.028.000 TL ve diğer sektörler 26.072.544.000 TL olmak üzere, toplam 64.927.811.000 TL’dir. Türkiye’de yapılan yatırımlar asla ve asla göz ardı edilemez. Ancak halkın isteği refah seviyesini daha da yükseltecek projelere de önem verilmesi noktasındadır. Fabrika yapan fabrikalar, yeni sanayi tesisleri, mevcut tesislerin kapasitelerinin artırılması, kısaca üretim yapan ve artı değeri de halkın zenginleşmesini sağlayacak yatırımların yapılması hedeflenen ‘Güçlü Türkiye’ için önem arz etmektedir.

Günümüzde kamuoyunun yakından takip ettiği önemli projeler şunlardır: Kanal İstanbul (15-20 milyar Dolar), Üçüncü Hava Limanı (22,2 milyar Euro), Körfez Köprüsü (6,3 milyar Dolar), Marmaray (5 milyar Dolar), Üçüncü Köprü  (2,3 milyar Dolar), Avrasya Tüneli (1,3 milyar Dolar), İstanbul-İzmir otoyolu (16 milyar Dolar), Ankara-İzmir YHT (4 milyar Dolar), Ankara-Sivas YHT (2,5 milyar Dolar), Nükleer Santraller (Sinop ve Akkuyu toplam 42 milyar Dolar), Çanakkale Köprüsü (5 milyar Dolar), Uçak-Helikopter-Tank Projeleri, Şehir Hastaneleri, Doğalgaz Boru Hat ve Doğalgaz depolama Projeleri, Enerji Projeleri, Yerli Otomobil Projesi ve diğer projelerle birlikte Türkiye’nin 2023 yılına kadar yaklaşık 350-400 milyar Dolara ihtiyacı bulunmaktadır. Bu projeler bittiğinde Türk insanının göğsü kabarabilir. Ancak bu borçları ödeyecek olan Türk insanı yine ciddi sıkıntılar yaşayacaktır. Bu sebeple, ancak üretim yapan ve ihracatı ithalatının önüne geçmiş bir Türkiye refah seviyesini yükseltebilir. Gemi, uçak ve silah sanayilerinin güçlendirilmesi, bakır-krom-alüminyum tesisleri yapımı ve mevcutların yenilenmeleri, petro-kimya tesisleri, gübre sanayii ve daha birçok tesisin kurulması, tarım ve hayvancılık politikasının yeniden düzenlenmesi, daha açıkçası hemen her vilayete potansiyeline göre bir veya daha fazla fabrika kurulmasının bu ülkenin kalkınmasına etkilerinin müspet olacağı unutulmamalıdır. Bu iktisadi bir gerçektir. 2002 yılında kamu+özel sektör yatırımlarının GSMH’ ya oranı %17,3, 2015’de %20,6 olarak gerçekleşmiştir. 2002’de kamunun payı %6,3, 2015’de %4,7 civarında olmuştur. Fakir insanların iane ile değil, çalışarak hayatlarını kazanmalarının önü açılmalıdır.

 

ENERJİ GÖRÜNÜMÜ

Türkiye’nin 1960 yılında elektrik enerjisi kurulu gücü 1272,4 MW, üretimi 2815 GWh’tir.1965-1980 arasındaki toplam kurulu gücü 1491 MW’ tan 5118,7 MW’a ve üretimi de 4953 GWh’ten 23.275,4 GWh’e yükselmiştir. Cumhuriyetin 75. Yılında kurulu güç 23.352 MW, üretim 111.000 GWh’a, 2002 yılında kurulu güç 31.846 MW’a, üretim de 129.000 GWh’a yükselmiştir. 2015 sonu itibariyle Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücü 73.146.7 MW, (2016 Temmuz sonu kurulu güç 77.037,5MW, üretim 154.864 GWh) üretimi de 261.783 GWh’a yükselmiştir. 2003-2015 arasında kurulu güç %105,5 artarken üretim %86,5 civarında artış göstermiştir. Bu oranlar 1990-2002 arasında kurulu güçte %100, üretimde ise %122 civarında olmuştur.

Görüldüğü gibi son yıllarda uygulanan politikalar enerji yatırımlarında önemli bir sıçrama yapamamıştır. Bunun en önemli sebebi olarak ülkemizin özellikle yeterli fosil kaynaklara ve nükleer santrallere sahip olmaması gösterilebilir. Bu sıçrama yerli kaynakların tamamının ve de NS’lerin devreye girmesiyle olabilir. 2023 yılında 100-110.000 MW güç ve 450-500.000 GWh’lik bir üretim planlamasının olduğu bilinmektedir. Bunun gerçekleşmesi için yılda yaklaşık 5.000 MW’lık bir gücün devreye alınması gerekmektedir. 2023 yılı ve ötesinde enerji konusunda gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmak için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın TBMM’de yaptığı konuşmada gösterdiği hedefler çok önemlidir. Ülke huzurlu bir ortamda hayatına devam edecek olursa bu projelerin gerçekleşmesi Türkiye’ye hemen her konuda nefes aldırabilecek özelliktedir.

