Suriye’de Tarafların Yeniden Belirlenmesi ve Türkiye

Yazan  16 Eylül 2013
Bu makale 21. Yüzyıl Dergisi'nin Eylül 2013 tarihli 57. sayısında yayınlanmıştır.

PKK-PYD bağlantısı üzerine odaklanmak, Türkiye’nin çözüm sürecini Suriye politikasına paralel götürmesi anlamına geliyor ve bireysel olarak bile başarı şansı düşük olan bu iki politikanın başarıyla birbirine paralel olarak yürütülebileceği oldukça şüpheli görünüyor. Türkiye bir taraftan El Nusra Cephesi ve diğer radikal gruplara destek olurken, diğer taraftan bunların çatıştığı PYD başta olmak üzere Kürt gruplarla anlaşma yolları arıyor. PYD ise bölgedeki kontrolünü Baas rejimi ile yaptığı anlaşmalara borçluyken, bu rejimin devrilmesini hedef olarak belirlemiş Türkiye ile yakınlaşıyor. Bu tür davranışlar PYD’nin içinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulana kadar zaman kazanmaya çalıştığı, Türkiye’nin ise PKK’lılarla Suriye’de radikal gruplar üzerinden savaşma eğiliminde olduğu şeklinde yorumlanıyor.

Mart 2011’de Suriye’de başlayan çatışmalar aradan geçen iki yılda farklı aşamalardan geçerek bugün öyle karmaşık bir hal aldı ki, artık tarafları birbirinden ayırmak zorlaştı. Ülke genelinde birbirinden kopuk gruplarca başlatılan barışçı gösteriler genellikle ekonomik ve bölgesel sorunlara odaklanıyordu. Yapılan taleplerin en azından bir kısmının karşılanması mümkünken, Baas rejiminin gösterileri şiddet kullanarak bastırmayı tercih etmesi sonucunda başlayan çatışmalar kısa sürede yayılarak bir iç savaş halini aldı. Bu ikinci aşamada, diğer Arap Baharı deneyimlerinden hareketle genel beklenti, direnişçi grupların birleşmesi ve Esad rejiminin kısa sürede devrilmesi yönündeyken, bu iç ve dış nedenlerle gerçekleşmedi. Onun yerine, çatışma mezhepsel odaklı olmamasına rağmen farklılıklar gittikçe ön plana çıkmaya ve Suriye içi ve dışındaki cepheleşme Sünni-Şii ayrımı üzerinden gerçekleşmeye başladı. Bölge ülkelerinin nüfus yapısı dikkate alındığında bu gelişme krizin Lübnan başta olmak üzere komşu ülkelere yayılabileceği endişelerini arttırdı. Temmuz 2013’te yaşanan gelişmeler ise ilişkileri biraz daha karmaşıklaştırarak krizi yeni bir aşamaya soktu.

Bu çalışmanın hedefi, Suriye iç savaşının zaman içerisinde izlediği farklı aşamaları ve içinde bulunduğumuz dönemde yaşananların Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini değerlendirmektir. Bu amaçla önce çatışmanın evrelerini kısa bir biçimde değerlendirdikten sonar, taraf olan aktörlerin bugünkü konumlarından hareketle gelişmeleri Türkiye açısından irdeleyeceğim.

