Kral Öldü Peki Ya Şimdi?

Yazan  23 Ocak 2015

            Uzun bir dönem Suudi Arabistan’ı yönetmiş olan Kral Abdullah bin Abdülaziz vefat etti. Yoğun sigara kullanımına bağlı akciğer fonksiyon yetmezliği sonucu bugün (23.01.2014) itibarıyla hayata gözlerini kapadı. Eski kral, Ekim 2014’den beri ciddi bir tedavi süreci altındaydı ve vefatı da büyük bir sürpriz olmadı. Eski Kral Abdülaziz’in yerine şimdi 80 yaşında olan kardeşi Salman bin Abdülaziz el Suud tahta geçti. Buraya kadar klasik bir monarşik idarenin uygulanış biçimi görülmektedir. Ancak, Suudi Arabistan, kuruluşundan itibaren Arap Yarımadası’ndaki stratejik önemi haiz en önemli ülke olmasından dolayı, klasik monarşik idare tahlilinin dışında konularla yüz yüze kalmaktadır. Suudi Arabistan’ın yeni kralı Salman da bu son derece karmaşık ve tehlikeli denklemi çözmekle uğraşacaktır.

            Petrol Lanet mi Servet mi?

            Suudi Arabistan’ın en büyük gelir kaynağı hiç tartışmasız petrol üretiminden elde edilmektedir. Devlet bütçesinin çeşitli kaynaklarında rakamlar değişkenlik göstermekle birlikte %80-90’lık kısmı petrol satışından kaynaklanmaktadır. Bu durum Suudi Arabistan’ı bölgenin ve hatta dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri haline de getirmiştir. Ancak, Suudi Arabistan, kendisinden binlerce kilometre uzaktaki Rusya’nın izlediği politikalar dolayısıyla petrol Suudi Arabistan için bir zenginlik aracı olmaktan çıkıp, adeta bir lanet durumuna dönüşmektedir. Suudi Arabistan’ın devlet gelirinin 2015 yılında 190 milyar dolar olarak gerçekleşmesi beklenirken, harcamaların 229 milyar dolar civarında olacağı tahmin edilmektedir[1]. Yani Suudi Arap bütçesindeki açığın 2015 yılı için yaklaşık 35 milyar dolar civarında olması beklenmektedir. ABD, Rusya’nın petrol ve doğal gaz gelirinin düşürülebilmesi için uygulanmasına önayak olduğu politika ile Basra Körfezi’ndeki en önemli askeri ve ekonomik ortağı Suudi Arabistan’ı da bu girdaba sürüklemektedir. Suudi Arabistan aynı zamanda ucuz üretilen petrolün Kral Abdullah bin Abdulaziz döneminde yıllık 9,6 milyon varil üretim seviyesinde tutulacağını da taahhüt etmiştir. Dolayısıyla Suudi Arabistan, ucuz üretilen bir malı uzun süreli olarak yüksek miktarda ve kendi ekonomisine zarar verecek şekilde piyasaya arz etmek durumundadır.

            Yeni Suudi Kralı Salman el Suud da bu petrol sorunsalı ile yüzleşecektir. Söz konusu ABD odaklı bu politika, uzun bir süre devam ettiği takdirde, Suudi ekonomisi önemli buhranlarla karşılaşabilecektir. Suudi Arabistan’da kuruluşundan itibaren petrole dayalı ekonominin oluşması aynı zamanda üretime dayalı ekonominin oluşmasını engellediği gibi Suudi Arapları da üretime ve çalışmaya dayalı bir ekonomiden ziyade rantiyer bir devletin oluşturduğu bir ekonomik sistemde bulunmaya yönlendirmiştir. Petrolün, uluslararası piyasalardaki düşüşünün Suudi Arap ekonomisine etkisinin dışında bir de böyle olumsuz bir tesiri olmuştur. Suudi Arabistan’da işsizlik 2014 rakamlarıyla %6 seviyesindedir. Yani yaklaşık 30 milyonluk toplam nüfus içindeki işsiz sayısı 1,8 milyondur. Ancak, toplam nüfusun %10’luk kısmının yabancı işçilerden oluştuğu Suudi Arabistan’da,[2] Suudi Arap tabiyetli işsizlerin oranı ise 2014 rakamlarına göre %11,8’dir. Yani Suudi Arap vatandaşlarının 27 milyonluk nüfusu içinde 3,2 milyonu işsizdir. Bu rakamlara göre Suudi Arabistan “Nitakat” ya da “Suudileştirme” politikası ile yabancı işçilerin yerine Suudi vatandaşlarının yerleştirilmesi politikasını yürütmektedir. Buna rağmen işsizlik sorunu çözülememiş üstelik oranlar artmıştır. Yeni Suudi Kralı’nın sorun alanlarından biri de bu tabloyu olumluya çevirmeye çalışmak olacaktır. Sonuç olarak petrolün getirdiği zenginlik, öncelikle uluslararası piyasalardaki düşük seyir ve ayrıca, Suudi Arabistan’daki üretime dayalı ekonomik yapının oluşmamasının getirdiği işsizlik ile aynı zamanda bir dezavantaj halini almıştır. Yeni kralın bir diğer sorun alanı ise uluslararası siyasi gelişmelere bağlı güvenlik sorunlarıdır. Bunların başında da ülkenin güney sınırındaki Yemen sorunu gelmektedir.

