< < İncirlik Mutabakatının Stratejik Sonuçları


İncirlik Mutabakatının Stratejik Sonuçları

Yazan  05 Ağustos 2015

Strateji dokümanlarında Türkiye'nin adı bile yok!

Özellikle 20 Temmuz 2015’de gerçekleşen Suruç’taki intihar saldırısı sonrasında, Türkiye'nin IŞİD'e karşı sertleşen(!) tutumuyla Amerikan stratejisine yaklaştığı ve hatta Amerikan (ve diğer IŞİD koalisyon ülkelerinin) savaş uçakları ve silahlı İHA (İnsansız Hava Aracı)'larının Suriye'de IŞİD'e karşı hava saldırılarında kullanılması için İncirlik Üssü'nün açılması, Türkiye ile ABD ya da Türk ve Amerikan Orduları arasında yakın ve vazgeçilmez bir işbirliği olduğu görüntüsünün verildiği bir ortamda böyle bir başlık pek inandırıcı gelmeyebilir. Fakat  son/güncel Amerikan askeri ve güvenlik dokümanları ve çalışmaları ile Amerikalı yetkililerin birbirinin kopyası gibi açıklamalarındaki ifadeler bu başlığı teyit ediyor.

Bundan yaklaşık iki hafta önce www.21yyte.org’da yayımlanan "ABD Askeri Stratejilerinde Türkiye'nin Yeri" [1] başlıklı yazımızda Obama dönemindeki Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejileri ile Amerikan Ulusal Askeri Strateji dokümanları incelenmişti. İncelemelerimiz neticesinde,  2015'e gelindiğinde bırakın Türkiye'den bir müttefik veya ortak olarak bahsedilmesini artık son strateji dokümanlarında (Haziran 2015 tarihli Amerikan askeri stratejisi) Türkiye'nin adının bile olmadığını ortaya koymuştuk.

ABD'nin kilit müttefikleri ve güvenlik ortakları ve Türkiye'nin yeri

Amerikan yönetiminin ilişkilerindeki yaklaşımları (telefon görüşmelerinin zorunlu olmadıkça yapılmaması, fotoğraflarda aynı karelerde yer almama vs...) da dikkate alındında bunun bir tesadüf olmadığını genel bir Amerikan politikası ve stratejisine dönüştüğü tespitini destekleyecek yeni bir gelişme daha oldu. Kısa bir süre önce Amerikan Kara Harp Akademisi bünyesindeki Stratejik Çalışmalar Enstitüsü (SSI) geniş kapsamlı bir çalışmanın ürünü olduğu anlaşılan bir kitap yayınladı. Kitap "Sert Güçlere Sıkı Bakış" ana başlığı altında "ABD'nin kilit müttefikleri ve güvenlik ortaklarının savunma yeteneklerinin değerlendirilmesi" alt başlığıyla yayınlanmış. Kitap, konusunda uzman 13 kişinin katkılarıyla hazırlanmış. Kitapta ABD'nin "kilit müttefik" ve "güvenlik ortakları" ise İtalya, Avustralya, Almanya, Güney Kore, Polonya, Fransa, Tayvan, İngiltere, Japonya olarak belirlenmiş ve değerlendirilmiş. Tabi bir de NATO var.

Kitabın incelenmesinde görülen şudur ki Türkiye, ABD'nin savunma stratejilerinde ve planlamalarındaki en önemli manivelalarından olan NATO ittifakının yeteneklerinin incelenmesi kapsamında dokümanda yer alabilmiş.  Bu yer alış da oldukça sınırlı. Örneğin, NATO'nun kara ve hava yetenekleri değerlendirilirken kara ve hava kuvvetlerinin muhtelif modernizasyon ve bütçe planlamaları ile projelerinde (Altay tankı, AWACS projesi gibi) ve füze savunma ihtiyacı kapsamında Suriye tehdidine karşı Türkiye'ye diğer NATO ülkelerine ait Patriot sistemlerinin yerleştirilmesi konuları içinde Türk Hava ve Kara Kuvvetlerinden kısaca bahsedilmektedir.

