Zincirin Ucu Kimin Elinde?

Yazan  10 Mayıs 2007
1999 seçimlerinden önceki günlerden birisinde Aydınlar Ocağı adına düzenlenmiş bir toplantıya katılmak üzere Enis Öksüz ile birlikte Kars’a gidiyorduk.

Uçak Kars hava alanına indiğinde karşılayan dostlarımızdan birisi aynı uçakta bir şehit cenazesi bulunduğunu bildirince programı başlattıktan ve üzerimize düşen bölümü icra ettikten sonra şehidin köyüne gitmeye ve baş sağlığıdilemeye karar verdik. Akşam üzeri, birkaç araçlık bir konvoyla PKK tarafından şehit edilmiş askerimizin ailesini ziyaret etmek üzere Kars'tançıktık, uzunca bir yol kat ettikten sonra köye vardık. Yükselen ağıtlardan ve etrafındaki kalabalıktan dolayı evi bulmak zor olmadı. Şehidin yakınlarıyla görüştük, acılarını paylaştık. Gönlümüz ezik, içimiz buruk bir vaziyette evdekilere veda edip kapıya çıktığımızda bir delikanlı yaklaştı yanımıza ve "Dedem misafirlerle görüşmek istiyor, evinde bekliyor" dedi. Sonra ilave etti, "Dedem şehidin dedesidir". Bu defa delikanlının yol göstericiliğinde şehit dedesinin evine geçtik. Evin kapısında bizi 70-75 yaşlarında dimdik bir ihtiyar karşıladı. "Dede"ye sarıldık, yeri doldurulamaz kaybından dolayı üzüntülerimizi ifade ettik. İhtiyar önce bizi içeriye buyur etti, oturduktan sonra, "Beni teselli etmeye kalkışmayın" dedi. "Bağımsızlığını ve topraklarını muhafaza etmek isteyen her ülkenin bir ordusu, o ordunun da devlet için, millet için canını feda etmeye hazır askerleri olmalıdır. Benim torunum o askerlerden birisiydi. Her insan için ölüm mukadderdir, fakat vatan müdafaası gibi mübarek bir dava uğrunda şehit olmak her kula nasip olmaz. Torunum şehit oldu, inşallah şefaati nasip olur". Sonra odada ayakta duran gençlere buyurdu: "Hele uşaklar, konuklar uzun yoldan geldi, yorgundurlar, acıkmışlardır, kahvaltı hazırlayın". İtirazlarımız dikkate alınmadı ve hep birlikte sofraya oturduk. Yemek sırasında ve sonrasında da "Dede"nin soruları doğrultusundasiyaseti, siyasetçileri, ülke meselelerini konuştuk.

"Dede", sınırda ücra bir köyde yaşıyor olmasına karşın dünyayı da, Türkiye'yi de, ülke meselelerini de çok iyi biliyor ve çok sağlıklı bir biçimde yorumluyordu. Konuşma sırasında merhum Türkeş'i de, İnönü'yü de yakından tanıdığını ve yüzyüze görüştüğünü öğrendik. Bu günü 10 yıl önceden gördüğünü ve günümüzde bizim de cevaplandırmakta zorlandığımız soruları sorduğunu çok sonraları fark ettik. Koskoca Türk devletinin bir grup eşkiyayla neden baş edemediğini, milletin menfaatlerinin neden yabancıların ölçülerine göre tanımlandığını; milli haslet, zenginlik ve kaynaklarımızın neden harekete geçirilmediğini sorguluyor, kendi kanaatini de anlattığı bir hikayeyle dile getiriyordu:

"Adamın adı Hasan. Hasan ölümden çok korkuyor ve ölümün olmadığı bir yer arıyormuş. Diyar diyar, köy köy dolaşmış. Fakat gittiği her köyde, köyün girişindeki mezarlığı görünce oranın da aradığı yer olmadığını anlıyor, geri dönüyormuş. Bir gün yolu yine bir köye düşmüş, bakmış, köyün girişinde mezarlık yok. Köyün etrafını çepeçevre dolaşmış, yakınlarını araştırmış, mezarlık yok. Köye girmiş, muhtara gitmiş, köyün mezarlığının nerede olduğunu sormuş. Muhtar, "Bizim mezarlığımız yok, çünki bizde ölüm yok" demiş. Hasan çok sevinmiş, o köye yerleşmek istediğini söylemiş ama yine de son merak kırıntısını gidermek için tekrar sormuş, "Muhtar, köyün içinde dolaşırken gördüm, nüfus çok değil, olanların da genci var, yaşlısı var, çocuğu var. Ölüm yoksa bu denge nasıl sağlanıyor ?". Muhtar cevap vermiş, "Bak Hasan Efendi, bizim köyde gerçekten ölüm yok, ama zaman zaman köyün üstündeki tepede bir adam belirir, köyden birini adıyla çağırır, çağrılan gider, bir daha da dönmez. Böylece nüfus dengesi sürer gider."Hasan Efendi, "Tamam" der, "Köyünüze yerleşiyorum. Adım çağrılınca da gitmem, olur biter". Ve Hasan köye yerleşir, aradan yıllar geçer. Bir gün tepede bilinen zat belirir ve seslenir, "Hasan gel!". Hasan'ın koşar adım tepeye doğru gittiğini gören muhtar arkasından bağırır, "Hasan efendi, hani çağırılınca gitmeyecektin, ne oldu, neden gidiyorsun?". Hasan efendi yürümesini aksatmadan cevap verir, "Elimde olsa gitmeyeceğim. Ama burnumda bir halka var, halka zincire bağlı, zincirin ucu da tepedeki adamın elinde, çekince canım yanıyor, mecburen gidiyorum".

Türkiye'de olup bitenleri gördükçe insan sormadan edemiyor, "Kendi seçtiklerimiz, güvendiklerimiz, inandıklarımız, hatta "yol arkadaşları"mız bize rağmen bizim aleyhimizde iş ve işlemler yaptıklarına ve bütün bunları kendi istekleriyle yapmalarının mümkün olmadığına göre, sahi, ZİNCİRİN UCU KİMİN ELİNDE?".

Dursun DAĞAŞAN

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display