Suriye, Irak, Pkk ve Barzani

Yazan  09 Mart 2014

Değerli okuyucular, Terör Örgütü ile yürütülen müzakereler neticesinde örgütün Türkiye sınırlarını terk etmesi ile simgelenen bir birinci aşama vardı. Bu aşama da; hükümetin yeterli miktarda terörist yurtdışına çıkmadı söylemi[1], terör örgütünün; devlet bize söz verdiği yasal düzenlemeleri yapmadı çıkışları ile karşılaştı[2]. Hepinizin hatırlayacağı gibi bu süreçte;

·         Suriye’deki iç istikrarsızlık artarak devam etti,

·         Terör örgütü kendi içyapısında yeni görevlendirmeler yaptı[3][4] ve  

·         Terör örgütü geri çekilmeyi durdurduğunu açıkladı[5].

Bundan sonra da;

·        Suriye Kürtleri (PYD; Suriye kuzeyinde kazanımlarını her geçen gün artırarak özerk yapıya   kavuşmak için bir geçiş yönetimi ilan ettiklerini açıkladılar[6].

·        Daha önceleri Rusya ve Suriye, daha sonraları da basın yoluyla ABD ve İngiltere Türkiye’yi aşırı dinci ve İslamcı terör örgütlerini desteklediği için  açıkça suçlamaya başladılar. Bununla ilgili olarak yazılar yazıldı ve CNN International bir yayın da yaptı[7].

·      Bunlar devam ederken adlarını Balyoz soruşturması, MİT operasyonu gibi olaylarda duyuran bir gazeteci; AKP’li bazı şahıslarla ilgili olarak elinde bazı bilgi veya delillerin olabileceği işaret etti[8].

·      Bir başka gazeteci de; Suriye olayları ile ilgili olarak aşırı İslamcı terör örgütlerinin desteklenmesi nedeniyle Türkiye’nin terörü destekleyen devletler listesine dahil edilebileceğini söyleyerek, sorumluların uluslararası ceza mahkemesinde yargılanabileceklerini ihdas etti[9].

·        Arkasından da hükümet Irak ile ani yakınlaşma[10],[11],[12], Şii guruplarla aradaki buzları eritmeyi ve Barzani ile görüşmeleri süratle gündeme getirdi[13].

Bu gelişmelerin temel hedefi nedir? Yaşayacağımız, göreceğimiz olaylar ne olacak? Başımıza neler gelecek? sorularının cevapları aslında bu gerçekleşen olayların içinde gizli. Bunları biraz irdelersek doğru sonuçlara ulaşabiliriz. 

Suriye’deki iç istikrarsızlık ve Irak’la yakınlaşmaya giden süreçaslındaABD ve merkezi güçlerin Büyük Orta Doğu (BOP) Projesi ile şekillenmeye başladı. Irak ve Afganistan’da yıpranan merkezi güç tarafından, BOP hedefleri doğrultusunda; Kuzey Afrika ülkelerindeki operasyon görevi Avrupa’ya,  Suriye’deki rejim değişikliği ile İran’a yönelik bir harekâtta topraklarını merkezi güce açmak ve lojistik destek sağlamak görevleri de diğer müttefiklerle beraber Türkiye’ye verilmişti. Bu vazifelerin yapılamaması halinde, hükümetin iktidar görevine devam etmesinin de oldukça güç olacağı Obama’nın beysbol sopalı fotoğrafı ile Türk kamuoyuna duyurulmuştu.

Başlangıçta kuzey Afrika ülkelerine yönelen sözde demokratikleştirme, özde küresel yapıya uyumlaştırma ve bu ülkeleri çıkar için daha rahat kullanma çabaları ile başlayan uluslararası güç kullanımı ve onun doğurduğu neticeler, sıranın Ortadoğu’ya gelmesiyle yeni bir hal aldı ve bizi de etkilemeye başladı.