NATO kapsamındaki incelemelerde ise asıl şaşırtıcı olan ise ittifakın deniz kuvvetleri incelenirken ve katkıları anlatılırken Türk Deniz Kuvvetlerinden kitapta hiç bahsedilmemesidir. Kitapta NATO'nun büyük Deniz Kuvvetleri başlığı altındaki incelemede İngiliz, Fransız, Alman, İspanyol, İtalyan donanmaları ayrı ayrı incelenmiş; ancak Akdeniz'in büyük donanmaların arasında olan Türk donanmasından tek kelime bile söz edilmemiştir.

Yine bu kapsamda en dikkat çekici olan Libya operasyonunda NATO ülkelerinin deniz kuvvetlerinin operasyona katkılarından bahsedilirken, Türk donanmasından yine tek kelime ile bahsedilmemiş olmasıdır. Oysa Türk Deniz Kuvvetleri 2011 yılında Libya'daki NATO operasyonuna 4 Fırkateyn, 1 Denizaltı ve 1 Lojistik Destek gemisi ile iştirak etmişti. Türk savaş gemileri Libya'ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesinin yanında 4.000 civarında Türk işçisinin Libya'dan tahliyesini de gerçekleştirmişti.

 

ABD ile askeri işbirliği sadece NATO kapsamında!

Bu kitap yayınlanma zamanı ve kapsamıyla oldukça ilginç. Yukarıda bahsettiğimiz gibi ABD'nin askeri stratejilerinde Türkiye'nin yeri ve rolü olmadığına ilişkin tespitlerimizi de destekliyor. Bu kitap bir şeyi daha teyit ediyor: ABD'nin Türkiye ile ilgili askeri ilişkilerini NATO çerçevesinde yapmayı esas almış olması.

2002 sonunda AKP iktidara geldikten sonra sürekli olarak Türkiye ve ABD'nin önemli ortaklar olduğu topluma pazarlanmaya çalışıldı. Özellikle 2009'da Obama'nın yeni başkan olarak ilk ziyaretini Türkiye'ye yapması ve Türkiye'deki konuşmalarında Türk-Amerikan ilişkilerini "model ortaklık" diye tanımlaması bu konudaki algı yönetimini hızlandırdı. Bu söylem aynı zamanda AKP hükümetinin elini kuvvetlendirdi ve Türkiye'nin ABD'yi, ABD'nin de Türkiye'yi stratejik ortak olarak gördüğü sürekli işlendi. Ama Amerikalı yetkililer hiçbir zaman Türkiye'yi stratejik ortak olarak tanımlamadı, sadece bazı sorunlar bağlamında Türkiye'nin stratejik önemde olduğunu vurguladı. Son birkaç yıldır özellikle Arap Baharı denilen süreçle birlikte sorunlu bölgeye yakınlığı ve geçmişteki ilişkileri nedenleriyle bölgedeki aktörlerden olan Türkiye, özellikle Suriye bağlamındaki sorunlar nedeniyle ne zaman Amerikalıların gündemine gelse Amerikalılar "Türkiye, ABD'nin NATO müttefiki olarak..." diye söze başladılar. Son bir yıldır da yine IŞİD bağlantılı Türkiye haberlerinde hem Amerikalı yetkililer hem de Amerikan medyası Türkiye'yi tanımlarken yine hep Türkiye'yi NATO üyesi olarak öne çıkardılar.

Bu kapsamdaki en güncel ifadeleri ise Türkiye'nin IŞİD ve PKK terör örgütü hedeflerine yönelik yaptığı sınır ötesi operasyon kapsamında ABD'li yetkililerden birkaç gün önce gelen açıklamalarda gördük ve yine "ABD'nin NATO müttefiki Türkiye'nin ..." diye başlayan ifadelerini duyduk. Amerikalı yetkililerin Türkiye bağlantılı açıklamalarında fotokopi gibi aynı ifadeleri kullanması bütün bunların bir tesadüf olmadığını göstermektedir.

 

İncirlik Mutabakatı ne anlama geliyor?