İlk protesto eylemleri başladığında katılımcı gruplar ve talepler, yaşanacak sürecin Libya’dan çok Tunus ve Mısır’a benzeyebileceği izlenimini doğuruyordu. Ülkenin farklı bölgelerinde farklı taleplerle sokaklara dökülen göstericiler, bölgesel olarak tanımlayabileceğimiz istekler öne sürüyorlardı. Bu talepler arasında bazı valilerin değiştirilmesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, bazı sektörlerde çalışma koşullarının iyilştirilmesi gibi rejimin tatmin edebileceği istekler ön plandaydı. Ön plana çıkan iki temel konu ekonomi ve demokrasiydi. Rejimin devrilmesine yönelik çağrılar bu aşamada çok sınırlıydı ve protestocuların büyük bölümü tarafından desteklenmiyor gibi görünüyordu. Çatışmaların başlaması Baas rejiminin bu taleplerin en azından bir bölümünü dikkate alarak gerginliği düşürmek yerine, güç kullanarak protestoları bastırmaya çalışmasının sonucuydu. Çatışmalar başlayıp direnişçi grupların sayısının artması, Suriye’nin Libya’ya benzetilmesine yol açtı. Kısa bir sürede, dış desteğin de etkisiyle dağınık direnişçi grupların biraraya geleceği ve rejime karşı ortak bir mücadele sürdüreceği ve sağlanacak destekle Esad’ın devrilebileceği inancı yaygındı. Bu varsayımdan hareketle Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye oldukça agresif bir politika benimsedi ve direnişçilere destek vermekle kalmayıp, özellikle Batılı ülkelerinin de desteğinin artması yönünde çaba gösterdi. Libya benzeri bir sonucun ortaya çıkmamasında en önemli factor, Rusya, Çin ve İran’ın Suriye yönetimine verdiği koşulsuz destek ve bunun Batı’nın müdahale imkanlarını ortadan kaldırmasıydı. Batı yardımının silah içermemesi, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin direnişin ana destekçileri olmasına neden oldu ve direnişçilerle rejim arasındaki güç dengesizliğinin ortadan kaldırılması mümkün olmadı. Bu üç ülkenin Sünni İslamcı gruplarla olan ilişkileri nedeniyle bu gruplara daha ağırlıklı olarak destek olması, direniş içindeki güç dengelerini değiştirdi. Bu dengesizlik, muhalefeti biraraya getirmeye yönelik toplantılarda sık sık dile getirilerek somut kararlar alınmasını zorlaştırdı.

Kırk yılı aşkın bir süredir Nuseyri azınlık tarafından yönetilen Suriye’nin nüfusunun üçte ikisinin Sünni olması bu çatışma boyutunun ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı gibi, geçmişte yaşanmış Hama benzeri deneyimler krizin bir noktada bu eksene taşınması olasılığını arttırırken, mezhepsel kimliklerin ön plana çıkması bir taraftan İran ve Hizbullahın aktif katılımıyla, diğer taraftan Sünni İslamcı grupların muhalifler arasında ön plana çıkmaya başlamasıyla daha çok vurgulanır oldu.

İç savaşın ikinci yılında hala kendisinden beklenen performansı gösteremeyen muhalefetin bu başarısızlığının nedeni olarak, popüler hareketlerle bağlantı kurma konusundaki başarısızlığı ve ülke içi gruplardansa yabancıların tercihlerine öncelik vermesi gösteriliyor.[1] Sayıları 1200 civarında tahmin edilen muhalif gruplar arasında ittifaklar yeniden düzenlenmeye başlanıyor. Bugün içerisinde bulunduğumuz üçüncü aşama ise İslamcı/Selefi grupların artan ağırlığının bir sonucu olarak, bunun Özgür Suriye Ordusu gibi seküler muhalefet üzerinde yarattığı rahatsızlıkla başladı.  2011 yılında Irak El Kaidesi ile bağlantılı olması nedeniyle ABD tarafından terör örgütleri listesine eklenen El Nusra Cephesi, Esad rejimine karşı Sünni halkı savunan bir grup olduğunu öne sürdüğünde diğer muhalif gruplar tarafından desteklenmişti.[2] Nisan 2013‘te bu desteğin gittikçe azaldığını, hatta ılımlı Sünnilerle Selefiler arasında çatışmaların başladığını gözlemlemeye başladık. Bu değişimi tetikleyen gelişme, Irak El Kaidesi ve El Nusra Cephesi’nin birleştiklerini açıklamaları ve Batılı ülkelerin bu grupları kapsadığı sürece muhaliflere silah desteği verme konusundaki isteksizliğiydi.[3] Birleşme haberi El Nusra Cephesi tarafından yalanlanmasına ve daha sonra El Kaide lideri el Zevahiri tarafından veto edilmesine rağmen, bu dönemde El Nusra Cephesi önemli sayıda yabancı savaşçısını Irak El Kaidesi’ne kaptırdı. El Kaide bağlantılı grupların gittikçe ön plana çıkması ve geniş bölgeleri kontrol etmeye başlaması, ÖSO içerisinde bazı grupların konumlarını yeniden değerlendirmesine ve Esad rejimini ikincil bir tehdit konumuna indirmesine neden oluyor.[4]