Suriye’de görevini alan Türkiye; bilindiği gibiani bir dış politika değişikliğine giderek birden bire Suriye ile olan ilişkilerini gerginleştirdi.  Önce çadır kentleri hazırladı. Suriyelilerin ülkelerini terk etmelerini de teşvik etti. Bu arada muhalifleri de destekledi. Artan çatışmaların yarattığı etki ile her geçen gün Türkiye’ye yönelik göç büyüdü. Bunun üzerine Türkiye, uluslararası kamuoyundan destek almaya-bulmaya çalıştı.

Türkiye’deki karar alıcılar, Suriye yönetimi beklentilerin üzerinde dirençli çıkınca; Suriye’de barış ve istikrar için başlangıçta Türk Ordusunu - sadece potansiyel gücünü dikkate alarak- kullanmayı planladılar ve buna uygun bir kamuoyu çalışması yaptılar. Bu karara yönelik kamuoyundaki karşı direnci görerek ve terörle mücadele eden bir ordunun aynı zamanda Suriye ile de angajmana girmesinin kullanılabilir güç açısından uygun olmadığını anlayarak, ordunun Suriye’de kullanılmasının ülkenin güvenliğini tehlikeye atacağını kavradılar[14]. Bunun üzerine Türkiye kendine müttefikler aramaya başladı. Bu süreçte Suriye; arkasına Rusya, Çin ve İran’ı aldı. Bunu gören ABD ve Avrupa sessiz kalarak Türkiye’ye bir cevap vermediler ama gerçekte Türkiye’ye ‘’kendi işini kendin gör’’ anlamında bir karşılık verdiler.

Türkiye bundan sonra daha tehlikeli sularda yüzmeye başladı ve belki de istemeden Suriye bataklığında biraz daha ilerledi. Hükümet tarafından kabul edilmeyen fakat dış basında oldukça fazla dillendirilen7 El Kaide ve onun uzantısı El Nusra gibi gurupları desteklemeye başladığı iddiaları gündeme geldi. Gerçekte Suriye’de bu aşırı dinci islamist terör örgütlerinin ortaya çıkması ile Suriye’deki muhalefet cephesi kısmi başarılar elde etti. İran’ın devreye girerek Hizbullah’ı görevlendirmesi ile bu hamle de Esat tarafından boşa çıkarıldı.

Bunun üzerine Türkiye Suriye’deki kimyasal silahların varlığını ve tehlikesini öne sürerek Suriye’deki rejimin devrilmesi için uluslararası güç kullanımına yönelik gayretlerini artırdı. Rusya bu girişimlere, çok akıllıca bir hareket tarzını, yani kimyasal silahların uluslararası gözlemcilerle tespiti ve imhasını, gündeme getirerek karşılık verdi.

Rusya’nın bu kararını[15]  ABD, merkezi gücü oluşturan diğer ülkelere ve Esat’a çok kısa sürede kabul ettirdi. Çünkü ABD ve merkezi gücü oluşturan ülkeler; Türkiye’nin önerdiği ve hep arkasında durduğu ‘’Suriye’ye silahlı bir müdahale seçeneğinin’’, müdahale sonrası Suriye’de aşırı dinci gurupların etkili olmasına neden olacağını ve bunun İsrail’in güvenliğini olumsuz etkileyeceğini ve bölgedeki dengeleri temelden sarsacağını gördüler. Onun için askeri müdahale seçeneğine karşı sesiz ve isteksiz kalarak Rusya’nın önerisini hemen kabul ettiler.

Bu durum da Türkiye’nin imajını olumsuz etkiledi. Türkiye’yi dış dünyanın gözünde aşırı dinci silahlı terör guruplarını destekler bir ülke konumuna, gerekirse uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasının imasına kadar bizi getirdi.   Bütün bunlara ilave olarak Türkiye’nin her yanı kontrolsüz bir biçimde Suriyelilerle doldu. Bu da ülkenin iç asayişinde ve iş gücü piyasasında bilinen sorunların baş göstermesine neden oldu.