En başta söylediğimiz gibi kamuoyunda Türkiye ile ABD arasında İncirlik Mutabakatı olarak bilinen ve IŞİD'le mücadele gerekçesiyle "İncirlik üssünün açılmasını yukarıdaki tespitlerinizin aksini göstermiyor mu?" sorusuna ise şöyle açıklamak mümkündür:

En başta söyleyelim ki İncirlik Üssü'nün ortaya çıkışı 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu küresel sistemin uygulanmasının bir parçası olarak gerçekleşmiş ve gelişmiştir. Geçen yıllar içinde Türkiye ile ABD ilişkilerinde yaşanan iniş-çıkışlardan (Johnson mektubu, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Türkiye'ye ambargo vs) da elde edilen tecrübeyle 1980 yılından itibaren İncirlik Üssü'nün kullanımı NATO anlaşmasının hükümlerine (müttefiklerin ikili ve çoklu bazda birbirilerini desteklemesi, kolaylık göstermesi) referanslar verilerek yapılandırılmıştır. İncirlik'in IŞİD'e karşı operasyonlara açılması ise sadece ABD'ye değil IŞİD koalisyonundaki diğer ülkeleri de kapsamaktadır. Bu haliyle gündemdeki İncirlik olayı salt bir Türk-Amerikan askeri işbirliğini değil, (sözde)IŞİD'e karşı bir koalisyon harekâtını öngörmektedir.

Kendi topraklarındaki kendi askeri üslerine hangi ülkelerin ne zaman ne şartlarda geleceğine "ABD ile ortak karar vereceğiz" diyerek daha işbirliğinin en başında egemenlik hakkından feragat etmiş Türkiye'nin, bugüne kadar ki IŞİD'e karşı operasyonlarında hava saldırılarının yaklaşık %85'ini gerçekleştiren ABD'nin İncirlik merkezli istihbarat, harekat ve komuta kontrol operasyonlarına ortak ve söz sahibi olabilmesi mümkün değildir. IŞİD'e karşı yürütülen operasyonların ABD'nin yayımladığı IŞİD stratejisinin uygulaması olduğunu da düşündüğümüzde İncirlik mutabakatını ikili Türk-Amerikan askeri ilişkileri bağlamında ele almak mümkün değildir.

Eğer bu mutabakat kapsamında Türkiye'nin PKK terör örgütüne karşı yürüttüğü hava operasyonlarında ABD'nin de fiilen savaş uçaklarıyla katılması da yer alsaydı işte o zaman ikili bir işbirliğinden, stratejik ortaklıktan, Türk-Amerikan ortak askeri operasyonlarından bahsedebilirdik. Ancak 2007 yılında ortak düşman ilan ettiği PKK terör örgüne karşı tek mermi atmayan ve son dönem askeri stratejilerinde Türkiye'ye yer vermeyen, Türkiye'yi kilit müttefikleri ve güvenlik ortakları arasında görmeyen  ABD'nin sadece Türkiye ile ortak bir askeri bir hedefe yönelmesi mümkün değildir. İncirlik mutabakatı da bunu göstermektedir.

Bu noktada İncirlik Mutabakatı ile ilgili şu tespiti yapmakta fayda var:

Mutabakatın içeriği resmen açıklanmamıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün açıklamasına göre ortada yazılı bir mutabakat metni de yoktur. Dış İşleri Bakanlığı kaynakları ise imzalanmamakla  birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Obama’nın bilgileri ve onaylarını alan bir “İlke Mutabakatı”nın yazılı hale getirildiğini ifade etmektedirler. Yine Dış İşleri Bakanlığı kaynakları bu İlke Mutabakatı’nın yaşama geçirilmesi esnasında askeri heyetler arasında yapılacak görüşmeler sonucunda varılacak uzlaşmanın “Teknik Düzenleme”ler adı altında yazılı metin haline getirileceği ve imzalanacağı bilgisini vermektedirler. 