Diğer taraftan, hem Esad karşısındaki gerilemeyi durdurmaya çalışan, hem de muhalifleri desteklenebilir bir grup haline getirmek isteyen Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) yeni bir girişim başlatıyor. Michel Kilo’nun Suudi Arabistan ve Batılı ülke başkentlerinde yaptığı temaslarda ortaya attığı plan, muhalefetin hem askeri, hem de siyasi bakımdan yeniden yapılandırılmasına dayanıyor.[5] Askeri bakımdan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yönetimine azınlıklardan subayların dahil edilmesi, yönetim kademelerinin siviller yerine Suriye ordusundan ayrılan askerlere verilmesi, Türkiye ve Ürdün’deki asker ve subayların yeniden mücadeleye döndürülmesi hedefler arasında. Böylece deneyimli personelden oluşan, bütün etnik grupları kapsayan ve net bir emir-komuta zincirine sahip bir yapı oluşturulmak isteniyor. Daha kontrol edilebilir bir yapının ortaya çıkması dış desteğin artmasını da sağlayabilir. Siyasi bakımdan ise Katar ve Müslüman Kardeşler’in etkisini Suudi Arbistan’ın yardımıyla sınırlandıran Kilo, Kuzey Suriye’de muhalefet kontolünde bulunan bölgeleri yönetecek bir yürütme organı oluşturmayı hedefliyor. Benzer bir yönetimin oluşturulması eski SUK Başkanı Moaz el-Hatip’in hedefleri arasında da yer almasına rağmen başarıya ulaşmamıştı. Bu plan çerçevesinde daha ılımlı muhaliflere yakınlaşmaya çalışan Suudi Arabistan, yoğun bir diplomasiyle bir taraftan Batı yardımının önünü açmaya, diğer taraftan Esad’a Rus yardımını sınırlandırmaya çalışıyor.[6]

Bu gelişmelerin kaynağında radikal İslamcı grupların yükselişi kadar, Kuzey Suriye’de Kürt kontrolündeki bölgede yaşananlar da yer alıyor. Temmuz 2012’de Suriye ordusu ve bürokrasisinin bölgeden ayrılmasının ardından, Kuzey Suriye’de kontrolü Demokratik Birlik Partisi (PYD) ele geçirdi. 2003 yılında kurulan PYD ve PKK’nın Suriye’deki siyasi kolu ve diğer Kürt gruplarının aksine silahlı bir kanada (YPG) sahip olması ön plana çıkışını kolaylaştırdı. ÖSO birimlerinin arasında yer alan bazı Kürt gruplar da koparak PYD saflarına katılıyor.[7] Zaten zor durumda bulunan ÖSO’nun yeni ve daha disiplinli bir yapılanmaya geçme çabalarının arkasındaki nedenlerden biri de bu erime.

2012‘de bu gelişmelerin ulusal çıkarları tehdit ettiği düşüncesiyle Erbil’e giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, burada Mesut Barzani ile Suriye’deki gelişmeleri nasıl kontrol altında tutacaklarını konuşmuş ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nden bazı yetkililerle görüşmüş, ancak Salih Müslim ile görüşmeyi reddetmişti.[8] Erbil uzlaşmasının ardından Türkiye, Suriye Kürtleri ile ilişkilerini Barzani üzerinden sürdürmeye başladı.