Bunun üzerine karar alıcılarımız, gene ani bir dış politika değişikliği ile Irak’la ve Şii guruplarla yakın ilişkiler içine girdiler. Bu yolla öncelikle Hizbullah’ın faaliyetlerinin kontrol altına alınmasına, ilerleyen günlerde de Hizbullah’ın Suriye’ye angaje durumdan vazgeçirilmesine yöneldiler.

Bu hedefe sadece Irak’la ve Irak’lı Şii lider Sistani ile ulaşmak pek kolay değil gibi durmaktadır. Çünkü Hizbullah’ı kontrol eden gücün gerçekte İran ve perde arkasından Rusya olduğunun unutulmaması gerekir. İran’ın şimdiye kadar bu konuda devreye girmemesi, Irak’la yakınlaşmadan beklenen faydanın sağlanması konusunda bizi şüpheye itmektedir. 

Terör Örgütü içindeki görevlendirmeler ve Barzani ile ilişkilere giden süreçte; yukarıda değinilengelişmeler olurken, Murat KARAYILAN’ın askeri kanat sorumlusu olarak görevlendirilerek rütbe tenziline uğradığı, sertlik ve çatışma yanlısı olan Cemil BAYIK’ın KCK Yürütme Konseyinin Eş Başkanlığına getirilerek Abdullah ÖCALAN’a karşı bir yapılanmaya gidildiği gündeme geldi. Terör örgütündeki bu ani değişikliğin asıl nedeni bu mu idi?

Bizce bu görevlendirmeler bunun daha da ötesinde bir amaç için yapılmıştı.  Gerçekte Türkiye’nin kendi çıkarlarına aykırı olarak, başkaları istediği için başlattığı veya başlattırıldığı Suriye Krizine müdahil olması, örgüt için büyük fırsatların doğmasına neden oldu.Sözde Güney Kürdistan’ın ikinci parçasının da kurtarılması imkânını ortaya çıkarttı. Bu durum PKK açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattı.  Örgütte bunu kaçırmadı.

Suriye’yi çok iyi bilen Fehman Hüseyin’i[16] ve Suriyeli militanları; Suriye’ye etkili bir şekilde müdahil olunması, her türlü gelişmenin kontrolleri altında tutulması ve pek de hoşlanmadıkları ve feodal yapının bir uzantısı olarak gördükleri Barzani’nin Suriye’deki etkisinin azaltılması ve yok edilmesi için görevlendirdiler. Bizim değerlendirmelerimize göre; geri çekilme safhasında Türkiye sınırlarının dışına, hasta ve yaralı olanların haricinde, çoğunlukla Suriyeli militanlarını çıkartarak; Suriye’de kullanabilecekleri, bölgeyi çok iyi bilen bir gücü oluşturdular. Bunu yaparken de kamuoyuna bak biz sözümüzü tutuyoruz ve silahlı gücümüzü sınır dışına alıyoruz algısı yarattılar. Bu hareket tarzı ile aynı zamanda sözde çözüm sürecine karşı çıkan elemanlarını sınır içinde bırakarak barış sürecini istemeyenlerin istimlerini alma yoluna gittiler. Bu sayede çözüm sürecinde çoğunlukla Türk vatandaşlarından oluşan silahlı gücün başına gene bir Türk vatandaşını getirerek bu gücün yapabileceği kontrol dışı eylemleri de kontrolleri altına almaya çalıştılar. Bunu bir halkla ilişkiler stratejisine çevirerek de iyi niyetli oldukları intibaının yaratılmasını sağlamak istediler. Yaptıkları bu düzenlemeler ile Suriye’de; belli bir alanda özerklik için neredeyse son aşamaya geldiklerini ilan ederek ana amaçta belli bir sonuca ulaştılar.