Öteyandan basın açıklamalarında cümle aralarına sıkışan ifadeler, basına sızanlar/sızdırılanlar göstermektedir ki İncirlik Mutabakatı TBMM'nin izin vermediği ve kamuoyunda ABD Türkiye'ye girerse yıllarca çıkmaz kaygılarını ön plana çıkartan 1 Mart Tezkeresi'nin Türkiye üzerinde yaratabileceğinden belki de daha büyük olumsuz etkiler yapmaya adaydır. 1 Mart tezkeresi öncesinde tezkere geçerse uygulanacak işbirliği hususlarını içerecek mutabakat metni üzerinde Türk ve Amerikan heyetleri arasında çok ciddi ve uzun tartışmalar olmuş, en ufak ayrıntılar bile metne dahil edilmişti. İncirlik Üssü'nün IŞİD'e karşı operasyonlara açılması sanki basit bir işlemmiş gibi sunulmakta, birkaç ilave uçağın konuşlanacağı gibi küçük bir birlik intikali yapılacak havası yaratılmaktadır. Eğer Türk Dışişleri sözcüsünün dediği gibi ortada tarafların imza altına aldığı yazılı bir mutabakat metni yoksa "İncirlik'e gelecek savaş uçakları, istihbarat uçakları, personel sayısı ve görev süreleri konusunda sınırlamalar ve sorumluluklar nasıl ve nerede düzenlenecektir? İncirlik Mutabakatının 02 Ekim 2014'te TBMM'de kabul edilen Suriye tezkeresine dayandırıldığı söylenmektedir. Bir yıl süreli söz konusu tezkerenin bitmesine yaklaşık 2 ay varken ve “yeni tezkerenin TBMM'de kabul edilip edilmeyeceği bilinmeden neye güvenerek ABD ile böyle kapsamlı ve ucu açık bir angajmana girilmektedir?” sorularının cevapları ile eğer varsa mutabakatın yazılı metni kamuoyuna mutlaka açıklanmalıdır.

ABD'nin IŞİD'le mücadele bahanesiyle İncirlik'te yeniden konuşlandıracağı insanlı/insansız savaş ve istihbarat uçakları ve diğer askeri destek sistemleriyle birlikte Türkiye'deki yabancı savaş makineleri ve asker sayısı da artacaktır. Mutabakata göre İncirlik Mutabakatının yedek/emercensi hava alanlarını da kapsadığı ve sadece İncirlik ile sınırlı kalmayacağı gibi sadece ABD ile de sınırlı kalmayacak, IŞİD koalisyonundaki bazı ülkelerin asker ve uçakları da Türkiye'ye gelecektir. En başından beri Amerikalı yetkililerin IŞİD'le mücadelenin uzun yıllar alacağını söylediklerini de hatırladığımızda ülkemizde yıllar sürecek bir yabancı asker varlığı kaçınılmaz olacaktır. ABD ve koalisyonun diğer ülkeleri ilerleyen günlerde ihtiyaç duyduklarını ve IŞİD'le mücadelenin yeni ortaya çıkan şartları gereği kara kuvvetleri için asker getireceklerini ve lojistik destek için deniz limanlarını kullanmak istediklerini söylediklerinde ne cevap verileceği belli değildir. Bütün bunların Türkiye'de yabancı askeri varlığını artıracak talep edilme olasılığı yüksek gelişmelerdir.

İncirlik Üssü'nün yukarıda belirtildiği şekilde açılmasının başka ne şekilde gelişebileceğine ve Türkiye'nin İncirlik üzerinden NATO işgaline uğrayıp IŞİD'le savaşacak NATO'nun harekat üssü haline gelebileceğine dair görüş ve öneriler de gelmektedir. Eski NATO Komutanı emekli amiral James Stavridis'in Foreign Policy'de yer alan "It is all about the Base" başlıklı makalesihenüz resmi Amerikan görüşü olmasa da önümüzdeki günlerde ABD’den gelebilecek talepler konusunda çok şey söylemektedir. İncirlik'in IŞİD operasyonlarına açılması NATO'nun daha büyük angajmanı ve desteğinin başlangıcı olmalıdır ve Türkiye'nin Suriye sınırı aynı zamanda NATO'nun sınırı diyen Stavridis önerdikleriyle (1.Türkiye'deki Suriyeli mültecilere yönelik NATO yardımı (insani yardım, tıbbi destek, mülteci kamplarının güvenliği, lojistik destek), 2. Halen var olan Patriot hava savunma sistemleri sayısı artırılmalı ve yaygınlaştırılmalı, 3. IŞİD'in siber saldırılarına karşı Türk komuta kontrol sistemleri desteklenmeli, 4. NATO istihbarat toplama vasıtaları, JSTARS uçakları, AWACS uçakları İncirlik'e konuşlanmalı uçuşları artırılmalı, 5. NATO Özel Kuvvetler Komutanlığı uygun ve yeterli birlik görevlendirmesini yaparak Amerikalı bir Korgeneral komutasında Türkiye sınırında konuşlandırılmalı, 6. NATO Komutanı komutasında Suriye sınırındaki güvenliği desteklemek üzere görev yapacak şekilde kara-hava-deniz operasyonları yapacak özel birlik hazırlanmalı, 7. Havadan darbe operasyonları yapacak şekilde bir NATO birliği İncirlik'e konuşlanmalı) Türkiye'yi NATO'nun desteği ve soruna angajmanı adıyla adeta işgalini önermekte, Türk topraklarında Amerikalı komutanların komutasında savaş planı ve icrasını teklif etmekte ve Irak'ın kuzeyindeki Çekiç Güç uygulamasına benzer bir yapının şimdi Suriye'de uygulanmasının planını yapmaktadır.  Şuana kadar ki resmi açıklamalarda elbette ki bunlar yoktur ancak ucu açık ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsüne göre yazılı olmayan (Dışişleri Bakanlığı’nın diğer yetkilerine göre ise yazılı ancak imzalı olmayan)  haliyle İncirlik Mutabakatı 1 Mart tezkeresini de aşan, içine Türk kamuoyunda bilinen adıyla Çekiç Güç (resmi adı Operation Provide Comfort-Huzuru Temin Operasyonu) benzeri yabancı bir askeri gücün Türkiye'ye TBMM’nin yetkisinden kaçırılarak konuşlanmasına izin verilmesi, bir yandan yürütmenin açık bir şekilde yasamanın yetkisini gasp etmesi öte yandan Türkiye için öngörülmez milli güvenlik riskleri ortaya çıkarabilecek bir adımdır.