            Suudi Arabistan’ın Sorunlu Güney Komşusu

            Adına Arap Baharı denen toplumsal olayların yaşandığı dönemde Yemen’de de bir yönetim değişikliği gerçekleşmiştir. Bu değişiklik 2011 yılı sonlarında her ne kadar “demokrasi” ve “özgürlük” talep eden halkın başarısı olarak gösterilse de olan şey aslında; dönemin Yemen Devlet Başkanı Salih’in yerine yardımcısı Mansur’un görevi devralmasından ibarettir. Dolayısıyla, sorunlar çözülmeden bir sonraki yönetime devredilmiş ve bölgenin geleneksel baskıcı yönetim anlayışında da köklü bir değişiklik olmamıştır.[3] Ayrıca benzeri taleplerle gerçekleşen 2003 yılındaki hareketler de ABD, Suudi Arabistan ve İngiltere’nin girişimleriyle bastırılmıştır.[4] Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın güney komşusu Yemen’e dair kaygılarının güvenlik üzerine kurulduğu açıktır. Bu kaygıya Suudi Arabistan’ın geleneksel müttefikleri ABD ve İngiltere de destek vermektedir. Yemen Ocak 2015’te yeniden olaylara sahne olmaktadır. Burada da çatışma, Selefi el Kaide odaklı Arap Yarımadası El Kaidesi’nin de dahil olduğu grup ile Yemen Haması olarak adlandırılabilecek Şii odaklar arasında gerçekleşmektedir.

            Bu çatışmada Suudi Arabistan tarafından değerlendirilmesi gereken konu, Yemen’de gerektiği takdirde askeri müdahale ile korunması gereken Batı ve Suudi Arap yanlısı hakimiyetin yerini Şii odaklı bir hakimiyetin alma riskidir. Uluslararası siyasi analizlerde Şii Hilali denen bölgenin dahilinde olması Suudi Arap siyasetinin geleneksel Selefi-Vahabi yapısını da olumsuz etkileyecektir. Buna ek olarak Suudi Arabistan, Yemen’de Şiilerin söz sahibi olması ile İran’ın etkisine daha açık bir hale gelecektir. Bütün bunlara ek olarak, Suudi Arap nüfusunun yaklaşık %10’luk kısmını oluşturan üç milyon Şii’nin de 2011 döneminden daha güçlü taleplerle Suud Ailesinin karşısında durabilecektir. Suudi Arabistan ve Bahreyn’de “Arap Baharı” sürecinde Şii nüfusun yaptığı gösterileri güç kullanarak bastırması yöntemlerinin kullanılması da İran etkisi dolayısıyla güçleşecektir. Bu durumun iki gerekçesi mevcuttur; ilki İran’ın IŞİD ile mücadelesi dolayısıyla bölgedeki nüfuzunun Haziran 2014’ten itibaren dikkat çekici bir şekilde artmasıdır. İkincisi de yine IŞİD’e karşı İran tarafından takınılan tavır dolayısıyla, ABD’nin İran nükleer programına daha ılımlı yaklaşmasıyla nispeten bir alternatifin ortaya çıkmasıdır. İran’ın söz konusu yükselişi ile Suudi Arabistan, İsrail ile yakınlaşmaktadır.