Suriye’nin kuzeyi üç nedenle önem taşıyor. Birincisi, burdaki sınır kapıları direnişçilere yapılan yardım bakımından önemli. Özellikle El Nusra Cephesi buradan gelen yardıma bağımlı. İkinci olarak, bölge Türkiye’ye kaçakçılık yollarını kontrol ediyor ve özellikle uyuşturucu kaçakçılığından sağlanan gelir bazı muhalif gruplar için çok önemli. Son olarak, Kürtler petrol alanlarını kontrol ediyorlar. Esad rejimi Tartus’a petrol akışının sürmesi karşılığında petrolün Kürtler tarafından kontrol edilmesine izin veriyor. Muhalefete petrol satış izni verilmesiyle burası muhalif gruplar için de önemli bir kaynak haline geldi. Rumeylan ve Suveydiye alanlarının her birinin günde 130.000 varil petrol üretimi potansiyeline sahip olması bölgenin taliplerini arttırıyor. Çatışmalarda Suriye hava kuvvetlerinin Kürtler’e, Irak sınırındaki bazı kabilelerin de El Nusra Cephesi’ne verdikleri destek bunun bir göstergesi.[9]

Sınırdaki bu hareketlilik Türkiye’nin politikasını da etkiliyor. Muhalifler Suriye Ulusal Konseyi altında toplandıklarında Kürt grupların dışarıda kalması için çaba gösteren bir aktörken, bugün PYD ile pazarlıklar yapıyor.[10] Bu değişimin kaynağında alternatifsizlik var. Fikret Bila’nın özetlediği gibi, Türkiye temelde üç politika arasında bir tercih yapmak durumunda.[11] Bunlardan birincisi, ÖSO’ya desteği arttırarak Halep’te Esad güçlerine üstünlük sağladıktan sonra doğuya ilerlemesini sürdürmesini beklemek. Özellikle Esad’ın son dönemde üstünlüğü ele geçirmeye başlamasıyla bu pek olası görünmüyor. Hatta Halep üzerindeki kontrollerinin bile ne kadar uzun ömürlü olacağı tartışmalı. İkinci bir seçenek ise askeri güç kullanarak Suriye’ye ve PYD’ye müdahale etmek. Uluslararası dengeler bunu uygulanabilir olmaktan çıkarıyor. Çünkü Türkiye’nin Suriye’ye doğrudan bir müdahalesi sadece bölgesel değil, küresel aktörlerin de onayını gerektiriyor. Son olarak, PYD’yi PKK aracılığıyla kontrol etme seçeneği bugün benimsenen politikayla tutarlı görünüyor. Ancak bu tercihin önemli riskler taşıdığını da dikkate almak gerekiyor. PKK-PYD bağlantısı üzerine odaklanmak, Türkiye’nin çözüm sürecini Suriye politikasına paralel götürmesi anlamına geliyor ve bireysel olarak bile başarı şansı düşük olan bu iki politikanın başarıyla birbirine paralel olarak yürütülebileceği oldukça şüpheli görünüyor.

Bu yeni politika doğrultusunda Salih Müslim iki kez Türkiye’yi ziyaret ederek MİT ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüştü. Bu görüşmelerde Türkiye bir Kürt özerk bölgesi oluşturulmasıyla ilgili çekincelerini açıklarken, Müslim oluşturmak istedikleri yapının Arap, Kürt ve Hıristiyanları kapsayan bir geçiş yönetimi olduğunu da vurgulayarak hedeflerinin Irak benzeri bir otonom bölge olmadığını öne sürdü.[12] Bu temaslardan çıkan sonuçları ancak tarafların açıklamalarından biraraya getirebiliyoruz. Anlaşılan Türkiye’nin üç temel talebi, özerk bir yapı oluşturulmaması, Esad ile işbirliğine son verilmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması şeklinde.[13] PYD ise kendilerine gelen yardımların sınırdan serbestçe geçmesini, El Nusra Cephesi başta olmak üzere radikal gruplara yardımın kesilmesini ve bu grupların dışlanması için ÖSO’ya baskı yapılmasını istiyor.