Bu aşamada 1991'deki Çekiç Güç konusunu Suriye kuzeyindeki güncel konuyla mukayese etmekte fayda var. 1991'de Irak'ın kuzeyinde uygulanan Çekiç Güç operasyonun amacı Saddam kuvvetlerinin 36. paralelin kuzeyine çıkmasını önleyerek Kürtlere güvenli bir bölge oluşturmaktı. Şimdi ise İncirlik'in açılmasıyla Suriye kuzeyinde devreye gireceğini öngördüğümüz Çekiç Güç benzeri yabancı askeri gücün bu sefer Suriye'nin kuzeyindeki IŞİD kuvvetlerinin güneye doğru püskürtülerek Suriye kuzeyinin bölgedeki hakim güce  (ki bu PKK/PYD'dir)  bırakılması söz konusudur. Dolayısıyla 1991 sonrasında Irak'ta uygulanandan farkı yoktur. Ancak bu sefer Suriye'nin kuzeyinde koruma sağlanan gruplar PKK terör örgütünün kontrolünde onunla ilintili gruplardır. Irak'ın kuzeyinde bugün ne olduğunu (her an bağımsızlık ilan edebileceğini açıklayan özerk Kürt bölgesel yönetimi) biliyoruz. Bu Türkiye açısından  Suriye'nin kuzeyinde de ne olacağının en önemli belgesidir, hele bir de bu bölgenin yerdeki hakim gücü terör örgütüyle içiçeyse.  İşte bu noktada ilginç bir gelişme söz konusudur. 1991'de Irak kuzeyinde Çekiç Güç vasıtasıyla uçuşa yasak bölge tesis edilmiş olmasına rağmen PKK terör örgütüyle mücadele kapsamında Batı ülkeleri Türkiye'nin Irak kuzeyindeki PKK kamplarına sınır ötesi harekat yapmasına ses çıkarmamıştır. Çekiç Güç uygulaması Türkiye'de genel bir kanı (Kürtlerin bağımsızlığının alt yapısını oluşturdu, PKK'ya yardım ettiler vs) olarak iyi gözle ve iyi hatıralarla anılmamaktadır. Belki de işte bu yüzden Suriye'nin kuzeyinde İncirlik üzerinden yeni bir Çekiç Güç benzeri yapı faaliyete geçirilirken Türk karar vericilerin ve Türk kamuoyunun dikkatlerinin başka yöne çekilmesi hesaplanmış olacak ki PKK'nın Türkiye'deki terörist saldırıları arttı (her ne kadar çözüm süreci tıkanmış ve PKK'nın bu aşamada beklediği tavizleri alamayacağının ortaya çıkmasıyla PKK'nın yeni bir terör sarmalını başlatması bekleniyordu, ancak görünen o ki bu başlangıç İncirlik konusuyla örtüştürüldü)  ve Türkiye'nin PKK'ya odaklanması ve Irak kuzeyindeki sınır ötesi operasyonlarla tatmin olması, İncrlik'in gözlerden ve kamuoyu dikkatinden kaçırılması hedeflendi. Bu haliyle de, yani Çekiç Güç benzeri yabancı güç oluşturulmasına kapı aralıyor olması nedeniyle de İncirlik Mutabakatının Türkiye'ye getirecekleri ve Türkiye'den götürecekleri iyice hesaplanmalıdır. 