“…Ülkemizin enerji talebini karşılamak için sınırlı olan doğal kaynaklarımızı rasyonel bir şekilde kullanmaya, yeni teknolojilerle enerji üretimini çeşitlendirmeye ve mevcut teknolojilerin verimliliğini artırmaya, alternatif enerji kaynaklarını değerlendirmeye yönelik politika ve stratejilerin uygulanmasına büyük önem veriyoruz. Ayrıca, enerji ithalatımızın azaltılması noktasında toplumda enerji verimliliği bilincinin yerleştirilmesi ve geliştirilmesi de politikalarımızda ayrı bir önem taşıyor… Bu politikalarımız; jeopolitik konumumuzun sağladığı avantajlar kullanılarak, ülke gerçekleri ile küresel ölçekli dinamikler çerçevesinde yönetilmektedir. Bu kapsamda, temel strateji ve politikalarımız; yerli kaynaklara öncelik vermek suretiyle kaynak çeşitliliğini sağlamak,  yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payını artırmak, enerji verimliliğini artırmak, serbest piyasa koşullarına tam işlerlik kazandırmak ve yatırım ortamının iyileşmesini sağlamak, petrol ve doğal gaz alanlarında kaynak çeşitliliğini sağlamak ve ithalattan kaynaklanan riskleri azaltacak tedbirleri almak, enerji alanında bölgesel işbirliği süreçleri çerçevesinde ülkemizi enerji üssü ve terminali haline getirmek, enerji ve doğal kaynaklar alanlarındaki faaliyetlerin çevreye duyarlı halde yürütülmesini sağlamak, doğal kaynaklarımızın ülke ekonomisine katkısını artırmak, endüstriyel hammadde, metal ve metal dışı madenlerimizin üretimlerini artırarak yurt içinde değerlendirilmesini sağlamak, maliyet, zaman ve miktar yönünden enerjiyi tüketiciler için erişilebilir kılmak, şeklinde özetlenebilir. Bakanlığımızca; enerji sektöründeki gelişmeler dikkatle izlenmekte ve gerekli tedbirler alınmaktadır. Ülkemiz enerji arz güvenliğinin sağlanmasına büyük önem verilmekte, artan enerji talebi dikkate alınarak enerji arz güvenliğimize yönelik politikalar çerçevesinde çalışmalarımız devam etmektedir. Bu bağlamda, enerji arz güvenliğinden kaynaklanan riskleri azaltmak için; yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilerek kaynak çeşitlendirmesinin sağlanması, serbest piyasa unsurlarının işlevselliğinin artırılması, yatırım ve ticaret ortamının iyileştirilmesi, enerji sektörünün sürdürülebilirliğini temin etmek amacıyla enerji kaynaklarının, taşıma güzergâhlarının ve enerji teknolojilerinin çeşitlendirilmesi, ülkemiz yeraltı ve yerüstü kaynaklarının ülke ekonomisine yüksek katma değer sağlayacak şekilde değerlendirilmesi,   enerji arz ve talep zincirinin her halkasında enerji verimliliğinin artırılması, sahip olduğumuz jeopolitik konumun etkin şekilde kullanılmasıyla ülkemizin enerji koridoru haline getirilmesi,  elektrik arz güvenliğine katkı sağlamak ve yeterli miktarda enerjinin kesintisiz ve kaliteli bir şekilde temini açısından komşu ülkelerle enterkoneksiyonların sağlanması, Türkiye’nin daha şeffaf bir piyasaya kavuşması ile enerji ticaret ve dağıtım üssü olabilmesi yolunda enerji borsası ve uluslararası piyasa entegrasyonu projelerinin güçlendirilmesi, nükleer enerjinin elektrik üretim portföyüne dâhil edilmesi, ülkemizin enerji alanındaki dışa bağımlılığının azaltılarak enerji maliyetlerinin ülke ekonomisi içindeki payının düşürülmesi ve cari açığın azaltılması,  yönündeki enerji diplomasisi kapsamında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar büyük bir hızla devam etmektedir.”(5)

2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alması hedeflenen Türkiye’nin 2030 yılında da 1.589.000.000.000 Dolar GSYH ile 17. sırada yer alacağı Avrupa Komisyonu Raporu’nda (6) işaret edilmiştir. Türkiye her geçen gün enerji yatırımlarına hız vererek ve özellikle de yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer santralleri devreye alarak ekonomide önemli bir düzelme ve ilerleme ile 2023 sonrası daha üst sıralara yükselme imkânını yakalayabilir. Aşağıdaki tablo bazı ülkelerin elektrik üretiminde kullandıkları kaynakları göstermektedir. Türkiye’nin mutlak surette kalkınmış ülkelerin enerji hedeflerine uygun politikaları gerçekleştirmek mecburiyeti bulunmaktadır. Zira Türkiye kömüre, uranyuma ve yenilenebilir kaynaklara sahip bir ülkedir. Ayrıca Türkiye Türk Dünyası, Rusya, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in doğalgazını batıya taşıyacak bir güzergâhta bulunan, vazgeçilemez bir ülke konumundadır.

ÜLKE

KÖMÜR

DOĞALGAZ

NÜKLER

PETROL

YENİLENEBİLİR

DİĞER

ABD

%39,8

%26,9

%19,1

%0,9

%13,3

 

FRANSA

   4,3

   3.0

   74

   0,4

   18,1

  0,1

ALMAN.  

   46,3

 10,9

   15,4

   1,1

   26.0

  0,3

HİNDİS.

   72,8

   5,5

     2,9

   1,9

   16,5

 

RUSYA

   15,3

 50.0

   16,3

   0,8

   17,6

 

TÜRKİYE

   28,4

 37,8

 

   1,6

   32,1

  0,1

 

ETKB’nın bütçe konuşmasında dile getirdiği büyüklükler dünyanın nasıl bir hazırlık içinde olduğunu açıkça göstermektedir.

“…UEA verilerine göre enerji sektörüne 2015 ile 2040 yılları arasında küresel ölçekte, üçte ikisi OECD dışı ülkelerde olmak üzere toplam 68,2 trilyon Dolar yatırım yapılacağı tahmin edilmektedir. Yatırımların; 21,8 trilyon Dolar’ının enerji verimliliği sektörüne, 19,7 trilyon Dolar’ının elektrik sektörüne, 15,4 trilyon Dolar’ının petrol sektörüne, 9,9 trilyon Dolar’ının gaz sektörüne, 1,4 trilyon Dolar’ının kömür sektörüne yapılması planlanmaktadır.”

Sayın bakanın konuşmasında ifade ettiği enerji alanında, 2015-2040 arasında yapılacak yatırımların büyüklüğü karşısında Türkiye’nin sessiz, pısırık ve hamle yapmadan durması mümkün değildir. İlerleyen dünyanın en önemli yatırım alanının enerji kaynakları olduğu unutulmamalıdır. Başta kendi kaynaklarımız olmak üzere kaynak ve ülke çeşitliliği dikkate alınarak ithal enerji kaynakları da kullanılarak birçok konuda geri kalmaya alışmış Türkiye’nin enerji konusunda bu zaafını yenmek için elinde her türlü imkân bulunmaktadır.

Türk’lerin tarih boyunca hiçbir dönemde kendisine dost gördüğü ülkeler tarafından asla ve asla desteklenmediğini yaşanmış olaylar bize göstermektedir. Bugünlerde de malum güçlerin Türkiye’yi iktisadi yönden zayıflatmak ve neticede ülkeyi parçalamak için amansız bir mücadelenin içine girdiği gün gibi aşikârdır.  Hem de içerdeki hainlerle birlikte.. Türkiye içeride dinci FETÖ, ayrılıkçı Marksist-Leninist PKK ve ML aşırı sol terör örgütlerle, dışarıda dinci IŞİD ve ayrılıkçı PYD/YPG ve başka birçok unsurla uğraşmaktadır. Türk Milleti’nin topyekûn bir mücadeleye hazır olması gerekmektedir. Bu mücadelenin asli unsuru olan milletin ‘Altın’, dinci ve Marksist nesillere güveni kalmadığı için artık bu zihniyette nesiller yetiştirilmemesi milletin en büyük arzusudur. Bu nesillerin Türk Milletini, TBMM’ni, milletin seçtiği Cumhurbaşkanını ve demokrasiyi koruyamadıkları açıkça görülmüştür. Milli değerlere inanmış vatansever nesillerle her türlü zorluğa göğüs germek mümkün değil midir?

Notlar:

(1) Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018)

(2) Maliye Bakanının 2016 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması

(3) This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

(4) T.C. Kalkınma Bakanlığı 2016-2018 Yatırım Programı Hazırlama Genelgesi

(5) ETKB 2016 Yılı Bütçe Sunumu (TBMM Genel Kurulu’na Sunuş Metni)

(6) European Commission (ec. europa. eu)

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yer alan yazılar, sadece yazarlarının görüş ve değerlendirmelerini yansıtmakta olup, bunların sitemizde yayınlanması, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından tümüyle veya kısmen benimsendikleri veya ‘Enstitünün’ kurumsal görüşünü yansıttıkları şeklinde alınamaz.  

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display