Bu sonuç karşısında da Türkiye, Irak’la ilişkileri geliştirerek tekrar Barzani’ye sarıldı. Barzani kartını daha önceleri 1990-1998 yıllarında, Barzani neredeyse tamamen bize muhtaçken, kullanan Türkiye, Barzani’den yediği dirsekleri unutarak tekrar ona el açtı. Geçmişe nazaran kendi yerinde çok daha güçlü bir halk desteğine sahip olan, belli bir meşruiyet kazanmış ve ekonomik güce de kavuşmuş Barzani’nin, bizim menfaatimize yönelik kullanılabileceğini sanmak ve bu doğrultuda politika üretmek ne derece doğrudur ki?  

Barzani’nin ziyaretinin ardından bu ziyarete olduğundan fazla önem verenler[17] önümüzdeki yıllarda yaklaşık iki milyon varil petrolün ve 3,2 milyon metreküp doğal gazın Türkiye üzerinden ihracına değinerek bundan bize zenginlik geleceğini ummaktadırlar. Onlara sormak lazım; mal elin malı üstelik de Irak devletinden çalıntı, sen sırtında taşıyorsun, hamallığa razı mısın diye? Ayrıca Kuzey Irak bölgesinde Türk petrol arama şirketlerine ruhsat verilmesinin de temin edileceğini ve bunun bize gelir olarak döneceğini ifade etmektedirler. Acaba neyin karşılığı? Onlar hep alır biz veririz durumuna düşmeyelim de.

Barzani’nin petrolün ve doğal gazın emniyetle satılması için istikrarlı ve güvenilir ülkelere ihtiyacı var. Bu malların satılmasında ikinci seçenek olarak duran Suriye’nin kuzeyinde, PYD – PKK işbirliği ile kurulacak sosyalist doktrine bağlı bir özerk yapı, Barzani gibi feodal bir ağanın petrolünü ve gazını güvenli bir şekilde Akdeniz’e ulaştırır mı? Yoksa bu nedenle mi araları çok açık ve bize muhtaç durumdalar?

Aslında biz onlara değil, onlar bize muhtaç. Ama neşeyle halay çeken biziz.  Gene sormak lazım bu Barzani destekçilerine, bu durum Barzani için bu kadar önemliyse Türkiye’nin desteğinin bir karşılığı olması gerekmez mi?

Bizim vereceğimiz bu destek karşılığında; geçmişte onlarca yıl dokunmadığı, her türlü faaliyetlerine göz yumduğu ve her türlü lojistik desteği verdiği, Türk Ordusunun Kuzey Irak’ta yaptığı operasyonlarda göstermelik destek verirken, örgüte haberler uçurarak, hatta bazı yerlerde amiyane tabirle bilmez numaralarına yatırdığı peşmergeleri ile ordu birliklerimizin faaliyetlerini durdurarak ve geciktirerek PKK’nın tedbir almasını sağlayan, bu Barzani çıkarıversin bakalım PKK’yı Kandil’den de, ondan sonra petrollerini doğal gazını bizim üzerimizden satsın. Bunu yapabileceğine inanan var mı? Cidden merak ediyorum.

Barzani’nin yaptıkları devlet arşivlerinde durup dururken, Diyarbakır buluşmaların nedeni Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızdan oy devşirmek ve onlara şirin gözükmektir. Barzani buluşmasından bizim arzu ve hayal ettiğimiz veya kamuoyunda yaratılan algılama şeklinde, ülkemizin menfaatine bir hâsıla gerçekleşmesi çok güçtür. Keçiboynuzu etkisinden ileri gideceği de sanılmamalıdır. Zatenmeydanları dolduranların çoğu da aşiret yapılanması içinde buralara gelenler ve taşınanlardır.

Daha önceleri Sayın Başbakana "Has,,,,,,,tir" diyebilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanının[18], Başbakanı nezaket gereği karşıladıklarını söylemesini neye yorumluyorsunuz?

Bize daha fazla verirsen seni hep böyle karşılarımın demek değil midir bu nezaket gösterileri? Gerçekte ne kadar kızsak da, bunlar hiç yalan söyleyip lafebeliği yapmıyorlar. Hedefleri ve amaçlarından asla sapmıyorlar. Her şeyi doğrudan söylüyorlar. Peki, bu cesareti nereden buluyorlar? Bunun da cevabını siz verin diyeceğim ama cevap; PKK’ya sıcak yemek götürme olayını[19] bilip de göz yummanın içinde yatmaktadır. Cevap; 15 Kasım 2013 günü Nusaybin bölgesinde Türk Ordusu birliklerine saldırısı ile ilgili olarak[20] hiçbir şey yapılmamış olmasıdır.

Barzani aslında pek gücü de olan birisi değildir. O kadar gücü olsa, arkasında bulduğu Türkiye ile PKK’yı 1990’dan itibaren başlayan 20-23 yıllık süreçte çoktan Kandil’den çıkarırdı veya bu konuda Türk Silahlı Kuvvetleri ile yakın işbirliği yapardı. Bu zamana kadar yaptığı bütün işbirliği sadece gösteriş ve dostlar alışverişte görsünden başka bir şey de değildir. Bundan sonrada bir feodal derebeyi olan Barzani’den medet ummak bizce boşuna çaba ve zaman kaybıdır. Çünkü ‘’ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz’’ atasözümüzü bir kez daha hatırlamanızı salık veririm.

Gerçekte Barzani PKK’yı el altından desteklemede tamamen ABD ve merkezi gücün emrinde hareket etmektedir. Türkiye’nin söyledikleri, istedikleri değil ABD’nin talimatları onu ilgilendirir[21]. PKK sol doktrine kendini dayamış bir terör örgütüdür. Barzani ise feodal. Bu karşı saflarda yer alış bile birbirlerine ne kadar zıt ve rakip olduklarının bir göstergesidir. Bu çekişme şimdi Suriye üzerinde ve Rojova’da yaşanmaktadır. PKK destekli PYD atı almış gitmektedir. PKK desteğini de kamuoyundan saklamak için biz o kadar kuvvetliyiz ki PKK’nın desteğine ihtiyacımız yoktur[22] diyebilmektedir.

Bütün bu girişimlere merkezi Irak hükümeti ne diyecek? Onlar buna müsaade edecek mi? Hatta hiç ummadığımız bir biçimde Irak-İran ve Irak-İsrail yakınlaşmalarına neden olabileceğimiz niçin göz ardı edilir? İran kendi PKK’sından kurtulurken biz gene terörle yaşamaya ve kaynaklarımızı tüketmeye devam ederiz gibi görünüyor.

Gerçekte PKK’nın Kandil’den çıkma veya çıkmama durumu ABD’nin kararına bağlıdır. Merkezi gücün PKK gibi bir taşeron örgüte olan ihtiyaç daha bitmemiştir. Suriye’deki hedefler ele geçirildikten sonra sırada İran var. İran’da da istenilen amaçlar gerçekleşmeden PKK Terör Örgütünün dağıtılması veya marjinal seviyeye inmesinin oldukça güç olduğu görülmektedir. Aksi halde bu örgüt bunca yıl verdiği kayıplar ve kendisi için son derece olumsuzluklar yaratan  kriz koşullarından  nasıl sıyrılabilir ki?  

Örgütün geri çekilmesini durdurduğunu açıklaması ve bunun tüm süreçlere etkisi; görünenden çok daha fazladır. Hatta Türkiye’yi gerek Irak Merkezi Hükümeti gerekse de Barzani ile aniden yakınlaştıran ve İran’ın yeni Cumhurbaşkanı ile de yakınlaşma girişimlerinde bulunmaya iten temel faktör olduğunu bile söyleyebiliriz.

PKK’nın çekilmesini durdurmasının net cevabı;’’ Suriye’deki durumun açıklığa kavuşmasını beklemesidir.[23]’’ Gerçekte PKK; bu süreçte de zaman ve mekân gibi iki stratejik önemi haiz hususta kayıp yaşamak istemiyor. Yaptığı tamamen stratejik bir pro-aktif hamledir. Yani bir ön alma ve gelecekte beklediği bütün olumsuzlukları kendisi açısından yok edebilecek bir imkân ve kabiliyete kavuşma girişimidir. İnanın böyle hamleleri dünya harp tarihinde yapan komutan sayısı çok azdır.

Terör Örgütünün bu durumu bile gücüne karşın iyi bir oyun kurucu olduğunu göstermektedir. Örgütün ilk silahlı eylemine kalkıştığı günlerden itibaren bizim gerimizden geldiği hemen hemen hiçbir taktik ve stratejik uygulaması olmamıştır. Sadece 1994 -1998 yılları arasında gerimizden hareket etmiş ve bunun sonucu olarak apar topar çekilmek zorunda kalmıştır. Bundan sonra da bizim bilinen yanlışlarımız sonucu tekrar pro-aktif uygulamalara başlamıştır. 

Örgüt geri çekilmeyi durdurduğunu açıklayarak bize;

·      Suriye’ye müdahil olmayın yani Suriye Kürtlerinin kazanımlarını geri çevirecek hamleleri yapmayın.  Aksi takdirde bu hamleden sizi vazgeçirecek her türlü terör eylemlerine kırsalda ve meskûn yerlerde çok daha şiddetli ve hedef gözetmeksizin yapmaya başlarım. Böylelikle Suriye’de kullanabileceğiniz kuvvetleri  de kullanabilmenize fırsat vermem.

·        Eğer Suriye’ye müdahil olursanız  bu durumda gerek sınırlarınızın kontrolü gerekse de icra edilecek harekâtın güvenliğini sağlamak için İç Güvenlik Harekât Bölgesinden çekmek zorunda kalacağınız kuvvetleriniz yerine ben geçerim ve o zaman kurtarılmış bölgeleri görürsünüz.

·        Bize verdiğiniz kaparo (tavizler) daha önceleri üzerinde anlaştığımız işi tamamlamak için yetmemektedir. Bunu daha da  artırmanız lazım. Biraz bekleyip görelim, demektedir.

Suriye’ye girsek de  girmesek de, PKK’ya istediklerini versek de vermesek de kaybeden taraf biz oluyoruz. Stratejik kararlarımızın ne kadar yanlış olduğunu bize açıklayacak bundan daha açık ve net olan ne var ki?

Suriye’ye müdahil olabildik mi? Yapılan yanlış destekler bizi dünya kamuoyunda teröre destek veren ülkeler içine doğru yaklaştırmakta değil midir? Suriye kuzeyinde sözde Kürdistan’nın bir bölümü daha özerk /bağımsız olmaya doğru gitmemekte midir?

Asıl en üzücü durum, bu ülkenin sağduyulu ve vicdanlı insanları ne söylerse söylesin halkımızın çoğunun  sanki bir duvar olması. Bu yetmiyormuş gibi tüm yetkililer tamamen sessiz kalması. Bu bile PKK ve onun destekçilerine inanılmaz bir destek veriyor.

Yüce Ata’nın Amasya Genelgesine de dâhil ettirdiği ‘’Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’’ özdeyişinde olduğu gibi halkımızın kendi tutum ve kararı kendi kaderini belirleyecektir.

 


[14]Yeşilgiresun Gazetesi, Barış Sürecinin Yolu Nereye Çıkıyor? II, Serdar EKİZOĞLU, 10 Mayıs 2013. 

[15] Rusya tarafından bu karar alınmadan ve ABD ile merkezi güçler tarafından kabul edilmeden yaklaşık on gün önce, Türk akademisyenlerinden Dr. Oktay BİNGÖL; (http://www.usgam.com/tr/index.php?l=807&cid=2081&konu=0&bolge=5) kimyasal silahların imhasının Suriye’de şimdilik uygulanabilir en rasyonel karar olduğunu açıklamasına rağmen hükümet Suriye’ye silahlı bir müdahalenin daha doğru olacağı şeklindeki düşüncesinden hiç ayrılmadı. Bu durum Türkiye’nin özgül ağırlığına olumsuz katkıda bulundu.  

[16]Örgütün askeri kanadından sorumlu olan Fehman Hüseyin Suriyeli bir teröristtir. Askeri kanadın başına geçtiği yıllardan itibaren örgüte Suriye üniversitelerinden eleman toplayarak; hem kendi konumunu kuvvetlendirmeyi hem de örgütün yönetiminde entelektüel bir kimlikle söz sahibi olmayı amaçlamış birisidir ve örgütte oldukça etkindir. Türk Sınır Karakollarına düzenlenen bütün kanlı eylemlerin baş sorumlusudur. 

[21] Türk Özel Kuvvetler personelinin başına çuval geçirilirken ne yaptıklarına bakın.

Serdar Ekizoğlu

Serdar Ekizoğlu Kara Harp Okulundan piyade subayı olarak 1981 yılında mezun oldu.

Piyade Okul K.lığı (Tuzla/İstanbul)’nda bir yıllık eğitimi müteakip 2’nci Komd. Tug. K.lığı(BOLU)’na takım komutanı olarak atandı ve 1983 yılında Komd. İhtisas Kursunu bitirdi. Daha sonra sırasıyla 2’nci Komd. Tug. K.lığı, Hakkari Dağ ve Komd. Tug. K.lığı ve 1’inci Komd. Tug.K.lığı/Kayseri’de takım ve bölük K.lığı görevlerinde bulundu.

1988 yılında Kara Harp Akademisi sınavlarını kazandı. 1990 yılında Kara Harp Akademisini bitirdi. Kurmay subay olarak sırasıyla 2’nci Komd. Tug. K.lığı ve  Genel Kurmay Harekat Başkanlığında karargah subayı olarak görev yaptı. Bu esnada Harp Akademileri bünyesinde bulunan Silahlı Kuvvetler Akademisini bitirdi. İngiltere’de, İngiliz Silahlı Kuvvetleri Lisan Okulunda yabancı dil eğitimini tamamladı. Lisan eğitimini müteakip Arnavutluk Kara Kuvvetleri Komd. Tug.nın  teşkili ve eğitiminden sorumlu Türk Teşkilat ve Eğitim Tim K.nı olarak görev yaptı.

 1998-1999 yılında Muğla’da konuşlu 2’nci P.Taburunda Tabur K. olarak görev yaptı. Tabur K.lığı görevini müteakip, Kara Kuvvetleri Genel Sekreterliğinde İşlem ve Koordinasyon Ş. Md. olarak görev yaptı. Burada görevi sırasında 2000 yılında Roma’da bulunan NATO Savunma Kolejini bitirdi.

2001 yılında yurt dışı daimi göreve atanarak halen Zagreb/Hırvartistan’da bulunan Avrupa Birliğinin bir projesi olarak faaliyete geçirilen Bölgesel Silahların Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi’nde Diyalog ve İşbirliği Bölüm Başkanı olarak  2001-2004 yıllarında görev yaptı. Bu görevi esnasında Balkan ülkelerine yönelik olarak Güven ve Güven Artırıcı Önlemler, Dayton Barış Anlaşması, Açık Semalar Anlaşması, Sınırların Kontrolü, Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Kontrolü, Ordudaki Görevlerinden Ayrılan Profesyonellerin Sivil Topluma Uyumu gibi konularda uluslar arası çeşitli seminer, panel, kurs ve toplantıları organize etti.

2004 yılında Göçeada’da konuşlu 5’inci Komd Alay K.lığına Alay K.nı olarak atandı. 2005 yılında Tuğgeneralliğe terfi ederek; 2005-2006 yılında Edremit/Balıkesir’de konuşlu 19’uncu P. Tug. K.lığı, 2006-2007 yılında Eğirdir/Isparta’da konuşlu Dağ, Komd. Okulu ve Eğitim Merkez K.lığı, 2007-2009 yıllarında Kara Kuvvetleri Plan ve Harekat Daire Başkanlığı, 2009-2010 yılında Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin K.lığında Muharebeyi Geliştirme, Doktrin ve Yayın Başkanlığı görevlerini yaptı ve 2010 yılında emekli oldu. 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display