Diğer taraftan Türkiye IŞİD'e karşı cılız sınırın hemen yanındaki noktalara Türk hava sahasını geçmeden bir sınır ötesi operasyon yapmış, yurt içinde de bazı IŞİD yandaşlarına güvenlik operasyonları yapmıştır. IŞİD bunlara karşı bazı tehdit içerikli açıklamalar yapmış ama henüz tam anlamıyla Türkiye'ye saldırıya geçmemiştir. İncirlik Üssü'nün fiilen IŞİD'e karşı kullanılmaya başlanması ya da Türk savaş uçaklarının da Suriye'de IŞİD'e karşı hava operasyonlarına katılması IŞİD'in Türkiye'deki saldırılarını başlatmasına ve giderek artırmasına yol açacaktır. Ayrıca Ayn el Arab'tan başlayan IŞİD-PYD(PKK) çatışmaları Türkiye'de de yaygınlaşacaktır. Böylece IŞİD’in yapacağı karşı saldırılar neticesinde çatışmaların Türkiye içine yayılması ve Türkiye'nin Pakistanlaşması gerçeğini dikkate aldığımızda İncirlik Mutabakatının yukarıda ifade ettiğimiz Türkiye'nin işgaline de yol açabilecek yapısıyla 1 Mart tezkeresini mumla aratacak derecede olumsuz sonuçlar doğuracağı gün gibi açıktadır. 1 Mart tezkeresinin TBMM'de onaylanmaması nedeniyle istediğini alamayan ABD İncirlik Mutabakatının bu haliyle, İncirlik'in IŞİD operasyonlarına açılması amacından ve 1 Mart tezkeresiyle istediklerinden çok daha fazlasını alacak gibi gözükmektedir. 

Bütün bu siyasi ve askeri değerlendirmenin yanında İncirlik Üssü IŞİD operasyonlarına açılırken bunun hukuki veçhesi de mutlaka hesaba katılmalıdır. Şuanda beğensek de beğenmesek de küresel düzen BM anlaşması çerçevesinde şekillenmektedir. BM Andlasması, sadece kurum yaratan bir belge değil ayrıca norm yaratan ve hükümlerine dayanan kararlarıyla meşruiyet kaynağıdır. Konumuzun öznesi olan IŞİD'e karşı İncirlik Üssü'nün açılmasına bakıldığında başka bir ülkenin egemenlik sınırları içinde zorlama (enforcement) ve  kuvvet kullanma söz konusudur. BM andlaşmasına göre meşru savunma dışında kuvvet kullanımı yasaklamış, bununla birlikte belirli hallerde BM'ye kuvvet kullanma hakkı tanınmıştır. IŞİD ve Suriye olayına baktığımızda BMGK'nın bu yönde alınmış bir kararı yoktur. Dolayısıyla uluslararası hukuk ve BM Andlaşması açısından Suriye'deki duruma müdahalenin en üst katında meşruiyet yoktur. Dolayısıyla bunun altındaki uygulamaların da meşruiyetinden söz edemeyiz. Bu açıdan bakıldığında aslında 1991'deki Çekiç Güç uygulamasının, 2003'te Irak'ın işgalinin meşruiyeti yoktur. Bütün bunlar fiili durumların hukukiymiş gösterilmesinden başka bir şey değildir. Şimdi de, İncirlik Üssü'nün açılmasıyla ilgili olarak, diğer ülkeler Irak'ta Suriye'de IŞİD'e müdahale ediyor bizim de TBMM'den çıkardığımız yetkiyle sınır ötesine asker gönderme, yurtiçinde yabancı asker bulundurma yetkimiz var bunu kullanıyoruz gerekçesi (yani aslında tezkerenin kendisi) T.C. Anayasasına göre meşru değildir. Çünkü savaş ilanı ve kuvvet kullanımıyla ilgili olan Anayasamızın 92 maddesi bile "milletlerarası hukukun meşru saydığı haller..." ifadesiyle başlamaktadır. BM'nin karar alarak meşruiyet vermediği bir konuda çıkacak tezkerenin de meşruiyeti tartışmalıdır.