Bu taleplerin karşılanması konusunda iki tarafın da üzerine düşeni yaptığını söylemek zor. PYD çatışmalarda Suriye ordusunun hava desteğinden yararlanıyor, Müslim’in ikinci ziyareti sırasında PYD eşbaşkanı Asya Abdullah’ın bir basın toplantısıyla özerk yönetim için ikinci aşamaya geçildiği açıklaması yapması gerçek hedef konusunda şüphe doğuruyor.[14] Buna paralel olarak, Ağustos başında PYD yetkililerinden Şervan İbrahim Türkiye’nin verdiği sözlere rağmen politikasında bir değişiklik olmadığını, bölgeye yollanan yardımların sınırın Türkiye tarafında tutulduğunu iddia etti.[15] Bunu destekler bir diğer açıklama Salih Müslim’den geldi.[16] Müslim, Türk yetkililerin ÖSO’ya baskı yaparak El Nusra Cephesi’nin izole etme ve Selefiler’in Türkiye’den geçişinin durdurulacağı garantisi vermelerine rağmen, 2 Ağustos gecesi silah ve mühimmatın kamyonlarla El Nusra Cephesi’ne ulaştırıldığını öne sürdü. Aynı zamanda, AKP hükümetini de suçlamamaya özen gösteren Müslim, sorumluların “hükümetin iradesi dışında” hareket eden “derin güçler”i sorumlu tutuyor.

Türkiye bir taraftan El Nusra Cephesi ve diğer radikal gruplara destek olurken, diğer taraftan bunların çatıştığı PYD başta olmak üzere Kürt gruplarla anlaşma yolları arıyor. PYD ise bölgedeki kontrolünü Baas rejimi ile yaptığı anlaşmalara borçluyken, bu rejimin devrilmesini hedef olarak belirlemiş Türkiye ile yakınlaşıyor. Bu tür davranışlar PYD’nin içinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulana kadar zaman kazanmaya çalıştığı, Türkiye’nin ise PKK’lılarla Suriye’de radikal gruplar üzerinden savaşma eğiliminde olduğu şeklinde yorumlanıyor.[17] 26 Temmuz’da, Salih Müslim İstanbul’da iken, Gaziantep’te biraraya gelen 70 ÖSO komutanının Kürt otonomisine karşı oldukları yönünde yaptıkları açıklama da Türkiye’nin ikili bir politika benimsediği izlenimini güçlendiriyor.[18]

PYD’nin diğer Kürt gruplarla da sorunlar yaşıyor olması Türkiye’ye ihtiyaç duymasının temel nedeni. El Nusra tehdidi nedeniyle fazla ön plana çıkmayan bu gerilimler, PYD’nin Mayıs 2013‘ten beri Barzani kontrolündeki sınır kapıları yerine, Irak Merkezi Yönetimi kontrolündekileri kullanmasına neden oluyor. 70 civarında Barzani destekçisi Suriyeli Kürtün PYD tarafından tutuklanmış olması[19] ve Haziran sonlarında çıkan çatışmalarda PYD güçlerinin Amuda’da silahsız  protestoculara ateş açtıktan sonra diğer Kürt partilerinin ofislerini yağmalaması önemli göstergeler.[20]

Suriye’de aktörlerin yeniden taraf belirleme sürecine girdiği bu dönemde uzun vadede çıkarlarının çatışması kaçınılmaz olan iki aktör arasında ortaya çıkmaya başlayan işbirliği her ne kadar uzun ömürlü olacak gibi görünmese de muhalefet içerisindeki dengeleri etkilemesi olası. PYD-PKK ile Barzani arasında bölgesel Kürt hareketinin kontrolü konusundaki rekabet bakımından ele alındığında ise Türkiye’nin yeni pozisyonunun kalıcı olması halinde, Barzani ile ilişkileri bozabilir ki böyle bir gelişmenin etkisi bütün aktörler bakımından büyük olur.

 


[1]Ekrem el-Bunni, “Syria’s Opposition Struggles to Restore Its Reputation”, 03.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2013/07/syria-opposition-faults-challenges-popular-resentment.html, (26.07.2013).

[2]Jonathan Panikoff “Syria: The True Chaos Will Begin After the Fall of the Regime”, Small Wars Journal, 06.05.2013, http://smallwarsjournal.com/jrnl/art/syria-the-true-chaos-will-begin-after-the-fall-of-the-regime, (10.08.2013).

[3]A.g.e.

[4]Muhammed Ballout, “Jihadists’ Rise, Kurdish Self-Rule Disrupt Syrian Alliances”, 24.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/security/2013/07/jihadist-kurdish-tensions-shake-up-syrian-alliances.html, (03.08.2013).

[5]Muhammed Ballout, “Free Syrian Army Seeks to Unite Rebel Factions”, 18.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2013/07/free-syrian-army-unite-rebel-groups.html, (26.07.2013).

[6]Sami Kleib, “Saudi Arabia Tries to Cut a Deal With Russia Regarding Syria”, 02.08.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/politics/2013/08/saudi-arabia-tries-deal-with-russia.html, (03.08.2013).

[7]Muhammed Ballout, “Jihadists’ Rise…”, a.g.e.

[8]Cengiz Çandar, “Has Turkey Made U-Turn on Syria’s Kurds?”, 29.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/07/turkey-changes-position-on-syrian-kurds.html, (03.08.2013).

[9]Muhammed Ballout, “Battle for Oil Intensifies Between Syrian Kurds, Jihadists”, 30.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/security/2013/07/battle-oil-north-syria-kurds-jihadists.html, (03.08.2013).

[10]Muhammed Ballout, “Syrian Kurds Want Transitional Administration Now”, 29.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2013/07/pyd-head-interview-turkey-kurds-syria.html, (03.08.2013).

[11]Fikret Bila, “Ankara Must Make Strategic Choice in Northern Syria”, 23.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/security/2013/07/turkey-concerns-kurdish-administration-north-syria.html, (26.07.2013).

[12]Muhammed Ballout, “Syrian Kurds…”, a.g.e.

[13]Zeynep Şafak, “Müslim’e ‘Emrivaki Yapmayın’ Mesajı”, 15.08.2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24521978.asp, (15.08.2013).

[14]A.g.e.

[15]Wladimir van Wilgenburg, “Kurdish Civilians fear Reprisals in Northern Syria”, 06.08.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/08/syrian-kurds-fear-ethnic-cleansing.html, (07.08.2013).

[16]Cengiz Çandar, “Border Clashes Confront Turket With ‘Afghanistan of the Levant’”, 05.08.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/08/turkey-clashes-syria-border-kurdistan.html, (08.08.2013).

[17]Wladimir van Wilgenburg, a.g.e.

[18]A.g.e.

[19]Amberin Zaman, “Ankara Concerned as Kurdish PYD Makes Gains in Syria”, 19.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/security/2013/07/kurdish-pyd-gains-syria-concern-turkey.html, (26.07.2013).

[20]Andrea Glioti, “Syrian Kurdish Group Linked to PKK Kills Protesters”, 01.07.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/07/syria-kurds-pyd-amuda-protest.html, (26.07.2013).

Kürşad Turan

Doç. Dr. Kürşad TURAN Uluslararası İlişkiler alanında lisans öğrenimini 1994'te Ankara Üniversitesi'nde tamamladı.
 
1996'da Uluslararası İlişkiler, 1998'de Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans programlarını Florida State University'de tamamlamıştır. Siyaset Bilimi alanında doktorasını da Florida State University'de yapan Turan, 2009'da yardımcı doçent, 2013'te ise doçent ünvanını kazanmıştır. 
 
Uluslararası Politika, Ortadoğu, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Siyaset Bilimi ve Karşılaştırmalı Politika gibi alanlarda çalışmalar yapan Turan, Ortadoğu Etütleri, Gazi Akademik Bakış, Journal of Political Science Education gibi pek çok ulusal ve uluslararası dergide çalışmalarını yayımlamıştır.
 
Halen Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Doçent olarak akademik hayatına devam etmekte olan Kürşad Turan, Demokrasi ve Demokratikleşme, Terörizm, Uluslararası Politika ve Uluslararası İlişkiler Teorileri dahil, çeşitli alanlarda dersler vermektedir.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display