           Yeni Bölgesel Dengeler

            Suudi Arabistan geleneksel söyleminde İsrail karşıtı tutumunu, ABD’nin İran ile başlattığı nükleer görüşmeler çerçevesinde değiştirme eğiliminegirmiştir. İsrail ile Suudi Arabistan’ın ortak düşmanı İran’ın nükleer programının yarattığı endişe iki ülke ilişkilerinin düşük seviyeli de olsa işbirliğini görüşme ihtimalini doğurmuştur.[5] Ancak bu ilişkinin bilinen manada bir ittifak ilişkisine dönüşmesi noktasında da oldukça zor bir durum mevcuttur. Çünkü iki ülke arasındaki en önemli sorun noktası Filistin meselesidir[6] ve kısa bir süre içinde çözülme ihtimali de hayli azdır. Bu soruna rağmen İran’ın etkisi üzerine İsrail ile Suudi Arabistan birlikte hareket etme potansiyeline sahiptir. Kral Salman’ın önemli eğilim noktalarından biri de İsrail ile olan ilişkilerin dış politik konularda bir avantaj olarak kullanılması olacaktır. İsrail’in İran nükleer programı karşısında askeri operasyon seçeneğinin tercih edilmesine kadar varan yaklaşımı dikkate alındığında İsrail-Suudi Arabistan ikilisinin ABD’nin İran siyasetini etkilemek için işbirliğini geliştirme ihtimali hayli yüksektir.

            Suriye’deki gelişmeler de yeni Suudi Kralının sorun alanında olacaktır. Mart 2011’de başlayan olaylarda ABD, Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi Üye ülkelerini bölgesel çıkarlarının temsilcisi olarak görmüştür. Mart 2011’den, Haziran 2014’e kadar olan dönemin “Esad’ın iktidardan gitmesi” üzerine kurulu olduğu bir politik dönemdir. Bu çerçevede Suudi Arabistan’da Esad’ın iktidardan indirilmesi üzerine kurulu bir politika izlemiştir. Ancak, Haziran 2014 itibarıyla Irak’ın Kuzeyinde olduğu gibi Suriye’nin Kuzeyinde de etkili hale gelen IŞİD anılan stratejinin değişmesine sebep olmuştur. Başta ABD başkanı ve dışişleri bakanı olmak üzere üst düzey Amerikalı yetkililer, asıl stratejik önceliğin Esad’ın devrilmesinden ziyade IŞİD ile mücadele olduğunu çeşitli zamanlarda yaptıkları açıklamalarda net bir şekilde belirtmiştir. Bu noktadan itibaren IŞİD’e karşı tutumu dolayısıyla İran’ın önemi daha da öne çıkmış Suudi Arabistan ise resmi olmasa bile vatandaşları ve bazı dini önderleri dolayısıyla IŞİD’i destekleyen bir şekilde anlaşılmıştır. Bu Suudi Arabistan’ın yeni kralının değişkenlik gösteren bölgesel dengeler çerçevesinde çözümlemesi gereken bir başka sorun alanını oluşturmaktadır.

              Sonuç

         Yeni Suudi Kralı 80 yaşında iktidara gelmiş, ileri yaşına rağmen, ekonomik ve siyasi ölçekli pek çok iç ve dış sorunla uğraşmak zorundadır. ABD’nin İran ile yakınlaşması Suudi Arabistan’ın II. Dünya Savaşı sonrası sahip olduğu geleneksel rolünün değişeceği sinyallerini vermektedir. Bunun yanı sıra, ülkenin işsizlik ve yalnızca petrole dayalı ekonomisinin getirdiği sorunlar da Suudi Arabistan’ın geleceği için krizler hazırlamaktadır. Ayrıca Suudi Arabistan’ın güney komşusu Yemen’deki olaylar da aynı zamanda Şii sorunu dolayısıyla bir iç meseleye dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Sonuç olarak, yeni dönemde Suudi Arabistan’ı ABD ile sorunlu hale gelebilecek, İran’ın daha etkili olduğu ve ekonomik krizlerin ihtimal içinde olduğu yeni bir dönem beklemektedir.         


[2]http://www.cdsi.gov.sa/english/index.php?option=com_content&view=article&id=85&Itemid=1.

[3]Özdemir Akbal, “Arap Baharının Dönüm Noktası Yemen”, 21. Yüzyıl, S: 35, Kasım 2011, s: 90-97.

[4]Age., s: 92.

[5]Tom Phillips,“Israel and Saudi Arabia, a suspicious relationship”, Haaretz, 13.11.2013. http://www.haaretz.com/opinion/.premium-1.557785

[6]Agk,http://www.haaretz.com/opinion/.premium-1.557785

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display