 

Peki Türk hükümeti, 02 Ekim 2015'ten önce yenilenmesi gereken önceki tezkerenin TBMM'de kabul edilmemesi halinde İncirlik Üssü'nün açılmasını başka neye dayandırabilir? Bu sorunun cevabı karşımıza NATO'yu ve NATO'nun 5. Maddesini çıkarmaktadır. Yukarıda özetlediğimiz gelişmeler İncirlik'in açılmasıyla ilgili NATO alternatifinin alt yapısının hazırlanmakta olduğu emarelerini vermektedir. Eski NATO Komutanın NATO'yu tamamen devreye sokacak önerilerinin yanında Türkiye 20 Temmuz'daki Suruç ve sonrasındaki terör saldırıları üzerine NATO'nun 4. maddesini işletmiştir. Bu kapsamda yapılan bilgilendirme ve danışmalar NATO'nun rutin toplantılarında yapılamaz mıydı? Bu NATO'nun 5.maddesine bir ön hazırlık mıydı? NATO'nun 5. maddesini işletmek hukuki olabilir ancak burada cevabı aranacak ilk sorular şunlar olacaktır: 5. maddeyi işletecek kadar meşru gerekçeler var mı? 30 yıldır PKK terörüyle mücadele eden ve defalarca askeri anlamda PKK'yı bertaraf etmiş olan Türkiye şimdi ne olmuştur ki terör saldırıları karşısında NATO'nun 5. maddesini işletecek olsun?

 

Sonuç olarak;

Kendi askeri stratejilerinde, değil Türkiye'ye yer ve rol öngörmesi, Türkiye'nin adına bile yer vermeyen, TSK'nın katıldığı uluslararası ve NATO operasyonlardaki varlığını yok sayan ABD, küresel ve bölgesel sorunların çözümünde de Türk Silahlı Kuvvetlerini kilit müttefikleri ve güvenlik ortakları arasında görmemekte; Türkiye ile özellikle askeri ilişkilerini NATO çerçevesinde kurgulamaktadır. Amerikalı yetkililerin açıklamaları, Amerikan kurum ve kuruluşlarının çalışma ve raporları bu tespiti teyit etmekte sahadaki uygulamalar bu tespiti teyit etmektedir.

Bu bağlamda Türk karar vericilerin; Türkiye'nin içinde bulunduğu iç ve dış koşulları, sorunları çok iyi takip eden ABD, Türkiye'deki sosyo-ekonomik koşulları da manipüle ederek gerçeklerle hiç alakası olamayan şekilde Türkiye ile yakın işbirliği yapılıyor, iki yakın stratejik müttefiklermiş izlenimi veren uygulamalarla (İncirlik Mutabakatı gibi) gerçekleştirdiği algı yönetimleriyle, uluslararası hukuk açısından meşruiyeti olmayan kararlarlaTürkiye'yi nihai hedefini (end state) bilmediği operasyonlara (IŞİD'le mücadele gibi) ve projelerin içine sürüklediğinin mutlaka farkına varmalıdır.  Bu bağlamda Çekiç Güç ve 1 Mart tezkeresi tecrübeleri süratle gözden geçirilmeli, Türkiye'nin NATO üyeliğinin İncirlik vasıtasıyla istismar edilmesine müsaade edilmeyerek İncirlik Mutabakatı süreci daha fazla ilerlemeden durdurulmalıdır.


[1] "ABD Askeri Stratejilerinde Türkiye'nin Yeri", Cahit Armağan Dilek, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2015/07/11/8236/abdnin-askeri-stratejilerinde-turkiyenin-yeri

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Sabahattin İsmail   - 14-05-2024

Kıbrıs Yeni Bir Müzakereye Zorlanıyor

Milli çıkarları savunurken 2 konu hata kaldırmaz: